6 Ağustos 2013 Salı

Tekke, türbe-Taha Akyol

1925 yılında tekke ve türbelerin kapatılmasına ilişkin yasanın çıkarılmasında bugün için alınacak dersler var.Hem yapılacak köklü ve genel bir düzenlemenin toplumsal karşılığını kestirmek bakımından, hem yeterince tartışmadan süratle kanun çıkarmak bakımından.Sıradan bir kanun değildir. Merhum Prof. Bülent Tanör’ün deyişiyle “Tekke, zaviye ve türbelerin kapatılması, toplumu laikleştirme operasyonunun en radikallerindendir”.Bugün Alevi meselesinin çözümü bakımından da çok önemlidir.


İLK TEKLİF NASILDI?

Takrir-i Sükûn dönemidir. Muhalefet ve basın susturulmuştur. Peş peşe ve süratle çıkarılan kanunlardan biri budur. Konya Milletvekili Refik Koraltan ve arkadaşlarına verdirilen kanun teklifinin ilk şekli şöyleydi:Bütün tekke, zaviye ve türbeler kapatılmıştır.Bütün tarikatlar, şeyhlik, dervişlik, müritlik, türbedarlık gibi unvan ve sıfatlarla bunlara ait kıyafetler yasaklanmıştır.Dikkat, kanun teklifinde dedelik, çelebilik, babalık gibi, Alevi, Bektaşi ve Mevlevi kültürü bakımından önemli olan kurum ve unvanların yasaklanmasına dair bir ifade yoktu.

YASAK YARIŞI

Konu 30 Kasım 1925 Pazartesi günü Tek Partili Meclis’te ele alındığında, bir yasakçılık yarışı başladı: Bolu Milletvekili Tunalı Hilmi “dedeliğin” de yasaklanmasını önerdi. Kütahya Milletvekili Mehmet Nuri, “falcılık, büyücülük, gelecekten haber verme gibi şeylerin de yasaklanmasını” istedi; cerbezeli pozitivist konuşmalar yapıldı. Kimsede “Bir araştıralım” diyecek hal yoktu.Komisyon uzun bir yasak listesiyle kanun metnini yeniden yazdı:“Bütün tarikatlar, şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik, seyyidlik, çelebilik, babalık, emirlik, naiblik, halifelik, falcılık, büyücülük, üfürükçülük ve kayıptan haber vermek ve murada kavuşturmak maksadıyla nüshacılık gibi unvan ve sıfatların kullanılması ve bu unvan ve sıfatlara ait hizmet ve kisve giyilmesi yasaktır... Bütün türbeler kapatılmış, türbedarlıklar kaldırılmıştır.”Nasıl bir furya coşkusuyla hareket edildiği açık değil mi? (Buradaki halifelik, 1924’te kaldırılan Hilafet değil, tasavvufi bir makamdır.)Konuşmalarda “bilim ve akıl” sözünden geçilmiyordu fakat Fuat Köprülü’nün Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar adlı muhteşem başyapıtı 1919’da yayınlandığı halde kimsenin aklına gelmemişti. Köprülü, kitabında Türk kültürünün gelişmesinde heterodoks İslam tarikatlarının, tekke ve zaviyelerin rolünü anlatmıştı. Bu eserin ikinci baskısının ancak yarım asır sonra 1966’da yapılmış olması, bu konularda ne kadar ilgisiz ve bilgisiz kaldığımızı gösterir. Hacı Bektaş ve Mevlana türbeleriyle Bektaşi ve Mevlevi dergâhları, zikir ayinleri, sema ve semah bile yasaklanmıştı.

ZAMANI GELDİ

Bir tek İstanbul Milletvekili Hamdullah Suphi, özel olarak Atatürk’ten Fatih Sultan Mehmet gibi birkaç türbenin açık kalmasını rica etti. Atatürk’ün cevabı şöyledir:“On, on beş sene bekle, bütün türbeleri sana vereceğiz!”Demek ki yasak geçici bir tedbirdi... İsmet Paşa, seçim sürecinde, 30 Mart 1950’de şu türbeleri ziyarete açtı: Fatih, Yavuz, II. Mahmud, Mustafa Reşid Paşa, Barbaros Hayreddin, Mimar Sinan, Gazi Osman Paşa, Eyyub Sultan.Tekke ve zaviyelerle birlikte kapatılan türbeler çoktan açıldığına göre, Alevi vatandaşlarımızın ruhani kurumlarını ve genelde İslam’ın tasavvufi kurumlarını yasallaştırmak için bu kanunu ele almanın zamanı çoktan geldi.<BR>Aceleye getirmeden, particilik ve seçim hesaplarını katmadan, yeni bir gerilimi tetiklemeden... İşin ehliyle görüşerek ve partiler arası diyalogla..

Hiç yorum yok: