17 Ekim 2012 Çarşamba

Karamanoğlu II. İbrahim Beyin Osmanlı Sultanı II. Murad'a Vermiş Olduğu Ahidname-Alaaddin AKÖZ'"


Özet


İlk olarak 1361 yılında dostane bir şekilde başlayan Osmanlı-Karamanlı münasebeti, Osmanlıların Anadolu 'da yayılarak, Karaman hudutlarına dayanmaları ile gerginleşmiş, 1386 yılında ilk muharebenin yapılmasıyla askerı ve siyası mücadele dönemi başlamıştır. Siyasi mücadelenin en yoğun yaşandığı dönem Karamanoğlu il. İbrahim Beyin (1423-1464) iktidarda olduğu dönemdir.Bu dönemde; Rumelide Haçlı ittifakı, Anadolu 'da da Karaman-oğlu ile aynı anda uğraşmaktan bunalan Osmanlı sultanı il. Murad, İslam alimlerine müracaat ederek, Karaman-oğlu İbrahim Bey hakkında fetva istemiş ve almış olduğu fetvalarla Karaman üzerine yürüyerek, İbrahim Bey' in yaptığının kat kat acısını çıkarmıştır. Çok zor durumda kalan İbrahim Bey, zevcesini ve veziri Server Ağa'yı ve müftüsü Sarı Yakub 'u sulh akdi için göndermiş ve 'Sevgend-name' (ahidname) vermeye mecbur kalarak, Sultan Murad'ın ağır şartlarını kabul etmiştir.

Ahidname, Sevgendname veya Musalaha gibi isimler ile anılan belgenin tespit edilebilmiş iki nüshası vardır. Bunlardan Paris Milli Kütüphanesinde bulunan nüsha, 1937 yılında, İ. Hakkı Uzunçarşılı tarafından yayınlanmıştır. Çalışmamıza konu olan ikinci nüsha ise Konya İzzet Koyunoğlu Müzesinde, 13998 numarada kayıtlı bir mecmuanın içerisinde yer almaktadır. Söz konusu ahidnamenin her satırında Karamanoğlu 11. İbrahim Beyin ne kadar zor durumda olduğu açıkça görülür. Osmanlı sultanına övgülerle başlayan metnin tamamında; padişaha bağlılık ve sadakat vurgulanmakta ve padişah, cihan padişahı, sözleri de emr olarak değerlendirilmektedir .

1.Giriş

a. II. İbrahim Bey(l423-1464) Döneminde Karamanoğlu - Osmanlı İlişkileri


Karaman hükümdarı Nasirüddin Mehmed Beyin (1398-1423) Antalya'yı muhasara ettiği sırada, bir top güllesinin isabeti ile 1423 yılında ölmesi(1) üzerine Karaman tahtına oğlu Tacüddin (Sarimüddin) İbrahim Bey(2)geçmiştir. Osmanlıların yardımı ile amcası Ali Bey' i Niğde'ye çekilmeye mecbur eden İbrahim Bey(3), daha soma Osmanlılarla dostluğunu bozmuş(4) ve Sırp Despotu aracılığı ile Macarlar'la Osmanlılar aleyhine ittifak tesis ederek (5), 1433'de Beyşehir'i ele geçirmiştir. Avrupa'da Macarları mağlup eden Osmanlılar, Karaman üzerine yürüyerek Akşehir, Beyşehir, Seydişehir, Said-ili ile Konya ve Karaman'ın İç-el'den gayri yerlerini zapt etmişlerdir. İbrahim Bey durumun tehlikesini anlayınca, memleketin en büyük alimlerinden Mevlana Hamza'yı elçi olarak gönderip, sulh istemiş; aldığı yerleri iade etmek ve ahdi bozmamak şartıyla sulh yapılmıştır(6). Buna rağmen Osmanlı hükümdarı II. Murad, bir tedbir olmak üzere, daha soma Kayseri'yi zapteden İbrahim Bey'e karşı Dulkadir-oğlu Nasirüddin Mehmed Bey ile anlaşmış ve İbrahim Bey' in mukavemeti üzerine Osmanlı-Dulkadir kuvvetleri Kayseri'yi alarak, kardeşi İsa Bey'i İbrahim Bey'in üzerine göndermişlerdir. İsa Bey, Karaman memleketine yaptığı akınlardan birisinde ölmüştür. Osmanlılar bu işte muvaffak olamamalarına rağmen, İbrahim Bey Memüklerin de müdahale edeceklerini anlayarak, 1437'de Osmanlılar ile anlaşmıştır(7)

İbrahim Bey, bu anlaşma ile bir müddet Osmanlılar'a karşı hiçbir harekette bulunmamıştır. Fakat 1442 yılında Mezid Bey'in Erdel'de, Hermanştad'da şehit düşmesi (8) ile Osmanlılar aleyhine yapılan haçlı ittifakına Karaman-oğlu İbrahim Bey de girmiş(9) ve Osmanlıların Dulkadirliler ile anlaşarak ele geçirdikleri eski Karaman topraklarını yeniden geri alabilmek maksadıyla, Bizans imparatoru vasıtasıyla, Macar Kralına müracaat ederek, haçlıları Osmanlılarla harbe teşvik etmiştir.

Söz konusu gelişmeler sonrasında İbrahim Bey, ahdini bozarak, Osmanlı ülkesi üzerine kuvvet göndermiş ve gönderdiği kuvvetler, Ankara ve Kütahya taraflarını tahrip etmişlerdir. II. Murad, süratle hareket ederek, bunların geri çekilmesini sağlamış fakat haçlılara karşı koymak için tekrar Avrupa'ya dönünce, Karaman askeri, bir defa daha Osmanlı topraklarına hücum etmiştir. İbrahim Beyin bu son hareketi, aleyhinde bir cereyanın uyanmasına sebep olmuştur(10)

Bir taraftan Rumelideki Haçlı ittifakı, diğer taraftan da Anadolu' daki Karaman-oğlu ile aynı anda uğraşmaktan bunalan Sultan Murad, İslamalimlerine müracaat ederek, Karaman-oğlu İbrahim Bey hakkında fetvaistemiştir. Şafii mezhebi imamlarından İbn Haceri Askalani, Hanefi mezhebialimlerinden Sa' düddin-i Deyri ile Abdüsselam-ı Bağdadi ve Maliki veHanbeli alimlerinden Bedrüddin-i Tenisi ile Bedrüddin-i Bağdadi, Sultan Murad' a, İbrahim Bey hakkında istediği fetvayı vermişlerdir (11).Almış olduğu fetvalarla Karaman oğlundan intikam almaya karar veren Sultan Murad, 15 Temmuz 1444'de haçlılar ile Segedin muahedesini imzalamış(12) ve bütün hıncı ile Karaman üzerine yürüyerek, İbrahim Bey' in yaptığının kat kat acısını çıkarmıştır(13). Çok zor durumda kalan İbrahim Bey, zevcesini ve veziri Server Ağa' yı ve müftüsü Sarı Yakub'u (bir rivayete göre de Mevlananın torunlarından Ulu Arif Çelebi ile kendi eşini)(14) sulh akdi için göndermiş ve 'Sevgend-name' (ahid-name) vermeye mecbur kalarak, SultanMurad'ın ağır şartlarını kabul etmiştir(15)

b. Ahidname


Kelime anlamı olarak çeşitli ilimIerde farklı anlamlarda kullanılan ahid kelimesi, mastar olarak bir şeyin yerine getirilmesini emretmek, talimat, söz vermek anlamlarına geldiği gibi (16), isim olarak, emir, talimat, taahhüt, antlaşma, yükümlülük, İtimat veren söz anlamlarına da gelmektedir. Ahidde hem yemin, hem de kesin söz verme anlamları vardır ki, yemin ahdin dini ve kutsal yönünü, söz verme ise ahlaki yönünü oluşturur. Bunun dışında, ittifak hükümleri içeren ve iki taraf arasında imzalanan resmi vesikaya da ahid adı verilmiştir(17)

Ahidname ise vasiyet etmek, ısmarlamak, yemin edip söz vermek, aman   vermek ve zimmetine almak anlamlarına gelen Arapça ahd ile Farsça name kelimelerinden oluşan, birleşik bir isimdir (18) İki devlet arasında barış ve güvenliğe, siyasi, ticari vb. işlere dair imzalanan sözleşmeler ile devletin çeşitli konular için siyasi olarak düzenlediği resmi belgeler için kullanılmıştır. Ayrıca, hükümdarın emriyle bazı devlet, zümre ve şahıslara özel haklar tanımak üzere düzenlenen belgeler de aynı isimle anılmışlardır(19)

Osmanlı Devletinde ahirlname, karşılıklı anlaşma sonucu varılan şartları veya istenilen imtiyazları içermesine karşılık, tarafların birlikte imzaladıkları bir belge değildir. Fakat, bir barış antlaşması söz konusu olduğunda, tarafların delegelerince ayrı ayrı imzalanan ve tespİt edilmiş şartları ihtiva eden temessüklere gçre maddeleri belirlenmiş olan metnin başında Osmanlı padişahının tuğrasının yer aldığı bir belgeydi (20)


Osmanlı diplomatiği bakımdan ahirlname; padişaha aİt ferman ve beratlarda olduğu gibi, Allah'ın adı ile Hz. Peygamber ve dört halifenin adlarının zikredilip, Allah'ın yardımı, Peygamberin şefaatinin istendiği davet rüknüyle başlar ve bunun altında padişahın tuğrası yer alır. Bazı ahidnamelerde padişahın sıfatlarının sayıldığı ve unvan adı verilen bölüme geçilmeden önce beratları hatırlatan" nişan-ı şerif-i alişan-ı sultanı ... " veya benzeri bir başlangıç da yer almıştır (21). Bunun anlamı verilen kişi ya da tarafa birtakım haklar tanıyan ahidnamelerin bir çeşit berat olarak kabul edildikleridir. Ancak, diğer beratlardan farklı olarak, ahidnamelerde mutlaka ünvan vardır(22)


Ünvandan sonra karşı tarafın elkabı ve dua gelir. Giriş, takdim, sunuş, önsöz vb. anlamlarla ifade edebileceğimiz dibiacede (23) ahidnamenin veriliş sebebi ile şartları açıklanır. Bu kısmın içeriği verilen ahidnamenin çeşidine göre değişkenlik gösterir. Yeni tahta geçen bir hükümdarın selefi zamanındaki bir barışı yenileme ahidnamesi ile bir savaş sonrasında verilen barış ahidnamesi (musalaha) veya ticari imtiyazları içeren ahidnamelerin her biri farklıdır. Fakat ahidnamenin çeşidi ne olursa olsun, dibacenin sonunda ahidname şartlarına sadık kalınacağına dair söz yer almıştır. XV. ve XVI. Yüzyıl ahidnamelerinde bu konu daha kuvvetli bir şekilde ifade edilmiştir (24) 

2. Karamanoğlu II. İbrahim Beyin Osmanlı Sultanı II. Murad'a Vermiş Olduğu Ahidname


a. Ahidnamenin Nüshaları ve Yayını



Ahidname, Sevgendname veya Musalaha gibi isimler ile anılan belgenin tespit edilebilmiş iki nüshası olup, bunlardan birisi; Paris Milli Kütüphanesinde, Türkçe ilave kitaplar arasında 660 numarada kayıtlı olan 55-56 yapraklı bir mecmuanın içerisindedir. Bu nüsha, İsmail Hakkı Uzunçarşılı tarafından 1937 yılında "Karamanoğulları Devri Vesikalarından İbrahim Beyin Karaman İmareti Vakfiyesi" isimli makale (25) içerisinde yayınlanmıştır. İkinci nüsha ise Konya İzzet Koyunoğlu Müzesinde, 13998 numarada kayıtlı bir mecmuanın içerisinde yer almaktadır. Konyadaki bu nüsha daha önce M.Mesud Koman tarafından görülmüş ve Konya Halkevinin yayın organı olan Konya dergisinde (Ekim-Kasım 1948, yıl ll, Sayı 120-121, s. 14-16) yayınlanmıştır. Fakat bu makalede Konya nüshası söz konusu edilmesine rağmen verilen metin, Konya nüshasının değil Paris nüshasının metnidir. Anlaşıldığı kadarıyla yazar, Uzunçarşılı'nın yayınlamış olduğu metni alıp, olduğu gibi makalesine koymuştur. Üstelik dizgisi son derece kötü olduğu için makale baskı hataları ile doludur ve son kısmı da eksik çıkmıştır.



b. Ahidname İle İlgili Değerlendirmeler


İ.Hakkı Uzunçarşılı'nm, "Sevgendname (Ahdname)" başlığı ile yayınlamış olduğu Paris nüshası ile elimizde bulunan Konya nüshası, hem üslup hem de içerik bakımından oldukça farklıdır Fakat ileride tekrar üzerinde durulacağı üzere her iki metin de muahede şartları açısından çok büyük benzerlik gösterir. Hatta birkaç kelime farkla birbirinin aynıdır demek daha doğru olacaktır.

Sevgendname'nin giriş kısmı oldukça kısa tutulmuştur. Metin, besmele ile başlamakta ve " ben şahadet ederim şahit olarak o (Allah) yeter ve anlaşma yaptığınız zaman Allahın ahdine bağlanınız, vefa gösteriniz onu teyit ettikten sonra imana bağlanınız Allah sizi size kefil kılmıştır" şeklinde Türkçeye aktarılabilecek olan Arapça bir ibareden sonra, " ben kim İbrahim Begüm merhum Mehmed oğlu -el- Karaman!" diye devam etmektedir ki bu ifade, devletler açısından bir eşitlik, denklik vurgusu olarak algılanmaktadır. Devamında İbrahim Bey, elini tanrı kelarnı (Kur'an-ı kerim) üzerine koyup, yine Arapça olarak; " talep eden, galip olan, idrak eden, daima diri ve ayakta  olan, uyumayan, asla ölmeyen, doğmayan ve doğurmayan" Allah adına üç defa "vallahi ve billahi ve tallahi" diyerek dürüstçe and içtiğini, hile yapmadığını söylemekte ve Hz. Muhammed' e selam ve salavat getirmektedir. Giriş, bununla tamamlanmakta ve ahidmimenin şartlarına geçilmektedir.

Ahid-namenin Konya nüshası ıse Osmanlı padişahına atfen övgüler
içeren bir beyit ile başlamaktadır:


"La-zaletü'n-nasru ve'l-fethu ve'z- zaferu min tırazi liva'ihi

Ve'l-'aczu ve'z-züllu ve'l-kahru min levazimi a'da'ihi"
Sancağının yükselmesinden zafer, fetih ve inayet eksik olmasın
Düşmanlarından da acz zillet ve kahr eksik olmasın

Bu beyit dışında 46 satırdan oluşan ahid-namenin; 1-7. satırları Farsça sözcüklerden oluşan bir giriş niteliğinde olup, burada da yine Osmanlı padişahına bağlılık ve hizmetkarlığı ifade eden iltifatlı sözler vardır. Girişteki Farsça ifadeler, Türkçe'ye şu şekilde aktarılabilir:

Size bağlılığımız ve ihmal etmediğimiz hizmetktırlığımızla, devletinize samimiyet ve ihlas üzere bağlı olduğumuzda şüphe ve tereddüt yoktur, (satır
1-3)


Sabah-akşam (gece-gündüz) gizli ve açık olarak ebed-müddet devletinize duamız devam etmektedir, (satır 4)


Haşmeti, başı ve sonu bulunmayan cenab-ı Allahın dergahına bu duamızı gönderiyoruz ve bu dualarımızın yerine ulaşmasını ve kabul buyrulmasını diliyoruz, (satır 5)


Hz. Muhammed'in ve ailesi fertlerinin yuzu suyu hürmetine kabul buyurolmasını samimi olarak diliyoruz, (satır 6)


Bu samimi dileklerimiz ve kulluğumuzdaki sadakat cihanının fatihine arz olunur ki... (satır 7)

Bu girişi takiben 8-27. satırlarda; muahedenin hangi ortamda, hangi hal et-i ruhiye içerisinde ve nasıl gerçekleştiği anlatılmaktadır: Karamanoğlu II. İbrahim Bey; daha önce sultanın, nihayetsiz lütUflar ve hiçbir gayeye dayanmayan şefkatler ile kendisine merhamet edip, pek çok övgülerle dolu olan ve barışın yenilenmesini isteyen bir inayet-name gönderdiğini (satır 8- 11), kendisinin de hemen sultana bağlılık yönünde irade gösterip, işittik ve kabul ettik diyerek, mu'ahede yapmak üzere çevresinin ve kabilelerin büyüğü bir beği kendini temsilen gönderdiğini ama bir sebepten dolayı barış görüşmesinin ertelendiğini ve muahedenin gerçekleşmediğini (satır 11-14)fakat sultanın "yine bir ademiniz gelsin muahede edelim" diye emrettiğini belirttikten sonra sultanın bu yüce isteği üzerine derhal iki değerli adamını cihan padişahının dergahına gönderdiğini söylemektedir (satır 14-18). Bu heyet vardıklarında görevlerinin hizmetlerini ve davet edilişIerinin şartlarını padişaha takdim edecekler ve padişahın üzengisine yüz sürüp, öpüp bunu da kendileri için bir ganimet, inayet bileceklerdir, bütün bunlardan umulan padişahın rızasını kazanmak ve huzura kabul edilmektir (satır 18-21), şayet bu ümit gerçekleşirse Hakkın sayesinde devletin duacısı olan bu iki kişi kalp huzUru ve can refahına kavuşup, azametli devletin (devlet-i kahıriye) devamı için duayla meşgulolacaklardır (satır 22-24), bütün bunlardan başka bu hususta yani İbrahim Beyin samimiyetiyle ilgili söz etmek ve bağlılığına dair ifadeleri kullanmak gönderilen kişilerin kabiliyetine terk edilmiştir (satır 25), İbrahim Beyin gönderdiği elçiler, padişahın huzuruna kabul edildiklerinde; bu söylenenlerle yetinmeyip, İbrahim Beyin sultana bağlılığını ve devletine duacı olduğunu dillerinin döndüğü oranda padişah hazretlerine ileteceklerdir. Bütün bunları dinlemek de padişahın kemal-i keremlerine bağlıdır. (satır 25-27)

Bundan sonra; 27-46. satırlarda oldukça açık bir Türkçe ile ahidnamenin şartları, bir başka deyişle İbrahim Beyin barışı sağlayabilmek ve varlığını devam ettirebilmek için Osmanlı padişahına vermiş olduğu sözler yer almaktadır. Her iki nüshada da büyük benzerlik gösteren fakat başlangıçları farklı olan mu'ahede şartlarını şu şekilde sıralamak mümkündür:


Paris nüshasında şartlar kısmına: Merhum ve mağfür Mehmed Han oğlu Murad Begün şerif nefislerine ve canlarına ve ırzlarına ve dostlarına ve memleketlerine ve vilayetlerine ve vilayetlerindeki şehirlerine ve kalelerine ve kuralarına ve sınurlarına ve oturur raiyetlerine ve göçlerine ve beylerine ve vezirlerine ve sipahilerine ve kullarına ve etbaına ve eşyaına ve cemi taallükatlarına zahiren ve batınan hiç veçhile düşmanlik etmeyim ve ettirmeyim ve etmek isteyene dahi şerik olmayim ve muavenet etmeyim ve kimesne etmek dilese elümden geldüği kadar men ve de! idem, Taksirlik etmeyim, dostlarına dost ve düşmanlarına düşman olam ve devletlerine ziyan gelecekyerde olmayim .... diye başlarken,

Konya nüshasında ise; ziyade ibram ve inbisat etmeyim dostlarına dost ve düşmenierine düşmen oldum ve devletlerine ziyan gelecek yerde olmayım ... diye başlamaktadır (satır 27-29). Görüldüğü gibi her iki nüshanın şartlar kısmı, buraya alınmış olan son cümleleri ile aynılaşmakta ve metin, her iki nüshada da çok az istisna ile sonuna kadar aynı olarak devam etmektedir.


Bu aşamada mu'ahede metni, yukarıda da olduğu gibi Konya nüshasından ve sadeleştirilerek takip edilecek ve iki metin arasındaki farklılıklar belirtilecektir.


Yukarıya aynen alınan gırışın devamında İbrahim Bey ahdine şöyle devam etmektedir:


Mezkur Murad Beyin ve oğlu Mehmed Beyin (26) devletlerini ve yücelmelerini istemeyen düşmanlarına ki bunlar ister müslüman olsun ister kafir olsun, gizli ya da açık olarak bir adamının, bir haberinin veya kendisinin (27) gitmeyeceğini (satır 29-31) ve Yine Sultan Murad'ın ve oğlu Mehmed Beğin düşmanlarından ve onlar hakkında kötü fikir taşıyanlardan kendisine gelecek mektupları ve haberleri saklayıp, gizlerneden aynıyla bildireceğine (28)(satır 32-33), Osmanlı halkından herhangi birisi devletine ihanet edip, Osmanlı kale veya şehirlerini kendisine verirlerse almayacağını (satır 33-34), Sultan Murad ve oğlu Mehmed Beğin halkından, onlara tabi olan halktan ve Osmanlı vilayetlerinden herhangi bir kişinin kölesi veya hayvanı kaçarak ya da hırsızlık yoluyla Karaman iline gelirse, bulunabilmesi şartıyla hiçbir özür etmeden teslim edeceğini (satır 35-38), bütün dostlarına dost ve düşmanlarına düşman olup, her yıl bir oğlunu askeriyle birlikte Sultan Murad'ın emrine vereceğini (satır 38-40), Allah üzerine yemin ederek, hiçbir şekilde yukarıdan beri sıralaya gelmiş olduğu ahdini bozmayacağını, ahdini bozup kefaret vermeyeceğini ve verdirmeyeceğini (satır 40-41), yine Allah üzerine yemin ederek, ahdini bozarsa her eziyetin, zahmetin ve yeminin kendi üzerine olmasını, Allahı şahit göstererek dosdoğru and içtiğini, hile ve istisna yapmadığını (satır 42-43) ve ahdine muhalefeti olmadığını, ahdinin dışına çıkmayacağını şayet ahdini bozarsa elinde tuttuğu Tanrı kelamının (Kur'an-ı Kerim) kendisine ve çocuklarına düşman olmasını (veya kendisinden ve çocuklarından alacaklı olmasını) ve yeminin gereğinin kendi üzerine olmasını söylemekte (satır 44-45) ve mu'ahede; "yeminimize Allah veklldir ve O, vekll olarak bize yeterlidir" mealindeki Arapça bir ibare ile sona ermektedir: ve 'llahu 'ala ma nakulu vekflun ve hüve hasbi ve ni 'me 'l-vekfl (satır 46).

Metnin tamamında Karamanoğlu II. İbrahim Beyin ne kadar zor durumda olduğu açıkça görülür. Mu'ahede metni daha önce de belirtildiği üzere, Osmanlı sultanına övgülerle başlamakta ve sultana samimi olarak bağlılık ve hizmetkarlığı vurgulayan cümlelerle devam etmektedir. Sadeleştirilmiş şekli ile verilen 8-27.satırlarda Osmanlı Devleti ile barışın gerçekleştirilmesine duyulan şiddetli ihtiyaç daha da belirginleşmektedir. Çünkü bu satırlarda; mu'ilhede için nasıl çaba harcandığı, padişahı ikna edebilmek için nasıl uğraşıldığı, gönderilen heyetin padişahın üzengisini öpebilmesinin bile ne büyük bir lütuf olarak algılandığı -görülmektedir. Zira Rikâb-ı bûs-ı hümâyûn’a bağlanan ümit, padişahın heyeti kabul etmesi demek olacaktır. Bütün bu gayretler sonucunda dinleme lütfunda bulunmak ise yine padişahın kemal-i keremine kalmıştır.


Her satırda Osmanlı padişahına bağlılık ve sadakatin vurgulandığı ve padişahın, cihan padişahı (hazret-i cihfin-penah), sözlerinin de emr olarak değerlendirildiği mu'ahedenin son bölümünde yer alan iki husus, iki devletin tarihi ilişkilerinin bir yansıması gibidir. Bunlardan ilki: İbrahim Beyin her yıl bir oğlunu askeri ile birlikte, Osmanlı padişahının hizmetine vermeyi taahhüt etmesidir ki Sultan Murad, daha önce yaşanmış bazı hadiselerin yeniden yaşanmasını engellemek düşüncesi ile bu maddeyi özellikle koydurtmuş olmalıdu. Çünkü bu madde ile İbrahim Beyin bir oğlu ve askeri sürekli olarak Osmanlı Devleti elinde bir nevi rehin olarak kalacak, böylece İbrahim Beyeskiden olduğu gibi her fırsatta Osmanlı ülkesine saldırılarda bulunamayacaktır.


İkinci husus ise İbrahim Beyin ahdini bozmayacağına dair defaatle yemin etmesidir. Hemekadar bu yeminler, mağlup olmuş ve zor duruma düşmüş bir Beyin zorunlu yemini veya ahidname üslubu olarak yorumlansa bile aslında yine geçmişe atıftar içermektedir. Çünkü bu mu'ahede Karamanoğlu İbrahim Bey ile Osmanlı Devleti arasındaki ilk mu'ahede değildir. Daha önceki anlaşmalar, her defasında İbrahim Bey tarafından ihlal edilmiş ve sıkıntılı durumdan kurtulur kurtulmaz yine eski politikalarına dönerek, Osmanlı topraklarına tecavüzlerde bulunmuştur. Osmanlı padişahı bu durumu göz önünde bulundurarak, İbrahim Beyin yeminine sadık kalmasını sağlamak için bunu istemiş görünmektedir. 

Sonuç olarak; bu mu'ahede ile Osmanlı Devleti ve Karamanoğulları arasında bir barış tesis edilmiş ve bu barış bir müddet devam etmiştir. Karamanoğlu II. İbrahim Bey de en azından Sultan Murad'ın ölümüne kadar, yeminine sadık kalmıştır. Zira Haçlılarla Osmanlı Devleti arasında cereyan eden Vama ve II. Kosova savaşlarında, Osmanlı ülkesine taarruzda bulunmak yerine, Osmanlı ordusuna yardımcı kuvvetler göndermiştir. Görünen o ki İbrahim Bey bu dönemde Osmanlılarla uğraşmak yerine,yönünü güneye çevirmiştir ve buna bağlı olarak da 1448 yılında Kıbrıslıların elinde bulunan Gorigos'u zapt etmiştir.

EK: 1
AHİDNAME(29)

La-zaletü 'n-nasru ve 'l-fethu ve zaferu min tıı'azi liva 'ihi
Ve'l-'aczu ve'z-züllu ve'l-kahru min levazimi a'da'ihi


1. Devlet-hah-ı muhlis ve heva-cuy-ı mütehassis ki ez canib-i heva-dari ve emhal-i
2. merasim-i hizmetkarı müberraest ubüdiyyeti naşi ez ma' den-i sıdku ihlas
3. ve hıdemat-ı münebbi? ez menba'-ı safa ve ihtisas-ı ma'rfiz ve muthaf daşte (sitte)
4. leylen ve neharen subhan ve mesa'en setren ve cehren (ceharen) bedu'a-i devam-ı devlet-i ebed-peyvend
5. ve sebat-ı haşmet-sermed ez halık-ı ezel ve ebed kıyam mi nümayed be mahall-i icabet-
6. mevsul ve be-hayyız-ı kabül makbül-bad be-Muhammedin ve alihi'l-emcad-ba'd ez vezayif-i
7. hidemat-ı muhlisane ve merasim-i 'ubüdiyat-ı sadıkane ma'rfiz-ı re'y-i geyti küşay
8. olunur kim bundan öndin 'inayet-name ve şefkat yönünden
9. eltaf-ı bi-nihaye ve i'taf-ı bila-gaye bu kulları hakkında merhamet idip
10. enva' -i nevazişler zahir olup hitab-ı 'inayet erişmişdi kim tecdid-i
11. mu'ahede olunaydı biz dahi hemana iradet makamında mumva'at
12.gösterüp semi'na ve ata'na deyüp kıdvetü'l-kabayil ve'l-ekarib Efendi
13.Begi viribidük idi bir vasıta ile te'hir olup mu'ahede Alaaddin Aköz
14.olunmamış ve amma şöyle emr olunmuş kim bir ademinüz yine gelsün
15.mu'ahede edelüm deyu eyle olsa şimdiki vakitde 01 işaret-i
16. 'ali mucibince darende-i ed'iyye-i sülale-i ekabir ve'l-e'azim
17. filanü' d-din' e mefiıarü'l-mülazimin filam rezekat selamete hümayla koşup
18.hazret-i cihan-penah dergahına revane kılındı 'ınde'l-vusul hıdemat-ı vezayifin ve
19.da'vat-ı şerayitin takdim idip rikab-ı bus-ı hümayun-birle muğtenim
20. ve müsta'ıd olalar inşaallahü-te'ala ümiddir ki irtiza
21. mahallinde nazar-ı mülahazat yetişüp iftihar ve istizhar müyesser ola
22. tâ kim yine bayağlayın ol hümâ  tal'atlu hümayÜll saye-i Hakk elinde
23. bu da'iyan-ı devlet tasfiye-i kulub ve refahiyet-i can has ıl idip
24.du'a-i devam-ı devlet-i kahıriye sebbetehümallahü te'ala iştigal gösterile
25. bevaki ihbarat müşarun-ileyhüma beyanına müfevvezdir 'ınde'lhuzur erkan-ı
26.devlet mehhedallahü kava'ide erkanihüm hazretlerine arz ve beyan kılalar
27.isga kılmaklık anlarun kemal-i keremlerıne menutdur ziyade ibram ve inbisat
28.etmeyim dostlarına dost ve düşmenIerine düşmen oldum (olam) ve devletlerine ziyan
29.gelecek yerde olmayam ve mezkur Murad Begün ve oğlu Mehmed Begün
30. devletlerin ve rifatlerin dilemeyen düşmenIerine müselmanlardan ve küffardan
31. ihfayla ve aşikare ademüm haberüm ve benüm varmaya ve mezkür Murad
32.Begün ve oğlu Mehmed Begün düşmenIerinden ve bedendişlerinden
33. bana gelen mektubların ve haberlerin ayniyle bildürem ve halklarından
34.kimesne hayin olup kal'alarından ve şehirlerinden bana virürlerse
35.almayam ve mezkür Murad Begün ve oğlu Mehmed Begün
36.kullarından ve etba' kullarından ve ke.ndülere müte'aııik olan vilayetlerinden kimesnenin ne
37. kulu veyahud halayığı ve davarı kaçup veya uğurlanup benüm
38. ilüme gelürse ki buluna vireyim özr itmeyem fi'l-cümle dostlarına
39.dost düşmenlerine düşmen olup her yıl bir oğlum çerümle
40.mezkür Murad Begün hıdmetine vireyim vallahi bu mezküratda hiç
41. vecihle nakz-ı 'ahd itmeyem ve 'ahdım nakz idip kefaret virmeyem ve virdirmeyem
42. vaııahi her bar nakz-ı 'ahd itdüğümce yemin benim üzerime ola ve tallahi
43. doğru and içdim hile ve istisna itmedüm ve bu 'ahidden
44. muhalefetim ve tecavüzüm yokdur eger idecek olursam vaılahi bu tanrı
45.kelam bana ve evladıma garim olsun ve yemindir benüm üzerime olsun
46. ve'llahi 'ala ma nakülu vekilun ve hüve has bi ve ni'me'l-veki1.

EK: 2 
SEVGENDNÂME – (AHDNÂME)
30





• Yard. Doç. Dr., Selçuk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi.


1 Aşıkpaşa-zâde  "... bir gün hisardan gözetip dururken kolayına geldi top ile vurdular. Parça 
parça oldu. Parçalarını sandığa koyup, Karaman'a ilettiler. Bunun üç oğlu kaldı. İbrahim, İsa ve 
Alaeddin...",  Tevârîh-i âl-i Osman, (Haz.Nihal Atsız),Türkiye Yay., 1949, s.168, Müneccimbaşı
Ahmed b. Lütfullah,  Camiü’d-Düvel Osmanlı Tarihi(1299-1481), (Haz.Doç.Dr.Ahmet 
Ağırakça)İnsan Yay.,  İstanbul 1995,s.198;Şikârî,  Karamanoğulları Tarihi (Yay. Mesud Koman), 
Konya 1946, s.185, Erdoğan Merçil,  Müslüman-Türk Devletleri Tarihi,  İstanbul 1985, s.306, 
Uzunçarşılı,  Anadolu Beylikleri, TTK. Yay.,Ankara 1984, s.22, aynı mlf., "Karamanoğlu  İbrahim 
Bey Vakfiyesi", Belleten, s.1, sene 1937, s.59, Tekindağ, "Karamanlılar”, İA,C.VI, s.324 

2 "Şikârî, "...  İbrahim Han’ı Şah kıldılar. Dört karındaşı var idi, biri Orhan, biri  İshak, biri Halil, 
biri Alaeddin idi..." s.15, demesine rağmen, Aşıkpaşa-zâde’de üç oğlu olduğundan bahsedilir. 
s.168, Tekindağ, "Karamanlılar", s.325, Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri,s.22, “Karaman-nâme 
liAşık el-Eflâk Seyid  İlyas Kirmânî",(M.Koman’ın yazmalarından),  Konya, S.64-65 (Şubat-Mart 
1944) s.72, İshak değil İsa olduğunu yazarlar. 

3  Uzunçarşılı, "... Murad II. İbrahim, İsa v e daha evvel kendisine iltica etmiş olan diğer kardeşleri 
Ali Beylere birer hemşiresini verip, bunlardan Ali'yi Sofya sancağına ve İsa'yı da yine Rumeli de 
başka bir sancağa tayin ederek...", bkz. “Karamanoğlu İbrahim...” s. 61. 

4  Aşıkpaşa-zâde, s.168, Oruç Beğ, Oruç Beğ Tarihi (Haz.N.Atsız), s.86, Tekindağ, "Karamanlılar" 
s.325, Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri, s.32, aynı mlf, "Karaman-oğlu İbrahim Beyin", s.61. 

5 Aşıkpaşa-zâde "... Karaman-oğlu ile Vilakoğunun ittifakı vardır ki Macarlar bu taraftan yürüye 
ve Karaman-oğlu dahi  o taraftan yürüye idi" s.15, Müneccimbaşı’da isim Vılkıoğlu şeklindedir, 
s.202, İ.Hami Danişmend, İzâhlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi,C.I, s.202; Tekindağ, "Karamanlılar”, s. 
25, Uzunçarşılı,  Anadolu Beylikleri, s.23, aynı mlf, "İbrahim Bey'in..." s.61; Merçil,  s.306, Hoca 
Saadeddin,Tâc'üt-Tevârîh, (Eski Yazı),C.I, s.355. 

6 Müneccimbaşı, bunu duyan  İbrahim Bey korkup, Mevlana Celaleddin-i Rumî'nin torunu Ulu 
Arif Efendi'yi Sultan'ın huzurana şefaatçi olarak gönderdi. Bir rivayete göre de şefaatçi olarak 
Karaman-oğlu'nun mütfüsü Mevlana Hamza Karamanî geldi. Sultan Murad anlaşma ve 
emanetnameyi yazmak için kendi tarafından  Behçetü't Tevarih adlı eserin müellifi Mevlana 
Şükrullah'ı gönderdiler" der. s.207-208, Oruç Beğ, s.86, Aşıkpaşa-zâde,  s.175. 

7 Tekindağ,” Karamanlılar”, s.325, Uzunçarşılı,  Anadolu Beylikleri, s.25, aynı mlf, "İbrahim Bey-
'in..." s.63. 

8 Oruç Beg,  s.89. 

9 Bkz. Müneccimbaşı, s.214;Tekindağ "Karamanlılar", s.325; Uzunçarşılı,  Anadolu Beylikleri, s.25; 
aynı mlf..., "İbrahim Beyin..." s.63. 

10 Aşıkpaşa-zâde, s.182; Müneccimbaşı, s.214-215;Tekindağ, "Karamanlılar", s.325. 

11 Söz konusu fetvaları veren alimlerin isimlerinde İ.H.Uzunçarşılı (bkz. "İbrahim Beyin...", s. 118) 
ile İ.H.Konyalı’da (bkz. Konya Tarihi, s.99-102) bazı farklılıklar görülmektedir 

12 Tekindağ "Karamanlılar", s.325, Merçil, s.306, Danişmend, s.210, Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri, 
s.26. 

13 Aşıkpaşa-zâde, "...yağma buyurdu, Karaman ülkesini şöyle vurdular ki şehirlerini ve köylerini 
elek elek ettiler. Harap eylediler. O yıl nice erkek ve kız çocukları doğdu. soyları sopları bilinmedi..." diyerek tahribatın büyüklüğünü tasvir etmektedir.  s.182, Müneccimbaşı, s.214. 

14 Müneccimbaşı, s.215;Aşıkpaşa-zâde, bu vezirin ismini "Surûr" şeklinde yazar. s.183. 

15 Bkz. Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri, s.26-27; aynı mlf..., "İbrahim Beyin..." s.66-67. 

16 Muallim Naci,  Lugat-ı Naci, Çağrı Yay.,  İstanbul 1987, s.545; Abdurrahman Küçük, “Ahid”, 
TDVİA, C.I, İstanbul 1988, s. 532-533. 

17 “Ahd”, İA, C.I, s.156; Zeki Pakalın, Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, C.I, İstanbul 1983, s. 29. 

18 Mustafa Fayda, “Ahidnâme”,TDVİA, C.I, İstanbul 1988, s. 535; Pakalın, age., s. 29 

19 Mustafa Fayda,agm., s. 535; Pakalın, age., s. 29, 

20 Mübahat S. Kütükoğlu, “Ahidnâme”, TDVİA, C.I, İstanbul 1988, s. 536.   

21 Sandor Papp, “Eflak ve Boğdan Voyvodalarının Ahidnâmeleri Üzerine Bir  İnceleme: Osmanlı
İmparatorluğu’nun Kuzeybatı Hududundaki Hıristiyan Vassal Ülkeleri”,  Osmanlı, C.X, Yeni 
Türkiye Yay., Ankara 2002, s. 750.  

22 Kütükoğlu, agm., s. 537. 

23 Kütükoğlu, agm., s. 537. Dibâce, bir kitabın mukaddimesi, önsöz anlamında kullanıldığı gibi, 
bazı anlam farklılıklarıyla birlikte, takdim, ifade, meram, medhal, ilk söz, birkaç söz, giriş, sunuş, sunu  anlamlarına da gelmektedir. Bkz. Tahir Üzgör, “Dîbâce”, TDVİA, C.IX, İstanbul 1994, 
s. 278.  

24 Kütükoğlu, agm., s. 537.  

25 Bkz. Belleten,C.1,S.1, sene 1937, s.1-127 

26 Paris nüshasında sadece Murad Beyin ismi zikredilmekte, ve oğlu Mehmed Begin ifadesi yer 
almamaktadır.Ayrıca burada mezkûr denilmesine karşılık daha önce Osmanlı Sultanlarından 
hiçbirinin ismi açık olarak geçmemiştir, muhtelif yerde atıf olarak veya ima şeklinde padişahtan 
söz edilmiştir.  İlk defa burada (satır 29) açık biçimde Osmanlı Sultanı II. Murad’ın ve oğlu 
Mehmed’in isimlerinin geçmesi, mu’âhedenin tarihlenmesinde  net bir bilgi sahibi olmamıza 
imkan vermektedir. Bu çalışmanın girişinde de belirtildiği üzere (Bkz. 12 nolu dipnotta gösterilen yerler.) Sultan Murad Avrupada mücadele ederken, Karamanoğlunun ahdini bozarak, bir 
kez daha Osmanlı topraklarına hücum etmesiyle 15 Temmuz 1444 tarihinde Segedin Barışını
imzalamış ve aldığı fetvalarla birlikte Karamanoğlu  İbrahim Beyin üzerine yürümüş ve Karaman ülkesini baştan başa talan ettikten sonra, tahtı  oğlu  Mehmed’e bırakarak, Manisa’ya çekilmiştir. Sözkonusu mu’âhedenin de bu gelişmeler sonucunda aynı yıl imzalanmıştır. 

27 Konya nüshasındaki benüm kelimesi yerine, Paris nüshasında mektûbum kelimesi gelmiştir. 

28 Bu ifadeler her ne kadar mağlup olmuş ve zor duruma düşmüş bir Beyin sözleri olsa da aslında 
geçmişe atıflar içermektedir. Çünkü daha önce de Osmanlı Devleti ile mu’âhede yapılmış fakat 
bu anlaşmalar, hep İbrahim Bey tarafından ihlal edilmiş ve kendisi Osmanlılara karşı oluşan ittifaklara dahil olmuştur. Hatta bazen ittifak oluşturmada öncü rolü üstlenmiştir. Söz konusu 
ifadeler, artık bunun gibi faaliyetler içerisine girmeyeceğine atıftır. (bu konu ile ilgili olarak bkz. 
Bu çalışmanın girişinde 5 ve 9 nolu dipnotlarda gösterilen yerler)


29 Konya nüshası transkripsiyonu. Ahidnâmenin Arapça ve Farsça kısımlarının okunmasında ve 
açıklanmasındaki katkılarından dolayı Prof.Dr.Mikâil BAYRAM hocama teşekkürlerimi ifade 
etmeliyim. 

30 Paris nüshası olup, İ.Hakkı Uzunçarşılı’nın Belleten’deki yayınından olduğu gibi alınmıştır



























Hiç yorum yok: