13 Şubat 2012 Pazartesi

Küreselleşmenin Kökeni - Wayne Ellwood


Küreselleşme, eski bir süreci tarif eden yeni bir sözcüktür: Aslen beş yüzyıl önce başlayan Avrupa sömürgecilik dönemiyle beraber küresel ekonominin bütünleşmeye başlamasıdır. Ancak, bu süreç son çeyrek yüzyılda bilgisayar teknolojisindeki patlama, ticari engellerin kaldırılması ve çokuluslu şirketlerin politik ve ekonomik güçlerinin artmasıyla hız kazandı.

Beş yüzyıl önce cep telefonlarının, buzdolabının, faks makinelerinin, otomobillerin, uçakların veya nükleer silahların olmadığı bir dünyada, adamın birinin bir hayali vardı. Ya da o zaman öyle görünüyordu. Genç ve hırslı Cenovalı bir denizci, bir maceraperest olan Cristöbal Colön, hakkında, benzersiz hazineleriyle ilgili aslı belirsiz rivayetlerden başka bir şey bilmediği Asya’yı kafasına takmıştı.

Bu takıntı (bazılarına göre açgözlülük) öyle güçlüydü ki, İspanya kral ve kraliçesini o zamanlarOkyanus Denizi olarak bilinen, göründüğü kadarıyla uçsuz bucaksız karanlık sularda yapılacak bir yolculuğu finanse etmeye ikna etmeyi başardı. Amacı, Büyük Çin kağanının ve onun yere göğe sığdıramadığı söylenen altınlarını bulmaktı.

Colön yüzyıllar sonra milyonlarca okullu çocuğun Kristof Kolomb olarak tanıdığı, Amerika’yı “keşfeden” ünlü adam olacaktı.

Aslında bu, bir keşiften ziyade bir rastlantıydı. Gözü kara Kolomb Asya’ya hiçbir zaman ulaşamadı, hatta yaklaşamadı bile. Bunun yerine, denizde geçirdiği beş haftadan sonra kendini Karayip Adaları’nın turkuvaz sularında, yakıcı güneşin altında buldu. Bahama Adaları’ndan birinde karaya çıktı ve buraya San Salvador (Kurtarıcı) adını verdi. Kolomb’un yorgun mürettebatı adaya hayran kalmıştı.

Gemilerine tatlı su ve tanımadıkları yiyecekler yüklediler. Adanın yerli halkı Tainolar onlara dostça davranıyordu.
Kolomb, seyir defterine “Dünyanın en iyi ve en nazik insanları,” diye yazdı. “Adamlarıma suyun yerini seve seve gösterdiler. Dolu fıçıları gemiye kendileri taşıdılar. Bizi memnun etmekten büyük zevk duyuyorlardı. Öylesine dostça davrandılar ki, harikaydı.”

Aradan yirmi yıl geçtikten ve birkaç yeni seferden sonra, Tainoların çoğu ölmüştü. Karayip Adaları’nın diğer yerli halkları ise ya köleleştirilmişlerdi ya da saldırı altındaydılar. Küreselleşme,daha o zaman, kültürler arasında masum bir alışverişten, hızla vahşi bir servet ve iktidar mücadelesine dönüşmüştü.

Yerli halk Avrupa’dan gelen hastalıklar yüzünden ölürken ve kelimenin tam anlamıyla ölesiye çalıştırılırken, binlerce Avrupalı sömürgeci bölgeye gelme-ye devam etti. Bu zorlu ve çılgınca arayışın sebebi altın ve gümüştü. Ama dinsiz ruhları Hıristiyan inancına döndürmek de bu yağmaya ek bir heyecan katıyordu. Sonunda Avrupalı yerleşimciler Karayipler’in kuzey ve güneyine doğru uzanan toprakların çoğunu sömürgeleştirdiler.

Kolomb’un Amerika macerası yerli halktan ve topraktan mümkün olduğu kadar servet koparma kararlılığı açısından önemli olmakla beraber, daha da önemlisi 450 yıllık Avrupa sömürgeciliğinekapıyı açan bir dönüm noktası olmasıydı. Günümüzün küresel ekonomisinin temellerini atan işte bu yüzyıllar süren sömürgecilik çağıydı.

Küreselleşme yeni bir terim olmakla beraber, kökleri sömürgecilik tarihine uzanan çok eski bir süreçtir.İngiliz emperyalizminin en ünlü sözcülerinden Cecil Rhodes 1890′larda sömürgeciliğin savunmasını kısa ve özlü olarak şöyle yapıyordu: “Kolayca hammadde elde edebileceğimiz, aynı zamanda sömürgelerin yerli halkının sağladığı ucuz köle emeğini sömürebileceğimiz yeni topraklar bulmaya mecburuz… Ayrıca, sömürgeler kendi fabrikalarımızda üretilen fazla mallardan kurtulmak için de bir kanal oluşturacaktır.”


Sömürgecilik döneminde Avrupa ulusları iktidarlarını yerküre çapında genişlettiler.
İngilizler, Fransızlar, Hollandalılar, İspanyollar, Portekizliler, Belçikalılar, Almanlar ve daha sonra Amerikalılar; sonradan Üçüncü Dünya olarak isimlendirilen toprakların çoğunu ve ayrıcaAvustralya, Yeni Zelanda (Aotearoa) ve Kuzey Amerika’yı da ele geçirdiler. Kimi yerleri(Amerika, Avustralya, Yeni Zelanda ve Afrika’nın güneyi) Avrupalılar için yeni yerleşimler kurmak amacıyla fethettiler. Diğer yerlerde (Afrika ve Asya) niyetleri, Rhodes’un tasvir ettiği amaca daha uygundu: Pazar ve talan. 1600-1800 yılları arasında hesaplanması olanaksız miktardaservet, sanayi devrimini finanse eden ana kaynak olmak üzere Latin Amerika’dan Avrupa’yaaktarıldı.

Avrupa devletlerinin egemenlikleri altındaki yeni topraklardan hammadde emdikleri sömürgecilik döneminde küresel ticaret hızla genişledi. Kıtaya Kanada’dan kürk, kereste ve balık; Afrika’danaltın ve köle; Karayipler’den şeker, rom ve meyve; Latin Amerika’dan kahve, şeker, et, altın ve gümüş; Asya’dan afyon, çay ve baharat taşınıyordu. Gemiler okyanuslarda mekik dokuyordu. Sömürgelere giden gemilerin ambarları sanayi malları ve yerleşimcilerle doluydu. Geri dönen kalyonlar ve yelkenli gemiler ise kahve hindistancevizi ve kakao taşıyordu. 1860′lar ve 1870′lere gelindiğinde dünya ticareti patlama yapmıştı. Uluslararası ticaret açısından bir “altın çağ” yaşanıyordu. Ne var ki,Avrupa devletleri hemen her şeyi kendi çıkarlarına göre düzenlemişlerdi.

Servet, sömürgelerden Fransa, İngiltere, Hollanda ve İspanya’ya akıyor, ancak bir kısmı da yatırım olarak sömürgelere geri dönüyor; demiryolları, yollar, limanlar, barajlar ve kentler inşa ediliyordu. Yüzyıl önce küreselleşmenin çapı öyle büyüktü ki, 1890′ların sonunda Kuzey’den Güney’e sermaye transferi, 1990′ların sonunda olduğundan daha fazlaydı. Artan ekonomik bütünleşmenin en belirgin işaretlerinden biri olan ihracatın, küresel üretim içindeki payı 1913′te 1999′da olduğundan daha büyüktü.

Günümüzde insanlar küreselleşmeden söz ettiklerinde, kastettikleri genellikle ekonomi ve“karşılaştırmalı üstünlük” kavramına dayalı olarak genişleyen uluslararası mal ve hizmet ticaretidir. Karşılaştırmalı üstünlük kavramı ilk kez 1817′de, İngiliz iktisatçı David Ricardotarafından Siyasal İktisadın ve Vergilendirmenin İlkeleri adlı kitapta geliştirildi. Ricardo, ulusların doğal avantaja sahip oldukları malları üretmekte uzmanlaşarak kendi pazar alanlarını bulmaları gerektiğini yazıyor ve bunun hem alıcının hem de satıcının çıkarına olacağına inanıyordu. Tabii belli koşullar yerine getirildiği takdirde; taraflar arasındaki ticaret, birinin diğerine borçlanarak bağımlı hale gelmeyeceği şekilde dengelenmeli ve yatırım sermayesi yerelde sabitlenmeli ve ücretlerin yüksek olduğu ülkeden düşük olduğu ülkeye akmasına izin verilmemelidir.

Ancak, günümüzün küreselleşme süreci 50 ya da 100 yıl öncesine göre oldukça farklı. Dünya geçen yüzyılda, küresel ekonominin niteliğini ve bunun insanlar ve doğa üzerindeki etkilerini tamamen farklılaştıran değişimler yaşadı. Döviz spekülatörü George Soros gibi önde gelen kapitalistler bile, çağdaş küresel ekonomideki gidişatın altında yatan olumsuz değerlere ilişkin kuşkularını dile getirdiler.

“Bugün toplumumuza egemen olan bir inanç varsa,” diye yazıyor Soros, “bu, piyasanın büyüsüne olan inançtır. Bırakınız yapsınlarcı kapitalizm öğretisi, ortak faydanın en iyi şekilde, herkesin kendi çıkarını düşünmesiyle gerçekleşeceğini söyler. Ne düşüneceklerinden emin olmayan insanlar, giderek parayı değerin kıstası olarak kabulleniyorlar. Başarı kültü, ilkelere bağlılığın yerini aldı. Toplumun çıpası yerinden çıktı.”

Hiç yorum yok: