27 Şubat 2012 Pazartesi

İki kıtanın hükümdarı -İlber Ortaylı



Ölümünün üstünden 500 yıldan fazla geçti ama Fatih Sultan Mehmed’in tesirinin kalmadığını söylemek mümkün değildir


1481’in 3 Mayıs’ında yani bundan tam 529 yıl önce bütün zamanların en entelektüel mareşali ve hiç şüphesiz Rönesans döneminin en bilgin hükümdarı Gebze sahrasında öldü. Öldüğü zaman hekimlerin ilk yaptıkları, görkemli fatihin nefes alması için kaftanını kesip çıkarmak oldu (Yakası yırtık kaftan Topkapı Sarayı Müzesi 13/ 27 envanter numarası ile saklıdır).

Ölümüyle kaos başladı 

Son nefesini verişi, torunlarından Kanuni Sultan Süleyman’ın şiirine hak verdirir: “Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi”. Cihan padişahı son nefesini zor aldı. İtalyan hekime Venediklilerinrüşvet vererek kendisini zehirlettiği söylendi. 
Yeniçerilerin sevmediği fakat geniş halk kitlelerinin medreseler ve tarikat ehlinin bayıldığı şehzade Bayezid’in adamlarının bu işi yaptırdığı söylendi. Hünkarın ölümü bir sır; deniz mahsullerine çok düşkün olduğu için bir türlü gerekli perhizi uygulamadığı gut hastalığı dışında ani öldürücü bir hastalığı yoktu. 

Ölümüyle, Osmanlı hanedanının ve devletlilerin 3,5 asır boyu kabusu olan korkunç bir iç savaşgelip çattı. Şehzade Bayezid’i Amasya’dan tahta çağıranlarla Karaman’da sancak beyi olan Cem Sultan’ı tutanlar birbirine girdi. Kul taifesi tahta geçecek ak bahtlıyı ve geçemeyecek kara bahtlıyı tayin için desisenin sınırlarını aştı, millet birbirine girdi. Büyük adamın naaşı günlerce ortada kaldı.

Sonunda tarihimizin en trajik bir başka portresi Cem Sultan ortaya çıktı. Yenildi ve Rodos’un şövalyelerine sığındı. Fransa kralı VIII. Şarl da Cem Sultan’ı kendine istedi. Osmanlı’ya karşı en mühim kozu elinde tutmak istiyordu, bir de tabii Bayezid’in altınlarını. 

Papazlar Cem’i Fransa’ya vermemek için Sultan Bayezid’ın talimatıyla zehirlediler. Cem Sultan menfada yavaş yavaş eridi. Ölüsünün bile orada olması mahzurlu görüldü. Önemli bir para karşılığı Bursa’ya getirildi. Ama çocukları ve gelecekteki torunları orada kaldı ve tabii vaftiz edildi. Kanuni, Rodos’u fethettiğinde torunlarının bazıları Rodos kalesindeydi. İçerideki şövalyeleri ve savunmacıları vira ile (sözleşerek) serbest bıraktı, kalede bulunan Cem’in torunları hariç. Onlar hanedanın bağrında çıban sayılıyorlardı. Şövalyeler teslim etti, Cem’in soyuna son ihanetleri buydu. Padişah tanassur edenlerin çocuklarını ve torunlarını katlettirdi. 

Bu yakınlarda Cem Sultan soyundan İtalya’da kalıp Avrupa’da yaşayanlar dedelerinin hanedanına müracaat etmiş; merhum hanedan reisi Osman Ertuğrul Efendi soylarının Osmanlı olduğunu ama aile üyesi kabul edilemeyeceklerini bildirmiş. Usul ve kanun budur.

Bosna fetihe üzülmedi

Bugünün insanları için bütün zamanların en hayran olunacak tarihi portresi Fatih Sultan Mehmed Han kendi devrinde nasıl görülüyordu? Komutanlar seviyordu, devletlular seviyordu, hatta imtiyazları fazlasıyla geri verilen Roma-Ortodoks kilisesi ve Patrik Ghennadios gibileri ona müteşekkirdi. Dış İslam dünyasında takdir edenleri çoktu ama Akkoyunlular devleti ve Uzun Hasan gibi kıskananları da vardı. Resmi tarihleri “Kitab-ı Diyarbakiriyye” İstanbul’un alınışından söz etmez bile.  

Avrupa onun karşısında titriyordu. Hele Otranto’ya çıkılan 1480 yılında Gedik Ahmed Paşa’nın İtalya’ya ayak bastığını bir hafta içinde öğrenen Roma yerinden oynadı. Bosna yerli Hıristiyanlıkile Katolisizmin çatışması altındaydı; ahali Fatih’in gelişinden rahatsız olmadı. 

Kırım Hanlığı karışıklık içindeydi. Yerli soylular olan mirzalar, en başta Şirin ulusunun başı Eminek onu huzuru sağlamaya davet etti. Girey hanedanı duruma boyun eğdi. Bu ülke tarihinin en satvetli dönemine böylece adım attı. Trabzon ve Doğu Karadeniz yani Pontus imparatorluğu ilk defa Türklerin hakimiyetine girdi. Hızlı İslamlaşmaya bakılırsa bu fetih kabul gördü. 

Ama içeride zaviye topraklarını kaybeden tarikatlar, emlak arazileri elden çıkan eski Anadolu beyleri her fetihte iskân için uzak diyarlara göç ettirilen geniş Karaman eyaletinin halkı padişahın icraatından pek de memnun değillerdi ki onun bu tip uygulamalarını durduran veya yavaşlatan Mahmud Paşa’ya “veli” unvanını verdiler. Büyük hükümdarın topladığı Yunan Roma heykel koleksiyonu, İtalya’dan celp edilen ustaların yaptığı portrelerin hiçbiri sarayda bırakılmadı, satıldı, atıldı; en ünlüsü Bellini’nin yaptığı portre bugün Londra National Gallery’de. 

Birtakım zümreler bu miras kazıma hareketini alkışladı. II. Bayezid Han’a “veli” unvanını verdiler; bazıları da yaptıklarına dudak büktü, “sofu” dediler. Osmanlı tarihi yürüdü.

Bir geminin batması gibi

Padişah niye sefer bayrağı açıldığında Üsküdar’dan Anadolu’ya çıkmış, Üsküdar’dan Gebze sahrasına yönelmişti? Bazılarına sorarsak şaşırtmaca yapılacak; gizli tutulan hedefe, Körfez kıyısından İtalya’ya yönelecekti. Gedik Ahmed Paşa çoktan Puglia eyaletinde üs tutmuştur deniyor. Herhalde böylesi akla daha yakındı. Türklerin İtalya macerası o kadarla kaldı. Gedik Ahmed Paşa hünkârın ölümünden sonra geri çekildi. Batılılaşmacı tefekkür tarihimizde hayıflanma bugüne kadar devam ediyor. “Fatih’in bu seferi hedefine ulaşsa Rönesans cemiyetinin içine girerdik. Rönesans Topkapı Sarayı’nın dışına çıkar, yayılırdı” deniyor. Tarih “olsaydı, yapsaydı” ile yazılmaz. Bizim millet tarihle söz düellosuna girip yakaya yapışmayı sever.

Fatih büyüktü. Ölümü de bir dağın indifaı veya bir büyük geminin batması gibidir. Hedeflerinin hepsini ardındaki toplum anlamış değildir zaten, açıkça da ortaya koymamıştı. Ama Fatih Sultan Mehmed Han asrının hiç tesiri kalmadığını söyleyebilir misiniz? En azından sarayda kurduğu kozmopolit kütüphaneyi o yönde zenginleştiren Kanuni Sultan Süleyman onun torunuydu. Fatih iki kıtanın ve
iki denizin padişahı ve iki medeniyetin sahibi bir aydındı. 

Hiç yorum yok: