19 Şubat 2012 Pazar

Mavi Altın -Prof. Dr. Mete GÜNDOĞAN


Bildiğiniz gibi, her zaman endişeyle bahsettiğimiz iki tehlikeden biri küresel finansal kriz, diğeri de küresel iklim değişikliğidir. Küresel iklim değişikliği, insanoğlu için hayati öneme sahip olan su kaynakları sıkıntısını oluşturmaktadır. Bu durumun da gelecekte yaygın su savaşlarına sebep olacağını biliyoruz.
Aslında su savaşları çoktan başlamış da bizim kamuoyunun birincil önceliğinde olmadığı için pek dikkat çekmemiş! Bu yazımda ve bundan sonraki yazılarımda bu hayati konuya dikkatinizi çekmek istiyorum.
Bugün dünyada yaklaşık 2.5 milyar insan içilebilir suya ulaşamıyor. Evlerine kadar gelen borulardan, çeşmelerden değil de sağda solda oluşmuş birikintilerden, göletlerden, kuyulardan veya akan sulardan hayvanlarla birlikte ihtiyaçlarını gidermeye çalışıyorlar.
Borularla evlerine kadar gelip de çeşmelerden su ihtiyaçlarını gideren yaklaşık 1.5 milyar insanın kullandığı sular ise sağlıklı değil. Gerek kimyasal atıklar, gerek hormonlar, gerek kozmetikler, gerek çeşitli eczalar gerek tarımsal ilaçlar ve gerekse diğer atıklar sebebiyle kullanılan su kirletilmiş durumdadır.
Özetle, hâlihazırda dünya nüfusunun yarısının içilebilir sağlıklı suya ulaşma sorunu vardır. Dünyadaki hemen hemen her iki kişiden birinin tükettiği su sağlıksızdır.
Bugün, suyun %70’i tarımda, %20’si endüstride ve %10’u da insanların kullanımında tüketilmektedir.
Cenab-ı Allah dünyamızda çok güzel bir denge kurmuştur. Dünya yüzölçümünün yüzde 71’ini denizler, yüzde 29’unu karalar oluşturur. Denizlerde buharlaşan sular tertemiz bir şekilde bulutlarla karalara taşınırlar. Bulutlardan akan ve yerin altından gelen sular çeşitli şekillerle tekrar denizlere ulaşırlar. Bu arada geçtikleri her yere hayat verirler. İnsanların kullanımına arz edilirler. Bu su tertemiz bir şekilde insanlara bir nimet olarak “bedava” verilmiştir.
Ancak bu nimet, önce kısıt haline akabinde de hemen bir ticari mal haline halihazırda getirilmiş durumdadır. Bunun doğal bir sonucu olarak da pazar kavgaları ve pazar kavgaları da savaşları beraberinde getirecektir.
Dünyada birkaç dev şirket suyu ticari bir mal olarak kullanmakta ve milyarlarca dolar para kazanmaktadır. Tıpkı petrolde olduğu gibi suda da küresel karteller oluşmaktadır. Nasıl petrol “siyah altın” olarak anılıyorsa, bugün su da “mavi altın” olarak anılmaktadır. Nasıl ki “siyah altın” kartelleri bugün artık hükümetler devirebiliyor ve savaşlar çıkartabiliyor ise “mavi altın” kartelleri de aynı yoldadırlar. Aynı şekilde güçlenmektedirler.
Bugün dünyada suyu ticari mal olarak işleyen küresel şirketlerin öncüleri; Thames Water, Vivendi ve Suez şirketleridir. Bu şirketlerden biri İngiliz, diğerleri Fransız şirketleri gibi görünse de uluslarüstü ve küresel yapıda olduklarını unutmamak gerekir. Bunların ortak olduğu, desteklediği, ilişkiler içerisinde olduğu daha yüzlerce şirket var.
Tabi bunların yanında CocaCola, Pepsi, Nestle vb. gibi büyük miktarlarda temiz suyu kullanıp meşrubat olarak satan şirketleri de unutmamak gerekiyor. Çünkü en büyük hammaddeleri su ve onu da yok pahasına ediniyorlar!
Gelişmekte olan ya da fakir olan ülkelerde bu şirketler su kaynaklarını halihazırda ele geçirmiş durumdadırlar.
Nasıl mı?
Tabi ki özelleştirme başta olmak üzere değişik bir çok vaat ve kandırmacalar ile!
Evet şimdilik bu kadar.
Bir mania olmaz ise bundan sonra da bu konuya devam edeceğim ve sonuna kadar gideceğim. Çok ilginç şeyler oluyor.

Mavi Altın (2)
Su kaynaklarımız hızla kirletiliyor ve özelleştiriliyor. Daha önce de ifade ettiğim gibi, suyun %70’i tarımda, %20’si endüstride ve %10’u da insanların kullanımında tüketilmektedir.
Sanayinin sularımızı nasıl kirlettiğini biliyoruz ve bu konuda ciddi bir tedbir alınmamaktadır. Gerek yerel yönetimler gerekse merkezi yönetim sanayinin su kirletmesine çeşitli şekillerde göz yummaktadır. Bu konuda beklide yüzlerce filim veya haber izlemişsinizdir. Ancak değişen bir şey yok!
Suyumuzu kirleten başka bir sektör de tarımdır. Tarımda kullanılan hormonlar ve ilaçlar direkt suyumuza da karışmaktadırlar. Bu hormonları ve ilaçları da bizler su içerek bünyemize almaktayız.
Dünyada yapılan bir araştırmaya göre son beş yılda balıklardaki cinsiyet farklılığı hızla artmaya başlamış. Dişi sayısı artıyormuş. Bunun sebeplerinden birinin hububat için açıktan atılan zirai ilaçlar olduğu söyleniyor. Açıktan uçakla veya değişik şekillerde atılan ilaçlar zamanla yağmur sularıyla bir şekilde taşınarak suyumuza karışmaktadır.
Hububat için özellikle de mısırlarda kullanılan zirai ilaçlarda “ATRAZIN” isminde bir aktif madde var. Bu aktif maddeyi Syngenta isimli İsveç kökenli bir firma üretiyor. Kendi ifadeleriyle Syngenta, lider küresel bir tarım şirketidir.
Kaliforniya Üniversitesinden (Berkeley) biyolog Tyrone Hayes atrazin ile ilgili dataylı bir çalışma yaparak şu sonuçlara ulaşmış. Kurbağalar üzerinde yaptıkları testlerde atrazin erkek kurbağaları kadınsılaştırıyormuş. Atrazin çeşitli şekillerde insan vücuduna da giriyor ve insanlarda da davranış bozukluğuna vesile oluyor.
Tarımda kullanılan çeşitli ilaçların erkeklerde sperm düşüklüğüne sebep olduğu ise zaten bilinen bir gerçektir (National Geografic 2005). Yapılan araştırmalar atrazinin aynı zamanda prostat kanserine, meme kanserine ve yumurtalık kanserine sebep olduğu da biliniyor.
Bütün bunlar bilindikten sonra ABD’de ve Avrupa Birliğinde atrazin aktif maddesinin kullanımı yasaklanmış.
Şimdi merak ediyorsunuz ülkemizde de yasak mı diye.
Hayır. Atrazin aktif maddesinin kullanımı henüz ülkemizde yasak değil . Atrazin aktif maddesi ülkemizde Gesaprim ilacı olarak hala satılıyor. Zaten Tarım Bakanlığının elinde bu konularda nitelikli araştırma yapabilecek laboratuar ve ekip/ekipman yok ki!
Şimdi diyeceksiniz ki “Aman Allahım, bundan sonra çeşmeden akan suyu değil hep şişe suyunu içeceğim” değil mi? Acele etmeyin o konuda da bir şeyler söyleyeceğim.
Şimdi bu zamana kadar dediklerimi kısaca şu şekilde özetleyeyim.
Yaşayan her şey sudan yaratılmıştır. Suyu Allah bize bedava ve tertemiz olarak vermektedir. Ancak bugün suyumuz hem kirletilmekte hem de ticarileştirilmektedir. Bu ikisi birbirine paralel ve dayanarak yürütülmektedir.
Bu herkesi doğrudan ilgilendiren bir konudur. Kayıtsız kalamayız, kayıtsız kalmamalıyız. Ben kendi adıma bu konuya devam edeceğim.


Mavi Altın (3)
Gerek küresel iklim değişikliği sebebiyle gerekse hızla kirletilmesi sebebiyle insanoğlunun kolaylıkla erişebileceği temiz su kaynakları süratle azalmaktadır. Su, 15 – 20 yıl içerisinde önümüze en büyük sorun olarak çıkacaktır. Daha şimdiden bu konuda çeşitli çalışmalar yapılıyor ancak bu çalışmaların ardındaki niyetlerin ne olduğunu tam olarak bilebilmemiz mümkün değildir. Bizler, bu konularda yapılanlardan neyin ne olduğunu anlamaya çalışıyoruz.
İlk tespit edebildiğimiz gerçek, suyun süratle ticari bir mal haline getirildiği gerçeğidir. Aslında sadece bu gerçek bile hepimizi harekete geçirmesi gerekiyor. Çünkü suyun ticari bir mal haline getirilmesinin acı sonuçları dünyanın birçok yerinde yaşanıyor. Ancak dünya kamuoyu bu gerçeklerden yeterince haberdar değildir.
Bugün su, yaklaşık 500 milyar dolarlık değeri ile petrol ve elektrikten sonra üçüncü büyük pazara sahip bir ticari mal olmuştur. Liberal ekonominin özelleştirme furyası arasında sessiz sedasız yerini de almış durumdadır.
Bu çerçevede işe önce gelişmekte olan ülkelerden başlanılmıştır. Gelişmekte olan fakir ülkeler su kaynaklarını küresel şirketlere devretmeye zorlanmaktadırlar. Halka temiz su getirmek için yatırım yapılacak bahanesi ile özelleştirilen dünyadaki temiz su kaynakları, aslında bir bir küresel yapılanmanın eline geçmektedir. Bu işte de malum uluslar arası ekonomik kuruluşlar tetikçilik yapmaktadırlar.
Örneğin 1990’lı yılların sonuna doğru, Dünya Bankası Bolivya’ya yapacağı yardımlara “gizli şart” olarak suyun özelleştirilmesini koymuştur. Tabi bu halka anlatılırken fiyakalı bir gerekçe bulunmuştur elbette.
Ben size o gerekçeyi kurgulayayım hemen;
“Evlerinizde çeşmelerden temiz, içilebilir bir suyun akmasını istemez misiniz? Elbette istersiniz. İşte bunun için evinizdeki çeşmelerden tutun da suyun işlendiği arıtma tesislerine kadar her aşamada ciddi teknik ve teknolojik yatırım yapılması gerekir. Altyapının komple değiştirilmesi gerekir. Ama, devletin bu yatırımları yapacak parası yok!
Pekiyi ne olacak?
İşte size küresel bir şirket. Eğer suyu özelleştirip bunlara verirsek, bütün bu yatırımları babalarının hayrına size yapıverecekler. Eh, bunun karşılığında da cuzi bir ücreti hak ederler herhalde. Adamlar o kadar yatırım yapacaklar…”
Tabi bu işin başına pis sudan bulaşan hastalıkları da koyarak insanları korkutmayı ihmal etmemek lazımdır!
Hikaye böyle devam eder ve sonunda küresel elitler suya saati takarak yaptıkları yatırımı defalarca çıkaracakları gibi hayati-stratejik bir ihtiyacı da kontrolleri altına almış olurlar.
İşte bu anlattıklarım dünyanın birçok yerinde hali hazırda uygulanıyor. Hali hazırda bu küresel elitler insanoğlunun suyunu kontrolleri altına almış bulunuyorlar. Halihazırda birçok yerde insanlar “paraları olmadığı için” çeşmeden akan temiz suyu değil hayvanlar gibi yağmur birikintilerini içiyorlar.
Oralarda tiyatro bu şekilde oynanırken bizde de sanki kirli bir hazırlık başlamış durumda.
Kartlı sayaçlar ne demek oluyor zannediyorsunuz. Kartınızı alıyorsunuz, eğer para verip kontör almazsanız su tüketemiyorsunuz!
Pekiyi paranız yoksa ne yapacaksınız? “Para yoksa su da yok” mu?!
İnanın bu kartlı sistem iyice yerleştikten sonra göreceksiniz bu suyun dağıtımı özelleştirmesi de hemen akabinde gecikmeden başlayacaktır. Tıpkı şu anda elektrik dağıtımlarının özelleştirildiği gibi.
Köşe doldu ama benim söyleyeceklerim daha bitmedi.


Mavi Altın (4)
Su ile ilgili olarak yazdığım “Mavi Altın” serisi oldukça ilgi çekiyor. Bu yazı serisi bittikten sonra da konuya olan ilgim ve yazılarım devam edecek. Benim bu konulara fazla “bulaşmamamı”, sonra başımın belaya girebileceğini tavsiye edenlere hep şunu söyledim. Ben bu konu ile inançlarım gereği sonuna kadar ilgileneceğim. Su konusu kesinlikle ihmal edilemeyecek kadar çok önemli bir konudur. Hele hele tüccarlara ya da tüccar zihniyete hiç bırakılmamalıdır.
Suyun hızla ticarileştirilmesine paralel olarak aslında insanoğlu hızla çok tehlikeli bir mecraya sokulmaktadır. Bir yandan hızla özelleştirmeler devam ederken diğer yandan da tüketim şişe sularına yönlendirilmektedir. Evimizdeki ya da tarlamızdaki kuyulara bile saat takmaya başladılar. Bankalar bu konularda kredi veriyor…
Bu yönlendirmeler neticesinde insanoğlunun en temel tüketim hakkı elinden alınmaktadır. Hala uyuyacak mıyız?
Bakınız, ABD’de geçtiğimiz yıl 31 milyon litre şişe suyu tüketilmiş. Bunun ticari hacmi yaklaşık 10.8 milyar dolar. Bütün dünyadaki şişe suyu tüketiminin ise 100 milyar doların üzerinde olduğu tahmin ediliyor. Büyük bir rant. Örneğin Nestle 70 değişik marka ile dünyada şişe suyu satıyor! Coca-Cola, Pepsi, Nestle gibi küresel şirketler dünyadaki en temiz su kaynaklarını araştırıp bu kaynakları şimdiden çok ucuza ele geçirmenin peşindeler. Bunun için her şeyi yapabilecek şekilde konuşlanmış ya da şartlanmış durumdalar.
Hatta, Coca-Cola bazı yerlerde – halka sevimli gözükmek için – çiftçilere bedava gübre bile dağıtmış. Ancak BBC’nin yaptığı araştırma neticesinde bu gübrelerin aslında fabrika atığı olduğu ortaya çıkmış. Artık gerisini siz hesap edin.
Birleşmiş Milletler’in yaptırmış olduğu bir araştırmaya göre ise dünyadaki bütün insanlara içilebilir çeşme suyu ulaştırmak için gerekli yatırım bedelinin 30 milyar dolar olduğunu söylüyor.
Şu haksızlığa şu adaletsizliğe bakınız Allah aşkına! Her yıl şişe suyu için dünyada 100 milyar dolar harcanıyor. Bunun bir defasında üçte biri ile bütün insanlara içilebilir çeşme suyu ulaştırmak mümkün.
Ama bununla ilgilenen var mı? Hayır. Herkes kendi cebi için çalışıyor. Adil bir dünya için çalışan yok. Adaletsizliği nakde çevirmeye çalışan ise çok, çok, çok.
Arabesk bir ifade ile “batsın bu dünya düzeni” demeyelim de ne diyelim peki?
Hoş, şişeden çeşme suyu içmek için para veren insanlara da ne demeli bilemiyorum. Doğal Kaynakları Koruma Konseyi avukatı Eric D. Olson, yaptıkları bir araştırmaya göre şişelerde satılan suların hemen hemen hepsinin çeşme suyu olduğunu tespit ettiklerini söylüyor. Ama ustalıkla yapılan reklam ve yönlendirmeler sayesinde insanlar hızla şişe suyu tüketmeye de devam ediyorlar.
Su ile ticari ilgileri olan bu küresel elitler çok rahat yalan söylüyorlar. Dahası, yalanı doğrudan daha iyi söylüyorlar. Onların propagandalarına ya da yalanlarına kanmamak lazımdır. Bunlar insanları tehdit ediyorlar. Yüklü tazminat davaları açıyorlar. Dolayısıyla da insanları korkutup pıstırıyorlar.
Böyle giderse ileride bize güneş ışığını da havayı da satacaklar haberiniz olsun. Bunu espri olsun diye söylemiyorum. Bazı bilgilere ulaştığım için söylüyorum.
Hükümetler ise bu konulardan ya habersiz ya da ilgisiz. Haber almak isteseler de hemen yine bu konunun ajanları onları haberdar edip yönlendiriyorlar.
Haftaya bu konuyu son bir yazı ile tamamlayacağım. Size somut bir örnek de vereceğim. İnşaallah!

Mavi Altın (5)
Bu, su ile ilgili sıkıntılara dikkat çeken beşinci makalem. Bu sıkıntıları birkaç grupta toplayabiliriz. Öncelikle iklim değişikliğinden dolayı su rejimi değişiyor. İkincisi, mevcut su kaynaklarımız kirletiliyor. Tabi bunun sosyal yönü de var. Örneğin, su içerisindeki hormonlar, insanların davranışlarını etkiliyor. Üçüncüsü, küresel elitler tıpkı petrolde olduğu gibi su üzerinde de küresel bir tekel oluşturmaya başladılar. Dördüncüsü su konusunda oluşturulan sistematik yalanlar ve yönlendirmeler. Sonuncusu ve beklide en önemlisi suyun ticarileştirilmesidir.
Burada suyun ticarileştirilemeyeceğini ve insanlığın ortak malı olduğunu ısrarla vurguluyorum. Ancak küresel çete işlerini öyle bir ustalıkla yapıyor ki sanki biz değil de onlar haklıymış gibi bir genel kanaat oluşturmuş durumdalar.
İşte şimdi size somut bir örnek vereyim.
Bildiğiniz gibi 2009 Dünya Su Konseyi toplantıları 16-22 Mart tarihleri arasında İstanbul’da yapıldı. Bunun masraflarına bizden İSKİ, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve DSİ katıldı. 5. Dünya Su Forumu Genel Sekreterliğini de DSİ 14. Bölge Müdürlüğü yapıyor. Hem hükümet hem de Belediye katıldığı için resmi bir görüntüsü var.
Toplantılarda bir sürü fiyakalı ifadeler kullanılmış ve kararlar alınmış. Okuyunca bakıyorsunuz ki her şey düşünülmüş! Adalet, hakkaniyet, kalkınma vs vs. “Breh breh breh, çok faydalı ve fiyakalı bir toplantı olmuş” hissine kapılasınız diye her şey yapılmış.
Pekiyi,
bu Dünya Su Konseyi neyin nesi?
Kim kurmuş bu konseyi?
Kimler seçmiş bu adamları?
Kimler denetliyor bunları?
Seçimler ve denetimler nasıl yapılıyor?
Bu soruların cevaplarını bilen var mı?
Yok.
Adamlar biraz poz yapıp artistik hareket yapınca bizimkiler hemen önem atfediyorlardır. Tam Kemal Sunal’lık manzaralar!
Bakınız, dünya su konseyi başkanı Loic Fouchen ne demiş; “su faturasına, cep telefonu kadar ödeme yapmaya razı olursak hiçbir sıkıntı kalmayacak”.
Ne demek bu? “Su için düzenli para ödemeye hazır olun” diyor. Aksi takdirde sıkıntılar devam edecek. Modern eşkıya. “Ya paranı ya canını” diyor!
Bu hazret daha toplantıdan önce, 2009 İstanbul Dünya Su Forumu gündeminin özelleştirmeler olduğunu ilan etmiş.! Sanırım gerisi mugalatadan ibaret. Adamın bağlantılarını araştıran olmuş mudur bilemiyorum. Vivendi, Suez, Thames Water ya da bunların iştirakleri ile bir ilişkisi var mıdır? Ama araştırılırsa ilginç bir hikaye çıkacağından eminim.
Neyse toparlayalım.
Bir insanın su tüketme hakkı onun insan haklarından biridir. Havayı soluması. Güneşi görmesi gibi. Bunlar para ile satılamazlar. Hele hele bir insanın parası yok diye sudan mahrum edilmesi en büyük zulüm olur.
Anayasamıza bunu uygun bir şekilde koymak gerekir. Canlıların tükettiği sudan para alınamaz. Devletin en temel görevlerinden biri insanlara içilebilir suyu israf etmeden ve ettirtmeden bedava olarak ulaştırmaktır.
Lütfen bu konuda duyarlı olalım.
Yarın çok geç olabilir!

Hiç yorum yok: