29 Ekim 2012 Pazartesi

KÖKTÜRKLERİN TARİHİNE BİR BAKIŞ-Dr. Avon GABAİN

KÖKTÜRKLERİN TARİHİNE BİR BAKIŞ*


Dr. Avon GABAİN
Berlin Üniversitesi Türkoloji Doçenti


I. S t e p t e y a ş a y a n Köktürkler

[682-742]


Türk adının ilk defa zikredildiği 556 yılındanberi, Türk uruğları,
ara sıra, göçebelikten yerleşik tarzı hayata geçme teşebbüslerile, bizi
heyecanlı sahneler karşısında bırakmışlardır. Askerî bakımdan daima
çok büyük yararlıklar gösteren Türkler, bu merhaleler arasında da
parlak devirler geçirmişlerdir. Misal olarak Selçukluları gösterebiliriz:
bunlar, göçebe halinde Anadolu'ya gelerek, kısa bir zamanda mükemmel
şehir kültürü (meselâ Konya gibi) kurmuşlardır. Bugün Kazaklar
da, yaşadıkları stepten günden güne uzaklaşarak, şehirlere doğru yönelmek
suretiyle şehirli Özbeklerle kültür üstünlüğü müsabakasına başlamışlardır.
Eskiden, şimalî Moğolistan'da yaşıyan Türkler de, bu gibi tarzî
hayata değişmeleri yapmışlar ve nihayet Tarım nehri boyundaki şehirlerde
kendilerinden önceki, karışık milletler kültürünü benimsiyerek
onun muhafızı olmuşlardır.

Buna benzer tarzî hayat değiştirmeleri; hiç bir zaman büyük fedakarlıklara
ye acılara katlanmadan yapılamaz. Onun için de bu tarzî
hayat değişmesinin kendiliğinden serbestle vuku bulamayışı, tarihin
tabiî kanunudur. Bundan, galiba hiç bir millet kendi dileğile kaçınamıyor.
İki arzu arasında olan gerginlik müsbet bir kuvvet doğurur. Acı,
içerden gelen asil istekleri ve hedefi genişletir, insanı daha fazla derinleştirir.
Bu gibi acılar karakteri kuvvetlendirir, bazan fikirleri aklımızla
kavrayamadığımız zaman, onu ancak, kalpten gelen duygu ile tebarüz
ettirebiliriz. Aynı suretle, acıların insanın ruhî kuvveti üzerine
olan tesiriyle, çalışma ve teşebbüs kuvveti dahi çok defalar artabilir.
Bu tahteşşuur kuvvet, insanı eskisinden daha fazla canlandırır ve onu
daha büyük hedeflere doğru sürükliyerek muvaffakiyete götürür.
Gerçi bir çok insanlar, tarihte olup geçen vakaları ehemmiyetli
saymazlar. Fakat tarihî vak'aların ehemmiyet ve kıymeti, onun insanlar
üzerindeki tesirinin derinliği ve sebep olduğu hadiselerin genişliğiyle
ölçülür. Bu hadiselerin kıymeti, bilhassa, sonunda bir milletin mukadderatı
 üzerindeki menfi veya müsbet tesiri, yani, onun hayat memat meselesi

şeklini alması, böyle hadiselerin bizim hayatımızda da vukuu ihtimali
bakımından büyük ehemmiyeti haizdir.

Maksadım, Türk okuyucularına bütün ders kitaplarında mevcut olan
eski Türk tarihini anlatmak değildir. Cesaret edip yazmak istediğim
düşünceler, Türklerin göçebe hayatından yerleşik hayata geçmeleri
devrinde yaşanmış olması muhtemel dönüm noktasının ana hatlarını
izah etmek, Türk tarihinin bu meselesini çözmeğe çalışmaktan ibarettir.
Yedinci yüzyılda, şimalî Moğolistan'da yaşıyan bir çok Türk kabileleri
Çin'in şimal hudutlarına gelerek, Çin hükümetine yarı mecburî
olarak hudut bekçiliği hizmetini etmişlerdir.

Çin'in şimal hudutlarına yerleşmiş olan bu Türkler, büsbütün teşkilâtsız
değildiler. Başlarında olan başbuğlar, Çinliler tarafından kabul
edilmiş kimselerdi; Türkler de Çinlilere bu hakkı vermeğe mecbur
olmuşlardır.

Meselâ bu başbuğlardan birisi, Çin'in şimdiki Şan-Si vilâyetinin
şimalinde bulunan ve eskiden Türk hakanının ailesine mensup olan
Kutluğ adlı bir şad'dı

Kutluğ, nihayet tahammül edemiyerek 681'de maiyetindeki,bir kaç
kişi ile beraber Seddiçin'in dışarısında olan Yin-Şan dağlarına kaçtı.
Bu mühim hadise, ayni zamanda Çinlilere itaat etmenin artık bir
sonu olarak telâkki edildiğinden,; Kutluğ'un arkasından onun bu cesur
hareketini beğenen, bir Sürü Türk uruğu da, onun yanına kaçmıştır. Bu
uruğlar Yin-Şan dağlarının vadilerinde, Çinlilerden gayet iyi saklanabilmişler
ye günden güne artmışlardır.

Çinlilere'çok büyük sadakatle hizmet etmiş olan Türk kumandanı
tedbirli Bilge Tonyukok da, Kutluğ'ün millî gayeleriyle coşarak büyük
bir millî duygu ve Türk devletini bir kere daha kurmak neşesiyle ona.
iltihak etmiştir.

Tonyukok, Kutluğ şad'ı yüksek Hakanlık payesini talep etmeğe
teşvik etmiştir.

şimdi kurulmak üzere olan yeni devletin hayat tarzî meselesi ortaya
çıkıyor.! devletin nizamlarını Çin'den mi alacaklar. şehirler mi kuracaklar^
Çin dinini mi kabul edecekler yoksa eskisi gibi [göçebe, yarı
yerleşik halde mi kalacaklardı.

Tonyukok tereddütsüz kararını veriyor: ''Türkler eski ataları tarzında
yaşamadırlar» Çin dini dahi Türklere uymıyacaktır,, fikrinde
bulunuyor.

İlk hedefleri, tehlikeli Çin hududundan ayrılmaktı; bunun için YinŞan
dağından Çuğay dağlarına (bugünkü şimalî Moğolistan'da Hangay
dağı) çekiliyorlar, Orada Kara'Kum'da. karargâh 'çadırı kuruyorlar.
Önce bunların her tarafını düşman saçmış bulunuyordu. Tonyukok
etrafındaki düşmanlara, onlar toplu bir hale gelmeden önce, hücum etmek
taraftan olduğundan çarçabuk işe başlıyor. İlk önce şimalde olan

Oğuzların üzerine yürümek istiyor. Bu mücadele Ötüken dağlarındaki
yaylada çok ağır şartlar içinde geçiyor.

Türkler çabuk karar vermeleri ve birdenbire hücum etmeleri yüzünden
sayıca kendilerinden ikiye karşı üç nisbetinde üstün olan düşman
Oğuzları mağlup ediyorlar.

Bu zafer haberi duyulur duyulmaz, Türklere her taraftan kayıtsız
şartsız iltihak etmek istiyen bir çok diğer Türk kabileleri de gelmişlerdir.
Çünkü, Ötüken yaylası, tâ eskiden Türk ananesinin mukaddes
toprağı sayılırdı Devlet buradan idare edilmeliydi. Onun için de Tonyukok
ilk olarak burasının zaptım istiyordu. Ancak Ötüken dağlarında
yerleşmiş olan Türk devletçiliği ruhudur ki, onu bu zafere götürecek,
devleti koruyarak, onun emniyet ve inkişafını temin edebilecekti.
Atlı ve göçebeler, stepte kendi başlarına hâkim olup oturdukları
müddetçe, ihtiyaçlarına bol bol yeten step, komşuları üzerinde daha
büyük bir hâkimiyete malik olmak istedikleri zaman kâfi gelmiyordu.
Yakınlarında bulunan dağların, hayvanları düşmanın giremiyeceği vadilerde
beslemek ve kendilerini korumak gibi, îktisadî bakımdan mühim
ve hayatî meselelere yaraması dolayısiyle, oralarda tam bir hâkimiyeti
ellerinde bulundurmaları lâzımdı.

Cenuptan Hangay dağı, şimalden de Tangnu-Ola "ile sarılmış olan
Ötüken yaylaları, tabiî ve yüksek bir kale vaziyetinde idi.
Yaylanın bu vaziyeti, müdafaasını kolaylaştırdığı gibi, orada hâkim
olan kuvvetin etrafa nüfuz ve tesirini;; de kolaylıkla temin ederdi.
Onun için bu dağ diğer bütün uruğ ve milletler için daima önemli bir
devlet merkezi, yaz için gayet iyi bir yayla ve tehlikeli zamanlarda
da mükemmel bir korunma yeri idi.

Ötüken dağının bu fevkalâde vaziyet buraya eller gözünde tarih
boyunca süren büyük ehemmiyeti kazandırmış ve Türklerde de bu
dağın kutsiyet ocağı ve mukaddes ruhun ikametgâhı olduğu kanaatini
doğurmuştur. Prof. Nikolai Poppe Ötüken) kelimesinin Moğulcada yer
ilahesi manâsına geldiğini anlatmaktadır.

Bu dağ yaylalarının bir elden diğer ele geçmesi ancak ansızın yapılan
bir baskınla mümkündü; Tonyukok ;bu dağı, Oğuzlardan, ancak
onların kendi kuvveti hakkında doğru i malûmata malik olmadıkları
bir anda ve ansızın basmak suretile alabileceğini anlamış ve baskını
tam zamanında yapmıştı.

Böylece Türkler, şimdi tasvir edilmiş olan Ötüken dağ yaylasında,
yerleşiyorlar. Hükümdarın unvanı îlig idi, bu kelime il'in, halkın rehberi
manaşındadır. Hükümdarın ordusu yani karargâhı ötüken'in merkezinde
yüksek bir yerde kurulurdu, onun için de buna Örgün adı
verilmişti. Arazi bakımından böyle yüksek bir yer bulunmadığı zaman
ayrıca hazırlanarak yükseltilirdi.

Örgün'ün etrafı bir çit, yâni parmaklıkla çevrilirdi.
örgün'ün önüne, bir belgü, yâni nişin, belki de bir tuğ konurdu.


Hükümetin icra faaliyeti, yani onlarca paketi buradan yapılırdı.
Bu mukaddes merkezde üç kutsiyete taparlardı: 1) Gök Tanrısı, 2)
Yersu, yerin ve suyun Tanrısı, 3) ecdada tapmak.

Mukaddes hayvan olarak börû, yâni kurt'u tanımışlardır. Bu hayyanın
ismi, ona kutsiyet atfedildiğinden korku ve saygı ile börü yerine
kurt, yani küçük haşerinin adı verilmiştir.

Yoğ, yâni ölülere yapılan merasim, galiba ancak ötüken dağ yaylalarındâ
yapılmıştır, Ölüyü yerin altında taşlarla muntazam bir şekilde
yapılmış bir çukura gömerler ve üstüne oldukça çok toprak yığmak
suretile bir kaç metre, meselâ dört beş metre. yüksekliğinde bir
mezar yaparlardı,

Büyük kahramanların" kabri önüne Balbal adı verilen insan hey-
"keli yapılırdı. Balballar mağlup olmuş ve öldürülmüş düşmanın heykeli -
olurdu. Bunun manası: hayatta mağlûp edilmiş 1)u düşman, öbür dünyada
da galip gelene hizmet etmeliydi. Bazı balballar, hattâ ölen dost-'
lara ,da hediye edilirdi; onlar kendileri bu zafer ve galibiyete iştirak
etmedikleri halde, öbür dünyada güya mağlûpların hizmetinden istifade
ederlerdi.

Daha sonraları türbeleri yaparken, Çinlileri taklit ediyorlar, hattâ
onlardan sanatkârlar getiriyorlardı.

Kış karargâhlarında da ili idare etmek için tedbirler alınırdı. Kara
kum maruf kış karargâhlarından biri idi.

Çok soğuk kışlarda da çadırlarda otururlardı. Yalnız 730-731'de
Maka Kurgan adlı bir kalede kışı geçirmişlerdi. Bu da kalelerde kışı
geçirmeğe alışmış olan Türkler tarafından, âdeta bir yasak hareket
gibi kabul edilerek, galiba felâket getirici ve çadırdan ayrılmalarının
ceza senesi addedilmiştir.

Harpler umumiyetle yazın yapılırdı. Hakikî harp yerine, bazan hileli
yollarla düşmanın kadın ve çocuklarını, çadır ve hayvanlarını ele
geçirmek gibi yağmalara müracaat dahi olmuştur. Burada muvaffak
olunursa, düşman için mağlûbiyet hazırlanmış oluyor ve galibe baş eğmekten
başka çare kalmıyordu." Stepte olan harplerden çok bahsedilmez,
çoğu harpler, ansızın hücum imkânları olan dağlarda olurdu.
Kadın ve çocukların ev çadırları yani eb, kâragâhın merkezinde
değil, etrafta biraz uzaklarda kurulmuş olsa gerek. Hükümdarların kadınları,
galiba ayrı ve müstakil bir ev idaresine sahip olmuşlardır,
Kadınlar umumiyetle hürmet görürler ve oldukça müstakil hayat
sürerlerdi.

Servetlerinin esas menbaını hayvan sürüleri teşkil ederdi. Buna
harp ganimetleri de ilâve edilirdi. Yabancı şehirleri yağma etmek,
spor veya bir oyun gibi sevilirdi. Altın ve gümüş bugünkü Mancurya'
dan kısmen tazminat, kısmen de yağma yoluyla getirilirdi Çin'den
ipek ve darı alırlardı. Uzak garpten (yani Semerkant havalisinden)

cins atlar getirirlerdi. İyi cins kürkleri de şimalden ve şimali garbiden
getirirlerdi.

Harp kahramanları ile atlar arasında bizim tasavvur edemiyeceğimiz
kadar iyi bir münasebet vardır. Bu devirde şayanı dikkat olmak
üzere han ailelerine mensup kadın isimlerinden ziyade,, at isimlerini
biliyoruz.

Kutluğ Hakan. ikinci büyük Türk devletinin kurucusu, göçebe
kahramanı olarak, İl Teriş isminden de anlaşılacağı üzere, Ötüken dağ
yaylalarından milletini bir araya toplamış ve 692 ye kadar on yıl
hüküm sürmüştür.

Halefi küçük kardeşi, Kapagan'dı. Çok karışık entrikalarla dolu
olan Çin sarayında bu Türk Hakanının kat'î ve tesirli bir rolü vardı.
Bazan o, Çin sarayında bir hami gibi emirler verebilen vaziyet bile
takınırdı. Çin sarayına karşı hüsnüniyet sahibi bir dost gibi görünse
bile, kendi askerlerinin şimalî Çin hudut şehirlerini yağma etmekte devamlanna,
kat'iyen mani olmıyordu. Çünkü bunlar, her ne kadar şehir
hayatını sevmezlerse de, şehir mahsul ve mamulâtına ihtiyaçları olduğundan
yağmalardan vazgeçemezlerdi.

Kapagan'ın siyasetinin esas hedefi şehir değil, stepti. Onun esas
maksadı, Bumin Hakan devrinde olduğu gibi, şimal ve garp Türklerini
bir devlet halinde toplayıp birleştirmekti ki, bu siyasî görüşü, onun
Türk tarihindeki ehemmiyetini fevkalâde yükseltmektedir. Çok isabetli
ve sert tedbirlerile bu büyük plânı tahakkuk ettirmiş olsa bile, bu
muvaffakiyet, ona ancak kısa bir zaman için nasip olmuştur. Bu gaye
üzerinde çalışma esnasında, Kapagan Hakan bir garp Türkünün hiya-,
neti neticesinde 716, da öldürülmüştür.

Kapağan'a, yiğeni, yani Kutluğ'un oğlu Bilge, halef olmuştur. Bilge,
Kapagan'ın sertliğinden her .tarafa dağılmak istiyen Türk uruğlarını,
kendisine bağlamak için, onları her cihetten tatmin etmek mecburiyetinde
kalmıştır.

Önce mukaddes Ötüken dağını, Oğuzlara ve Tatarlara karşı ağır
mücadelelerde, muvaffakiyetle müdafaa ediyor.
Çin'e karşı güttükleri siyasetin değişmesi dolayısiyle, yani yağmalar
sona erdiği için, bu memleketle dostluk münasebetleri kuruluyor.
Bunun neticesinde Türk hayatına daha fazla şehir kültürü girmeğe
başlar.

734 yılında Bilge Hakan ölüyor. Bundan sonra kısa bir zaman zarfında
bir çok hakanlar iş başına gelmiş olsa bile, durmadan tekrarlanan
idare kargaşalıkları, katil ve isyan hareketleri yüzünden, 741 de
hakan ailesi Çin sarayına kaçıyor ve bu suretle step hayatı sona ererek
şehir hayatı başlıyor.

Moğolistan'da yaşıyan Türklerin, üzerlerine aldıkları ve yaptıkları
tarihî vazife şudur: Orta-Asya'ya asırlar boyunca bir çok milletler
hâkim olduktan sonra, altıncı asırda Sumin. Hakan bu geniş sahayı

Türk hâkimiyetine kat'î olarak maletmiştir. Zaten ikinci Türk devleti,
hâkimiyetini stepte kurmayı tercih etmiş olsa dahi babaları tarafındandan
temin edilmiş olan Orta-Asya yerleşik, hayat mıntakalarının da sahibi
olduklarından, burada devletçilik, „ hâkimiyet ruhları ve millî benlikleri
daha fazla artmıştır. Türk olmıyan milletler'de onların bu yerlerin
hakikî sahibi oldukları kanaatinde ve onlara hak vermekte idiler.
Kapagan Hakan Türklere bu büyük Türkçülük ruhunu aşılıyarak henüz
kendi nüfuzları altına girmemiş olan bütün Türk kabilelerini bir
yere, bir devlet halinde toplamak teşebbüsünde bulunmuştur. O, bu
siyasetinde muvaffak olamamışsa da, onun bu merkezleşme teşebbüsleri,
dağılmak üzere bulunan Türk uruğlan üzerinde büsbütün tesirsiz
kalmamıştır.

Onun devrinden itibaren, ayrı ayrı Türk kabilelerinde birlik hissi
ve aynı millete mensup oldukları şuuru uyanmıştır. Bu şuur inkişafının
neticesinde, stepte ve mukaddes Ötüken merkezinde Türk karakter
hususiyetleri oldukça kuvvetlenmişti. Bu karakter özleşmesi sayesinde,
Türkler ilerideki şehirleşme hayatlarında, diğer milletlere karşı zayıf
unsur değil, kendi özünü bulmuş, kuvvetli bir millet halinde ortaya
çıkmış ve. yabancı milletler içinde kaybolmaktan korunabilmişlerdir.
Hattâ kanşık milletlerle dolu olan şehirlerde mevcut kültürü benimsiyerek
onu türkleştirmişler ve Türk kültürü üstünlüğünü yaratabilmişlerdir.

Step ve Ötüken dağlarında hüküm sürmüş olan Türklerin varisleri
Uygurlar, devlet kuruluşunun başlangıcından itibaren step veya şehir
tarzı hayatına büsbütün başka taraftan yanaşmışlar ve onu başka türlü
halletmişlerdir. Onun için onların devleti oldukça başka hususiyetler
arzeder.

I I . Uygurların Step ve Şehir Hayatı
(742-840)

Türklerin iç kargaşalıkları esnasında, Uygurlar Karluk ve Basmilerle
ittifak ettiler ve ikinci Türk devletini yıktılar. Türk devletine
mensup olan Uygurlar (veya âbidelerde zikredilip Tokuz Oğuzlar)
sayı itibarile çok, müteşebbis, kültürle yakından alâkadar ve çalışkan
insanlardı. Bunlar şarktan yukarı Selenga nehri, garpten. Kobdo şehri
ile tahdit edilmiş plan yerlerde otururlardı. Basmil'ler Biş - Balık civarında
Karluk'lar da Balkaş gölünün şarkında otururlardı. Mukaddes
Ötüken dağı, yani mukaddes devlet merkezi buraya yakın olduğundan,
Uygurlar burasını çabuk zaptedebilmişler ve şimdiye kadar, olan müttefikleri
Basmil ve Karluk'lara nisbeten daha büyük itibar ve nüfuz
temin etmişlerdi.

Müttefikleri pek kolaylıkla bertaraf edilebilmiştir. Basmil'lerin dev

let reisi İdikut unvanını taşırdı. Bu Basmil'ler 744 de birleşik Uygur
ve Karluk'lar tarafından yıkılmıştır. Memleketleri yani Biş-Balık havalisi
ancak o asrın sonlarına doğru işgal edilmiştir. Nihayet Karluk'lar
da, mukaddes merkezde vuku bulan şiddetli çarpışmalardan sonra, aynı
akibete maruz kalmışlardır. Onlar garpte başka bir memleket elde ederek
yavaş yavaş hayat ve hâkimiyetlerini tesis etmiş oldular.

Uygurlar 743 den itibaren payitahtlarını ''nehirler ve dağlar, atasına
yani mukaddes Ötüken dağı yaylasının tabiî kalesine naklediyorlar.
Önce onlar, yalnız garpte Altay'lara, şimali şarkîde de Baykal
gölüne dayanan ülkede hâkimiyet icra ediyorlar.Hükümdarları olan
Kül-Bilge artık eski unvanı olan El-Tebir'le ikttifa etmiyor, kendisine
Hakan unvanı veriyor; bu vaziyetini çok geçmeden Çin'e de tanıttırıyor.
Uygur hakanlarının bütün unvanları maziye fevkalâde bir tarihî
bağlılık gösteriyor, F. W. K. Müller 1920 oje Ostas. Z. (S. 314,.) çıkan
bir yazısında, Uygur hükümdar unvanlarının yapılışında, eski Hun
Devlet anânesine şuurlu bir bağlılık olduğunu isbat etmiştir. Şanyü
adlı bir Hun hükümdarı kendisini " gök ve yer tarafından yaradılmış
güneş ve ay tarafından Hakanlık mevkiine getirilmiş „ olarak gösteriyor.
Uygur hükümdarlarının gök Tanrı'sından, Ay Tanrı'sından veya
güneş ve ay Tanrısından kut bulmuş yani güneş ve ay Tanrısının inayetile
Hakanlık payesine ermiş gibi unvanları da, aynen buna benzer.
Buna ilâveten birçok değişik kelimeler kullanılıyor ki, bunlar hükümdarın
hakikî ismini tâyinde çok müşkülât çıkarmaktadır. Zaten Uygurlarda,
bir hükümdar tahta çıktıktan sonra hürmeten şahsî ismi çoğunca
söylenmez.

Bu devirde hakan unvanı büyük imparatorluk unvanı olmaktan
çıkmıştı Uygur hakanı, kendisi, diğer bir; Türk uruğu hükümdarına
hakan unvanını tevcih edebiliyordu. Bunun yerine .Uygur hakanı, tabiiyetine
girmiş olan bir hükümdarın unvanınıı takınabilirdi. Böylece unvanı
alınan hükümdar ve hükümet, Uygur hakanlığının tabiiyetini kabul
ettiği anlaşılırdı.(Meselâ Uygur devletî kurucusunun halefi, ikinci
Uygur hakanı, mağlûp edilen Basmil hükümdarının unvanı İdikut'ü. benimsemişte
Yine o, garpten kendi menfaatlerini tehdit: eden Karluk'ları
yendikten sonra, " Karluk Hakanı „ unvanını da almıştır. Bununla beraber
o, yukarıda zikredildîği gibi Karluk'lar çoğunluğunun uzak garbe
çekilerek orada hatırı sayılır bir devlet kurmalarına mani olamamıştır.
Uygurlar ikinci Türk devletinden, unvanlarile birlikte askerî teşkilât,
nazırlıklar ve hattâ şimdilik katî derecede aydınlatılmamış olan
zimamdarları gibi, birçok devlet kuruluş ve mefhumlarını dahi aynen
almışlardır.

Hattâ, Türklerin esâs düşmanlarını da kısmen tevarüs etmişlerdi.
Meselâ merkezde vuku bulan hükümet değîşmesile, ağır hayat şartları
değişmemiş olan Kırgızlara karşı, Uygurlar da şiddetli savaşlar yap

mak mecburiyetinde idiler.

Buna mukabil Çin'le olan münasebet, İkinci Türk devleti zamanındakinin
tam aksine olarak, başlangıçtanberi iyi idi. Zaten bu dostluk,
Uygurların ikinci devlete düşmanlıkları sebebile bir anane şeklini
almıştı. Esasen Uygurlar bu dostluğa mütemayildirler. Çünkü bunlarda
cenuptaki komşularının şehir hayatına karşı geçmişteki mülâhazalar
kalmamıştı.
746 da Kül-Bilge'nin yerine oğlu Bilge hakan geçti. Bilge, önce
devletinin takviyesi için savaşlar yapmak mecburiyetinde kaldı ise de,
onun zamanında devlet, oldukça mühim yükselişler kaydetmiştir.
Türklerin, mukadderatı meselesi olan " stepte mi, şehirde mi „ sorgusu,
Uygurlar tarafından sarih olarak hem stepte hem şehirde yaşamak
şeklinde cevaplandırılmıştır.

Uygur asilzadelerinin nesillerdenberi devam edegelmekte olan Çinli
kadınlarla evlenmeleri ananesi, şimalin çadır hayatı yaşıyan ahalisini,
şehir hayatına alıştırmış âdeta, moda yapmıştı. Uygurlar eskiden olduğu
gibi şehir hayatının tesirinden korkmıyacak kadar kendi kültürlerini
kuvvetli ve emin buluyorlardı. Bilâkis şehir hayatının kültür ve.'.'
vazife meselelerini ciddiyetle takibe koyulmuşlardı. Ticaretleri bile şehir
hayatının benimsenmesini icap ettiriyordu. Yabancı, hattâ Arap
tüccarlarının Uygur hakanı yanında mümessilleri bulunurdu. Muhtelif
kaynaklardan meselâ şimal memleketlerinden, tazminat olarak alınacak
kıymetli kürklerle, Uygurların askerî yardımlarına karşı bir cemile
olarak Çin hükümetinin hediye ismi altında gönderdiği kıymetli mallar
gibi, birçok değerli ve cins malları, ellerinde toplamış olan zengin Uygurlar
da, artık ticareti öğrenmişlerdi.

Uygurlar, beygir yetiştirme işlerini çok genişletmek suretile; Çinlilerle
olan ticaretlerini son derece arttırmışlardr. Ecnebi kadınlarla evlenmek
şehir hayatını gerektirdiği gibi, ticaret de şehir kurmayı âdeta
mecburî bir hale koyuyordu. Çünkü büyük ölçüde toplanmış olan kıymetli
ticaret eşyasını çadırlarda saklamak imkânsızdı. ——
Böylece G. Ramstedt'in neşrettirdiği anıtlardan Çinli ve Soğut'lu mimarların
758 yılında Bilge tarafından Bay-Balık (zengin şehir) şehrinin
kurulmasına memur edildiklerini öğreniyoruz.Bu şehir adının
Çince tercümesi Fu-Kuei-Çh'eng dir. cheng toprak cinsini anlatan bir
işaretle beraberdir ve balık'da olan bal kelimesi de balçık sözünün
kökü olduğuna göre, burada çiğ kerpiçten yapılmış evler veya en az
çiğ kerpiç surlarla sarılmış bir şehir bahis mevzuu olsa gerek. Bu havaliyi
çok gezmiş d an iki mongolist: G. Ramstedt ve N. Poppe Bay-
Balık şehrinin Selenga nehri kıyısında Orhon nehrinin Selenga'ya döküldüğü
yerin yukarısında, bugünkü Rusya hudutları yakınında bulunduğu
fikrindedirler, Çünkü orada şimdi eski bir şehrin harabelerinden
çıkan malzemeden Bay-Balığın Süme adlı bir manastır yapılmıştır. Bu
manastır eski Bay-Balık şehrinin yerinde olmalıdır.


Acaba, bu şehir Uygurların ve umumiyetle Moğolistan Türklerinin
kurdukları ilk şehir midir? Orhon abidelerinde Toghla nehri (bugün
Tola, Orhon nehrinin sağ kollarından biri) kıyısında Toghu-Balık adlı
bir şehir zikredilmektedir» Bu şehir kimler tarafından kurulmuştur ve
ahalisi kimler olmuştur? Bu hususta bir şey söyliyemiyorum. Maveraünnehir'deki
"katun ch'eng „ şehrinden burada bahsedilmiyecektir.
Çünkü garpteki vakıalar burada bizi alâkadar etmiyor.

Şehir kurmanın Uygurlar bakımından ehemmiyeti, onların şehir
kültürünü kabul etmeğe hazır olduklarını göstermesindedir. Bu andan
itibaren, Uygurlar gittikçe artan bir ölçüde şehir kültürünü benimsiyorlar
ve şehirlerin, yâni Uygurların tabiiyetine geçmiş olan başka milletlere
mensup Türkistan şehirlilerinin, itimat ve sadakatini kazanıyorlar.
Bu, bilhassa bundan sonra gelen hükümdarlar zamanında kendini
göstermiştir.

Çin saraylarında 755-763 sıralarında büyük karışıklıklar vuku bulmuştur.
Sarayından kovulmuş olan Çin hükümdarı kendi memleketinin
cenubu garbi kısımlarında dolaşıyordu. Çin Hakanı, eskiden barbar
saydığı Uygurlardan yardım istemek mecburiyetinde kalmıştı ki, bir
Uygur beyi 20.XI.762 den Ch'anğ-an'ı fethederek kendisine iade etmiştir.
Uygurlar askerî vazifelerini bitirdikten sonra da, steplere dönmek
için acele etmiyorlardı. Onlar payitahtın önüne karargâhlarını kurarak,
sulh zamanlarında da burada oturan yurttaşlarile münasebet tesis ediyorlar,
şehirden mümkün olan bütün istifadeyi temin ediyorlardı. Uygur
tüccarları burada siyasî mümessillerin himayesi altında çalışıyorlardı;
Bu karışıklıklar içinde bir çok yabancılar, galiplerin imtiyazından
istifade etmek ümidile, Uygur olduklarını iddia ettiler. Bu hadiseler
neticesinde tabir olarak yan şahsî, yarı idarî ve askeri mahiyette,
düşmanlıklar zuhur etti. Nihayet yardıma gelen bütün Uygur askerî
kuvvetleri, tüccarların mühim bir kısmı büyük ve kıymetli hediyeler
mukabilinde iyilikle kapı dışarı edildiler. Uygurlardan görmüş olduğu
silah yardımı için, Çin imparatoru şükran borcu olarak hakana
bir Çin prensesi vermeği ve her yıl yirmi bin top ipekli kumaş göndermeği
taahhüt etti (bir top ipek normal Ölçüde olup, ayni zamanda
para vazifesini görmüştür).

Uygurların Çinle olan beygir ticaretleri, şimdi oldukça mecburî bir
şekil almıştır. Uygurlar, Çinliler sipariş etmedikleri halde onlara her
sene yüz bin beygir göndererek, mukabilinde bir milyon top ipek istiyorlardı.
Çok geçmeden beygir fiyatını on toptan kırk topa çıkardılar.
Fiyatların yüksekliği Çinlilerin şikâyetine sebep oldu. Onlar iktisadî
raporlarında, beygirlerin fenalaştığını iddia ettiler.

Arada seferî kuvvet teşkilâtında bulunan Uygurlar Ch'ang-an'da
bir çok kültür tesiri almış ve kültür kıymetleri kazanmışlardı. Bögü
Hakan, orada Mani dinini yakından öğrendi. O, Çin İmparatorundan
Mani dini rahiplerinin gönderilmesini istedi. Bu rahipler 762 yılında

geldiler ve aynı yılda hakan Mani dinini kabul, etmeğe davet edildi.
O zamana kadar Uygurlar Budizm, Nesturi-hıristiyanlığı ve Zerdüştlük
gibi yabancı dinler hakkında, sathî malûmat edinmiş ve iptidaî temayül
göstermişlerdi. Onun için de, Mani dininin resmen kabul edilmesi, bazı
mukavemetlerle karşılaşmıştır. Mani dinine çok heyecanla sarılmış olan
Bögü Hakan, yerleşik tarzı hayatı olan dış memleketlerde de bu dinin
hamisi oldu. Bögü Hakan sayesinde Çin hükümeti, Yang-tsû nehrinin
ötelerinde olan havaliye varıncıya kadar, her tarafta Mani dini mabetlerinin
yapılmasına müsaade etmiştir. Uzak Maveraünnehir'e varmaya
kadar her tarafta, Mani dini mensupları Bögü Hakanın himayesine sığınıyorlardı.
Bu sayede Uygurlar, yavaş yavaş Turfan, Hoço gibi vaha
şehirleri hayatında vaziyetlerini kuvvetlendiriyorlardı.

Bu zamanın Uygurları debdebe ve gösterişi severlerdi. Bögü Hakan
merasim esnasında altın taht üzerinde otururdu. O, çoktanberi Türk
savaşçılarında görülen, çelik tabakalarından yapılmış zırh taşırdı.
Fakat onun' zırhı zinetliydi. Çelik tabakaların birbirine geçtiği sıralar,
altın işlemeli kenarlarla tezyin edilmişti. Kolun önünde de buna benzer
tezyinat taşırdı ki, bu bir korunma aleti olmaktan ziyade süs tesiri
verirdi. Hakanın baş ziyneti bir tactı. Başka zamanlarda, başını miğferin
altına giyilen örtü ile sardıktan sonra, üzerine altın miğfer giyerdi.
Oldukça yüksek olan miğferin tepesi bir top gibi yuvarlaktı. Zırhın
üzerinden bir fırfır, yanar döner pelerine benzer bir elbise atılmış ve
iki taraftan sarkan bağla çene altından çok zarif bir şekilde bağlanırdı.
Bu zamandan itibaren Uygurlar, memleketlerinde edebî kültürle de
meşgul olmağa başlamışlar, vadilerindeki yerleşik Türklerle rekabete
girişmişlerdi.

Bu devrede kımız'dan başka darıdan yapılma bir nevi içkide
kullanılmıştır.

790-795 arasında, Kutluğ Bilge zamanında Biş-Balık etrafında Kartuklarla
şiddetli savaşlar yapılmıştır. Aynı zamanda Tibetlilerde şarkta
Kansu vilâyetinde Çin yolunu kesmek suretile Uygurların Hoço'ya
sahip olmalarını kıymetten düşürmek ve onların Çinle olan ticaretlerini
kendi ellerine almak istiyorlardı. Bunun için Tibetlilerle kanlı savaşlar
olmuştur. Şimdi Uygurlar her tarafta, vaha şehirlerinde dağınık
halde oturuyorlardı. Fakat Hoço'da hâlâ hâkim olan bir Uygur kale
beyi vardı. Çinançkant, bugünkü Komul'da, eskiden han ailesinden olan
Yaglaghar uruğu mensuplarından biri bulunuyordu. 800 yılında Uygurlar
dört Tochri'yi, yani Hoço, Karaşahar, Bişbalık ve başkalarını fethettiler.
Şimdi Uygurlar kendilerini şehir hayatına son derece vermiş olduklarından,
onun hakikî sahibi olmuşlardı. Onlar artık eskisi gibi
şehrin korkulu ve muvakkat istismarcıları değillerdi. Yerleşik hayat
vahalarını hakkıyla nüfuzları altına almışlar ve onun kültüründen istifade
ederek hakikî sahibi olmuşlardı.

Şimalden Kırgızların tecavüzünü önlemek, Uygurlar için gün geç

tikçe güçleşiyordu. Merkezi emniyet altına alabilmek için onların dağlık
yurduna hücum etmek mecburiyeti hasıl olmuştu. Fakat Uygur sarayında,
şiddetli bir karışıklık hüküm sürmekte idi. Onu mukaddes
Ötüken dağlrının tehdidi bile yatıştıramamıştı. Zaten yabancı din
kabul edüdiktenberi, ötüken'in kutsiyeti de itibarını kaybetmişti. Eski
Şamanizm görüşleri, artık çoktan değişmiş ve rengini kaybetmiş bulunuyordu.
daha önce ölmek yerinde kullanılan uçmak tabiri de artık
kaybolmuştu. Öz malları olan dağ çayırlarından ziyade, şehirler-alâkayı
çekiyordu. hakikatte ciddi şekilde tehdit edilmeyen stepelerdeki
hâkimiyetten başka, cenubu garbideki şehirleri ve\onların servetlerine
malik iken, Kırgızlara karşı bir harp açmakla kendi idaresindeki halkını
tehlikeye maruz bırakmak gerekir miydi? Yüksek kalenin müdafaası
artık hayatî ihtiyaç olmaktan çıkmıştı. Onun için o, pek ehemmiyetli
sayılmıyordu. 840 yılında yüz bin kişilik Kırgız atlısı Orda
Balık önlerine kadar sokuldu. Uygur hakanı şehit düştü. Halefi ümitsizce,
açık step meydanında müdafaaya kalkıştı. Bu savaşta mağlûp
olarak, sığındığı Altaylarda o da öldü.

Mağlûp Uygur halkı, muhtelif istikametlere dağıldı. Bu sefer onlar
bir dağ kalesine değil, şehirlere sığındılar. Bunların bir kısmı Çin'e
kadar giderek, orada kısa bir müddet sonra istiklâlim, daha sonra
millî varlığını kaybediyor. Bazıları garpte Karluk'lara iltica ediyorlar,
çoğu Tarım havalisine giderek, ayrıca bir devlet daha kurma teşebbüsüne
lüzum görmeden, orada diğer Türk uruğlarile birlikte yaşamağa
devam ediyorlar. Onların: gelmesi, esasen evvelce de mevcut olan ve
seyrek oturan Türk unsurunun çoğalmasına Çinli,İranlı ve Hintlilere
nisbeten Türk kültür üstünlüğünü inkişaf ettirmeğe yardım ediyor.
Sanat tarihi âlimleri, Turfan vahasında eski Tohar'lar devrinin sönerek,
yerine Türk üslûbunun yerleşmesinin bu devirde vuku bulduğunu
tahmin ediyorlar. Çünkü bu devirden sonra, artık Tohar sanatı
kalmıyor, onun yerine Türk sanatı, kendi hususiyetlerini göstermeğe
başlıyor. Böylece Uygurlar İslâmiyetle çekişme devrîle, Moğul istilâsına
kadar gelen sulh ve sükûn devrinin sanat üstadları ve kültür koruyucuları
oluyorlar.

Bir şey onlar için ebediyen kaybolmuştu. Dokuzuncu asrın ortalarında
Kırgız Devleti, Kin'ler tarafından yıkılıyor. Hoço Uygurlarına
eski yurtlarını ve şimalî stepleri işgal etmek teklif ediliyor. Uygurlar
bu teklifi reddediyorlar. Onlar artık büsbütün yerleşik, şehirli, köylü
ve tüccar olmuşlardı. Kuvvetli step tabiatile karşılaşmağa cesaret
edemiyorlardı, çünkü bu Türkler tamamile şehirleşmişlerdi.

Çeviren:
Dr. Saadet Ş. ÇAĞATAY
Türk Lehçeleri Doçenti












* Bu yazı, memleketimize misafir olarak gelen ve Fakültemizin açılışının ilk yıllarında

Sinoloji Enstitümüzün Profesörü olan Dr. A. von Gabain tarafından 22 ve 24
İkinciteşrin 1943 tarihinde iki konferans halinde verilmiştir.





Hiç yorum yok: