27 Ağustos 2012 Pazartesi

Siyaset Bilimi 101: Diktatörlük -Serdar Kaya


Türkiye’de ideolojik eğitim çok küçük yaşta, hatta neredeysekundakta başlar. Örneğin, Milli Eğitim Bakanlığı’nın 36 ila 72 aylık çocuklar için hazırladığı Okul Öncesi Eğitim Programında, çocuklara edindirilmesi gereken “Burnunu mendille silmek” ve “Kendi kendine yemek yemek” gibi davranışların yanısıra, Atatürkçülük eğitimine de yer verilir. Mesela, ilgili program metninde şöyle yazar: “Atatürk’ün doğum yeri, anne ve babasının isimleri, asker ve komutan olduğu gibi olgular öyküler aracılığı ile kazandırılmaya çalışılmalıdır.”
Bu şekilde çekirdekten yetiştirilen rejim militanları, günü gelip de bir üniversite diploması alana dek, dağarcıklarında ülkenin rejimi ve yakın tarihi hakkında çok sayıda ezber biriktirmiş olurlar. Özetle, Atatürk adlı süper-kahraman ülkemizi önce düşmanlardan, sonra da padişahtan kurtarmış ve ardından Cumhuriyet kurmuştur. Bir tür devr-i saadet olan Atatürk döneminde, ülkemizde büyük ilerleme kat edilmiş, demokrasiye geçilememiş olsa da geçişin hazırlıkları yapılmış, demokrasi için gerekli olan kurumlar tesis edilmiştir. Bu konuda yeni nesillere düşen görev, “O”nun gösterdiği yolda yürümek ve başka düşüncelere kesinlikle itibar etmemektir.
Dünyada Siyaset Bilimi
Türkiye’nin demokrasi serüveninin resmi özeti aşağı yukarı bu minvalde iken, acaba Batıdaki öğrenciler bu konuları nasıl öğrenirler? Demokrasi ve demokrasi eksenindeki kavramlar hakkında onlara neler anlatılır?
Herşeyden önce, Batıda demokrasi ile otoriter idare tanımlarının hemen her zaman birlikte ve karşılaştırmalı olarak verildiği söylenebilir. Öğrenciler, herhangi bir rejimin niteliğini, bu tanımlardaki kriterler doğrultusunda yargılarlar. Yani kimi otoriter liderlerin demokratikleşme “niyet”lerinden hareketle çözümleme yapılması söz konusu olmaz.
Örneğin, an itibariyle Batıda okutulmakta olan güncel Siyaset Bilimine Giriş kitaplarından biri, otoriter idareyi şöyle tanımlıyor: “Halkın tavsiyelerini dikkate almadan hüküm süren, lideri ululayan, muhalefete izin vermeyen, medyayı sıkı kontrol altında tutan, muhalefetin kökünü kazımak için polis ve orduya güvenen, her pahasına iktidarda kalmaya kararlı, demokratik olmayan idare.” (Rand Dyck. 2006. Studying Politics: An Introduction to Political Science. s. 475.)
Aynı kitap, otoriterliğin de ötesine geçen kimi özellikleri nedeniyletotaliter olarak tanımlanan idareler hakkında ise şu bilgiyi veriyor: “Otoriter idareler iktidarı sadece iktidarın kendisi için isterlerken, totaliter idareler ise, tek bir parti ve tek bir ideoloji üzerine kurulu olup, toplumu belli bir kalıba sokma misyonuna sahiptirler.” (s. 47)
Türkiye ve Diktatörlük
Tanımda totaliter idareler için sunulan “tek parti”, “tek ideoloji”, “toplumu belli bir kalıba sokma” gibi kriterlerin Türkiye’yi akla getirmemesi çok zor. Peki Türkiye, Tek Parti Dönemi’nde (1925-1945) totaliter bir idareyle mi yönetiliyordu? Yoksa sıklıkla iddia edildiği gibi, bu dönemde demokrasiye geçişin hazırlıkları mı yapılmıştı?
Bu sorunun cevabını da, Batıda okutulan bir başka güncel siyaset bilimi kitabından alalım: “Diktatörlükler her zaman bir tür demokrasi olduklarını ya da demokrasiye giden yolu hazırladıklarını iddia ederler.” (Daniele Caramani. 2008.Comparative Politics. Oxford University Press. 148.)
Sonsöz
Yukarıdaki alıntılar, Türkiye’deki herkesi ciddi ciddi düşündürmesi gereken ifadelerdir. Dünyanın ileri demokrasilerindeki insanlar nasıl bir eğitim alıyor, biz kendi çocuklarımıza neler öğretiyoruz?
Bu gibi çarpıklıkları hep “Türkiye’nin kendine özgü şartları” olduğu iddiası ile (ya da Mustafa Kemal’e ait olan “Biz bize benzeriz” sözü ile) açıklamak mümkün mü? Peki ya Türkiye’nin sözü edilen şartları dünyadaki bütün diğer örneklerden farklı olmak bir yana, hep aynı Kuzey Kore tipolojisine oturuyorsa?
Meşhur distopya 1984 aynen şöyle söylüyor: “Bir insan bir devrimi korumak için diktatörlük kurmaz, diktatörlüğü kurmak için devrim yapar.”

Hiç yorum yok: