7 Mayıs 2012 Pazartesi

Şuaybe ve Kutü'l-Amare - Mehmed Niyazi


Birinci Cihan Harbi'nin barut kokuları bütün dünyayı sarmıştı. Osmanlı'nın 2 milyon 800 bin kişilik ordusu değişik cephelerde dövüşüyordu.

Irak baştan aşağı Müslüman'dı; halkın çete savaşlarından endişe edilecekleri düşünülerek, İngilizlerin buraya çıkarma yapmayacağı tahmin edildiğinden bölgedeki birlikler Filistin ve İran cephelerine kaydırılmıştı. Bunu haber alan İngilizler, Irak'ın en güneyinde bulunan Fav'a çıkarma yaptılar ve kuzeye doğru ilerlemeye başladılar. Hiç hesapta olmayan bir cephe daha açılmış oluyordu.

Herhalde Teşkilat-ı Mahsusa'da görevli olduğu için oralardaki etkili insanları tanır, gönüllü toplayabilir düşüncesiyle cephe kumandanı olarak Kurmay Yarbay Süleyman Askeri Bey tayin edildi. Bu sırada, aslen Kafkasyalı olan, yıllar önce İsviçre'nin Zürih kentine yerleşen bir ailenin çocuğu Hamza Osman (Erkan); "Milletim savaşırken, ben İsviçre'de yaşayamam." diyerek İstanbul'a gelip Milli Savunma Bakanlığı'na savaşa iştirak etmek için başvurdu. Hamza Osman'ı Süleyman Askeri Bey'in yanında görevlendirdiler. Halktan topladıkları gönüllülerle İngilizlere karşı koydular. Basra yakınlarında Şuaybe ve Bercisiye'de çok çetin savaşlar yapıldı. Süleyman Askeri, hem kumandan hem de askerin moral kaynağı idi. Bir top mermisi ayağının birini alıp götürdü. Onu sedyeye yatırdılar; savaş alanında gezdirilen sedyeden savaşı yönetmeye devam etti. Bir birliğe, karşılarındaki tepeyi almalarına dair emir verdi; askerler gerekli cesareti göstererek onun beklediği celadetle hücum edemeyip tepeyi alamadılar. Kan kaybından ölmemesi için Süleyman Askeri'yi Nuhayle'deki kumandanlık karargâhına götürmek istediler. Top gümbürtülerinin arasında ancak arabadakilerin duyabildiği bir tabanca patladı; kanlar içinde yatan Süleyman Askeri intihar etmişti (13 Nisan 1915). Askerlerin emri yerine getiremeyişini içine sindirememişti. Son sözünün "Biz böyle mi olacaktık!" olduğu rivayet edilir. Aynı gece, çadırının olduğu yere defnedildi.

Süleyman Askeri şehit olunca, onun yerine sonradan "Sakallı" olarak anılan Albay Nurettin tayin edildi. Bu arada İngilizler Bağdat yolu üzerinde bulunan Kutü'l-Amare'yi ele geçirdiler (26 Eylül 1915). Bu bölgeye büyük birlikler sevk edildiği için Altıncı Ordu'nun başına Birinci Ordu kumandanı Mareşal Goltz getirildi. Bağdat'a yürümek isteyen İngilizler, 30 km mesafede bulunan Selman-ı Pak muharebelerinde yenildiler; Selman-ı Pak muharebeleri iki taraf bakımından da zorlu geçti; çok kayıp veren İngilizler, Kutü'l-Amare'ye çekildiler. Peşlerini bırakmayan Enver Paşa'nın amcası Halil Paşa onları kuşattı (5 Aralık 1915). İngilizlerin Dicle ordusu Kutü'l-Amare'de kuşatılan birliklerini kurtarmak için yarma harekâtına başladı; burada ricat emri veren Albay Nurettin azledildi. Vadi muharebelerinde yenilen İngilizler, Hanna'da da aynı akıbete uğramaktan kurtulamadılar. Bunun üzerine Sabis'ten hücum ettiler; Albay Ali İhsan'ın emrindeki kuvvetlerin karşısında 3.500 ölü bırakarak çekildiler. Irak cephesindeki Nixon alındı, yerine Loke getirildi. O, Felahiye'den yarma harekâtına başladı; 4 gün 4 gece süren kanlı savaş İngilizlerin hezimetiyle sonuçlandı. 19 Nisan'da Mareşal Goltz tifüsten öldü, yerine Halil Paşa getirildi. Loke, Felahiye'den bir hücum daha denedi; tekrar püskürtüldüler. Kutü'l-Amare'de kuşatma altındaki İngiliz askerlerinde açlık başladı, uçakla yiyecek atmaya çalıştılarsa da başarılı olamadılar. Çaresiz kalan Loke, kuşatılan birliklerin komutanı General Towsend'a müzakere yetkisi verdi (26 Nisan 1916). İngilizler 1 milyon sterlin ve silahlarını bırakıp Amare yoluyla Hindistan'a gitmeyi teklif ettiler. Halil Paşa kayıtsız şartsız teslimde diretince, miktarı 2 milyon sterline çıkardılar. Onu da reddedince teslimden başka çare bulamadılar.

Bu zaferin ardından Halil Paşa, askerlerine şu konuşmayı yaptı: "Aslanlar, bütün Türklere şeref ve şan, İngilizlere kara meydan olan şu kızgın toprağın güneşli semasında şehitlerimizin ruhları sevinçle gülerek uçarken, ben de hepinizin pak alınlarından öperek cümlenizi tebrik ediyorum. Ordum gerek Kut karşısında ve gerekse Kut'u kurtarmaya gelen ordular karşısında 350 subayını ve 10 bin erini şehit vermiştir. Buna mukabil bugün Kut'ta 13 general, 481 subay ve 13.300 er teslim alıyoruz. Bu teslim aldığımız orduyu kurtarmaya gelen İngiliz kuvvetleri de 30 bin zayiat vererek geri dönmüşlerdir. Şu iki farka bakınca cihanı hayrete düşürecek kadar bir fark görülür. Tarih bu olayı yazmak için müşkülata uğrayacak. İşte Türk sebatının İngiliz inadını kırdığı birinci zaferi Çanakkale'de, ikinci zaferi de burada görüyoruz."

Bugün bu topraklarda hür olarak yaşıyorsak, bedeli kefensiz yatan şehitlerimiz tarafından ödenmiştir. Mekânlarının cennet olması milletçe duamızdır.

Hiç yorum yok: