13 Ekim 2012 Cumartesi

“İstiklâl savaşını Türk milleti başarmıştır. Ben onun başında nâçiz bir kumandandan başka bir şey değildim.” -canmehmet.com


Birinci Dünya Savaşı, Yenidünya düzeni için bir başlangıç değil sonuçtu. Galipler anlaştıkları şekilde de Osmanlı’yı resetlediler.(*) Milli Mücadele ile ilgili bu güne kadar yayınlanmayanları bir vefa borcu olarak gündeme taşırken, son dönemde yaşadıklarımızın ışığında bir devleti resetlemenin, Milletine rağmen çokta bir anlamı olmadığı görülmektedir.
Dönemin devletlerinin Birinci Dünya Savaşı’na nasıl geldikleri ve kurulan Yenidünya Düzeninde bizlere nasıl bir rol biçtiklerini geniş bir açıdan değerlendirme yazısına başlamadan evvel, bugünkü Milli İstihbarat Teşkilatı’nın karşılığı olan Teşkilat-ı Mahsusa’nın son başkanı Hüsamettin Ertürk anılarında;
Bugün için kimsenin bilmediği, hiçbir eserin açıklamadığı bu kahramanları isimleriyle tanıtmak, üzerimize aldığımız tarihî vazifenin icaplarıdır… Mütareke senelerinin karanlık günlerinde, hem de üç devletin korkunç işgali altında yaşamış, çalışmış, zamanında çarpışmış, Anadolu’ya silâh ve cephane kaçırmış, istihbarat yaparak her şeyi Anadolu’ya vaktinde haber vermiş, subay götürmüş ve yerinde kalarak, cephede dövüşenler kadar, belki onlardan fazla memlekete faydalı olmuş,bu meçhul kahramanları umumî efkâra artık duyurmak zamanı gelmiş, belki de geçmiştir.
Millî Teşkilâtı kuranlar, ahalisi halis Müslüman olan İstanbul tarafından işe başlamışlardı. Bu semtler içinde ilk şerefi Topkapı almaktadır. Ondan sonra sırasıyla Şehremini, Eyüp Sultan, Kasımpaşa, Beyazıt, Aksaray, Bakırköy, Üsküdar, Kuzguncuk, Beylerbeyi, Çengelköy, Anadoluhisarı, Beykoz, Kavak, Sarıyer, Büyükdere, Beşiktaş ve Galata gelmektedir.
Kurucular içinde halk tabakalarından çeşitli kimseler olmakla beraber ekseriyetini gene münevver bir zümre teşkil ediyordu.
Bu semtler içinde en kuvvetli teşkilâta malik olanların başında Topkapı gelmekle beraber. Şehremini, Kasımpaşa, Eyüp Sultan olarak sıralanmakta idi. Bu semtler halkı, aynı zamanda silâhlı bir teşkilât kurmuşlardı. Her an Müslüman mahallelerine, Türklerin meskûn Bulunduğu yerlere, istilâcılardan olduğu kadar, gayrimüslim unsurlardan da bir tecavüz gelebileceğine ihtimal veriyor, ona göre hazırlıklı bulunuyorlardı. Topkapı. Şehremini ve Kasımpaşa’nın kahraman, mert delikanlıları, fedakâr yaşlıları, herhangi bir tecavüzü mutlaka silâhla ve kanla temizlemeye karar vermişlerdi.
Bunlar kabadayı doğmuş ve öylece ölmeye yemin etmiş insanlardı. Bunlar, şehrin bir tarafında son derece uyanık ve sakin neticeyi bekliyorlardı…
Mütareke yıllarında İstanbul için için kaynayan bir kazan manzarası arz ediyordu. Denilebilir ki şehrin her semti, her mahallesi, feci bir işgalin, alçakça yapılmış bir istilânın karşısına dikilmiş bir kahraman, ayaklanmış ve silâha sarılmış bir kalabalıktı.
Erkeklerin yanında kadınlar, ihtiyarlar önünde çocuklar da sıraya girmiş, emre hazır, mukadderata razı olmuş beklemekte, eğer ölüm mukadderse, bunların içinde Türk’e en çok şeref verenini tercih etmeye azmetmiş bulunmakta idi.
Muhiddin Bey, silâh ve cephane depolarından çıkardığı tüfek ve mermileri güvendiği kimselere tevzi ettirmişti. Kasımpaşalı’nın uyanıklığına ikinci ve mühim bir sebep de şu idi.
…Bahriye itfaiye taburu kumandanı Muhiddin Bey’le anlaşarak ve akrabamdan olan; Kasımpaşa’daki 4 dönümlük bir bahçe içindeki köşkte ikamet eden mülga Meclis-i Mebusan zabıt kâtibi ve Kasımpaşa nahiyesi heyet-i müteşebbisesi azasından ve daha sonra Büyük Millet Meclisi kütüphanesi müdür muavini olan Saim Tayyar Bey, benden aldığı talimat ve Muhiddin Bey’den tesellüm ettiği silâh ve cephane ile, evinde birçok ambar ve depolar vücuda getirmişti.
Bahçe yüksek duvarla çevrilmiş olduğu için, bu duvarların arkasındaki gizli silâh ve cephane depolarımızın kimse farkında olmamıştı. Bu semtin kahraman gençleri ekseriyetle. Sahaf Muslihiddin, Hacıhüsrev – Küçük ve Büyük Piyalepaşa mahallelerinde oturmakta idi. Askerliklerini yapmış olanlar, yapmayanlara Saim Tayyar Bey’in bahçesinde gizlice silâh ve bomba talimleri yaptırmakta idi.
Bu teşkilât sayesinde Kasımpaşa’da her an Beyoğlu’ndan, Tatavla’dan inecek bir tecavüze karşı şiddetli bir mukavemet baş gösterecekti. Binbaşı Muhiddin Bey’i ve Kasımpaşa’daki Millî teşkilâtın heyet-i merkeziyesiyle fedakâr ve kahraman Saim Tayyarı, yeni nesillere örnek olarak göstermek vazifemizdir.
Beyazıd – Aksaray ve Fatih’te Millî Teşkilât kuranların başında bu tarihte rütbesi erkânıharb kaymakamı olan Muğlalı Mustafa Bey (Orgeneral) var idi. Merhum, bir zamanlar üçüncü karakol teşkilâtı heyet-i merkeziyesine riyaset ederken meşhur ingiliz casusu Hintli Mustafa Sagîri Hindistan’daki Hilâfet-i islâmiye Cemiyeti’nin hakikî mümessili zannetmiş, sonra ikazlarım neticesinde bu fikrinden vazgeçmişti.
Muğlalı Mustafa Bey, İstanbul’da Yavuz grubunu da muvaffakiyetle idare etmiş. Sonra Anadolu’ya geçerek şark cephesinde kolordu kumandanlığına, Ordu Müfettişliğine kadar yükselmiştir. Gene bu semt, millî teşkilâtında bulunanlardan, rütbesi kaymakam olan Besim, süvari binbaşısı Nidaî Beyler sayılmalıdır. Gene bu semt ve mahallelerin Millî Teşkilât kurucularından biri Fatih Belediye dairesi karşısındaki eczanede çalışan Şevket Bey’le kayınbiraderi rütbesi erkânıharp kaymakamı olan Hüseyin Hüsnü Emîr (General) Bey idi. Bunlardan başka Aksaray imamlarından Tevfik Efendi’nin de hizmetleri görülmüştü. (1)
Ecnebilerin bu hareketi ve bu şuurlu savaşı tek bir insana atfetmek isteyişleri, Türk milletinin bütün bir tarih boyunca gösterdiği hayatiyeti inkâr etmek demek değil midir?
Kaç defa bu noktayı kendisine söyledikleri zaman büyük Mustafa Kemal şöyle cevap vermişti:
-İstiklâl savaşını Türk milleti başarmıştır. Ben onun başında nâçiz bir kumandandan başka bir şey değildim. (2)
Yokluklar içerisinde bir savaş nasıl kazanılır?
“Vefa semtinde Ebülhadis mahallesinde ikamet eden anasırı İslâmiyeyi Millî Teşkilâta sokan, İstanbul limanı deniz işçilerinden Siirtli Mehmed Ali Çavuş, diğer biri de arabacılar kâhyası Kâzım Bey’dir.
Galata’daki Millî Teşkilâtta ise sandalcılar kâhyası Ali Osman’ın rolü büyüktü. Umumî Harbin başlarında Galata’da Yağkapanı iskelesinde çalışan sandalcıların kâhyası olan Rizeli Ali Osman, Çanakkale Boğazı’nı kapamaya kâfi derecede mayın bulamayan ve denize dökülecek mayınları müttefikleri olan Almanya ve Avusturya – Macaristan’dan getirtmek mecburiyetinde bulunan, fakat Bulgaristan’ın henüz ittifakımıza dahil olmayışı yüzünden bu işin aksadığını gören ve son derece teessüre düşerek çırpınan Enver Paşa’ya müracaat etmiş, emrindeki takalarla ve cesur Karadeniz uşaklarıyla Rusların İstanbul Boğazı’na döktüğü ve Karadeniz limanları ağzına yerleştirdiği mayınları, birer birer toplamış ve bunları mavnalarıyla getirerek Harbiye Nezareti’nin mütehassıslarına teslim etmişti.
Bu suretle harbin ilk aylarında Çanakkale Boğazında çekilen mayın sıkıntısını Osman Kâhya gidermiş, memlekete bu suretle büyük hizmet eylemişti. Diğer taraftan Rizeli Osman Kâhya, Galata’nın Arapcamii mahallesindeki İslâm unsurları içinde de bir teşkilât kurmuş ve bu Karadeniz çocuklarını takalarıyla milli teşkilâta sokmuştu. (S.260)
Bu tarihlerde Galata’da Markasya adında, deniz işlerinde. Tahmil ve tahliye ile meşgul olan bir şirket vardı ki onun da elinde Siirtli olup, Bulgaristan muhacirlerinden mürekkep bulunan bir hamallar kalabalığı mevcuttu. Bunların başı olan Siirtli Emin Bey de derhal onlar arasında bir teşkilât kurmuştu.
Galata’da Karabaş mahallesindeki hamallardan bu teşkilâta pek çoğu girdiği gibi limanda yükleme, boşaltma işlerinde ve yabancı gemilere kömür taşıma işlerinde çalışan amele arasında çalışan amele arasında kolbaşı tayin edilmişti.
Bu şube tâ Kuruçeşmede’deki kömür depolarında çalışan amele arasında da bir teşkilât şubesi kurulmuş, buraya da Siirtli Ömer Efendi kolbaşı tayin edilmişti. Bu şube tâ Kuruçeşmede’deki kömür depolarında çalışan ameleye kadar uzanıyordu.
Gerek bu Karadenizli sandalcılar, takacılar, gerek limanda çalışan yükleme ve boşaltma işi yapan hamallar İstanbul ve civarındaki silâh ve cephane depolarını baskınlarla boşaltmak ve ele geçen silâh ve cephaneyi deniz yollarıyla Anadolu’ya sevk etmek hususundaki hizmetlerinin, cephede düşmana karşı savaşmaktan aşağı kalmadığını, hattâ işgal altında bulunan bir şehirde, her türlü askerî kordon ve kontrole rağmen yapılmasındaki büyük cesaret ve kahramanlığı, okuyucularımızın takdir edeceğini ve bunlardan ölenlerin ruhuna Fatihalar ithaf edeceğini ve kalanlara uzun ömürler dileyeceğini kabul ediyoruz. (3)
Başlanacak yeni yazı dizisinde bugüne kadar kamuoyunun dikkatine fazla sunulmamış birçok bilgi verildikten sonra inanıyoruz ki;
Asil Milletimizin her türlü zorluk ve yokluk karşısında nasıl el ele ve gönül gönüle vererek ve hiçbir karşılık beklemeden ülkesi ve namusu için, “zor ve olmaz!” denilenler karşısında dahi korkusuzca çözümler üretebildiği görülecektir
Resim;internet ortamından alınmıştır.
(*) Resetlemek; Fabrika ayarlarına, ilk başa döndürmek. Sıfırlamak.
(1) Hüsamettin Ertürk, “İki devrin perde arkası”, S. 246
(2) a.g.e. S.263
(3) a.g.e. S.260-261

Hiç yorum yok: