15 Şubat 2012 Çarşamba

Yahudi ve İsrail gerçeği; Hıristiyanlar İsrail’i kendi çıkarları için kurdular.-İsrail, Fransız, İngiliz ve ABD tarafından laboratuvarda üretilmiştir.-İsrail hangi ince hesaplar ve pazarlıklar üzerine kurulmuştur? (3)- canmehmet.com


Yahudi ve İsrail gerçeği; Hıristiyanlar İsrail’i kendi çıkarları için kurdular. (1) 


Yahudi ve İsrail gerçeği; Hıristiyanlar İsrail’i kendi çıkarları için kurdular. (1)
"Denize düşen yılana sarılır." Peki, sarılır da kurtulur mu?

Kurgu alıntı değildir ve bir esin kaynağı bulunmamaktadır. Yahudiler tarihleri boyunca birçok örgütlü saldırılara muhatap olmuşlardır. Geçmişte katliamlar en üst düzeyine Haçlı Seferleri sırasında ulaşmış, 1’nci Haçlı Seferi sırasında, Ren ve Tuna boylarındaki Yahudi cemaatleri yok edilmiş, 2’nci Haçlı Seferi sırasında Almanya'daki Yahudiler çok sayıda katliama maruz kalmıştır.” İlerleyen zamanda da; İngiltere, Fransa, Avusturya ve İspanya'dan kovulmuşlardır. 
Hıristiyan Batının Yahudilerle derdi nedir? 
Avrupa'da Yahudilere yönelik önyargının temel gerekçesi din kökenlidir. 
“Yeni Ahit'e (Hıristiyanların kutsal kitabına) göre, İsa Romalı askerler tarafından gaddar bir şekilde ve aşağılanarak öldürülmüştür. Pontius Pilatus'un sözleri (Matta 27:24-25) İsa'nın öldürülmesinden tamamiyle Yahudilerin sorumlu olduğunu ima etmektedir... 
Hıristiyan dünyasında kökleri derinlere giden bir antisemitizm (yahudi karşıtlığı) bulunmaktadır." 
O zaman nasıl olurda bu anlayışa sahip Hıristiyan Avrupalılar, Yahudilere Ortadoğu’da bir devlet kurar ve bunu yürekten desteklerler! 
Bunu önemli satırbaşları ile verirsek; 
-Yahudileri Avrupa’dan çıkararak onlardan kurtulmak,  
-Sanayi Devrimi için gerekli olan hammadde ve petrole sahip Osmanlı İmparatorluğunu parçalamak için çıkarılacak savaşlarda, zengin Siyonistleri, bir devlet kurmak vaadi ile sponsor olarak kullanmak,  
-Gerçeğinde hiç sevmedikleri Museviler ile Müslümanları uzun süreli bir savaşa sürüklemek ve mümkünse ikisinden de kurtulmak,  
-Müslümanlar, Musevilerle savaşırken onlarda kılçıksız balık misali bölgeyi ağız tadı ile sömürmek... 
Yahudiler akıllı milletlerden değil midir? Onlar bu oyuna nasıl geldiler? 
Denize düşen yılana sarılır! Türk Atasözü. 
“18 yy. da Avrupa'da iki büyük sömürgeci güç vardır: İngiltere ve Fransa. Ve bunlar birbirleriyle amansız rekabet halindedir. O dönemde İngiltere, Fransa'yı Hindistan’dan kovmuş ve tek başına ülkeyi kanatırcasına sömürmektedir.

Fransa, kendisi için büyük bir gelir kaynağından mahrum kalınca yeni oyunlar ve plânlar peşinde koşmaya başlar. Hem Hindistan'ı ezelî düşmanlarının elinden almayı hem de Hindistan'ın giriş kapısı olan tahıl ambarı Mısır'ı alıp İngiltere'ye darbe vurmayı planlar. 
Bu gaye ile 5 Mart 1798’de Direktuvar yönetimi Mısır seferi için I. Napolyon Bonapart'ı vazifelendirir. 
Bu görev, şöhret düşkünü Napolyon'u çok sevindirir. Napolyon kendisini "Büyük İskender" rolünde görmekte ve İstanbul'u da bu "Yeni İskender İmparatorluğu’nun başkenti olarak düşünerek hayallerini Hindistan'a kadar uzatmaktadır.” (1) 
-“Napolyon 400 parçalık donanması ile 1798'de denize açılır. İskenderiye sahillerine inen Napolyon'un maiyetinde; 40.000 asker, 40 general vardır... (2).

"Fransızları suyun dibinde olsalar yine bulacağım'' diyerek aylardan beri Akdeniz'de dolaşmakta olan İngiliz Amirali Nelson. Sonunda 400 parçalık Fransız donanmasını Ebûkir Koyu'nda yakalayarak kıstırır ve hepsini yakar (14 Ağustos 1798). 
“Gemilerinin yakılması Napolyon'u çok sarsar. Çünkü Mısır'a hapsolmuş durumdadır. Uzun bir müddet burada kalacağı için köklü tedbirler alıp, halkla iyi geçinmek zorundadır. Bu çerçevede Müslümanlara sempatik görünme taktiklerine başlar. 
"Hz. Muhammed (sav)'in velâdetinin yıldönümünde büyük mevlit alayları tertip ettirir. Kendisi de şark usulü elbise giyerek başına sarık sarar. Bununla da kalmayıp Müslüman olduğunu ilan eder. (3). 
Ancak, “Mısır'a çaresiz olarak hapsolan Napolyon için durumunu sağlamlaştırmaktan başka yol yoktur. Fakat bunun için de herşeyden önce Suriye'ye sahip olmak gerekmektedir. Çünkü Suriye; Akdeniz çevresindeki Mısır, Anadolu, Arabistan. Irak gibi dört büyük beldeyi coğrafi bir merkez olarak birbirine bağlarken, bu bölgeler arasındaki ulaşım ve ticaret bağlantısını da yapacak tek mevki durumundadır. Bunun yanısıra stratejik olarak da değeri büyüktür. Bu bölgeye sahip olacak herhangi bir devlet öteki devletlerin sömürgeleri ile olan bağlantılarını kesebilecek konumdadır ...(4). 
“Fransızlar, ardında kanlı izler bırakarak 15 Mart'ta Suriye seferinin kilit noktası olan Akka'yı muhasara ederler. Fakat şehrin alnında ta Selahaddin Eyyubî devrinden kalma bir kahramanlık damgası vardır. Bir vakitler üçyüzbin kişilik haçlı ordusunun perişan olduğuna şahit olan şehrin eskimiş kale duvarları, yeni bir destana şahit olmaya hazırlanmaktadır. Kalede, şehadet soluklamaya hazır bekleyen seksenlik polat sineli bir ihtiyar vardır: Cezzar Ahmet Paşa... 
“… Napolyon, olanca kuvvetiyle saldırır. Fakat ihtiyar arslan metanetle kaleyi savunur. Oysa bu şöhret müptelası Fransız, kaleyi yirmidört saat içinde ele geçirmeyi planlamıştır. 
Napolyon Akka'da ilk raundu kaybedince civardaki emir ve beylere, Hıristiyan ve Yahudi ileri gelenlerine mektuplar yazarak yardımlarını ister: Vahhabilerin kurucusu Abdulvahhab'a. Mekke şerifi Galip bin Musaid'e, Maskad İmamı'na, Dürzi Emin Beşir'e, Maruni ve Yahudilere yazdıkları mektuplardan olumlu cevap alamaz. 
Hatta 22 Mayıs 1799'da Moituer Üniversel gazetesine verdiği bir ilanda da bütün Avrupa, Asya ve Afrika Yahudilerini Fransız ordusuna gönüllü asker olarak katılmaya çağırmakta, buna karşılık da Filistin'de bir Yahudi devleti kuracağını vadetmektedir... (5). 
Özetle Fransa, El (Osmanlının) kesesinden Yahudilere yurt vadetmektedir. 
İsrail devletinin kurulmasının hazırlıkları sanıldığı gibi, 20’inci asrın başlarında değil, 18’nci asrın sonlarına doğrudur. 
Devam edecek... 
Resim;allturk.net'ten alıntıdır. 
Kaynaklar; 
(1-2-3-5), Kocabaş. Şakir; Tarihte Türkler ve Fransa. Vatan Yayınları. 
(4), Kutay, Cemal Türkiye Hür. ve Mücadele . 
-Gerger. M.Emin Tanz. Avr. Top Türkiye İnkılap Yay. İst. 
-Akbıyık. Dr. Yaşar ;"Ortadoğu'da Fra.-İng. Rekabeti, Türkiye Milli Kültür- 
-Cezzar Ahmet Paşa. Kültür Bakanlığı Yay Ank. 
-Napolyon'un Akka Kabusu” İbrahim REFİK Sızıntı dergisi (Şubat 1992 Yıl :14) 
-Vikipedi  

İsrail, Fransız, İngiliz ve ABD tarafından laboratuvarda üretilmiştir. (2) 


İsrail, Fransız, İngiliz ve ABD tarafından laboratuvarda üretilmiştir. (2)
Yahudiler, Filistin'e gitmeleri için bulundukları devletlerde bilinçli olarak katledilmişlerdir.

İlk yazıda Yahudilerin, 1290'da İngiltere, 1396’da Fransa, 1421'de Avusturya, 16’ıncı asırda İspanya, 20'inci asırda Rusya ve Almanya'dan kovulduklarını ve Yahudi karşıtlığının altında; “İsa'nın öldürülmesinden tamamıyla Yahudilerin sorumlu olduğu” anlayışının yattığı açıklanmıştı. Donanması İngilizlerce yakılan Napolyon, Akka'da ilk raundu da kaybedince civardaki emir ve beylere, Hıristiyan ve Yahudi ileri gelenlerine mektuplar yazarak yardımlarını istemiş, 1799'da Moituer Üniversel gazetesine verdiği bir ilanda da bütün Avrupa, Asya ve Afrika Yahudilerini Fransız ordusuna gönüllü asker olarak katılmaya çağırarak, karşılığında Filistin'de bir Yahudi devleti kuracağını vadetmişti. 
Fransızlar, Yahudilere yardımları karşılığında böyle bir vaatte bulunur da ezeli düşmanları İngilizler boş durur mu? 
“Otu çek köküne bak!” 
Bir ağacın meyvasının köklerle olan ilgisi, bir siyasi sonucun, süreçte beslendiği çeşitli çıkar olaylarıyla birbirine çok benzemektedir. 
Bu anlayışla, bugün birkaç asırlık geçmişi olan bir siyasi meyvanın oluşumunu kavrayabilmek sanıldığı gibi kısa bir özetle, sadece ağacın gövdesini tanımlamakla pek olası değildir. 
Bu nedenle konu, daha iyi anlaşılabilmesi için zaman zaman detaylandırılacaktır. 
İngilizlerin, İsrail Devletinin ve hatta bizim Cumhuriyet’in kurulmasında büyük gayretlerinin olduğu meraklılarınca çok iyi bilinmektedir. 
Mustafa Kemal Paşa’nın 1919’da Samsun’a gerçekte ne amaçla gittiği hem Osmanlı, hem de vizeyi veren İngiliz (sarayının) işgal yönetiminin bilgisi içindedir. Vizeyi veren İngiliz İstihbarat subayı Bennett, anılarında, "Samsun’a gidecek askeri heyetin Osmanlı genelkurmayın en seçme komutanları olduğunu görünce panikle üstlerine bilgi verdiğini, “Bırakınız gitsinler” emri karşısında bıraktığını" yazmaktadır. 
Mustafa Kemal Paşa'nın bilinenlerin aksine, Anadolu’ya ordunun beyin takımı ve çok önemli yetkilerle gittiği taraflarca en başından bilinmektedir. 
Bu anlayışla bizim yakın tarihimizin (dolayısıyla İngiliz siyasetinin) daha kolay anlaşılması için, Cumhuriyetin ve İsrail’in kuruluşu birlikte değerlendirilmelidir. 
Kazım Karabekir Paşa günlüklerinde açıklamaktadır. 
-“İngiliz Albay bana Cumhuriyeti önerdi”  
Paşa’nın herhalde o an aklına sormak gelmemiştir; 
-“İngilizler, (siz) asırlardır monarşi-Krallık yönetimi ile idare olunmaktasınız. İyi ise neden cumhuriyet yönetimine geçmediniz. Eğer, bir yararını görmedinizse bize neden Cumhuriyeti önermektesiniz?” 
Bu noktada konuyu biraz daha açılarak, İsrail’in kuruluşu ile ilgili olarak, hem Fransız devrimi, hem de ABD Başkanı Wilson’ın ilkeleri, sonuçları itibariyle başlık olarak aşağıda verilmektedir. 
Fransız Devrimi'nin sonuçları... 
- Devrimin getirdiği Milliyetçilik ilkesi, siyasi bir karakter kazanarak, çok uluslu devletlerin parçalanmasında etkili olmuş,  
- Eşitlik, özgürlük ve adalet ilkeleri yaygınlaşmaya başlamış,  
- Dağınık halde bulunan milletler, ( Buna Yahudiler dahildir. ) siyasi birliklerini kurmaya başlamışlardır. 
ABD Başkanı Wilson'ın, 1918 yılında açıklanan ilkeleri;  
İlkeler, gerçeğinde dikkatli bir gözle bakıldığında Fransız devrim anlayışını destekler, tekrar eder mahiyettedir. 
Bunlar aynı zamanda, ABD'nin Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra istediği, “Yeni Dünya Düzeni”ne ilişkin görüşlerdir. 
- Sömürgelerin bütün talepleri serbest, açık görüşlü ve tümüyle tarafsız bir yaklaşımla ele alınmalı, bu tür egemenlik sorunlarının çözümünde ilgili halkların çıkarlarıyla egemenliği tartışılan devletin adil taleplerinin eşit ağırlık taşıması ilkesine kesinlikle uyulmalıdır. 
- Bugünkü Osmanlı Devleti'ndeki Türk kesimlerine güvenli bir egemenlik tanınmalı, Osmanlı yönetimindeki öbür uluslara da her türlü kuşkudan uzak yaşam güvenliğiyle özerk gelişmeleri için tam bir özgürlük sağlanmalıdır... 
- Büyük küçük bütün devletlerin siyasal bağımsızlığı ve toprak bütünlüğü konusunda karşılıklı güvence vermek üzere özel sözleşmelerle bütün ulusları içine alan bir birlik oluşturulmalıdır...” 
Uluslararası diplomasi lisanını anlamak adına,  
Fransız devrimi ile Wilson ilkelerini, ifade ettiklerini ve uygulamalarını eşleştirerek sorgulamak istediğimizde bakınız karşımıza ne çıkmaktadır; 
Görünüşte Fransızlar tüm milletler için ne istemektedir? 
“Eşitlik, özgürlük ve adalet..." 
Ancak, Fransa’nın dün Cezayir’de, bugün Libya’da yaptıklarına bakıldığında, bu konuda ne kadar samimi oldukları ortadadır. 
Ve ABD’lilerin, “Yeni Dünya Düzeni” ilkeleri 
- Büyük küçük bütün devletlerin siyasal bağımsızlığı ve toprak bütünlüğü konusunda karşılıklı güvence vermek üzere özel sözleşmelerle bütün ulusları içine alan bir birlik oluşturulmalıdır...” 
Bunlara; ABD’nin Vietnam, Afganistan, Irak işgalini ve bu ülkeleri sömürmesi örnek gösterirsek... 
Ortaya çıkan, uluslararası diplomaside, "Kim kimi kandırırsa!" aldatmacasıdır. 
Batının, “Özgürlük, Eşitlik, Adalet, Milliyetçilik...” İfadeleri, gerçeğinde avlandıkları denize attıkları oltanın yemi olmaktadır. 
-“Irak’ı özgürleştirdik... Bunu kim demiştir? ABD Başkanı Bush” 
Evet... Sömürerek ve nihayetinde öldürerek özgürleştirmekte, çağdaş bir yöntem olmalı! 
Konuya dönersek... 
Fransızlar, 1799’da İşgal ettikleri Mısır’da zor durumda kaldıklarında, Yahudilere yardımları karşılığında, gazetelere de ilan vererek Filistin’de bir devlet kurma sözü verirler. 
Yine bu dönemde Fransızlar sadece Yahudilere söz vermezler. 
İleride Suudiler için söylenen, “Araplar, Osmanlıyı arkadan vurdular!” ifadesine konu olan olayların temeli o günlerde atarlar 
“Napolyon Akka'da ilk raundu kaybedince civardaki emir ve beylere, Hıristiyan ve Yahudi ileri gelenlerine mektuplar yazarak yardımlarını ister: Vahhabilerin kurucusu Abdulvahhab'a, Mekke şerifi Galip bin Musaid'e, Maskad İmamı'na, Dürzi Emin Beşir'e, Maruni ve Yahudilere yazdıkları mektuplardan olumlu cevap alamaz..” 
Fransızların, Yahudilerden ve Vahabilerden ilk yardım istediği tarih, 1799'dur. 
Vahabiler (Suudiler) bu isteğe 117 yıl sonra cevap vereceklerdir. 
Tarihler 5 Haziran 1916’yı gösterdiğinde, Mekke Şerifi Hüseyin, Osmanlı'ya İngiliz ve Fransızların para ve silah desteği ile isyan eder... 
Ve sonrasında olanlar yaygın olarak bilinenlerdir. 
Demek ki diplomasi ağacı, meyvelerini ancak yüz yıllık dönemde verebilmektedir... 
Ve şimdi sırada İsrail’in kuruluşu vardır. 
Önce, dünya kamuoyuna anlatılanları, daha sonra da anlatılmayanları ile,  
Bu arada diplomasinin medyayı nasıl kullandığı, medyayı kullanarak insanlığı nasıl aldattığı gözler önüne serilecektir. 
Medya üzerinden insanları aldatma süreci, Fransız ihtilalini hazırlayan “aydınlar” ile başlamıştır. O dönemde bakarlar ki, gazetelerde yazılanlar halk tarafında dığru olarak kabul edilerek kanaat oluşturulmaktadır. 
"Diğer ifadesi ile "Harmanı yel deliyi el döndürebilmektedir!" 
Medyaya, resmi anlatıma göre İsrail’in kuruluşu ; 
“Arz-ı mev’ut (vadedilmiş topraklar) üzerine devlet kurma çalışmaları ilk önce İngiltere’de görülür. 1848’de İngiliz hükumeti bir genelgeyle Filistin’deki konsoloslarını, Yahudilerin himayesine verdi. 
1870’te Yahudi faaliyetlerinin merkezi İngiltere’den Rusya’ya geçti. Siyonist hareketlerin başına geçen Theodor Herzl, Filistin’de bir Yahudi devletinin kurulması için birçok çalışmalarda bulundu. 
Herzl, İngiltere gibi güçlü bir devleti arkasına alarak, gayesine ulaşma çabasındaydı. Siyonistler, devlet olabilmeleri için bir tarım sınıfına ihtiyaçları olduğunu farkettiler, bununla birlikte Avrupa Yahudilerinin neredeyse tamamı ticaretle uğraşıyordu, Rusya'da ise tarımla uğraşan Yahudiler mevcuttu. 
Bu dönemde Rusya'da Yahudilere karşı -özellikle çiftçi Yahudileri içeren- programlar ismiyle bilinen bir dizi katliam yaşandı.  
(bu bilinçli katliamı lütfen not ediniz) 
Katliamlara maruz çiftçi Yahudilere, Siyonistler tarafından ülkeyi terk edip Filistin'e yerleşmeleri teklifi yapıldı. 
1870 yılından itibaren çiftçi Yahudiler Filistin toprakları üzerinde tarımsal yerleşme merkezleri kurmaya başladılar... 
I.Dünya Savaşı sonunda 2 Kasım 1917’de İngiltere dışişleri bakanı Arthur Balfour'un girişimiyle Balfour Deklerasyonu süreci başlatıldı. 
Milletler Cemiyeti 1920 yılında, Filistin üzerinde İngiliz mandasını tanıdı. Bundan sonra kurulan bir Yahudi bürosu İngiltere nezdinde Yahudi haklarını temsil etmeye başladı. 
Bundan sonraki yıllarda Siyonistler dünyanın çeşitli yerlerine dağılmış bulunan Yahudi topluluklarını -devlet kurabilmek için etkili bir nüfus oluşturmak gayesiyle- Filistin'e göçmeleri için ikna etme çabalarına girişti. 
Nazi Almanyası'nın 1930'lardan 1940'ların ortalarına kadar Yahudilere soykırım uygulamaya başlamasıyla Filistin’e büyük bir Yahudi göçü başladı. 
(Bu katliamı da not ediniz) 
Filistin’deki Araplar bu göçe karşı koyduklarından İngiltere, Yahudi göçlerinin durdurulmasına karar verdi. 
Bunun üzerine Sion’a bağlı Askeri Yahudi Teşkilatı Hagana, Filistin’e göç konusunda İngiltere’nin aldığı bu kısıtlayıcı kararı protesto amacıyla silahlı terör eylemlerine girişti. Filistin yönetimi Nazi liderliği ile işbirliğine girişti. Bu amaçla Kudüs müftüsü Almanya'ya birçok ziyarette bulundu. 
Günümüzdeki durum Filistin’e de gizli Yahudi göçleri düzenlenmeye başlandı. II. Dünya Harbi'nin müttefiklerin galibiyetiyle bitmesinden sonra, Filistin meselesi son safhasına ulaştı. 
İngiltere daha sonra Amerika’nın yardımını sağladıktan sonra, Filistin meselesini Birleşmiş Milletler'e götürüp, meselenin çözülmesini istedi. BM, Kasım 1947'de Filistin’in biri Yahudi öteki Arap olmak üzere iki devlet arasında paylaşılmasına karar verdi. (BM tutumunu da not ediniz.)  
Yahudiler bu kararı kabul ederken Araplar reddetti. Kudüs şehrine ise BM denetiminde milletlerarası bir bölge statüsü tanındı. Bu çözüm Arapları tatmin etmedi. İsrail-Filistin Savaşı başladı. 
14 Mayıs 1948’de BM paylaşım planı uyarınca David Ben-Gurion tarafından İsrail Devleti’nin kuruluşu ilan edildi. 24 saat sonra, Mısır, Ürdün, Suriye, Lübnan ve Irak orduları saldırıya geçerek İsrail topraklarına girdiler. 
1949 yılının ilk aylarında BM nezdinde İsrail ile onunla savaşan Arap ülkelerinin her biri (o dönemden beri İsrail’le müzakere masasına oturmayı reddeden Irak hariç) arasında doğrudan müzakereler düzenlendi ve bunların sonucunda bir ateşkes anlaşması imzalandı. 
Anlaşma uyarınca sahil şeridi, Celile ve tüm Necef İsrail’e, Yehuda ve Samiriye (Batı Şeria) Ürdün’e, Gazze Mısır yönetimine ve Kudüs'ün ise Eski Şehir'in de dahil olduğu doğu kısmı Ürdün’e, batısı da İsrail’e bırakıldı. İsrail'in Filistinliler ile olan gerginliği ise sürmektedir. (Vikipedi) 
Ve küçük bir not ile bu yazıyı noktalarsak; 
Dünya üzerinde 2008 yılı IMF kayıtlarına göre en borçlu ülkelere baktığımızda karşımıza; 
- ABD, 12 trilyon 250 milyar dolarla, ilk sırada,  
- İngiltere, 10 trilyon, 450 milyar dolarla ikinci sırada çıkmaktadır. 
Peki, bu borç paralar kimlerden alınmıştır? 
Sizce? 
Gelecek yazıda, İsrail, hangi pazarlıklarla ve kimler tarafından kuruldu? 
***
İsrail hangi ince hesaplar ve pazarlıklar üzerine kurulmuştur? (3)- canmehmet.com


İsrail hangi ince hesaplar ve pazarlıklar üzerine kurulmuştur? (3)
“Büyük Oyun: İngiltere Başbakanı Gladston’un Osmanlı’yı Yıkma Planı”

Kimi medyada el altından pompalanan haberlere göre, “Dünyayı Yahudi bankerler yönetmektedir.” Sormazlar mı; binyıldır su üzerinde saman çöpü misali oradan oraya savrulan Yahudiler gerçekten denildikleri şekilde etken ise, özellikle yakın dönemde Rusya ve Almanya’da işkence gören, yakılan Yahudi kardeşlerini neden kurtaramadılar? 
Dünyada zengin Yahudi bankerlerin olduğu doğrudur. Ancak, hepsi de bulundukları ülkelerin çıkarlarına göre davranmak zorundadır. Değilse, yaşadıkları yerlerde önceden olduğu gibi onlara bir bardak soğuk suyu rahat içirmeyeceklerdir. 
Bu arada ne oldu da bin yıldır farklı bir anlayışa Batılı Hıristiyanlar, gerçeğinde hiç sevmedikleri Yahudilere bir devlet kurarak, koruyucuları oldular? 
Modern devletlerin büyümesi, güçlenmesi, ağaçların gelişmesi gibidir. 
Ağaçlar, büyümek için birçok etkene ihtiyaç duyarlar. Burada ana gereksinimler; Toprak, Su ve Güneştir. 
Bu vazgeçilmez unsurları büyük devletlerin büyüme etkenlerine uyarladığımızda, Batılı gelişmişlerin İsrail Devletini Ortadoğu gibi bir bölgede neden kurdukları daha bir açıklıkla anlaşılacaktır. 
Batı Avrupa’da, ilk olarak İngiltere, arkasından Fransa’da gerçekleştirilen sanayi devrimi, dünyaya yeni bir ekonomik bakış açısı getirir. 
- Büyük devlet olabilmek her zaman mümkündür. Ancak, bundan böyle büyük devlet olarak kalabilmek için; sanayi devrimini destekleyecek zengin hammadde kaynaklarına ve üretilenlerin satılacağı pazarlara ihtiyacınız olacaktır.
Bu anlayışın gerekleri günümüzde; "yabancı sermaye, yabancı yatırım, sıcak para, yabancı ortak, ortak yatırım, yap-işlet-devret, siyasi, ekonomik ve askeri birliktelikler, (NATO, IMF, Akdeniz, Karadeniz Bölgesel işbirliği vb..) isimlerle tanımlanmaktadır. 
Kaba tabiri ile,  
- Ayının kırk türküsü vardır. Kırkı da armut üzerinedir. 
- Gelişmiş kapitalist Batının kırk türküsü de, "sömürerek büyümek!" üzerinedir 
İnsanları inançları ve çıkarları mı yönetmektedir?
- Hristiyan Batılılar Türklerden o kadar da çok nefret etmezler... 
- Onların asıl nefret ettikleri Müslüman Türkler’dir. 
Aslında Osmanlıyı da (Türk!) İngilizler yıkmamış,  
İsrail Devletini de (Türk!) İngilizler kurmamıştır. 
Osmanlıyı yıkan ve İsrail'i kuran Evanjelik İngilizlerdir
Yani bir tarafta Müslüman Türkler,  
Diğer Tarafta, Evanjelik İngilizler (*)
İşin anha ve minhası, düğümün çözümü bu tanımlamalardadır. 
“19. yüzyıldaki Liberal Partili İngiliz Başbakanı William Ewart Gladston, sadece Britanya emperyalizminin değil, Osmanlı’da yaşanan Bulgar ve Ermeni isyanlarının da en etkili aktörlerinden biri olduğu halde maalesef hakkında bizde ciddi bir akademik araştırma yapılmamıştır. 
Bu konuda ilk defa Prof. Dr. Taha Niyazi Karaca, Türk ve İngiliz arşiv belgelerine dayalı mükemmel bir eser meydana getirmiştir.

Bu eser ; “Büyük Oyun: İngiltere Başbakanı Gladston’un Osmanlı’yı Yıkma Planı" adını taşımaktadır. 
Bu eserin kaynakçasında; çok sayıda arşiv belgelerinden başka Türkçe ve İngilizce 425 kitap, 209 makale ve beş bine yakın dipnot vardır. 
Bu bilgiler yapılan çalışmanın ne kadar değerli olduğuna bir başka delildir. 
Prof. Karaca, kitabında “Gladston’u anlamadan 19. yüzyılı ve sorunlarını anlamak mümkün değildir; 19. yüzyılı anlamadan da günümüzü ve sorunlarını anlamak imkânsızdır” diyor. 
Gerçekten, kitabı okurken günümüzdeki birçok siyasi sorunun 19. yüzyıldaki köklerini ve Gladston’un uğursuz rolünü görüyorsunuz.

İlk Neo-Con: Gladston
Gladston’un azgın ve saldırgan bir Evanjelik olduğunu, yürüyeceği siyasi yolun “Tanrı tarafından çizildiğine” iman ettiğini, kendisini “Tanrı’nın adamı” olarak nitelediği kitabın ilk bölümünde okuyoruz.

“Bütün varlığımın kutup yıldızı Hıristiyanlıktır” sözü Gladston’undur. İngiliz kaynaklarına göre, Gladston “kendisinin dünyaya özel bir görevle gönderildiğini ve amacının dünyada Tanrı devleti kurmak olduğunu” düşünüyordu.

Muhafazakâr olarak siyaset yoluna çıkmış, 1868 yılında Liberal Parti’nin Başbakanı olmuştu fakat inanç sisteminde temel bir değişiklik olmamıştı:

“Örneğin muhafazakâr iken köleliği savunuyordu. 
Liberalizme inandığı dönemde de sömürgeciliği savunuyordu. 
İkisinde de kullandığı temel düşünce ‘medeni olmayanların medenileştirilmesi’ idi. 
Muhafazakârken dünyanın Hıristiyan imparatorluğuna dönüştürülmesinde kendisini Tanrı’nın bir savaşçısı olarak görüyordu. Liberal iken de Hıristiyanlara ait topraklardan Müslümanların çıkarılması gerektiğine inanıyordu...” 
Bu itikatla “yüzünü Balkanlara ve Türklere çevirmişti.”

Bulgar ve Ermeni komiteciliğinin baş tahrikçisi olacaktı. İngiliz sömürgeciliğinin kanlı işgallerle yükseldiği bir dönemde ‘Ne-Con’ bir başbakan!

Gladston politikaları
Gladston’a göre “Türkler medeniyetsiz bir ırktır... Kötülüklerini alıp gitmelidirler!” Eline bir Kuran nüshası alarak Avam Kamarası’nda konuşan Gladston’un ünlü cümlesi:

-“Bu lanet kitabın takipçileri oldukça Avrupa’ya barış gelmeyecektir!” (As long as there were the followers of that accursed book, Europe would know no peace.) 

Gladston bu konuşmayı Ermenilerin Sason isyanı için yapıyordu. Bu konuyu Karaca “Sason Ermeni Ayaklanması ve Gladston’un Büyük Ajitasyonu” bölümünde inceliyor. Gladston, bu olaylarda Müslümanların da nasıl katliamlara maruz kaldığını gösteren uluslararası komisyon raporlarını bile görmeyi reddeden kör bir fanatikti.

Prof. Karaca kitabında, Bulgar ve Ermeni isyanlarını “bütün milletlere özgürlük” sloganıyla tahrik eden Gladston’un gaddar İrlanda siyasetini anlatıyor... Sudan’da İngiliz sömürgeciliğine karşı Ahmet Mehdiliderliği’nde çıkan isyanı Gladston’un nasıl kanlı bir şekilde bastırdığını...

Gladston İskenderiye şehrinde sivillere bomba yağdırarak Mısır’ı işgal edecek ve bunu Avam Kamarası’nda 
-“medenilikle barbarlık arasındaki bir mücadele” diye niteleyecek, amacının “Mısır’ı özgürleştirmek” olduğunu söyleyecekti! 

Karaca’nın bu kitabını okumadan İngiliz sömürgeciliği ve bizim son yüzyıllık tarihimizi yeterince anlamak mümkün değildir. Kutluyorum Prof. Karaca’yı.(1) 
Peki, Evanjelik Gladston’un İsrail’in kuruluşu ve Yahudilerle ne ilgisi vardır? 
Bunlar bizim medyamızda neden görülmez, anlatılmaz? 
Sahi ya, neden yayınlanmaz? 
Şimdi gelişmiş Hıristiyan Batının İsrail’in kuruluşundaki ince hesaplarına geçebiliriz. 
(1) Taha Akyol, (Milliyet, 13.05.2011) 
(*) Evanjelizm, genel anlamıyla İncil'ler hakkında vaaz vermektir. İsa üzerinde yoğunlaşan bu vaazların amacı Hıristiyan olmayanları bu dine davet etmektir. 
Matta, Markos, Luka ve Yuhanna tarafından yazılmış dört kanonik İncil"in her birine "Evanjel" denir. Yunanca "iyi haber" ya da "genel olarak kabul edilen gerçek" anlamına gelen evangelion dan gelmektedir. Bu kelimeden türetilerek, İncil yazarlarına "Dört Evanjelist" denmiştir... 
Evanjelist ve Evanjelik kelimeleri farklı anlamlara gelmektedir. Evanjelist sözcüğü en basit anlamıyla "Hristiyanlık bildirisini vaaz eden, yayan kişi" anlamına gelir. 
Evanjelik sözcüğü ise daha çok Protestan Kilisesi'ninmuhafazakar kesimini nitelemek için kullanılır. Evanjelikler, ABD'yi kuran ve tutuculuğuyla bilinen Protestan mezhebi Puritenler'in devamıdır. 
Evanjelizm merkezli bu akımın mensuplarına ve zamanla liberal Protestanlar haricindeki tüm Protestanlara Evanjelik denmeye başlanmıştır (20. yy'ın sonları, 21. yy'ın başı). Ayrıca Martin Luther, reformları esnasında kurduğu kilise hareketi için bu ismi kullanmıştır. Bu nedenle Kıta Avrupası'nda Evanjelik sözcüğü, Protestan veya Lutherci olarak algılanır... 
ABD'de 1820'lerde genelde Hristiyanlık inancı için kullanılan Evanjelizm 19. yüzyıldan itibaren iki ayrı koldan ilerlemeye başlamıştır. Charles G. Finney ile Amerikan halkının dönüşümünün sağlanması ile devrimcilik anlamı kazanmış diğer taraftan Playmouth Kardeşliği hareketinin kurucusu John Nelson Darby'nin öncülüğünde radikal bir dini yorumu temsil etmeye başlamıştır. 
Bugünkü Evanjelizm Amerika'daki Hristiyan toplumunun tutucu kanadını temsil etmektedir
Lutherci Protestanlık ile başlayan; Püritenizmle olgunlaşan; Jimmy Carter, Ronald Reagan ve Baba Bush'un başkanlıkları döneminde adım adım gelişen Evanjelizm, 11 Eylül'den sonra Oğul Bush ile Küresel Emperyalizmi yönlendiren esas güç haline gelmiştir. (Wikipedia) 
***

Hıristiyan Batı İsrail’i neden kurdu (4)

Ülkemizde ve yakın bölgemizde yaşanmışları kavrayabilmek, yaşanacakları öngörebilmek ancak, insanlığı geliştiren referans noktalarını bilmekle mümkündür. Bu anlayışla Dünyada son bin yılda yaşananlar masaya yatırılmadan, ne Batı ile olan ilişkilerimiz, ne bu ilişkilerden kaynaklanan meselelerimiz, ne de İsrail’in kuruluşu, nedenleri anlaşılacaktır.
Açıklamaya geçilmeden önce 8 ile 11’nci asra kısa bir göz atılırsa;
Adına “Orta Çağ”  denilen ve Avrupa için, karanlık olarak değerlendirilen bu dönemde Müslümanlar muhteşem bir medeniyet kurmuşlardır.
Bu asırlar, Avrupa için ne kadar, ‘karanlık ve yoksulluk” çağı ise, Müslümanlar ve insanlık için, aydınlık ve refah asırlarıdır.
Müslümanlar özellikle bu dönemde insanlığa bilgi ve sonucunda refah üreterek rehberlik yapmışlardır.
Önem ve tarihlerine göre son bin yılda yaşananlar,
-Haçlı seferleri, 11 ve 13’üncü asır,
- Magna Carta, 13’üncü asrın başları,  ”Özgürlükler Sözleşmesi”, Günümüzdeki anayasal düzene ulaşana kadar yaşanılan tarihi sürecin en önemli basamaklarından birisidir. Anlaşma ile Kral bazı yetkilerinden feragat ederek, kanunlara uygun davranacağını kabul etmiştir.
-Osmanlı Devletinin kurulması, 13’ncü asır,
-İstanbul’un Fethi, 15’nci asır,
-İpek Yolu’nda taşınanların ağırlığının karadan, denizlere geçmesi, 16’ncı asır,
-“Aklın kiliseye karşı ayaklanmasından ortaya çıkan” ve ‘yeniden doğuş’ anlamına gelen ‘Rönesans’ hareketi, 16’ncı asır,
-İngiliz devrimi, 17’nci asır,
-Fransız ihtilali, 18’inci asır,
-Sanayi devrimi, buharla çalışan makineler ve diğer yeni buluşlar, 18’nci asır, (Devrimle ortaya büyük ölçekte hammadde ihtiyacı çıkar.)
-Rus Ekim Devrimi, 20’nci asrın başları,
-Birinci, İkinci dünya savaşları, 20’inci asır, (Hammadde kaynakları paylaşılır.)
-“Yahudi soykırımı”, (iddia tartışmalıdır) 20’nci asır, Yahudi soykırımının yarattığı panik ve korkunun İsrail’in kuruluşunu tetiklediği ifade edilse de, soykırım -dönem dönem- bin yıllık süreçte hep gündemde kalmıştır.
-İkinci Dünya Savaşı’ndaki yıkımın küllerinden Avrupa Birliği’nin filizlenir, (Gerçekte ABD-Rusya ortaklığı ve dünyayı paylaşımı birilerini ürkütür.)
-İsrail’in kuruluşu ve ardından patlak veren Arap-İsrail savaşları, 20’nci asrın ortaları,
-Arap Baharı! 21’nci asır,
-Otu çek köküne bak!
Çektik ve kökler, meseleleri besleyenlerden önemlileri sıraladık,
Devam edecek…

İsrail’in kuruluşu ile Müslüman ve Museviler kaybetmiş, Hıristiyanlar kazanmıştır.(son)

Hıristiyan Batının İsrail Devletini kurmasının altındaki nedenlerin başında; İngiltere ve Fransa arasındaki paylaşılamayan sömürgeler, Sanayi Devrimini sürdürmek için gerekli hammadde ihtiyacı, Yahudilerin Avrupa dışına sürülmesi ve ABD’nin büyüme hesapları gelmektedir.
Yaygın olarak İsrail devletinin temellerini, gazeteci ve Politik Siyonizm’in kurucusu Teodor Herzl’in (1860-1908) attığı ifade edilir. Resmi olarak anlatılanlar özetle ;
“Fransa’da ortaya çıkan Dreyfus Olayı hem onun yaşamına hem de siyonizm fikrinin seyrine yön verir ve Yahudilerin tüm dünyada ezildiği ve acı çektiği düşüncesinden hareketle “Yahudi Devleti” (Judenstaat) adlı kitabını yayınlar…(1896).
1897 yılında Dünya Siyonist Teşkilatı’nın kurulması ve kurulduğu İsviçre’nin Basel kentinde teşkilatın ilk kongresinin yapılmasını sağlanır…
Kongrede “Ben bugün burada Yahudi Devleti’ni kurdum, ancak bunu yüksek sesle söylersem bütün dünya güler. Fakat beş sene içinde ya da elli sene sonra bunu herkes böyle bilecektir.” demiştir.
Teşkilatın amacına uygun olarak kutsal Siyon tepesinin bulunduğu Filistin topraklarında Yahudi Devleti’ni kurmak amacı ile önce İngilizlerle bağlantıya geçmiş, ancak Filistin topraklarının Osmanlı egemenliği altında olması çözümün adresi olarak dönemin padişahı II. Abdülhamid’i göstermiştir.
Öncelikle Osmanlı ile iyi ilişkileri olması hasebiyle Alman İmparatoru II. Wilhelm ile ilişkiye geçmiş ancak umduğunu bulamamıştır.
17 Mayıs 1901 tarihinde Abdülhamid ile görüşmeyi başarmıştır. Görüşmede Herzl, padişaha “Yahudilerin vadedilmiş topraklarda “yurt” kurmasına izin verildiği taktirde Avrupa’daki Yahudi bankerlerin Osmanlı’nın tüm dış borçlarını ödeyeceğini” bildirir.
Bu taahhüdü Abdülhamid “Ben bir karış dahi olsa toprak satmam, zira bu vatan bana değil, milletime aittir. Milletim bu vatanı kanlarıyla mahsuldar kılmışlardır.” cevabı ile reddetmiştir.
Aslında teklif oldukça caziptir, Osmanlı Devleti moratoryum –borç erteleme- ilan etmiştir, mali açıdan çok zor durumdadır, Abdülhamid bu durumu şu sözleri ile açıklamıştır:
-”Kudüs taraflarından toprak satın alarak her taraftan Yahudileri oraya iskan istediler. Adeta orada bir memleket tahsis etmek isterler. Teklifleri de devletin Düyun-u Umumiyesini kamilen deruhte etmek idi. Güzel bir şey. Zira Düyun-u Umumiye birgün gelip de borçlarımızı ödemez isek, devletin maliyesini murakabeye almak gibi bir tehlike mevcuttur.”
Herzl, II. Abdülhamid ile ikinci görüşmesini 4 Temmuz 1902 tarihinde yapar ancak istekleri yeniden reddedilir. Herzl vadedilmiş topraklar uğruna yaptığı savaşı sürdürürken Osmanlı Sultanı tarafından kullanıldığını acı bir şekilde anlayacaktır.
Zira o dönemde Fransız finansörlerinden Osmanlı dış borçlarının kapatılmasında kullanılacak miktarın arttırılması için piyon olarak kullanılmıştır. Bu olayın üstüne Osmanlı planını rafa kaldırırken ağzından şu sözler dökülecektir.
“Türkler gün gelecek, dilenci durumuna düşecek ve dizlerime kapanıp yalvaracaklar.” Bunun üzerine İngiltere ile yeniden ilişki kurarak sorunun çözüleceği fikrinden hareketle İngiliz Sömürgeler Bakanı Chamberlein ile görüşür.
Bu görüşmeden de istediği sonucu alamayan Herzl kısa bir süre sonra Londra’ya davet edilir. Bu görüşmede “Yahudi yurdu” olarak kendisine Uganda teklif edilir, ancak Teşkilat kongrede bunu reddeder.
Filistin topraklarının “vadedilmiş topraklar” olması Herzl’in gözünü buraya dikmesinin nedenidir.”
-Peki, bu resmi anlatımın dışında kalan gerçekler nelerdir?
İsrail’in Devletinin kurulmasında dönemin iki büyük devletinin aralarındaki ekonomik rekabet vardır.
Bunlar Hindistan’ı sömüren İngiltere ile İngiltere’nin Hindistan’dan kovaladığı Fransa’dır.
Kısa bir dönem sonunda da aralarına emperyalist (yayılmacı) düşüncelerle, büyük güç olmak isteyen ABD katılacaktır.
Hikayemiz, Fransa’nın Hindistan’daki kayıplarını telafi için 1798’de Mısır’ı işgali ile başlar. Fransız ordusunun başındaki Napolyon, gerek donanmalarının Mısır’ı işgal sırasında İngilizlerce yakılması, gerek Osmanlılara Akka’da yenilmesi nedeniyle zor durumda kalınca,
Bölge ve Avrupa’daki Yahudilerden gazetelere ilan vererek yardım ister. (1799) Fransızlar, Yahudilere yapacakları yardımlara karşılık, Filistin’de bir yurt kuracaklardır.
Gerçeğinde yurt kuracakları bölge, Osmanlı topraklarıdır.
-Fransızların Yahudiler üzerine hesabı olur da, Siyaset ustası ve amansız düşmanları İngilizler bir kenarda beklerler mi?
“1840 yılında Britanya İmparatorluğu Kudüs’te bir elçilik kurduğunda İngiliz Lord Palmerston,
“Britanya İmparatorluğunun yüksek çıkarlarını korumak üzere” burada bir Avrupalı Yahudi yerleşim kolonisi kurma fikrini ortaya attı.
Filistin de kurulacak Müslüman olmayan bir devlet İngiliz emperyalizminin Ortadoğu’da ileri karakolu olacak hem de Avrupa’daki Yahudi nüfus azaltılmış olacaktı..
Zaten Tevrat’a göre Nil nehri ile Fırat nehri arasındaki topraklar tanrının (yahova) İsrail oğullarına vadettiği topraklardı…
(Bu anlayış bir süre sonra İngiliz siyasetçisi-başbakan ve amansız İslam-Türk düşmanı Evanjelik Gladstone tarafından adım adım hayata geçirilecektir. İlk planda Balkan halkları ayaklandırılmış, balkanlar Osmanlıdan koparıldıktan sonra sıra Ortadoğu’ya –Filistin’e- gelmiştir.)
Bu arada Avrupa ve Amerika basınında kampanyalar düzenlendi: “Vatansız halka, halksız vatan”. Yahudiler vatansızdılar ve Filistin halksız bir vatandı..
Filistin Siyonistlere verilmeliydi. Hâlbuki Osmanlı Devletinin elindeki bu topraklarda Araplar ve Türkler yaşamaktaydı.
Neticede İngilizlerin önderliğinde ve Filistin’de Yahudilerin oturduğu ilk yerleşim yeri 1860 ta kurulur.
(Kurulur ancak, bu topraklara çok sayıda Yahudi gerekecektir. Devlet kurulacak topraklarda yaşayacak Yahudi bulmak adına; Dünya genelinde 2. Dünya savaşındaki Nazi Kıyımları da dahil bir oyunlar zinciri başlayacaktır.)
Filistin’e Yahudi göçü Rus çarı II. Aleksandr’ın öldürülmesi ile hızlanır, Çünkü Ruslar çarlarının öldürülmesinden Yahudileri sorumlu tutmaktadırlar…
(Hıristiyanlarda İsa’nın ölümünden!)
Rusya’da o tarihlerde 3 milyon Yahudi vardır. Çara suikast sonrası başlayan göçün ilk duraklarından biri İstanbul olur. Abdülhamit Anadolu ve Filistin’e yerleşme isteklerini kabul etmez ve yardım ederek göçü Amerika’ya yönlendirir…
1890 da Rusya ve diğer bölgelerden gelenlerle beraber Yahudi nüfus 42.000’e ulaşmıştır. Zor şartlar altında hayatlarını devam ettirmeye alışmış Rus Yahudileri Filistin’deki şartlara kolay uyum sağlar ve Yahudi yerleşimlerinin sürekliliğini sağlayan militan ana gövdeyi oluştururlar.
1882de ikinci yerleşim bölgelerini de kuran Yahudiler, 30.000 dönüm toprak satın alırlar.
O yıl, Osmanlı Devleti hacılar hariç tüm Yahudilerin Filistin’e girişini yasaklar. Fakat bu önlem Yahudi göçünü durdurmak için yeterli değildir. Kendilerini hacı gibi gösterip giriş yaptıktan sonra kolonileştirme faaliyetlerine devam eder ve geri dönüş yapmazlar.
1884 yılına gelindiğinde Dâhiliye Nazırı yeni bir yasa çıkarır…
Yasaya göre, hacılar da dâhil olmak üzere vizelerini yetkili Osmanlı şubelerine onaylatmayan Yahudiler, Filistin’e kabul edilmeyecektir. Fakat bu önlem de soruna tam bir çare olmaz…
Bütün bu yasak ve tedbirleri Yahudiler azimle delerler. Kudüs mutasarrıflarını, kaymakamları, tapu müdürlerini satın alırlar…
Görünüşte Siyonist hareket, gerçeğinde İngiltere, Filistin’de Yahudi sayısını ve toprağını artırmakta ve onları orada güçlendirmektedir.
Bu altyapı üzerine Siyonistler bölgede bir Yahudi devleti kurma planlarında; Osmanlı İmparatorluğu, Britanya, İmparatorluk Almanyası gibi tüm egemen güçlerle ilişki kurar ve destek aramaya başlarlar ve meselelerini daha güçlü bir şekilde dünya kamuoyuna açarlar…
Teodor Herzl 1896 yılında Osmanlı İstihbaratının Avrupa’daki ajanlarından Newlinski ile İstanbul’a gelerek II. Abdülhamit’le görüşür ve görüşmede yirmi milyon altın karşılığında Filistin’e Yahudi göçünün serbest bırakılmasını talep eder…
Abdülhamit şiddetle Teodor Herzl’in teklifini reddeder ve Newlinskiy’e Herzl’e iletmesi için şu cevabı verir:
-‘Eğer Bay Herzl senin benim arkadaşım olduğu gibi arkadaşın ise, ona söyle bu meselede ikinci bir adım atmasın.
Ben bir karış dahi olsa toprak satmam, zira bu vatan bana değil, milletime aittir. Milletim bu vatanı kanlarıyla mahsuldar kılmışlardır. O bizden ayrılıp uzaklaşmadan tekrar kanlarımızla örteriz.
Benim Suriye ve Filistin alaylarımın efradı birer birer Plevne’de şehit düşmüşlerdir. Bir tanesi dahi geri dönmemek üzere hepsi muharebe meydanlarında kalmışlardır.
Türk imparatorluğu bana ait değildir, Türk milletinindir.
Ben onun hiçbir parçasını vermem. Bırakalım, Museviler milyonlarını saklasınlar, benim imparatorluğum parçalandığı zaman onlar, Filistin’i hiç karşılıksız ele geçirebilirler. Fakat yalnız bizim cesetlerimiz taksim edilebilirler.
Ben canlı bir beden üzerinde ameliyat yapılmasına müsaade edemem.”
* * *
-Yaygın ifadesi ile kimi gerçekler gizlenerek Batı Avrupa’nın, “Aydınlanma Çağı” ile birlikte hızla kalkındığı, zenginleştiği ileri sürülür. Bu görüş çok doğru değildir.
İngiltere ve Fransa başta olmak üzere Avrupa’da yapılan sanayi devriminin arkasında Latin ülkelerinin acımasızca sömürülmesi, altın ve gümüşlerin Avrupa’ya taşınması vardır.
Bu sömürülerden elde edilenler sanayi devrimine sermaye olmuştur.
* * *
-19’uncu asrın sonlarına doğru ABD dünyada yeni bir süper güç olma yolunda hızla adımlar atarak Avrupa’yı sıkıştırmaktadır. Bunlarla beraber elbette büyümek için ABD’ye sömürülecek yeni ülkeler ve kaynaklar gerekmektedir.
Ve bu anlayış için en uygun topraklar, “Hasta Adam!”, Osmanlı İmparatorluğu’nun elindedir.
Artık Amerika’da bölgeyi parçalamak ve çıkan huzursuz ortamlardan kazanç sağlamak adına “büyük oyun!” oyuna girmiş ve İsrail’in kurulması sürecine dahil olmuştur.
* * *
-Konu bir blog anlayışı ile yazılamayacak kadar geniştir. Burada noktalıyoruz.
Umarız, meraklısına araştırması için bir kapı açmışızdır.
İsrail’in bu bölgede kurulmasının sonuçlarından kimlerin yararlandığını ve kuruluş amacının daha iyi kavranabilmesi için bugün bölgeye yapılan silah satışları ile ilgili bir istatistik vererek, yorumu okuyana bırakıyoruz.
SIPRI’nin küresel silah transferi raporu
Ortadoğu silahlanıyor
Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü (SIPRI), Orta Doğu’ya ihraç edilen silah miktarının son 4 yılda hızla arttığını, ayrıca ABD’nin dünyanın en büyük silah ihracatçısı olmaya devam ettiğini açıkladı.
SIPRI’nin silah piyasası ve silahlanma ile ilgili raporuna göre, Ortadoğu, silah alımıyla dünyada başı çekmekte.
Silah satan ülkelerin başında ise her zaman olduğu ABD yer alıyor.
ABD’yi Rusya, Almanya, Fransa ve İngiltere takip etmektedir.
2008 yılında dünyanın en büyük 100 silah şirketinin satışlarını 39 milyar dolar artışla 385 milyar dolara çıkardığı bilinmektedir.
Sonsöz…
İsrail devletini dün kuranlar, bugün bölgeye en fazla silah satan ülkelerdir.
Açık ifadesi ile,
Ölenler, Müslümanlar ve Museviler…
Kazananlar, Hıristiyan batılılardır…

Hiç yorum yok: