12 Şubat 2012 Pazar

Sır perdesi açılıyor, Savaşlar ikiye ayrılır; Kurtuluş Savaşları ile Kurtulma Savaşları - canmehmet.com


Üzerimize oynanan ve birinci etabı Kurtuluş savaşı ile noktalanan, “Büyük Oyun”u çözmenin yolu, ilk dış borcumuzu (*) aldığımız Kırım Savaşı’nda (1853) görünürde yanımızda olan, gerçekte geleceğimizi örümcek ağı misali ören İngiliz-Fransız-Rus tezgâhından geçmektedir. Oyunun ikinci etabı,Arap baharı mıdır? ABD başlangıçtan beri Rusların gizli ortağıdır. (**) Avrupalılar bu nedenle, “AB” İmparatorluğunu kurmuşlardır.

Ve Sonun başlangıcı, Kırım Savaşı ve İngiliz Başbakanı William Gladstone,
“19. yüzyıl boyunca Osmanlı Devleti’nin kaderi üzerinde en fazla etkili olan devlet İngiltere oldu. Her ne kadar bu yüzyıldaki bağımsızlık hareketlerini desteklemiş olsa da, özellikle 1875 yılına kadar dış politikadaki temel ilkesi Rusya ya karşı Osmanlı Devleti’ni korumaya yönelikti.

Bu politikanın uygulamadaki en belirgin örneği Kırım savaşı oldu. İngiltere, Osmanlı Devleti’nin Rusya etkisinde kalmasını yâda Rusya’nın Karadeniz üzerinden Akdeniz’e açılmasını engellemeye çalıştı.

1833 Hünkâr İskelesi Anlaşması, İngiltere ve Rusya açısından da çok önemliydi. Rusya bu anlaşmayla Osmanlı Devleti’ni himayesi altına almış oluyordu ki, bu dönemde Rusya’nın temel politikası Boğazların başka devletin eline geçmesini engellemeye yönelikti.

Bu açıdan Osmanlı Devleti’nin tamamen yok edilmesi yerine Rusya’ya bağlı tutulması daha uygun bir politikaydı." (1)
Bu düşünce, hem İngilizler, hem Fransızlar hem de ABD tarafından kabul görmektedir. Amaç bizim bu bölgede tamamen yok olmamız değil, bir denge unsuru, ancak bağımlı (akvaryumda balık misali!) olarak yaşamamızdır. Kurtuluş savaşında da nihai hedeflenen-yapılan budur.

Burada konuya açıklama getirmek adına bir örnek vermek gerekirse,

Kurtuluş Savaşında dikkatlerden kaçan bir husus vardır. İngiliz-Fransız-İtalyanlar ülkemizi işgal etmelerine rağmen bizimle (ordumuzla) savaşmamışlar, bundan titizlikle kaçınmışlardır.

-“Mustafa Kemal kararını verdi. Danışmanlarından kimisi, yenilgi riskine girmeden, derhal barış yapmasını istediler. Çoğunluksa,  şiddetle derhal saldırıya geçip İngilizleri bir kenara itmesinden Yunanlılara yetişip, onları Atina’ya dek kovalamasından yanaydı.

-Mustafa Kemal, en belirgin değerlerinden biri olan soğukkanlı muhakemesi sayesinde, birinin boş övüngenliğini ve diğerinin iradesizliğini dikkatle tarttı.

-Kararı barış aleyhinde oldu. Bu durumda, istediği koşulları elde etmesi kesinlikle olanaksızdı. Koşulları görüşmek değil, onları kabul ettirmek istiyordu. Yunanlıları şimdi yakalayacaktı. Harrington’ın son dakikada metanetinin tükeneceğine ve onun geçmesine izin vereceğine inanıyordu.

-Bir “yetenek testi” uygulamaya karar verdi. İki bin kişilik bir süvari birliğinin İngiliz hatlarına doğru ilerlemesini emretti. Süvariler sert bir şekilde burduruldular; durum ciddi görünüyordu.
Şans yıldızına güvenip kumar oynaması gerekiyordu. Zayıf iradeli bir rakibe karşı işe yaraması mümkün olan bir hile, bir ‘ruse de guerre’ (savaş hilesi) uygulamayı deneyecekti.

Piyadesinin silahları ters çevrilmiş halde ve dostça, barışçıl davranarak İngiliz mevzilerine doğru ilerlemelerini; eğer mümkün olursa yürüyüp geçerek İngiliz müstahkem mevkilerini işlevsiz bırakmalarını emretti.

Tehlike büyüktü. Her iki tarafta da birliklerde sinirler gergindi. Bir kurşun, bir yanlış anlama, verilecek fevri bir emir savaşı başlatacak ve Türkiye İngiltere’yle savaşa girmiş olacaktı."

(O an İngiltere ülkemizde işgalci değil midir?)

-"Ancak, bir tek kurşun bile atılmadı. Siperdeki İngiliz askeri ne yapacağını bilmez bir halde şaşkın, kalakalmıştı: Aldıkları emirler oldukça müphemdi: Ateş etmeksizin ya da güç kullanmaksızın Türkleri durdurmaları istenmişti. Türklerse ne duruyor ne de savaşıyorlar; sadece ilerleyişlerini sürdürüyorlardı.

-Durum oldukça kritik bir noktaya gelmişti: Türkler dikenli tele yaklaşmışlardı; İngiliz kumandana “Dur” emri geldiği zaman, teli aşmaya başlamışlardı bile: Bir ateşkes yapılmıştı.” (2)
....
Kaldığımız yerden devamla...

Rusya Başbakanı Nesselrode, Rus politikasını şu şekilde belirtiyordu:

“Bu muharebede (1828-1829) Osmanlı Devleti’nin başkentine kadar ilerleyip, Osmanlı Devleti’ni ezmek elimizdeydi. Avrupa kıtasında Osmanlı Devleti’ni büsbütün bitirmek isteseydik hiçbir devlet buna mani olamayacak ve hiç bir tehlike bizi korkutmayacaktı.

Lakin İmparatorun düşüncesi, Osmanlı Devleti’nin ancak bizim korumamız altında yaşayabilecek bir hale getirilmesidir. Bu, ülkemizi yeni fetihlerle genişletmek yahut onun yerine, sonraları bizimle rekabet edebilecek birtakım hükümetler kurmaktan daha hayırlıdır.

Biz Osmanlı Devleti’ni yok etmek istemekten ziyade onu bugünkü durumunda tutma çarelerini aramaktayız, Mademki bu devlet ancak bize tabi olmakla bize faydalı olabilir, biz de ondan taahhütlerini tam olarak yerine getirmesini ve bütün isteklerimizi hemen yürürlüğe koymasını isteyebiliriz”(3)
….
“Kırım Savaşı, 4 Ekim 1853 - 30 Mart 1856 tarihleri arasındaki Osmanlı-Rus Savaşıdır. Birleşik Krallık, Fransa ve Piyemote-Sardinya'nın Osmanlı tarafında savaşa dâhil olmasıyla savaş, Avrupalı devletlerin Rusya'yı Avrupa ve Akdeniz dışında tutmak amacıyla verdiği bir savaş halini almıştır. Savaş, müttefik güçlerin zaferiyle bitmiştir.

-Savaşın sebepleri

Rusya, 1853 yılından itibaren Kavalalı Mehmet Ali Paşa bunalımı sırasında takip ettiği zayıf bir Osmanlı Devleti üzerinde etki alanı kurma politikasını bırakarak, bu devleti yıkma politikası takip etmeye başladı. Bunu gerçekleştirebilmek için de kutsal yerler sorununu kullandı. Osmanlı Devleti,Hıristiyanlarca kutsal sayılan Kudüs ve çevresinde Katolik ve Ortodoks cemaatlerine çeşitli ayrıcalıklar tanımıştı.

1853 yılına gelindiğinde ayrıcalıklar konusunda Rusya ile Katolikliğin dünya çapında savunuculuğunu yapan Fransa çatışmaya başladılar. Bu durumu bahane eden ve asıl amacı"Hasta adam" gözüyle baktığı Osmanlı Devleti'ne ve onun bekasına son vermek isteyen Rusya, Birleşik Krallık'a mirasın paylaşılması teklifinde bulundu.

Ancak, çıkarları gereği Osmanlı Devleti'nin toprak bütünlüğünün muhafazasından yana olan Birleşik Krallık bu teklifi kabul etmedi. Bunun üzerine Rusya, tek başına harekete geçerek, Osmanlı Devleti'ne bir ittifak teklifinde bulundu ve bu devletin sınırları içinde yaşayan Ortodoksların koruyuculuğunun Rusya'ya bırakılmasını önerdi.
Osmanlı Devleti Britanya’nın da desteğine güvenerek Rus isteklerini reddetti.

Bu bağlamda gelişen Osmanlı Devleti-Rusya gerginliği, Birleşik Krallık başta olmak üzere Avrupa devletlerinin de ilgisini çekmekte gecikmedi. Birleşik Krallık hükümeti, 1853'te yaşanan gerilim sırasında Rusya'ya karşı Osmanlı Devleti'ni destekleme politikasını benimsedi.

Bu tercih, Osmanlı Devleti'ne destek olma isteğinin ötesinde, Avrupa'daki güç dengelerini yeniden tanımlama amacı taşıyordu. Avusturya İmparatorluğu'na karşı 1848 yılında başlayan Macar ayaklanmasının Rusya'nın yardımıyla kanlı bir şekilde bastırılması, bu dönemde Rusya'nın Avrupa'da artan bir şekilde güç kazanmasının göstergesi olarak yorumlanmıştı.

Birleşik Krallık, bu ve benzer nedenlerle Avrupa'daki güç dengesinin kendi aleyhine bozulmasını engellemek istiyor, bu amaç doğrultusunda Rusya'nın güçlenmesinin önüne geçmeye çabalıyordu. Bunun yanında, Osmanlı Devleti'nin dağılması Rusya'nın topraklarını güneye doğru genişletmesi anlamına gelecekti; bu durum Birleşik Krallık'ın Asya'daki kolonilerine (özellikle Hindistan'a) ulaşmasını zorlaştıracaktı.

Fransa Rusya'nın Avrupa güçler dengesinin dışında tutulması konusunda Büyük Britanya hükümetiyle benzer bir politika izliyordu.

Rusya'ya bağlı olan Polonya topraklarında yeniden bir bağımsız Polonya kurulması ve bu bağımsız devletin Fransa'nın müttefiki olması olasılığı da Fransa'yı Rusya'ya karşı cephe almaya teşvik ediyordu. Bu ve benzer nedenlerle, Rusya'ya karşı girişilebilecek bir müdahale, Fransa'yı Avrupa'da yeniden üstün duruma getirebilirdi.

Bu nedenlerle Fransa, Osmanlı Devleti-Rusya geriliminde, tıpkı Birleşik Krallık gibi, Osmanlı Devleti'nden yana bir tutum takındı.

Prusya başta olmak üzere merkezi Avrupa devletleri bu düşüncelere karşıydı. Özellikle Avusturya,savaş sonunda yapılacak antlaşmadan ve ortaya çıkacak yeni statükodan endişeli idi.(4)

Toparlarsak...

Büyük devletlerin ve özellikle de Batılı gelişmişlerin çıkarları doğrultusunda bu bölgede zayıf bir Türk devleti yaşatılmak zorundadır.

Bunu en güzel açıklayan herhalde Kurt! İngiliz Başbakanı Churchill olmuştur.
-”Türkiye’nin ağırlığı 35 kg da tutulmalıdır. Türkiye’nin ağırlığı eğer bu kilonun üstüne çıkarsa başına gaileler açarak yeniden 35 kg. a indirilmelidir.”  (5)

Peki, nedir başımıza açılan gaileler!

www.canmehmet.com
  
(*) Osmanlı Devletinin İlk dış borcu, Kırım Savaşından (1853-1856) hemen sonra gerçekleşti. “Osmanlı Devleti, İngiltere Hükümetinden 2,5 milyon altın lira aldı ve 3,3 milyon altın lira borçlandı. Bu borca Mısır vergisi karşılık gösterildi.” Bununla herhalde bir taşla iki kuş vurulması planlanmıştır; Bir taraftan Osmanlının dalları budanırken, diğer taraftan da, Tahıl deposu Mısır (gelirinin üzerine de ipotek konularak) geleceğe sömürge olarak hazırlanmaktadır.
(**) İlerleyen bölümlerde açıklandığında da görülecektir. Fırsatların değerlendirilmesinde, örneğin, İkinci dünya savaşı sonrasında olduğu gibi ABD ve Rusya Avrupa ve diğer devletlerin bölgedeki çıkarıları aleyhine sıkı bir işbirliği yapmaktadırlar. Rusların uzay çalışmalarında herhalde ABD'lilerin katkıları unutulmayacaktır.
(1-3)“Büyük Oyun” İngiltere Başbakanı Gladstone’un Osmanlı’yı Yıkma Planı, Prof. Dr. Taha Niyazi Karaca
(2).”BOZKURT”,   H.CC. ARMSTRONG  1.Baskı Mayıs 2005 NOKTAKİTAP
(4)ANDIÇ, Fuat ve ANDIÇ, Süphan: Kırım Savaşı, Âli Paşa ve Paris Antlaşması; İstanbul: Eren Yayıncılık, 2002. (Vikipedi)
(5)Milli Güç ve Milletleşme Gerçeği, Metin Murat ARSLAN, Sosyolog

Hiç yorum yok: