16 Ekim 2012 Salı

Germiyanoğulları Dönemi Kütahya Medreseleri - İsmail ÇİFTCİOĞLU

Germiyanoğulları Dönemi Kütahya Medreseleri 

İsmail ÇİFTCİOĞLU -Yard. Doç. Dr., D.P.Ü., Eğitim Fakültesi.
  

Özet:Germiyanoğulları zamanında Kütahya, yoğun ilmî faaliyetlere sahne olmuştur. Bu dönemde Vâcidiye, Balabaniye, Yakub Bey ve İshak Fakîh medreseleri olmak üzere, toplam dört medrese inşa edilmiştir.Söz konusu müesseselerden Vâcidiye Medresesi’nde, diğer medreselerden farklı olarak, naklî ilimlerin yanında ayrıca hey’et ve astronomi gibi ilimlerin de okutulduğu anlaşılmaktadır.Külliye bünyesinde yer alan Yakub Bey ve  İshak Fakîh medreselerinin vakfiyeleri günümüze ulaşabilmiş , diğer medreselerin herhangi bir vakfiyesine rastlanılmamıştır.Medreselerden Vâcidiye Medresesi hâlen sağlam bir şekilde ayakta iken, İshak Fakîh Medresesi onarıma muhtaç bir durumdadır. Balabaniye Medresesi yok olma noktasına gelmiş, Yakub Bey Medresesi ise tamamen ortadan kalkmıştır. 

GİRİŞ

A. Germiyan Beyliği’nin Kısa Tarihçesi: 

Germiyan Aşireti Türkiye Selçuklu Devleti’nin hizmetinde olarak ilk defa, 
XIII. Yüzyılın ilk yarısında, Malatya dolaylarında  görülmektedir Germiyan 
Aşireti’nin başında bu sırada Ali Şiroğlu Muzaffereddin olup, bu   şahıs, 
Selçuklu Hükumeti tarafından Baba  Đshak  Đsyanı’nı bastırmakla 
görevlendirilmiş , ancak bunda başarılı olamamıştır. Daha sonraları aynı 
aileden olan ve II.  İzzeddin Keykavus taraftarı olmakla itham edilen 
Kerimüddin Ali Şir ise, Moğollar tarafından 1264 tarihinde öldürülmüştür

(İbn Bibi, 1996). Aşiretin hangi tarihte Kütahya havalisine geldiği kesin 
olarak bilinmemekle birlikte, 1276 yılından evvel Kütahya ve Denizli 
bölgesine yerleştikleri anlaşılmaktadır (Uzunçarşılı, 1988). Denizli yöresi 
Selçuklu veziri Sahib Ata tarafından Germiyanlılar’ın ellerinden alınmaya 
teşebbüs edildi ise de, Germiyanlılar, buna fırsat vermemişlerdir. Aşiretin 
reisi bu tarihlerde Hüsameddin b. Ali Şir idi.

Germiyan Beyliği’nin kurucusu olan I. Yakub Bey, Selçuklular’ın 
hizmetinde bulunan nüfuzlu emîrlerden olup, Ankara  ve dolayları onun 
sorumluluğunda idi (Uzunçarşılı, 1988). Yakub Bey, 1302 yılında tahta 
geçen Selçuklu Sultanı Gıyaseddin Mesud’u tanımayıp,  İlhanlılar’ın 
hâkimiyetini benimsedi. Onun döneminde Germiyan Beyliği, 
Karamanoğuları’ndan sonra Anadolu’nun en kuvvetli beyliğiydi. 
Yakub Bey’in hükümdarlığı zamanında, Bizans’la Germiyanlılar arasında 
karşılıklı savaşlar gerçekleşmiş  ve bu mücadeleler sonunda, adı geçen 
beylik, Ayasluk (Selçuk) ve Tire’ye hakim olmuş , Tripolis ve Angir 
(Kiliseköy) ele geçirilerek, Philadelphia (Alaşehir) vergiye bağlanmıştır. 
I. Yakub Bey 1314 yılında  İlhanlılar’ın Anadolu Beylerbeyi Emir Çoban’a 
itaat eden beyler arasında bulunduğu görülmektedir (Aksarayî, 2000). Ne 
zaman vefat ettiği kesin olarak bilinmeyen Yakub Bey’in, 1340’larda Mısır 
Memlûklular’ı ile mektuplaşması, onun bu tarihlerde hayatta olduğunu 
göstermektedir (Varlık, 1974). Evliya Çelebi (1971), Yakub Bey’in 
Kütahya’da Hıdırlık Tepesi’nde medfun bulunduğunu kaydetmektedir. 
Yakub Bey’in vefatından sonra, oğlu Mehmed Bey başa geçmiştir. Mehmed 
Bey dönemi hakkında kaynaklarda tafsilatlı bilgi bulunmamaktadır. 
Lâkabının “Çağşadan” (Uzunçarşılı, 1988) olduğu bilinen Mehmed Bey 
döneminde, Beyliğin, babası Yakub Bey zamanındaki kudrette olmadığı, 
bununla birlikte Bizans’tan Kula Kasabası’nın geri  alındığı ve Simav 
çevresinin de zapt edildiği görülmektedir. 

Mehmed Bey’in ölümünden sonra Germiyan hükümdarı olan Süleyman Şah’ın, saltanatının ilk yılları sakin geçmiştir. Ancak O, daha sonra Karamanoğulları’na karşı  kendisine sığınan Hamitoğlu  İlyas Bey’e yardım etmiş, bu durum iki beyliğin aralarının açılmasına neden olmuştur (Şikârî, 1946). Karamanoğulları’nın baskısı karşısında Osmanlılar’la anlaşan Süleyman Şah, kızını I. Murad’ın oğlu Yıldırım Bayezid’e vermiş , çeyiz olarak da, Kütahya, Tavşanlı, Simav ve Emed dolaylarını Osmanlılar’a bırakmıştır. 1378’de Kula Kasabası’na çekilen Süleyman Şah, 1387 tarihinde ölmüştür. 

Süleyman Şah’tan sonra 1388 yılında başa geçen II.Yakub Bey, babası 
tarafından daha önce Osmanlılar’a bırakılan yerleri geri almaya teşebbüs etti. 
Bunun üzerine derhal Rumeli’den Anadolu’ya geçen yeni Osmanlı 
hükümdarı Yıldırım Bayezid, Kütahya’ya gelmiş  ve kayın biraderini 
yakalatıp Rumeli’deki  İpsala Kalesi’ne hapsetmiş , Germiyan Beyliği 
topraklarının tamamını da Osmanlı sınırlarına dahil etmiştir (1390).  İpsala 
Kalesi’nden 1399’da kaçmayı başaran Yakub Bey, Timur’a iltica etmiş  ve 
Ankara Savaşı’ndan (1402) sonra da diğer Anadolu Beyleri gibi, kendisine 
de bütün Germiyan Ülkesi geri verilmiştir. 

Yakub Bey, Osmanlı şehzadeleri arasındaki iktidar mücadelesinde Mehmed 
Çelebi’nin yanında yer almış , bu durum Karamanoğulları ile arasının 
açılmasına neden olmuştur (Merçil, 1991). Karamanlılar’ın, Kütahya’yı ele
geçirmesi üzerine, Yakub Bey, memleketini terk etmek zorunda kalmı tır 
(1410). Çelebi Mehmed’in Karamanlılar’ı mağlup etmesi üzerine, tekrar 
beyliğin başına geçen Germiyan hükümdarı, bir aralık Mustafa Çelebi 
tarafını tuttuysa da, onun ölümünden sonra II. Murad ile olan siyasî 
durumunu düzeltmiştir. Osmanlı Devleti ile iyi geçinmeyi tercih eden Yakub 
Bey, oldukça ihtiyarlamış  olduğu ve yerine geçecek erkek evlâdı 
bulunmadığı için, Sultan II. Murad ile bizzat görüşerek, memleketini 
Osmanlılar’a bırakmıştır. Kütahya’ya dönüşünden bir sene sonra da 1429’da 
vefat etmiştir (Uzunçarşılı, 1988).
    
B. Anadolu’da Medrese Kurma Geleneği 

Ders okutulan, bir başka ifadeyle tedris faaliyetlerinin yürütüldüğü yer 
anlamına gelen medresenin,  İslâm dünyasında doğuşunun XI. yüzyıldan 
itibaren başladığı bilinmektedir (Kansu, 1930; Bilge, 1984). Başlangıçta 
daha çok, Horasan ve Mâveraünnehir bölgelerinde kurulan medreseleri, 
Alparslan’nın veziri Nizâmü’l-Mülk tarafından tesis edilen ve Nizâmiye 
Medreseleri adıyla bilinen müesseseler takip etmiştir. Âmul, Bağdat, Basra, 
Belh, Herat, Isfahan, Merv, Musul, Nişapur ve Tus gibi merkezlerde aynı 
isimle kurulan bu eğitim-öğretim müesseseleriyle birlikte,  İslâm dünyasının 
hemen hemen her yerinde daha pek çok medreseler de  tesis edilmiştir 
(Çelebi, 1983). 


Büyük Selçuklular tarafından başlatılan medrese kurma geleneği zamanla, 
Anadolu’da da devam etmiştir. Gerek mimarî, gerekse teşkilât bakımından 
Büyük Selçuklu medreselerinin örnek alındığı Anadolu Selçukluları’nda 
(Eyice, 1979; Kazıcı, 1991); Sivas, Kayseri, Kır ehir, Malatya, Amasya, 
Tokat ve Konya gibi ilim ve kültür merkezlerinde, çok sayıda medreseler 
inşa edilmiştir. Türkiye Selçuklu medreseleri genellikle ba taki hükümdarlar, 
hükümdar ailesine mensup zâtlar, ileri gelen devlet görevlileri, ilim ve fikir 
adamları ile hayırseverler tarafından kurulmuş  ve bu müesseselere zengin 
vakıflar tahsis edilmiştir. 

Türkiye Selçuklu Devleti’nin fiilen ortadan kalkmasıyla başlayan Anadolu 
Beylikleri Dönemi’nde, medrese kurma faaliyetleri daha da hız kazanmış  ve 
Anadolu’nun; Konya, Beyşehir, Karaman, Niğde, Aksaray, Kayseri, Eğirdir, 
Kütahya, Kastamonu,  İznik, Milas, Peçin, Birgi, Manisa, Adana ve Tarsus 
gibi pek çok merkezinde medreseler inşa edilmiştir.   
   
Medreseler, Selçuklular’da olduğu gibi, bu dönemde de yine başta 
hükümdarlar olmak üzere, ileri gelen devlet adamları, ilmî hüviyete mensup 
kişiler ve hayırseverler tarafından kurulmuştur. Kendine özgü mimarîleriyle 
dikkat çeken Beylikler Dönemi medreseleri, teşkilât bakımından  şüphesiz 
Selçuklu medreselerinden çok farklı bir yapıya sahip değildi. 

KÜTAHYA MEDRESELERi

Germiyan Beyliği Dönemi’nde Kütahya, yoğun ilmî ve kültürel faaliyetlere 
sahne olmuştur. Bu dönemde, devlet bazında Türkçe’ye önem verilmiş , ilim 
ve fikir adamları teşvik ve himâye edilmiş  ayrıca ilmî, dinî, sosyal ve 
kültürel amaçlarla yaptırılan; medrese, imâret, mescid cami, zâviye, 
kütüphâne han, hamam ve çeşme gibi pek çok eserlere zengin vakıflar tahsis 
edilmiştir.  

Germiyan Beyliği Dönemi’nde Kütahya’da faaliyet gösteren dört medrese 
bulunmaktadır. Bunlardan Vâcidiye Medresesi, Germiyan ümerâsından 
Umur bin Savcı; Yakub Bey Medresesi, ismini aldığı Germiyan hükümdarı; 
İshak Fakîh Medresesi de yine ismini aldığı, dönemin önemli bir diplomatı 
aynı zamanda kadısı olan, İshak Fakîh tarafından yaptırılmıştır. XIV. yüzyıl 
sonlarına ait bir Germiyanlı yapısı olan Balabaniye Medresesi’nin ise kim 
tarafından yaptırıldığı tespit edilememiştir.  

Bu müesseselerden, Yakub Bey,  İshak Fakîh ve Balabaniye medreselerinde 
naklî ve aklî ilimlerin; Vâcidiye Medresesi’nde ise naklî ilimlerin yanında, 
hey’et ve astronomi gibi ilimlerin de okutulduğu anlaşılmakta, hatta bu 
müessesenin bir rasathâne olarak kullanılmış  olabileceği tahmin 
edilmektedir. 

Aşağıda, söz konusu müesseselerin yapım tarihleri göz önünde 
bulundurularak, mimarî özellikleri, işlevleri ve vakıfları hakkında bilgi 
verilecek ve bu müesseselerde görev yapan ilim ve fikir adamları 
tanıtılacaktır. 

A. Vâcidiye Medresesi 

Yeri:  Demirkapı ve Molla Abdülvâcid Medresesi gibi isimlerle de bilinen 
yapı şehir merkezinde Gazi Kemal Mahallesi’ndedir. Medresenin bulunduğu 
yer, topografik olarak, Kale ile Hıdırlık Tepesi ve Acem Dağı arasındaki 
vadinin (Sultan Bağı Deresi), şehir düzlüğüne açıldığı alana rastlamaktadır. 
Yaptıranı ve Tarihi: Medrese, Beyliğin kurucusu I. Yakub Bey döneminde, 
Germiyan emîrlerinden Mübarezeddin Umur bin Savcı (II. Yakub Bey’in 
dedesi) tarafından H. 714 / M. 1314 yılında yaptırılmıştır. Kitâbesinde, 
eserin kurulu tarihi ve bânisiyle ilgili şu kayıtlara rastlanmaktadır (Edhem, 
1328): 

Ammere hazihi’l-medreseti’l-mübârek 
El-Mevlâ el-Muazzam Melikü’l Ümerâ ve 
El-Küberâ Mübarizeddîn Umur bin Savcı 
Min cizyeti Alâ şehir senete erba’a aşere ve seb’amie 

Kitâbenin son satırındaki “min cizyeti Ala şehir” kaydı, medresenin Alaşehir 
hristiyanlarından alınan cizye gelirleri ile yaptırıldığını göstermektedir 
(Uzunçarşılı, 1932). Bu kayıt Alaşehir’in, 1314 tarihinde Germiyanoğulları 
idaresinde olduğunu ispat etmesi bakımından da önem taşımaktadır.     

Mimari özelliği: Medresenin “köfeke” taşı olarak bilinen mahallî kesme 
taştan yapıldığı anlaşılmaktadır. Eser, dengeli bir plan dahilinde düzgün
yapısıyla ve süslemesiz sade taç kapısıyla dikkat çekmektedir (Altun, 1981-
1982). Tek katlı ve revaksız olarak yapılan medresenin, avlu kubbesi ile ana 
eyvan yanındaki iki odanın kubbelerinin açık olması, ara tırmacıların 
dikkatini çekmiş  (Sayılı, 1948; Sözen 1970), dolayısıyla müessesenin bir 
rasathâne olarak inşa edildiği düşünülmüştür. Bununla beraber iki yarım 
kubbe altında birbiri ile aynı ölçülere sahip iki odanın yer alması, medresede 
müstakil iki kürsünün bulunma ihtimali üzerinde durulmasına neden 
olmuştur. Zamanla bazı tamiratlar gören medrese, hâlen müze olarak hizmet 
vermektedir. 
   
Medrese Görevlileri:  Vâcidiye Medresesi’nde, Abdülvâcid’e kadar görev 
yapan müderrislerin isimleri hususunda kaynaklarda  herhangi bir bilgi 
bulunmamaktadır. Germiyan Beyi Süleyman  Şah zamanında söz konusu 
medreseye tayin edilen Abdülvâcid bin Mehmed Efendi ise, aslen 
Horasan’lıdır (Mecdî, 1269) ve Kütahya’ya ne zaman  geldiği kesin olarak 
bilinmemektedir. Mevlevîlik’le ilgisinin olduğu anlaşılan bu zat, naklî 
ilimlerde derin bilgisinin yanında, aynı zamanda meşhur bir hattat ve 
yetenekli bir şair idi (Sayılı, 1948). Medresedeki müderrisliği sırasında, 1403 
yılında fıkıhla ilgili olarak   Şerh’ün-nihâye adlı eserini kaleme almıştır

Bundan başka Harezmli Türk astronomlarından Çağmînî’nin “Mülahhas” 
adlı kitabına da bir şerh yazmış , Germiyan Ülkesi’nin 1429’da Osmanlılar’a 
geçmesinden sonra eserini Osmanlı hükümdarı II. Murad’a teslim etmiştir. 
İsmi, zamanla medreseye mal olan Abdülvâcid Efendi, ölüm tarihi olan 1434 
yılına kadar medresede müderrislik görevinde bulunmuştur (Varlık, 1988). 
Kabri hâlen medrese içindedir. 

Vakıfları:  Vâcidiye Medresesi’nin vakfiyesi hâlen mevcut değildir. 1530 
tarihli vakıf defterinde “Medrese-i Vâcidiye” şeklinde kaydı bulunan (BOA, 
TD, 438) müesseseye, Kütahya’ya bağlı bazı köylerin vakıf gelirleri tahsis 
edilmiştir. Medresenin bu tarihlerdeki yıllık geliri, toplam 7162 akçedir. 
Kayıtlarda ayrıca, medresede görevli müderrislere ayrılan gelirlerle ilgili 
olarak; Germiyanoğlu Yakub Çelebi’nin, Kütahya merkezinde yaptırmış
olduğu imâretin mahsûlünden günlük beş  akçe ile Eğrigöz (Emet) 
Kasabası’nın cizye gelirlerinden günlük altı akçeyi, medresede görev yapan 
müderrislerin tasarruf etmesi için tahsis ettiği ifade edilmektedir (BOA, TD, 
438). 

B. Balabaniye Medresesi 

Yeri: Kütahya merkezinde Yeni Mahalle’de, Lala Hüseyin Paşa Hamamı’na  
ve Evliya Çelebi  İlkokulu’na yakın bir yerde bulunmakta idi. Yakın bir 
zamana kadar harabe halinde olan eser, bugün hemen  hemen yok olma 
durumuna gelmiştir. 

Yaptıranı ve Tarihi: Balaban Paşa ve Nallı Medresesi diye de bilinen 
(Güner, 1961) eserin, kim tarafından ve ne zaman yaptırıldığı kesin olarak 
bilinmemektedir. Medresenin mimarî yapısı göz önünde tutularak 
Germiyanoğulları Dönemi’ne (XIV. yüzyılın son çeyreği) ait olduğu 
düşünülmektedir (Altun, 1981-1982). Diğer taraftan vakıf defterlerinde, II. 
Yakub Bey’in, imaretin gelirlerinden Balabaniye Medresesi için bir kısım 
gelirler tahsis ettirdiğine dair kayıtların yer alması (BOA, TD, 369; BOA, 
TD, 438), ta vakfiyenin tamamlandığı tarih olan 1411 yılından önce bu 
medresenin ayakta olduğunu göstermesi bakımından önemlidir. 

Mimarî Özelliği: Medresenin, tek katlı bir plan üzerinde, üç veya dört eyvan 
emasında ve üstü kubbeyle örtülü bir avluya sahip olduğu ifade 
edilmektedir (Altun, 1981-1982). Vâcidiye Medresesi’ni geçen boyutlara 
sahip olan eserin, 1876 tarihinden itibaren bir Halvetî tekkesi olarak 
kullanıldığı, aynı tarihi taşıyan kitâbesindeki kayıtlardan anlaşılmaktadır. 
Kitâbedeki kayıtlar öyledir: 

Medrese iken ma’bed oldu tek perişan kalmadı, 
istemez Nalin dervişler gelür yalın ayak. 
dahile tarihin nev didi erenler ucdan (evcden) 
eyledi Hacı Hüseyin Paşa Efendi tekke bak. 
Ketebe el-fakir Muhyî efendizâde Feyzi Efendi (1293/1876) 

Medrese Görevlileri: Kanunî Dönemi’ne ait 369 numaralı vakıf defterinde, 
Balabaniye Medresesi ile ilgili olarak, Mevlânâ Hayreddin adında bir 
müderristen bahsedilmektedir. Kayıtlarda, Mevlânâ Hayreddin için, 
Germiyanoğlu Yakub Çelebi (II. Yakub Bey) imaretinin gelirlerinden, 
Kütahya’daki hristiyanların cizyesinin tahsis edilmesi, kendisine günde on 
akçe verilmesi, ayrıca medrese öğrencilerine de günde beş  akçe ödenmesi 
şart kılınmaktadır.   
  
Vakıfları: Balabaniye Medresesi’nin, hâlen herhangi bir vakfiyesine 
rastlanılmamıştır. Müessesenin 1530 tarihindeki gelirlerinin toplamı 1882 
akçedir. Aynı kayıtlarda, Germiyanoğlu Yakub Çelebi’nin, kendi imâreti 
gelirlerinden günlük sekiz akçeyi, medresede görev  yapacak olan 
müderrislerin tasarrufuna bağışladığı ifade edilmektedir (BOA, TD, 438). 

C. Germiyanoğlu Yakub Bey Medresesi 

Yeri: Şehir merkezinde, Ulu Cami’nin batısında ve Gediz Caddesi üzerinde; 
medrese, mescid, türbe, kütüphâne ve hamamdan oluşan külliye bünyesinde 
yer almakta idi. Bugün, imâret mescidi ve türbesi dışında külliyenin diğer 
bölümleri tamamen ortadan kalkmıştır. 

Yaptıranı ve Tarihi: Medresenin, diğer yapılarla beraber, 814 / 1411-1412 
yılında, son Germiyan hükümdarı II. Yakub Çelebi tarafından yaptırıldığı, 
külliyeye ait aynı tarihi taşıyan  taş  vakfiye kitâbesinden anlaşılmaktadır.  

Mimarî Özelliği: Külliyenin mimarî yapısı üzerine yapılan araştırmalarda 
(Altun, 1981-1982; Varlık, 1974) medresenin bir kısmının 1935 yılına kadar 
ayakta olduğu, bu tarihten sonra ise tamamen ortadan kaldırılarak binanın 
kapladığı alanın büyük bir kısmının, Gediz Caddesi’nin başlangıcına dahil 
edildiği tespit edilmiştir. Bununla beraber bazı kaynaklarda, Yakub Bey 
Medresesi olarak bahsedilen (Uzunçarşılı, 1932; Edhem 1328; Baltacı, 1976) 
ve hâlen ayakta olan yapının, esasen medrese binası değil, imâret mescidi 
olduğu ifade edilmektedir (Altun, 1981-1982). Bugün halk arasında “Gök 
şadırvan” adıyla bilinen imâret mescidinin, zaviyeli mescid niteliğine sahip 
bir yapı olduğu ve bunun medrese binası olarak değerlendirilmesinin ise, 
külliyeye ait taş  vakfiyenin (kitâbenin), daha önce medrese bölümünde 
bulunmasından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.     

Yakub Bey Medresesi’nin U biçiminde dar bir avlu etrafına dizili, revaksız 
dokuz hücreden meydana geldiği tahmin edilmektedir (Altun, 1981-1982). 
İmâretin, -kitâbede geçen ifadesiyle- bir fesad sonucu yıkılması üzerine, 
H.844 / M.1440-41 yılında, vakfın mütevellisi  İshak Fakih tarafından ihya 
edildiği, imaret mescidinin giriş  kapısı üzerindeki kitabede  şöyle 
kaydedilmektedir: 

Hâzihi’l imâretu ummire[t] ve âdet ba’de’l-inkizâi  ve’l indirasi bi’l-fesadi bi 
iznin[min] el-mevla’l muazzam es-Sultan Murad hallede mülkehu maaş neslihi ilâ yevm[el] tenâd alâ min yedi ezafi’l-ibâd Mevlânâ Đshak Fakih bin Halil el-mütevelli maa’l evlâd fî tarih seneti 844.  

Vakfiyesi / Vakıfları: II.Yakub Çelebi Külliyesi’ne (İmâret) ait, H.817/ 
M.1414 tarihli, dönemin Türkçe’siyle yazılmış , hâlen bir taş  vakfiye (kitâbe) 
bulunmaktadır. Medrese yanındaki eyvan içinden 1935 yılında alınarak, 
imâret mescidinin giriş  revakının güney duvarına yerleştirilen 39 satırlık 
vakfiyenin ancak 30 satırı okunabilmiş , diğer satırlar silinmiştir. Vakfiyenin 
bir sureti Kütahya Müzesi kadı sicillerinde kayıtlıdır (No: 60, Sıra No: 
93:45). Vakfiyenin, Yakub Bey tarafından Türkçe olarak yazdırılması 
Anadolu Beylikleri Dönemi’nde Türkçe’ye verilen önemi göstermesi 
bakımından üzerinde ayrıca durulması gereken bir konudur.  
  
Vakfiyede, imâretin H. 814 / M.1411 yılında tamamlandığı, beş  ay işledikten 
sonra Karamanoğlu işgali nedeniyle iki buçuk yıl muattal kaldığı ve Yakub 
Bey’in ülkesine sahip olması üzerine, tekrar hizmet vermeye başladığı 
kaydedilmektedir. Dolayısıyla taş  vakfiye de 1414 yılında Yakub Bey 
ülkesine döndükten sonra diktirilmiştir. 

Vakfiyede, imâretin iki buçuk sene neden işlemediği bu  şekilde ifade 
edildikten sonra, Osmanlı hükümdarı Çelebi Mehmed’in vakfiyeye verdiği 
nişandan söz edilmekte ve akabinde Yakub Bey’in müesseseye tahsis ettiği 
vakıflar sıralanmaktadır. Bu vakıflar öyledir:  

Kula, Simav Gölü, Kurt Köyü, Çepni, Pınarbaşı, Ilıcasu (çeltiği ile beraber), 
Armut-ili, Seydi-köyü, Ayas harimi, Kütahya’da  şehir ile Bölcek Köyü 
arasındaki çiftlik ve köşk bahçesi, Yonca bahçesi, Sünbüllü bahçe, Davut 
harimi, Meydan ağzındaki yer, Sandıklı’daki hamam ve bahçe, Çat’daki bağ, 
Şeyhlu’daki (I ıklı) Canbaz bağı, Kütahya’daki Karaağaç köyü, 
Donuzlu’daki (Denizli) Hoca-Ömer hamamı, Dolap’taki yerler, Denizli’de 
Hober kapısındaki yerler ve Kütahya’daki Yeni hamamın gelirleri. 
Vakfiyede, bundan sonra, müessesenin işleyişi ve görevlilerle ilgili kayıtlara 
yer verilmektedir. Buna göre, mütevelli olarak  İshak Fakih, imâretin   şeyhi 
olarak da Seyyid Cafer tayin edilmiştir. Medresenin müderrisine günde altı 
akçe ve yılda altı müd buğday, üç kağnı odun, günde iki çanak aş  ve dört 
ekmek verilmesi, dokuz hücreye (odaya) günde birer akçe, yılda birer müd 
buğday, her hücreye iki kağnı odun, iki er çanak aş  ve dört ekmek verilmesi 
vakfiye   şartları arasında yer almaktadır. Vakfiyenin devamında, imâretin 
imamına, müezzinine, kayyuma, nakibe ve ekmekçiye verilecek ücretler de 
ayrı ayrı belirtilmiştir. 

İmâretin vakıfları, 438 numaralı vakıf defterinde de yer almakta ve 
müessesenin yılık geliri 76182 akçe olarak kaydedilmektedir (BOA, TD, 
438). 

D. İshak Fakîh Medresesi: 

Yeri: Mescid, çeşme, türbe, zâviye, medrese ve kütüphâneden oluşan 
külliye,   şehir merkezinde  İshak Fakih Mahallesi’ndedir. Medrese binası 
İshak Fakih Camisi’nin karşısındadır. 

Yaptıranı ve Tarihi: İshak Fakîh tarafından inşa ettirilen külliyenin, yapım 
tarihi ile ilgili olarak iki farklı kayıt karşımıza çıkmaktadır. Bunlardan biri, 
H.725   şeklinde sehven yazıldığı anlaşılan ve esasen H.825 olması kuvvetle 
muhtemel görünen,  İshak Fakîh’e ait bir vakfiye (VGMA, MAD, No: 608) 
tarihidir. Diğeri ise, mescid binasının giriş  kapısı üzerinde bulunan ve 
üzerinde H.837 kaydı bulunan kitâbe tarihidir. Burada şöyle anlaşılıyor ki, 
külliyenin yapımı, vakfiyenin tanzim edildiği tarih olan  H.825 / M. 1422 
yılında başlamış  ve -Germiyan topraklarının kesin olarak Osmanlılar’a 
geçmesinden (1429) sonra- kitâbenin yerleştirildiği  H.837/M.1433 yılına 
kadar devam etmiştir. Kitâbede şu kayıtlar yer almaktadır (Edhem, 1328): 

Benâ ve amere haze’l-mescid el-mübarek el- erîf                      
el-Mevlâ el-alimiyet el-amiliyet el-kâmiliyet          
Mevlânâ Đshak el-Fakîh bin el-Hac Halil afa 
Anhumâ el-Celil fî tarih seneti seb’a ve selâsîne ve semanemie. 
  
Külliyenin bânisi  İshak Fakîh, Germiyanoğulları Dönemi’nin ileri gelen 
devlet adamlarından biri olarak dikkat çekmektedir. Vakfiyesinde ve mescid 
kitâbesinde babasının adı Hacı Halil olarak zikredilen  İshak Fakîh’in, 
Germiyan hükümdarı Süleyman Şah’ın kızının Yıldırım Bayezid’e verilmesi 
için yapılan görüşmelerde (1381), Bursa’ya giden heyetin başında bulunduğu 
görülmektedir (Feridun Bey, I, 1274). Germiyanoğlu II. Yakub Bey’e ait 
1422 tarihli vakfiyede icra makamında bir kadı olarak, tanzim ve tasdik 
yazısı bulunan bu ilim adamının ismine, yine II. Yakub Bey tarafından 
tanzim ettirilen taş  vakfiyede ve II. Yakub Bey’e ait  İmâret mescidinin 
kitâbesinde mütevelli sıfatıyla rastlanmaktadır. 

Germiyanoğullarının hizmetinde, diplomat, mütevelli, kadı ve  ilim adamı 
kişiliği ile uzun yıllar hizmet veren  İshak Fakîh’in, oldukça uzun bir ömür 
sürdüğü anlaşılmaktadır. Kendisinin, Germiyan Beyliği topraklarının 
Osmanlılar’a geçmesinden sonra, kitâbe tarihi olan  1433 yılına kadar sağ
olduğu tahmin edilmektedir (Varlık, 1988). Bu tarihe kadar Osmanlı 
Devleti’nin hizmetinde bulunması icab eden İshak Fakîh’in adına, II. Murad 
dönemi ulemâsı arasında maalesef rastlanmamaktadır.

Mimarî Özelliği: İshak Fakîh’in 1422 tarihli vakfiyesinde (VGMA, TD, No: 
1862) külliyenin hangi kısımlardan meydana geldiği   şu   ekilde 
belirtilmektedir: 

“...Kütahya beldesinde vâkıfa mensub mahalde binası yüksek bir mescid-i  şerîf ve ma’bed-i münîfi ve vefatından sonra kendisine türbe olmak üzere mezkûr mescid ittisâlinde ufak bir zâviye ve mescidin yanında yedi hücre ve geniş  bir avlu ve dershâne denilen yüksek kubbeyi müştemil bir medrese ve mezkûr avlunun ittisâlinde müderrislerle talebe için vakfedilen kitapların muhafazası için bir hücre yani kütüphâne binâ ve inşâ eyledi ve cümlesini bey, hîbe, icar, rehin tebdîl ve tağyîr olunamayacak şekilde vakf-ı sahîh-i er’î ile vakf ve habs eyledi...” 

Külliyenin mimarîsi üzerinde yapılan çalışmalarda, vakfiyede kaydedilen 
yapıların özellikleriyle beraber yakın bir zamana kadar varlığını koruduğu 
tespit edilmiştir (Altun, 1981-1982). Bu incelemelerde ayrıca, yayınların 
çoğunda gözden kaçtığı için yıkıldığı zannedilen medresenin varlığı da gün 
ışığına çıkarılmıştır (Altun, 1981-1982). 

1980 yılında medresenin mimarîsi ile ilgili olarak  yapılan tetkiklerde, 
medresenin; revaklı avlulusu, eyvanı, dershânesi, dershâneye biti ik küçük 
hücresi ve yedi odası ile vakfiyedeki kayıtlara tam olarak uyan bir plan 
düzeni gösterdiği belirlenmiştir (Altun, 1981-1982). 

Bir müddet dokuma kursu için kullanılan medresenin, zaman zaman 
tamiratlar gördüğü ve Özel İdare’ye devrinden sonra, binaya bir ikinci katın 
eklendiği anlaşılmaktadır. 

Vakfiyesi / Vakıfları: Yukarıda da belirtildiği üzere, İshak Fakîh yaptırmış
olduğu külliye için H. 825 / M. 1422 yılında bir vakfiye tanzim ettirmiştir. 
Vakfiyede, söz konusu müesseselerin vakıfları   şu  şekilde kaydedilmektedir 
(VGMA, MAD, No: 608; VGMA, TD, No: 1862): 

“...Kütahya nahiyesinde kâin şöhretine binâen tahdidden müstağni  Ön karyesi mumaileyhin vakfettiği köylerin kâffesi elindeki mülknâme denen senetlerde zikredilmiştir.Mezkûr nahiyede ve mezkûr  Ön karyesine yakın mahalde vâki yine tahdidden müstağni Çat karyesi Kalınsaz nahiyesine tâbi Yoncalı nahiyesinde kâin ve  şöhretine mebni tahdidden müstağni Ağızvirân karyesi Sincanlu’ya tâbi yine tahdidden müstağni Kırka karyesi vâkıf bu karyeleri bütün arazi ve mer’aları, dağları ve tepeleri bilcümle tevâbi ve levahik ve amme-i menâfi’ ve merafiki ile vakf-ı sahîh-i er’î  ile vakf ve habs eyledi Kütahya etrafında ayrı ayrı yerlerde kâin ve şöhretlerinden dolayı tahdidden müstağni müteaddid arazi Kütahya çarşısında kâin müteaddid ve müteferrik dükkânların tamamı.Bu dükkânların muayyen icâreleri müste’cirler yedindeki temessüklerde mezkûrdur tafsilâtı vakıf kâtibindeki defterdedir...” 

438 Numaralı vakıf defterine göre (BOA, TD, 438), 1530 yılında vakfın 
toplam geliri 24970 akçedir. Müesseselerin vakıfları bu tarihte; Kütahya’da 
beş  adet bağçe icârları, dört adet dükkânın kiraları, Gediz’deki hamamın yarı 
geliri, altı adet çayır geliri, Karahisar’da bir kervansaray ve dükkân gelirleri 
ayrıca vakıf köylerinin gelirlerinden oluşmaktadır.   
    
Medrese Görevlileri:  Vakfiyede külliyeye ait vakıflar sıralandıktan sonra 
İshak Fakih’in, vakfın tasarruf ve tevliyetini, -vakıf gelirlerinden beşte birini 
alması kaydıyla- Sulbî oğlu Mehmed’e tevdi ettiği ifade edilmektedir. 
Bundan sonra medrese görevlileri ve talebelerle ilgili kısma geçilmekte ve şu 
şartlara yer verilmektedir:  

“... mumaileyh vâkıf mezkûr medresenin müderrisine günlük otuz dirhem ile senede beş  ölçek buğday şart eyledi. Ve yine mezkûr medrese müderrisinin bu vakfa birinci nâzır olmasını ve vâkıfın kendisi sağ oldukça ikinci nâzır olmasını ve vefatından sonra ecânibden birinin ikinci nâzır olmasını şart ederek bu nâzıra yevmiye bir dirhem tayin eyledi. Ve yine vâkıf mezkûr medresenin yedi  hücresinde sâkin talebeye yedi dirhem  şart eyledi ve müderrislerle talebeye vakfedilmiş  olan kitapları muhafaza etmek üzere bir erkek bulunmasını şart kılıp buna yevmiye bir dirhem ile her sene iki ölçek buğday tayin eyledi. Ve mezkûr medrese için bir bevvâb (kapıcı) olmasını şart edüp bu bevvâba yevmiye bir dirhem ile senede bir ölçek buğday tayin eyledi. Ve yine bir adamın medreseye süpürgeci tayin olmasını   şart edüp buna da yevmiye bir dirhem ile senede bir ölçek buğday tayin eyledi...”                                                                         
  
Vakfiyedeki bu kayıtlara göre, medresenin müderrisine, asli görevine ek 
olarak vakfın birinci nâzırlığının da verilmesi, vâkıf  İshak Fakih’in 
müderrislik makamına verdiği değeri göstermesi bakımından önemlidir. 
Bununla beraber medresedeki diğer görevlilerin, hatta öğrencilerin dahi 
alacağı ücretlerin tek tek tespit edilerek kayda alınması, kendisi de bir ilim 
adamı olan  İshak Fakih’in, medresedeki eğitim-öğretimin faaliyetlerinin 
sağlıklı yürütülmesi noktasındaki tutumunu ortaya koymaktadır. 

SONUÇ 

Germiyan Beyliği Dönemi’nde Kütahya’da faal durumda olan dört medrese 
bulunmaktadır. Bunlar; Vâcidiye, Balabaniye, Yakub  Bey ve İshak Fakîh 
medreseleridir. Bu medreseler, hükümdar, emir ve kadı konumunda olan şahıslar tarafından yaptırılmıştır. Medreselerin tamamında aklî ve naklî bilimler okutulmaktadır. Vâcidiye Medresesi’nde naklî bilimlerin yanında hey’et ve astronomi gibi bilimlerin de okutulduğu anlaşılmaktadır. 

Müesseselerden, Vâcidiye ve Balabaniye medreseleri  müstakil birer bina 
eklinde inşa edilirken, Yakub Bey ve İshak Fakîh medreseleri külliye içinde 
yer alan birer yapı özelliği göstermektedir. Yakub Bey ve İshak Fakîh medreselerinin vakfiyeleri günümüze ulaşabilmi tir. Diğer medreselerin herhangi bir vakfiyesine rastlanılmamıştır. Medreselerden, Vâcidiye Medresesi hâlen sağlam bir   ekilde ayaktadır. İshak Fakîh Medresesi terkedilmiş  ve tamire muhtaç bir durumda, Balabaniye Medresesi de hemen hemen yok olma noktasına gelmiştir. Yakub Bey Medresesi ise tamamen ortadan kalkmı tır. 
İshak Fakîh Medresesi’nin, diğer medreseler gibi zamanla yok olmasını 
önlemek için en kısa zamanda onarım faaliyetlerine başlanmalı ve bu nadide 
eser millî kültürümüze kazandırılmalıdır.  

KAYNAKÇA 

Arşiv Belgeleri 

438 Numaralı Muhâsebe-i Vilâyeti Anadolu Defteri, (937/1530) I. (1993). 

Haz: BaŞbakanlık Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, Ankara. 

Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA),  Tahrir Defteri (TD) (Evkâf) 369, 
(Kanunî Dönemi). 

İshak Fakîh’e Ait H. 825 Tarihli Vakfiye, Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi, 
Mücedded Anadolu Defteri, No: 608, s. 296-297. 

İshak Fakîh’e Ait H. 825 Tarihli Vakfiyenin Türkçe Tercümesi, Vakıflar 
Genel Müdürlüğü Ar ivi, Tercüme Defteri, No: 1962, s.334. 

Germiyanoğlu II. Yakub Bey’e Ait H. 817 Tarihli Vakfiye Sureti,  Kütahya 
Müzesi, Kadı Sicilleri, No: 60, Sıra No: 93:45. 

Kitaplar 

Akdağ, M. (1995).  Türkiye’nin  İktisadî ve İçtimaî Tarihi, I. İstanbul: Cem 
Yayınevi.  

Aksarayî, K. M. (2000).  Müsâmeratü’l-ahbâr (Çev: M. Öztürk) Ankara: 
TTK. Yayınları. 

Bilge, M. (1984).  İlk Osmanlı Medreseleri.İstanbul: Edebiyat Fakültesi 
Basımevi.

Çelebi, A. (1983).  İslâmda Eğitim-Öğretim Tarihi.(Trc: A. Yardım). 
İstanbul. 

Evliya Çelebi. (1971). Seyahatnâme. Onüçüncü Kitap, (Haz: M. Zıllîoğlu. 
Türkçeleştiren: Z. Danışman). İstanbul: Zuhuri Danışman Yayınevi. 

Feridun Bey. (1274). Münşeatü’s-selâtîn I. İstanbul. 

Güner, H. (1964). Kütahya Camileri, Kütahya. 

İbn Bibi. (1996).  El Evâmirü’l-Alâ’iye Fi’l-Umuri’l-Alâ’iye II. (Haz: M. 
Öztürk). Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları.  

Kansu, N. A. (1930). Türkiye Maarif Tarihi Hakkında Bir Deneme.İstanbul.  

Kazıcı, Z. (1991). İslâm Müesseseleri Tarihi.İstanbul: Kayıhan Yayınları. 

Mecdî Mehmed Efendi. (1269). Terceme-i akâ’ik. İstanbul. 

Merçil, E. (1991).  Müslüman Türk Devletleri Tarihi. Ankara: T.T.K. 
Yayınları. 

Sözen, M. (1970). Anadolu Medreseleri II. İstanbul: İ.T.Ü. Matbaası. 
ikârî. (1946). Karamanoğulları Tarihi. (Haz. M. Mesud Koman). Konya: 
Konya Halkevi Tarih ve Müze Komitesi Yayınları. 

Uzunçar ılı,  İ. H. (1932). Kütahya   ehri. Đstanbul: Maarif Vekâleti (Devlet 
Matbaası).

Uzunçar ılı, İ H. (1988). Anadolu Beylikleri. Ankara: T.T.K. Yayınları. 

Varlık, M. Ç. (1974). Germiyamoğulları Tarihi (1300-1429). Ankara: A.Ü. 
Edebiyat Fakültesi Yayınları. 

Makaleler 

Ahmed Tevhid. (1329). “Kütahya’da Germiyan Beyliği”, TOEM, 1. 

Altun, A. (1981-1982). “Kütahya’nın Türk Devri Mimarîsi”, Kütahya, 171-
700. 

Eyice, S. (1979). “Mescid”,  İA, 8:71-118. 

Halil Edhem. (1328). Âli Germiyan Kitâbeleri”, TOEM, 2:112-128. 
Sayılı, A. (1948). “Vâcidiyye Medresesi, Kütahya’da Bir Ortaçağ Türk 
Rasathânesi”, Belleten, XII: 655-666. 

Varlık, M. Ç. (1988). “XVI. Yüzyılda Kütahya ehri ve Eserleri”, M.Ü. FenEdebiyat Fakültesi, Türklük Ara tırmaları Dergisi, 3:189-271. 















Hiç yorum yok: