22 Şubat 2012 Çarşamba

Kültür Emperyalizmi, Ahmet Kabaklı

Yok edilen milletin dini mirasları
1945'de matbuat umum müdür muavini imzası ile, gazetelere şöyle bir tebliğde bulunulur:''Gazetelerinizin son günlerdeki neşriyatı arasında dinden bahis bazı yazı, mütalâa, imâ ve temsillere rastlanmaktadır. Bundan sonra din mevzuu üzerinde gerek tarihî gerek temsilî ve gerek mütalâa kabilinden her türlü makale, bend, fıkra ve tefrikaların neşrinden tevakki edilmesi ve başlanmış bu gibi tefrikaların en çok on gün zarfında nihayetlendirilmesi…" Kendi zulümlerini, bozgunculuklarını örtmek için geri kalmanın bütün suçunu İslâm Dini'ne yüklettiler. Husûmet tevcih etmek suretiyle ideolojilerini besleme yoluna giderek "Mürteci, gerici, nurcu, inkılâp aleyhtarı, rejim düşmanı." gibi muhayyel düşmanlar icat ettiler. Uzun seneler İslâm'a hücum etmelerinin sebebi budur. Eğer hücum etmezlerse ideolojilerini inkâr etmiş olurlardı. Azgınlıkları o dereceye varmıştı ki, bir yıldönümünde sokaklarda dolaşan şuursuz sürüler: "Karabaş tevcidini yırttık, parçaladık" diye omuzlarında taşıdıkları kocaman levhalarla Müslüman Türk Milletinin mukaddes kitabını tahkir ve tezyif ettiler. Cami duvarlarında asılı olan Kâbetullah'a, Beytullah'a aid tablolar toplattırılıyor, parçalanıyor, yahut bilinmeyen yerlere götürülüyordu. Bugün bu nefis tabloların hiçbir nam ve nişanı kalmamıştır. Cinayetin programı şöyle idi: Camiler camilikten çıkartılacak, halkevlerine benzetilecekti. Halkevleri camilerin yerine geçekti. Yani camiler halkevi, halkevleri puthane olacaktı. "Ben Cumhuriyet neslindenim. Bizim kazada, değil fes, bere ve benzeri, şapkadan başka şeyler örtünmek, sakalı olanların başları açık gezmeleri bile suçtu. Ağır cezaları müstelzim bir suç!" diyen muharrirler besleniyor, tebrik ediliyorlardı. Onların azgın devirlerinde Kur'ân diline karşı husumet o kadar ilerlemişti ki camilerde gizli gizli Müslüman çocuklarına namaz sûrelerini okutan hocalar polisler tarafından yakalanıp cürm-i meşhud mahkemelerine sevk olunurdu. Harf kanununa aykırı hareket suçu ile günlerce, aylarca mahkemelerde süründürülürdü. Diğer taraftan onların zabıtası, çarşı pazarlarda Kur'ân cüzlerini satanları takip ediyor, eline geçirdiklerini mahkemelere sevk ediyordu. Kütüphane tesisi bahanesiyle Müslüman halktan toplanan dinî kitaplar, kıymetli yazma Kur'ânlar tefsirler yok edildi. Bu eserlerin bir tanesi bile meydanda kalmadı. Müslümanlar, evlerinde bulunan Kur'ânları, tefsirleri, dinî eserleri, hakayık-ı Kur'âniye ve imaniye-den bahseden risaleleri, polisin eline geçmemek için, zahire anbarlarmda, odun depolarında, samanlıklarda saklıyorlardı. Camilerde mihrablarm etrafındaki mum şamdanlarının üstünde yazılı "Maşallah" yazılarını kazımışlardı. Âbideler, çeşmeler üzerindeki âyât-ı kerîme yazılı mermerler parçalanmıştı. Harbiye Nezaretinin (şimdiki İstanbul Üniversitesi'nin) kapısındaki Fetih âyet-i kerîmesi yazılı cihan-değer kıymeti haiz nefîs levha üzerine, siyah ve kızıl bir taş perde çekilmişti. Camilerde hulefâ-yi râşidin isimlerini havi levhalar indirilmiş, şuraya buraya atılmıştı. Sanki müthiş bir yangın ortalığı kaplamış, sanki bir işgal ordusu memleketi istilâ etmiş gibi, Kur'ân lisanı ile yazılı ne varsa hep, kırılıyor, parçalanıyordu. Âsâr-ı âtika diye bile bırakılmıyordu. Ayasofya Camii'ndeki muazzam ve muhteşem lâf-za-ı Celâl, Hazreti Muhammed ve Hulefa-yi Râşidin levhaları yerlerinden sökülmüş, indirilmiş, Bizans putları meydana çıkarılmış, bu putlara çeki düzen verilmişti. Muhteşem levhaları yok etmek, parçalamak için meçhul semtlere götürmek istenmişlerse de kapılardan çıkarmak mümkün olmadığı için bu cinayeti irtikâba yol bulamamışlar, cihandeğer kıymette olan o nadide eserleri, toz toprak içinde mahvolmak için bir kenara atmışlardı. Ayasofya'nın minareleri de yıktırılıyordu. Faks mâbed binasına zarar getireceği için bu şenaati irtikaba başka yol bulamadılar. Birçok camiler camilikten çıkarılmış, hangar haline getirilmiş, ahır olmuş, bezirganlara satılarak şarab deposu yapılmıştı


***

İyi ki İnönü Lenin karşıtı değildi

İsmet İnönü'de nedense bir eziklik kompleksi bırakmış olan Said Nursî, bir politikacı, bir tarikat kurucusu filân değil, sadece bir Kur'ân tefsircisi ve İslâm bilginidir. Günlük hâdiselerden bile ısrarla kaçan Nur-sî'nin ruhunu eserlerini ve okuyucularını siyasete zorla karıştıran İsmet Paşa ve paralelindeki gazeteler oluyordu. Nitekim "Nur risaleleri" peşine düşüldükçe basılıp okunmuş, lehte aleyhte hükümler oldukça yayılmıştır. Yani İsmet Paşa ve benzerleri Nurculuğun baş propagandacısı, reklâmcısı olmuşlardır. Ayrıca İnönücü radyo ve gazetelerden Allah'a sığınan halk kitleleri bunları kızdırdığına göre mutlaka iyi birşeydir diyerek Nurculuğa da koşmaktadır. O halde merhum Said Nursî ile uğraşması bir bakıma faydalıdır. Çünkü İnönü her kim ile uğraştı ise onu büyültmüştür. Şükredelim ki Marks, Lenin ve Mao'ya düşman değildi. Yoksa onlar bile korkarım Türk halkında rağbet görürlerdi. Sultan Hamid'i İnönü'nün iftira ve hakaretleri daha fazla ululaştırdı. Menderes, aziz ve büyük vatan şehitleri arasına girdi.
***

Kültürel yozlaşma yeni değil

Tanzimattan beri, Türkiye'de bir alay düzen değiştirici, kurtarıcı, inkılâpçı türemiştir. Hiçbiri en ufak fikir çilesi çekmemiş, fakat Avrupa'nın, kendi kaynaklarından, Hristiyanlıktan öz kapitalizminden, iş ve ilim ahlâkından geliştirerek kurduğu asri hayata ağzı açık hayran olmuşlardır. Ne idüğünü hiçbir zaman anlayamadıkları yaşayış ve teknikleri olduğu gibi aktarmak sevdasına düşmüşlerdir. Birkaç büyük şehrin, birkaç köşesinde Avrupa'ya benzer mahalleler, apartmanlar, kıyafetler ve eğlenceler kurmuşlar, bununla hem kendilerini, hem de "Batılı olduk" diye milleti aldatmışlardır.
***

Türklerde vatan haini ingilizlerden daha çok

Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları'ndaki "Millî Tesanüdü Kuvvetlendirmek" makalesinde, önemli bir müşahadesini anlatıyor:"Mütarekeden sonra İngilizleri, Fransızları yakından görmeğe, tanımağa başladık. Bunlarda ilk gözümüze çarpan cihet, medenî ahlâkın bozukluğudur. Bilhassa memleketimize gelen veya Malta'da hâkim bulunan İngilizlerin medenî ahlâklarını çok düşük bulduk. Müstemleke ahalisini soymak, mağlûplara kul köle muamelesi yapmak, harb esirlerinin ve hatta sulh esirlerinin parasını eşyasını çalmak onlarca tamamiyle helâldir. İngiliz milletinin medenî ahlâkında gördüğümüz bu düşüklüğe karşı itiraf edelim ki, vatanî ahlâkını pek yüksek bulduk. Türkiye'de yüzlerce hatta binlerce vatan haininin zuhur etmesine mukabil, bütün İngiltere'de tek bir vatan haini zuhur etmedi."
***

İsmet İnönü’nün Fatih Sultan devri yorumu

"En önemli meseleyi aşırı sağın teşvikinde görüyorum. Dünyanın bugünkü ihtiyacı ortada iken bizdeki aşırı sağın beş asır önceki ilimle yetinip devrin saldırı zihniyetini bugünün bilimine, öğretimine ve bilim müesseselerine tatbik etmeğe çalışmasında mahzur olmayacağını zannetmek, beş asır evvelki taassub, irtica, cehalet ortamından medet ummak demektir."
***

Türkçeyi soyan kurum

Soru: Türkiye niçin çağların gerisinde kalıyor. Cevap: Türkiye birinci sınıf ilim adamlarına sahip değildir de, onun için çağların gerisinde kalıyor. Üniversitesinde yalnız politika yapılan bir ülkedir de, onun için çağın gerisinde kalıyor. Gazetelerinde, dergilerinde, meclisinde, ilim kurullarında yalnız muhalefet, yalnız çıkarcılık ve yıkıcılık yapılan bir ülkedir de onun için çağın gerisinde kalıyor. Bir Dil Kurumu vardır. Bu bir Dil Akademisi. Yani sözde Türkçe'nin ilmini yapması lâzım gelen bir teşekküldür. Bu teşekkül ne yapıyor? Bu teşekkül Türkçe'yi soymakla, bozmakla vakit geçiriyor. Neden bunu yapıyor? Bunun birçok sebebi var. Hepsini bir yana bırakalım. Bunu çıkarcılık için yapıyor. Neden? Sebep şu: Mustafa Kemal ölürken İş Bankası'nda bıraktığı paranın bir kısım faizleri bu kuruma tahsis edilmiştir. Şimdi bu mirası yemesi lâzımdır. Bunu nasıl yiyecektir? Ağız kalabalığına bürünerek, Atatürkçü görünmek, Atatürkçülük yobazlığı etmek suretiyle, Atatürk'e çalışır görünmekle. Meselâ Atatürk'ün bir nutku var, değil mi? "Ey Türk Gençliği" diye başlıyor. Bu nutku tutup uydurma arı diline çevirirler. Çünkü para böyle yenir, bu miras böyle çekilir. Görüyorsunuz ki, gayrıilmî şekilde, Atatürk'ü ve onun eserini yoketmek için dahi Atatürkçü maskesi kullanmaktadır. Meselâ Atatürk orada:"Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur" der. Bunlar şöyle çevirirler: "Sana gerekli olan güç, damarlarındaki soycul kanda vardır"

Hiç yorum yok: