29 Nisan 2013 Pazartesi

Vahşi ve tiksindirici imparatorluk-Kemal Özer


11 Eylül saldırısı dâhil, El Kaide adına üstlenilen saldırılardan Laden’in haberi var mıydı? Şayet yoksa fatura ona mı kesildi? Ya da birileri bunları kurgulayıp, Laden de bunlara sessiz mi kalıyordu? 


Yahut tartışıldığı anlamda bir mite dönüştürülen “Laden” diye biri yok da, bir kurgu dünyasında mı yaşatılıyorduk.
Laden 11 Eylül’ü yapabilecek güç ve kabiliyette miydi? Madem bu kadar güçlüydü, neden daha büyüklerini yap(a)madı?
O halde kimdi Laden? Kimilerinin ifadesiyle bir “kahraman mı” yoksa azılı bir “terörist mi”?
Laden gerçekten öldü mü?
Öldüyse ne zaman ve nerede?
Geçmiş yıllarda, Amerika Laden’in öldüğünü dört kez daha ilan etmişti. Oysa hâlâ yaşıyormuş. ABD’nin son açıklamaları, Laden’in öldürüldüğü yönündeki iddiayı inandırıcı kılmamıştı. Ancak 12 yaşındaki kızının söyledikleri “bu kez durum faklı” sonucuna götürse de, ‘Laden’i, Abbutabad’da kaldığı evde öldürdük’ açıklamalarını yöredeki komşuları doğrulamıyor. Fakat El Kaide’den yapılan son açıklamada ise ölümü kabul ediyor. Örgütten yapılan bu zayıf açıklama bile öldüğü konusundaki şüpheleri ortadan kaldırmıyor.
Fakat “Hayır, Laden ölmedi” şeklinde güçlü bir itiraz da gelmiyor. Bu durumda, Laden’in 2001-2002’de böbrek yetmezliğinden öldüğü iddiaları da önemli ölçüde boşa çıkıyor. İddiası doğru ise, Hintli bir doktor 2008’de Laden’e böbrek tedavisi uygulamış. Dolayısıyla bu bilgiler ışığında bu operasyon daha başka bir boyut kazanıyor.
* * *
Bu, ABD’nin ne ilk, ne de son operasyonu olacak. Dünya, batının çok sayıda operasyonunu yakından biliyor. Amerika Şemdin Sakık, Abdullah Öcalan gibi Türkiye kadar kendini de ilgilendiren kişilere yönelikte operasyonlar yapmıştı.
Silahsız olduğu halde kendi “düşmanı” Laden’i ve yanındaki dört kişiyi öldürüp, cesedini de denize atmakta beis görmeyen hatta bunu “cesede karşı bir saygı” olarak niteleyen Amerika, Türkiye’nin düşmanları söz konusu olunca da canlı yakalayıp teslim ediyor. Neden acaba?
Laden’i öldürerek kendi açısından bir “sorun”dan kurtulmuş oluyor. Başkalarının düşmanlarını ise sağlam teslim ederek, aslında o ülkenin kucağına dev bir bomba bırakmış oluyor.
Aynı durum on binlerce masum Boşnak’ın katili olan ‘Bosna kasabı’ lakaplı Radovan Karadziç operasyonu içinde geçerli.
Sadece bir tespit içeren bu örnekler, ‘Amerika bu kişileri neden öldürmedi’ olarak yorumlanmamalı. Kim olurlarsa olsunlar, ABD’ye bu kişileri öldürme hakkı vermez. Fakat o kendini, istediğini öldüren, istediğini de yaşatan bir imparatorluk olarak görüyor. Aslında yaptığı, dünyaya bu mesajı vermek.
Bununla da yetinmeyip, bir insanın ölüsüne bile saygı duymuyor. Üstelik, milyonlarca insan tarafından sevilen birinin cesedini denize atarak, bu kitlelerle alay ediyor. Psikolojik bir harp yürütüyor. Ardından yaşanan gelişmeleri de “terör” olarak yaftalayıp, yoluna devam ediyor.
Gerekçesi ne olursa olsun, kim yaparsa yapsın, masum insanların kanının dökülmesi kabul edilemez. Bombalı saldırılar kabul edilemez, cinayetler meşru görülemez.
Laden yapınca “terör”, Amerika yapınca “meşru operasyon” mu oluyor?
‘Uluslararası meşruiyet’ denilen aldatmaca ile Afganistan’da, Irak’ta veya başkaca diyarlarda katledilen binlerce masum insan, tarumar edilen ülkeler, söndürülen ocaklar ne olacak? Bunca öksüz ve yetimin ahı yerde mi kalacak?
Bu ahlaksız sözde imparator, önce güya yeri tespit edilen Laden’in öldürülmesi fetvasını veriyor, sonrada cesedinin denize atılmasını. Neymiş efendim, İslam’a göre cenazenin 24 saat içinde kaldırılması gerekiyormuş da, bu şartlarda bu imkânsızmış… Yeni Şeyhülislam Obama efendinin fetvaları böyle… Yerseniz tabi…
Laden’e türbe yapılırsa sorun olurmuş. Bunlar herkesi kendi toplumları gibi cahil sanıyor. Amerikalılar ya çok cahil, ya da tüm dünya ile alay ediyorlar. Laden’in mensup olduğu selefi görüş, tüm türbeleri yıkmış. Taşı olan bir tek mezarları bile yok.
Anladık ki, bundan sonra fıkhî konuları da Obama'ya sormamız lazım. Kendisi işgal veya katliamla meşgul olduğu için, ulaşılamadığında ise ABD elçilik veya konsolosluğuna uğramanız yeterli. Arzu ettiğiniz türden olmasa bile, ahlaksız imparatorun işine gelen türden fetvalar alabilirsiniz.
* * *
Malik Bin Nebi, insanları (1) medenileşmemiş, (2) medenileşmiş -ve bunun nimetlerinden istifade eden- ve de (3) medeniyet dairesinden çıkmış olmak üzere üçe ayırır.
İnsan onurunu hiçe sayarak; işgal, sömürü, cinayet, katliam, istismar, aşağılama, tecavüz ve sair ne tür zulüm varsa yapan bir devletin medeni olduğu kabul edilebilir mi? Bu türler olsa olsa, medeniyet dairesinden çıkmış sürüler olur.
Ünlü tarihçi Niall Ferguson, dünyayı sömüren İngiliz İmparatorluğu’nun uygulamaları için “vahşi ve tiksindirici” ifadelerini kullanır ve ekler; “Batı kendini sevgiyle değil, silah zoruyla cebren dayatan vahşice yöntemler kullana gelmiştir. Ne yazık ki bu tiksindirici durum, onun iliklerine kadar işledi. Emperyalizm, ekonomik bulduğu ne varsa sömürür. O, sömürmeye değer ne varsa sömürmekten geri durmaz. Köleliği de bu amaçla icat etmiştir. Sadece İngiliz İmparatorluğu, 1600-1850 arasında, altın, elmas ve öbür mineraller başta olmak üzere 777 trilyon dolarlık maddi bir sömürü yapmıştır. Kıtaları, milyonlarca insanın kanıyla suladı. İnsanlığa karşı suç işledi. Bugün İngiltere’nin sadece Afrika’ya ödemesi gereken tazminat, en az 150 trilyon sterlindir. Ne bunu ödemeye gücü yeter, ne de öder. İngiltere’nin tek bir dönüm toprağa sahip olmadığı gün, dünyanın en mutlu günü olacaktır!”
Niall Ferguson’un, İngiliz İmparatorluğu için sözünü ettiği veriler 19. yüzyıl öncesine ait. Bugün bu sömürünün, aralarında Avrupalılarında olduğu Amerika tarafından sürdürülmediğini kim söyleyebilir? Üstelik eskiden bu sömürü aleni yapılırdı, şimdi ise demokrasi, insan hakları gibi sair maskelere sığınılarak yapılıyor.
Peki, bu zulüm düzeni nereye kadar sürer? Şayet bazı çevrelerce iddia edildiği üzere, bu işgaller ortak bir proje değilse, bir Ladenle bile baş edemeyen, onu öldürürken uyguladığı toplum mühendisliğini bile eline yüzüne bulaştıracak kadar acze düşmüş bir zulüm imparatorluğunun çöküşü pek uzak olmasa gerek.
Kim bilir belki de, Ortadoğu ve Afrika ülkelerindeki yeni özgürlük hareketleri; yüzyıldır bir yandan batı, diğer yandan da yerli diktatörler tarafından işgal altındaki ülkelerin yanı sıra tüm yeryüzüne bir ahenk gelmesine vesile olur.
Filistin’deki son gelişmeler ümit verici. Mısır’daki geçici askeri rejimin adımları da.
Bir arkadaşın, Mısır için “örnek daire” olması arzusu gerçek olacağa benziyor.

Bugünkü hıdırellez (/Hızır-İlyas) belki, yeryüzüne özgürlük baharının da müjdecisidir!

Hiç yorum yok: