Rekabet Kurulu, Biletix adlı internet bilet satış sitesinin, müşterileriyle yaptığı sözleşmelerde pazara girişi engellediği ve bu suretle rekabeti kısıtladığı iddiasına bağlı olarak soruşturma açtı. Rekabet Kurulu, Rekabet Kanunu’nun, rekabeti sınırlayıcı, pazara girmeyi uzun süre engelleyecek anlaşmaları rekabete aykırı saydığını belirtiyor ve Biletix’in, futbol ve canlı müzik gösterilerini düzenleyenlerle uzun süreli, ayrıcalıklı anlaşmalar yapıp yapmadığını araştırıyor. Pazara girmenin engellenmesi piyasanın doğru işlemesini engelleyen bir eylem ve suç.
Bakın, Ortadoğu şu an niye alev topu, işte işin özü buraya dayanıyor; Suriye’de Esad’ın kuzeni Rami Maluf, ülkenin en zengin iş adamıdır ve Maluf imparatorluğundan izin almadan hiç kimse Suriye pazarına girip temel sektörlerde yatırım yapamaz(dı). Yine İran Molla diktasında Rafsancani ailesi başta olmak üzere, rejimin ileri gelenlerinin yönettiği Boyadlardan (sözüm ona vakıflar) izinsiz hiç kimse piyasaya giremez. Peki, bu durum, kapitalizme aykırı bir hal miydi; hayır, piyasaya aykırıydı ama kapitalizmin, şu ana kadar ki işleyişine pek aykırı değildi. Bu kriz ortaya çıkardı ki, devlete ve tekelci yapılara dayalı bir kapitalizm uzun ömürlü değil, çökecek ve herkes altında kalacak. O zaman, özellikle piyasayı, en azından, hiç piyasa yüzü görmemiş yerlerde aksak da olsa çalıştıralım ki, krizin kronik halini öteleyelim anlayışı hâkim oldu. Bunun için, şu sıralar bizim gibi ülkelerde, rekabet ve anti-tekel yasaları çalıştırılmaya başlanırken, Suriye ve İran gibi piyasa dışı diktalar çözülmeye çalışılıyor. Bu, tabii ki bölge ve insanlık için hayırlı bir gelişme.
Peki, gerçek anlamda piyasanın (rekabetçi bir piyasanın) hâkim olduğu bir kapitalizm olur mu; olur ama bu çok kısa sürer. Nitekim Amerikalı iktisatçı Sweezy, serbest rekabet, kapitalizm için yalnız 30-40 yıllık bir dönemdir der. Kapitalizm, tarihsel ve iktisadi olarak tekelci bir düzendir. Zorunlu olarak oraya varır. Çünkü özünde, İslam’ın yasakladığı Riba vardır. (Riba yasağı yalnız faiz değildir, sömürüyü ve bütün eşitsiz, karşılıksız iktisadi ilişkileri kapsar) Şimdi Çizakça hocamız;‘İslam ekonomisi kapitalizmin ta kendisidir, orijinal, etik, çirkinleşmemiş halidir;’ diyor ve ekliyor, ‘Müslümanlar kapitalizmi ilk keşfedenler olmasalar da 7. yüzyılla 12. yüzyıllar arasında dünyada bilinen en yüksek seviyesine çıkartmışlar, sonra da tam olarak henüz anlayamamış olduğumuz nedenlerle yavaş yavaş terketmişlerdir.’ (Bkz: Star, Fadime Özkan söyleşisi; 27.8.12)
İşte sorun(yanlış) tam burada ve bu çok önemli bir sorun. Hoca, piyasayla kapitalizmi aynı ‘şey’ sanıyor. Değil işte, kapitalizm ücretli dönemdir, Said Nursi’nin dediği gibi ‘ecir’ -ücret-dönemidir. Ücret bağımsız, ‘özgür’ emek gücünün, karşılığı tam verilmemiş, hakkıdır. Emek gücü ya da emek kapasitesi dediğimiz zaman, insanın canlı varlığında mevcut olan ve onun herhangi bir kullanım değeri üretirken kullandığı fiziksel ve zihinsel yeteneklerin tümünü anlıyoruz. İşte bu andan itibaren, yani emek gücünün bağımsız bir iktisadi değişken olarak, tarihin perdesini açtığı andan itibaren- ki 15. Yüzyılın son otuz yılı ve 16. Yüzyılın başlarından itibaren kendini gösterir ilk olarak- sermaye, ticari bir fikri değerlendirecek ‘zenginlik’ olmaktan çıkarak, kar etmek için üretimde kullanılan ve bunun için de emek gücünü ‘sömüren’ servet halini alır. Ama ücret araya girdiği andan itibaren de servet -birikmiş tüccar sermayesi- başka bir hal alır ve sistem de ‘başka’ bir sistem olur ki bu kapitalizmdir. Burada ücret ancak geçim araçlarına yeter ya da yetmezken sermaye üretim araçlarına yettiği gibi, tefeci sermayesini banka sermayesine dönüştürecek muazzam bir ‘artığı’ da ortaya çıkartır. Bu artık, finans-kapitale dönüşerek tekelci-devlet kapitalizminin (olgun kapitalizmin) temelini atar.
Kahvehane ezberi!
Bu anlamda kapitalizm ile piyasa aynı şey değildir. Kapitalizmden önce piyasa vardı, kapitalizmden sonra da -gerçek anlamda- piyasa olacak. Böyle olunca, İslam, piyasayı savunur ve piyasayı savunduğu için de kapitalizme karşıdır.
Çizakça’nın yaptığı yanlış bugün çok klişe bir kahvehane ezberi ve Türkiye solunda da hayli hâkim.
Şuna dikkat edelim; üç semavi din de, eşitsiz ilişkilere, zulme karşıdır. Ama son din olan İslam, diğer ikisinden farklı olarak, topyekûn bir iktisadi ve sosyal nizam vaz eder. Yani ilk ikisinin ‘eksikliklerini’ tamamlar. Bunun için riba yasağını getirir. Sermaye birikimini sınırlar, serveti dağıtan mekanizmaları öne çıkartır. Bu anlamda İslam politik ve kapsayıcıdır. Bu anlamda İslam, ‘ümmet’ tahayyülünü ortaya atar. Burada herkesin -tek ve tek- Müslüman olmasına gerek yoktur. Ama insanın onuruna, özüne uygun ona yakışır, eşitlikçi, özgür bir yaşam ve sınırların ortadan kalktığı barış ve ahenk bu ümmetin ortak paydasıdır. Bunun için de kapitalizmle alakası yoktur ve ona alternatiftir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder