7 Ağustos 2013 Çarşamba

Yarım kalan işler koleksiyonu-Mustafa Ulusoy

Yarım kalan işler koleksiyonu

Bir günün yarım kaldığı görülmüş müdür hiç? Güneşin öğle vakti battığı?
Dünyanın, dönüşünü kesip istirahate çekildiği vuku bulmuş mudur bir kez bile?
 Kainatta görev hemen her zaman tamamlanır. Yarım kalan bir iş bulamazsın Mutlak Varlığın yaratışında. Kainattaki intizamın bir sırrı da burada yatar zannımca.
 Şimdi bir de kendine bak. Hayatındaki dağınıklığı bir de bu açıdan gözden geçir.
Yarısı yenip bırakılmış yiyeceklerle dolu bir mutfağı andırıyor ömrün.

 Ailene gitar kursuna gideceğim dedin, yolladılar. İkinci hafta sıkıldın bıraktın. Sonra benim resme kabiliyetim var diye tutturdun, ona da hayır demediler. Kaç hafta sonra ondan da vazgeçtin?
Daha sayayım mı?
Hele bir de İngilizce öğrenme maceran var ki, evlere şenlik.
Hatırlıyor musun kaç hafta sürdü bu maceran?
 O kurs senin, bu kurs benim, daldan dala kondun. Bir ara yazar olmak için bile heveslendin. Ne hayaller kurdun. Ne yazık ki sadece hayal kurdun.
Kitabında emek harcamak yoktu.
Emeksiz yemek olmaz, biliyordun belki ama sen yine de nehrin akışının tersine kürek çekmek istedin. Çektin ve yoruldun. Yoruldun ve vazgeçtin.
Vazgeçtin çünkü sıkıldın.
Neye başlarsan başla, hep sıkıldın.
Sıkıldın, çünkü neye başladıysan, hepsi bir heves uğrunaydı.
Hevesin rüzgar gibi esti geçti
“Heveslenmek” ilginç bir kelime.
Sadece heveslendin, bir anlık bir heves, bir arzu duydun içinde. Sonunu hiç düşünmedin. Gerçekten isteyip istemediğini hiç tartmadan, hevesinin peşine düştün. Hevesin bir rüzgar gibi esti geçti. Gayretin ise o içini saran o bir solukluk rüzgarın havalandırdığı yaprak misali, bir anlığına havada asılı kaldı, sonra da yere yığılıverdi.
 Bir heves, kitaplar aldın. Çoğunun sonunu getiremedin. Sana zevk vermediler diye, sıkıldım diye. Sanki amaçları sana zevk vermekti. Öğrenmenin zevkini bekleyemedin.
Hayatın yarım bırakılmış kitaplar gibi.
Sonunu getirip anlamını çözemediğin kitaplar gibi.
Hatırlıyor musun, bir heves spor salonuna üye oldun.
Neymiş, arkadaşlarım gidiyor, ben de gideyim diye.
Evet, tam tamına bunun içindi o kulübe yazılman.
Üçüncü haftasında gitmek zor gelir oldu.
 Sanırsın ki yarım kalan işler koleksiyonu yapıyorsun.
Hele bir de çekmecelerine bir baksan. Koleksiyon parçalarının âlâsını bulacaksın.
Çekmecende ele alınmayı bekleyen onca şey göreceksin. Ben saymayayım, sen bir listesini yap hemen.
 Damlayan musluğu günlerdir tamir etmedin ya da ettirmedin.
Bozuk saatini ne zaman götürmeyi düşünüyorsun tamirciye?
Arabana her bindiğinde, kaputtan yükselen ve sana bir şeylerin doğru çalışmadığını söyleyen homurtuyu daha ne kadar kulak ardı edeceksin Allah aşkına?
Bir de tavana bak istersen.
Günlerdir değiştirilmeyi bekleyen o patlak ampul canını daha ne kadar sıksın? Daha ne kadar göz ardı edeceksin?
İçimde hevesim yok diye günlerdir ertelediğin telefonlar var.
Vermen gereken bir dilekçe.
İki adım ötendeki bankaya gidip hesabınla ilgili yapman gereken bir işlemi iki aydır ertelediğini de unutma.
Önce yarım kalan işlerden başla
Bir türlü ele alamadığın ama almak zorunda kaldığın onca iş, sanıyor musun ki orada öyle rahat rahat duruyorlar. Emin ol, tamamlamadan yarım bıraktığın her iş ruhunu da yarım bırakıyor.
Tamamlanmamış her iş -iraden dışı olanlar hariç- içini soba borusuna döndürüyor.
 Ha, bir de istediğim kadar mükemmel olmadı diye yarım bıraktıkların yok mu?
En fenası da bu.
“Bir şey tamamıyla elde edilemediği takdirde o şeyi tamamıyla terk etmek caiz değildir” kaidesini de duymadın mı hiç?
Peki ya, Zamanın Bedii’nin “Bazan hak, ehaktan (daha haktan) ehaktır (daha haktır). Hem de olur hasen (güzel), ahsenden (daha güzelden) ahsen (daha güzel)” sözünü?
 Bence, önce şu yarım kalan işlerden başla.
Tamamlanmamış mektuplarını yaz.
Tamir edilecek şeyleri tamir et.
Bir liste yap kendine.
Alt alta sırala yarım kalmış ne varsa.
Her gün birkaçına el at.
Belki bedeninin rahatı kaçar ama ruhuna bir inşirah gelir, unutma.
İşte böyle nefsim.
Tamamlanmış az iş, yarım kalmış çok işlerden evladır inan.

Hz. Muhammed’in (sas) kılıcında yazan

Efendimiz,

“Rabbim bana dokuz ahlâkla ahlâklanmamı; dokuz hasleti, dokuz huyu ahlâk edinmemi emrediyor. Ben de size ey ümmetim, bu dokuz huyu ahlâk edinmenizi emrediyorum.” diye buyurmuş: 1- Allah’tan korkacaksın 
2- Adil olacaksın 
3- Kanaat ehli olacaksın 
4- Zulmedeni affedeceksin 
5- Gelmeyene gideceksin 
6- Vermeyene vereceksin 7- Konuşman zikir olacak 
8- Susman tefekkür olacak
 9- Bakışın ibret için olacak.’’
 Hz. Ali (RA) rivayetine göre Efendimizin (sav) kılıcında bu emirlerinden şunlar yazarmış:
Zulmedeni affedeceksin.
Vermeyene vereceksin.
Gelmeyene gideceksin.

Moby Dick

Bu aralar Herman Melville’in Moby Dick (YKY Yayınları) adlı romanını okuyorum. Hazır bu büyük eseri okuyorken John Huston’un Moby Dick’ini seyretmeden de olmazdı. Son zamanlarda yönetmen J. Huston’ın filmlerini izlemeye çalışıyorum. Huston, zaafların, hırsların ve tutkuların karşılığında ödenen bedeli her defasında çok güçlü bir dille anlatan önemli bir yönetmen.
Bu büyük eserden, Rahip Mapple Baba’nın denize açılacak denizcilere verdiği vaazdan birkaç kelime:

“Adının iyi çıkmasını, iyilikten üstün tutanlara yazıklar olsun! Bu dünyanın şanına şerefine bağlanana yazıklar olsun! Yalanla canını kurtaracağı zaman bile, doğruyu söylemeyene yazıklar olsun! Evet, büyük Pavlus’un dediği gibi, yazıklar olsun kendi günahlara batmışken, başkalarına talkın verene!.. Hey gemici kardeşlerim, her derdin sancağında mutlaka bir sevinç vardır. Derdin dibi ne denli derinlerde olursa, sevincin tepesi de o denli yükseklerde olur...” 

Hiç yorum yok: