22 Ağustos 2013 Perşembe

Suikastlar neden oluyor, koltuklar neden gidiyor? Taha Kıvanç

Önemli hizmetlerin içinde bulunan bir dostum, “Neden bize ters bakıyor?” diye şikâyetini dile getirdi. Ters bakmasını dert ettiği kişi de ülkemizin öndegelen bir şahsiyeti... Önce ne diyeceğimi bilemedim; sonra... Sonra, “Edward Snowden’in anlatmaya çalıştıklarına kulak verirseniz” dedim, “Nasıl bir dünyada yaşadığımızı ve kanaatlerin nasıl oluştuğunu anlarsınız...”
Aslında siyasiler ve hükümetler de Edward Snowden’e kulak verse iyi olur...
Şu sırada Moskova’nın Sheremetyova Havaalanı’nda âkıbetinin ne olacağına Putin’in karar vermesini bekleyen Edward Snowden idealist bir genç. CIA ile irtibatlı Booz Allen Hamilton(BAH) adlı şirkette çalışırken, şirketinin CIA adına dünyanın dört bir tarafına kulak kesildiğini fark etmiş. İnternet üzerinde yapılan bütün yazışmaları, mesajlaşmaları, konuşmaları kaydediyormuş BAH. Kendisinin yetmediği noktalarda, FacebookTwitterMicrosoft şirketleri, üzerlerinden yapılan tüm muhaberatı, BAH’ye kendileri teslim ediyormuş...

Bizde Gezi Parkı heyecanı yüzünden kimselerin aldırmadığı bu bilgiyi ABD’den kaçıp dünyayla paylaşınca, Snowden, ülkesinin kellesi peşinde koştuğu bir kaçağa dönüşüverdi. Putin “Seni istemiyoruz” dediğinde —ki diyeceğe benziyor— genç adama ne olacağı kelle avcılarının insafına kalacak...
Ne öğrenildi Snowden’den? Şu: ABD’nin Ohio eyaletinde yeni kurduğu altyapı sayesinde, NSA adlı büyük kulak birimi, dünyanın dört bir tarafındaki en mahrem görüşme, konuşma, yazışma ve haberleşmeyi yakından takip ediyor...
Muhalifler Amerikan Kongresi’ne “Bu durdurulsun” diye yasa teklifi verdi, Kongre dün reddetti.
Dostum, “Eee, ne olmuş” deyince güldüm...
Olan, ‘sosyal medya’ üzerinden yapılan bütün bilgilenme ve bilgilendirmelerin kulaklar ve gözler tarafından takip edildiği bir dünyada yaşadığımızdır. ABD’de devlet onları izlemeye değer buluyor da, sözgelimi Mısır’daki devlet, “Ne münasebet efendim, bu alan kişiye özeldir, mahremdir, ben izlemem” mi diyor?
Her devlet izlemede...
‘İzleme’ dendiğinde birileri bunu merak sâikiyle yapılmış bir uğraş olarak görüyor. Milyonlarca insan sosyal medya üzerinden birbirleriyle mesajlaşıyor; dinlense ne olacak, dinlenmese ne olacak? Hem o kadar yoğun mesaj trafiği kafa karıştırmaktan başka ne işe yarar? Böyle düşünenler olduğunu sanıyorum... Hiç değilse dostum öyle düşünüyordu...
Kendisine şunu söyledim: “Kendine özel sebeplerle biriyle yakınlığını inkâr ediyorsun diyelim. ‘O benim adamım değil’ diyorsun. O kişi de ‘Benim onunla ilişkim yok’ iddiasında. Oysa sosyal medyayı yakın takibe alan usta gözler, milyonları bir tarafa bırakıp sadece o kişi ve irtibatı ele verebilecek başkalarını izlemeye alarak, saklamaya çalıştığınız ilişkiyi kolayca kurabilir...”
‘Sosyal medya’yı takip için özel bir tertibat kurmaya zaten gerek yok; adam ‘en çok takipçi bende olsun’ diye kendisi çaba gösteriyor; peşine takıldığında attığı mesajlar sana da geliyor... Takipçinin bütün ihtiyacı, izlenen kişilerin mesajları arasında ortak ifadeleri tasnif edip tahlil için ayıklayacak bir bilgisayar programı...
Robert Redford’un ‘akbaba’ kodadlı bir ajanı oynadığı ‘Akbaba’nın Üç Günü’ filmindeki o küçücük birim kadar bir mekânda bu iş kolayca kotarılır.
Birilerine ‘masal’ gibi gelse de, büyük kulaklar izlemesinin, sadece bireylerle veya örgütlerle ilgili değil, başka devletler ve siyasilerle ilgili kanaatlere önem veren devletlerin kararlarını etkilediğine de eminim. Suikast mı oluyor bir ülkede, ya da halk hareketleriyle bir lider mi koltuğunu kaybediyor; bu tür âni gelişmelerin, “Bu adam tehlikeliymiş” veya “Bunların gizli ajandası varmış” türü kanaatler yüzünden yaşandığını düşünüyorum.
Dostum yanımdan kafasını sallayarak ayrıldı. Sıyırttığımı düşünmüştür... Arkasından, “Bu günün dünyasında en doğru tavır şeffaflık” diye bağırdım.
Sakladığın ne kadar çok şey varsa, işin de o kadar zor bu dünyada...

Hiç yorum yok: