14 Eylül 2012 Cuma

İki gün üst üste et yiyemezsin! - Nihat Hatipoğlu

BAZEN bütün güzellikleri dünyada yaşıyoruz. Zaman zaman zevkimize o kadar düşkün oluyoruz ki, yaşanmadık zevk kalmasın diyoruz. Yaşanan zevklerin helal veya haram olması da önemli değildir bir kısmımız için. Yeter ki nefsimin istedikleri yerine gelsin.

Kuran-ı Kerim sınırsız zevklerin, teraziye konmamış güzelliklerin yaşanmasında ölçüyü kaçırmamayı ister. “Bütün güzelliklerinizi dünya hayatında tükettiniz. Ve onlardan açgözlülükle yararlandınız.” (Ahkaf, 20) Bu ayet-i kerime nefsani arzularını ilahlaştırmış olanlara ahrette söylenecek bir sözü hatırlatıyor.
Siz iki gün üst üste et yemenin teraziye konacağını hiç düşündünüz mü? Veya bir günde, iki defa et satın almanın sorgulanabileceğini. Hayır diyorsanız o zaman şu satırları benimle beraber takip edin.
Dönem Hz. Ömer (r.a.) dönemi. Hz. Ömer’in halifeliği dönemi genellikle bolluk ve refahla geçer. Ancak hicri 18. yılda zor bir yıl yaşanır. Bu yıla kıtlık yılı adı verilmiştir. Bu yılda Hz. Ömer aynıöğünde iki çeşit yemek yememiştir. Hatta uzun süre kuru ekmek ve sirke yiyerek halkın yaşam zorluğunu paylaşmıştır. Yani halk gibi yaşar. İdaresi altındakiler istediklerini yiyemiyor diye o da yemez. Az yer. İstediğini tüketmez.
Medine’de Avvam’ın oğlu Zübeyr’e (r.a.) ait bir mezbaha vardı. Medine’nin tek mezbahasının burası olduğu da söylenir. Hz. Ömer zaman zaman buraya gider, kesimlerde ve alım satımda birusulsüzlüğün olup olmadığını denetlerdi. Bu mezbahada alışveriş yapanları gözetlerdi. Bir gün şöyle bir olay meydana geldi. Hz. Ömer mezbahadan et satın alan bir adama dikkat etti. Bu adambir gün önce de et satın almıştı. Hz. Ömer adama doğru yürüyerek elindeki kırbacı salladı ve şöyle dedi: “Midene biraz sahip olsan da, komşuna ve amcaoğluna yardım etsen olmaz mı. Her günet yiyeceğine onun parasını muhtaç olan komşuna ve amcan oğluna versen olmaz mı” (İbnül-Cevzi, Tarihu Ömer, s. 96, Ali Tantavi, Ahbaru Ömer, s. 6)
Kıtlık yıllarıdır. Herkes et yiyemiyor. Ama bazı insanlar bu tür nimetleri fazlasıyla tüketiyor. Hz. Ömer’in hassasiyeti bu noktada yoğunlaşıyor. İslam âlimleri Hz. Ömer’in bu tavrını helali haram kılma olarak algılamamışlardır. Bu tavır, ayetlere (A’raf, 157; Bakara, 172) aykırı değil derler. Zira olağanüstü bir dönemde olağanüstü bir yöntemle, siyasi etik gereği böyle davranmış derler.Bunu hukukçular ‘maslahatı amme’, genelin yararını gözetmek için özel tasarrufta bulunabilme kapsamında değerlendirir.
Benzeri bir olay da şöyle gelişir. Medineli bir işverenin yanında çalışan işçiler başka bir adama ait bir deveyi çalarlar. Deveyi keserler ve etini yerler. Devenin sahibi suçluları ararken bu işçileribulur. Benim devemi çaldınız diye onları Halife Ömer’in (r.a.) huzuruna getirir. Hz. Ömer, işçilere deveyi çalıp çalmadıklarını sorar. Adamlar çaldıklarını itiraf ederler. Kıtlık yıllarıdır ve insanlarsıkıntı içindelerdir. Hz. Ömer neden deveyi çaldınız der. Derler ki, işverenimiz bizim hakkımızı vermedi, ücretlerimizi alamadık. Aç kaldık. Bu adamın ağılından devesini alıp kestik ve yedik.Cezamıza razıyız.
Hz. Ömer işvereni çağırtır. İşçilerin ücretini neden vermediğini sorar. Adam, değişik bahaneler ileri sürerek kaçamak cevap verir. Hz. Ömer, kesilen devenin parasını bu işadamına ödetir. Sonrada işçilerin parasını ödemesini emreder, işveren işçilere de haklarını verir. Devenin sahibi ve işçiler gittikten sonra Hz. Ömer işverene döner ve şöyle der: “Allah’a yemin ederim ki, bir daha işçilerin veya çalışanların senden haklarını alamadıkları için başkasının malına zarar verirlerse onlara değil ama sana ceza uygularım. Ve seni hırsız olarak hesaba çekerim. Hadi işinin başına dönama mazlumların parasını gasp etmeden işini yap.”
Şöyle denebilir. Hz. Ömer çok özel bir insandı. Son derece adildi. Kılı kırk yarardı. Hatta doğru sözlü ve keskin görüşlü olduğu için etrafında dost kalmamıştı. Evet, elbette ki bütün bunlar doğrudur. Ama bu özel tavırlar, Kuran-ı Kerim’i ve Hz. Peygamber’i (s.a.v.) çok iyi etüt eden bir özel insanın içtihatlarıdır. Kuran’ın özüne uygun içtihatlar. Onun içindir ki Hz. Ömer: “Ben Bakara suresini şu kadar yılda öğrendim” demiştir. Yani birebir uyguladım, okudum ve iman ettim. Yoksa bizim gibi sadece okudum, geçtim değil elbette.
Çevrenize bakın lütfen. Gülünç bir parayla geçinenler var. Çocuğuna TV reklamında gördüğü sosisi, sucuğu alamayanlar var. İştah kabartan gıdaları evladının kursağına hediye edemeyen babaaz değildir. Bir tarafta on liranın hesabını yapan var, öte tarafta bir güne on bin lira harcayabilen var. Elbette herkes fakirlikte eşit olsun demeyiz. Herkes gücüne göre yaşayacak elbet. Elbettehelal kazandığını yeme hakkı var. Ama “İki gün üst üste et yiyeceğine amcan oğluna, komşuna ikram etsen ya” diyen Hz. Ömer’in bu uyarısının hiç mi haklılık payı yok? İnanıyorum ki bugün Hz.Ömer sağ olsa ve bizim yaşam tarzımızı görse, hassasiyetimizin zafiyeti karşısında aynı sitemi yapardı. Komşunuzdan, imkânı olmayandan, fakirden habersizseniz sizin Müslümanlığınız nicedirdiye sorardı. Siz Kuran Müslüman’ı değil, geleneklerin Müslümanısınız derdi.

Hiç yorum yok: