7 Ağustos 2013 Çarşamba

Sevgi üzerine -Doğu Ergil

Sevgi üzerine (1)

Nesnelere, diğer canlılara ve inanç sistemleri doğduktan sonra "Yaratana" duyulan sevgi, yaşamı anlamlandıran merkezi konu olmuştur. Günümüzde dinin ve felsefenin ana teması da sevgidir. Bu kadar önemli bir konu üzerinde ne kadar düşünüyoruz? Bizi yönlendiren bu yoğun duygu hakkında neler biliyoruz? Bu sorular, sevginin yaşam denen senaryonun ana teması olduğunu bilen nadir dostlarımdan birinin Japon filozof Masumi Toyotome'nin "Sevginin Üç Türü" adlı kitabından bir alıntıyı bana göndermesinden sonra daha anlamlı gelmeye başladı.
Söze kendi düşüncemle başlayayım: "Sevgi, çaldığımız zaman açılmasını beklediğimiz bir kapıdır. Gerisi bir muammadır; sürprizlerle dolu, acı tatlı ama muhakkak ki heyecan verici..." İsterseniz sevgiyi, "Yanıtını hayat boyu aradığımız soru" diye de tanımlayabiliriz.

Masumi Toyotome'ye göre 3 tür sevgi vardır. Bunlara sevginin üç hali diyebiliriz. Birincinin adı 'eğer' türü sevgidir. Bu, belli beklentileri karşılarsak bize verilecek olan sevginin adıdır...
Eğer dersleri iyi olursa çocuklarını seven ana-babanın; işinde başarılı ve önemli biri olursa eşini seven kişinin; ilişkisinde mutlak itaat ve bağlılık bekleyen kişinin sevgisi bu türdendir. Bu şartlısevgidir. Karşılığını arar, bulamazsa doğmaz veya gösterilmez. Böylesine bir sevgi bencildir. Vaat üzerine bina edilir. Karşılığını mutlaka talep eder ve değerini, aldığı şey ve ne kadar aldığı belirler.
Toyotome'ye göre evliliklerin pek çoğu 'eğer' türü sevgi üzerine kurulduğu için çabuk yıkılmaktadır. En saf olması gereken ana-baba sevgisinde bile 'eğer' öğesi vardır.
İkinci tür sevgiye filozof, "çünkü' türü sevgi adını veriyor. Ben buna "gerekçeli" sevgi diyorum. Bu tür sevgide kişi bir şey olduğu, bir şeye sahip olduğu ya da takdir edilen bir şey yaptığı için sevilir. Başkasının onu sevmesi, genellikle sevilenin sahip olduğu bir niteliğe ya da koşula bağlıdır.
Gerekçeli sevgiye Toyotome şu örnekleri veriyor: "Seni seviyorum çünkü "çok güzelsin, başarılısın veya ünlüsün" ya da "bana çok güven veriyorsun."
Filozof, "çünkü" türü sevginin "eğer" türü sevgiye tercih edildiğini söylüyor. Bunun nedeni de zaten sahip olduğumuz bir nitelik yüzünden sevildiğimiz için bu durumu egomuzu okşayan bir olgu olarak açıklıyor. Gerekçeli sevgi, sevilene "eğer" türü sevgide olduğu kadar ağır bir yük getirmiyor. Yine de Toyotome, "çünkü" türü sevginin "eğer" türünden çok farklı olmadığını, onun da bir ihtiyacı karşılıma beklentisi üzerine bina edildiğini ileri sürüyor.
"Çünkü" veya gerekçeli sevginin hedefi olan kişi, neden sevildiğini bildiği için hep sevilmesinin nedeni olan niteliği sürdürmeye çalışacak ve samimi bir sevgi ilişkisinden mahrum kalacaktır. Diğer yandan, sevilmesine neden olan niteliklerine hatta daha fazlasına sahip birinin gelip, kendisini sevenleri cezp edeceğini düşünerek kaygı içinde yaşayacaktır. Hayatı, (şartlı) sevgi/seven arayışı içinde geçecektir.
Nitekim biricik olan çocuk, kardeşi doğunca ondan daha fazla sevilmek gayretkeşliğine girer. Eve alınan köpeğin sevildiğini görüp kıskanan çocuğun köpek taklidi yaparak yitirdiğini sandığı ana-babasının sevgisini kazanma çabasına bizzat şahit olmuşumdur. (D.E) Takımın en popüler oyuncusu, başka bir takımdan transfer edilen daha iyi bir sporcunun rekabeti karşısında seyircinin ilgi ve takdirini kazanmak için üstün gayret gösterir. Bazen aşırı şeyler yapar.
Bu durumda, filozof soruyor: "Çünkü" türü sevgide güven duygusu bulunabilir mi? Bu, gerçek ve sağlam bir sevgi midir?
Bu soruyu sormasının iki nedeni var. İkisi de ciddi kaygılar içeriyor: 1- Acaba bizi seven kişinin düşündüğü kişi miyiz ya da insanlar sandıkları kişi olmadığımızı anlar ve bizi terk ederlerse ne yaparız? 2- Günün birinde değişirsem ve insanlar beni sevmezse ne yaparım?
Bu kaygı ve korkularla yaşanan sevgi, kalıcılığı konusunda insanı hep kuşkuya düşürür. Pekiyi o zaman, gerçek sevginin, güvenilebilecek sevginin özellikleri nedir? Toyotome'ye göre bu, "rağmen" türü sevgidir. Ben ona "karşılık beklemeyen sevgi" diyorum. Bu tür sevgi, sevilenden bir karşılık beklemez ya da onun üstün bir niteliği olması şartına bağlı değildir. Koşulsuzdur; hesabi değildir. Sevilen, sırf "kendisi" olduğu için; "olduğu gibi" sevilir.
Japon filozof, insanların en çok aradıkları ve özledikleri sevgi budur diyor. Eğer yaşamaktan ve mutlu olmaktan umudumuzu yitirmemişsek, (her şeye) "rağmen" türü sevgiyi bir gün bulacağımıza inanmamızdandır.
1970'ler Amerika'sını rüzgârına katıp sürükleyen "Love Story" filmini hatırlar mısınız? Konu çok basitti ama karşılıksız (ve özveri içeren) bir aşkın mucizesini anlatıyordu. "Materyalist kültürün şahikası" diye düşündüğümüz Amerikan toplumunda gencini yaşlısını gözyaşlarına boğmuştu. Ben öğrenci arkadaşlarımın böyle bir aşkı yaşamadan ölmek istemediklerini söylediklerini hatırlarım.
"Pekiyi dünyada ne kadar sevgi var" diye soruyor Toyotome. Ancak "açlığımızı biraz bastıracak kadar" diye yanıtlıyor kendi sorusunu; özellikle (her şeye) "rağmen" türü karşılık beklemeyen, şartsız sevginin... Siz ne diyorsunuz?


Sevgi üzerine 2

İşin ilginci, aklın sağ kolu olan bilimin de bu doğrultuda hüküm verdiği iddiasıdır. O nedenle "Yüreğinin sesini dinle" veya "Vicdanın ne emrediyorsa onu yap" gibi öğütlerin filozoflarca sıkça dile getirilmesine şaşırmamak gerekir.
Psikiyatrist Robert Sternberg "sevginin üçgen kuramı" adını verdiği bir teori geliştirmiştir. Sevgiyi, iki kişinin birbirini tanımalarından sonra gelişen üç duygusal hal bağlamında ele almıştır:
1. Yakınlık-Bir arada olma isteği, bağlanma arzusu.
2. Tutku-Sevda, fiziksel çekim ve cinsel birleşme arzusu.
3. Bağlılık-Kısa vadede bir arada kalma kararı, uzun vadede ortak başarılar elde etme ve birlikte gelecek planları yapmak isteği. Ben buna bir de "birlikte keşif yapma keyfi"ni ekliyorum.
Bir kişinin duyduğu sevginin yoğunluğu ("miktarı"), bu bileşenlerin birlikte ürettikleri ruhsal enerjiye (kuvvete) bağlıdır. Hangi tür sevgi duyuluyor, hangi bileşimler içinde yaşanıyor, sorusu sevginin kuvvetini de açık ediyor.
Her bileşimin ağırlığı zaman içinde değişebiliyor. Ama bir ilişki tek bir sevgi türüne dayanıyorsa iki veya üç bileşeni içeren sevgide olduğu kadar sürmez.
Sevginin Türleri
Yakınlık, tutku, bağlılık duygularının bileşimleri                                   
                            Yakınlık   Tutku    Bağlılık          
Sevgisizlik                                         
Hoşlanma/arkadaşlık  x                                
Hayranlığa bağlı sevgi                       x                     
İçi boş (anlamsız) sevgi                                 x         
Romantik sevgi          x          x                     
Şefkate dayanan sevgi           x                      x         
Sığ sevgi                     x          x         
Tam (mükemmel) sevgi          x          x          x         
Sevginin üç bileşeni bir üçgenin kenar uçlarındaki öğelerin etkileşimi ile sevginin yedi halini doğuruyor. Bunlar arasında sevgisizlik yok.
Üçgenin büyüklüğü, duyulan sevginin miktarına göre değişiyor.
Sevginin türü, ilişkinin gelişmesi sürecinde değişebiliyor:
Sevgisizlik, Sternberg'in üç bileşeninden de mahrum olan bir ilişkiyi ima ediyor.
Hoşlanma/arkadaşlık, öyle hafife alınacak duygular değil. Hoşlanılan veya arkadaşlık kurulan kişiye yakınlık duyuluyor, ona yaklaşılıyor. Ama bu ilişkide tutku ve uzun süreli bağlılık yok.
Hayranlıkla gelen sevgi (bir anlamda 'çarpılmak'), saf anlamda tutkudur. Romantik ilişkiler genellikle hayranlıkla başlar ve kişiler arasında yakınlık geliştikçe romantik sevgiye dönüşür. Yakınlık ve bağlılık gelişmezse, hayranlığa dayalı sevgi kısa sürede yok olabiliyor.
'Boş sevgi', yakınlık ve tutku olmadan yaşanan sevgi türüdür. Ne var ki daha kuvvetli sevgiler de bir süre sonra boş sevgiye dönüşebiliyor. 'Görücü usulü' evliliklerde eşler birlikteliklerine 'boş sevgi' ile başlıyorlar ama bir süre sonra ilişkileri başka bir sevgi türüne dönüşebiliyor.
Romantik sevgi, yakınlık ve fiziksel uyarı yoluyla insanları duygusal olarak yakınlaştırıyor. Fakat bağlılık olmadan bu sevgi türü uzun süreli olamıyor.
Şefkate dayanan sevgi yakınlık içeren ama tutkulu olmayan bir sevgidir. Uzun süreli bağlılık içerdiği için arkadaşlıktan daha güçlüdür.
Bu tür sevgi, tutkusu çoktan kaybolmuş ama derin bir yakınlık ve bağlılık nedeniyle süren evliliklerde görülür. Aile bireylerinin birlerine duydukları veya paylaştıkları sevgi şefkat yüklüdür. Yakın arkadaşların birbirlerine duydukları sıcak ve platonik sevgi de bu türdendir.
'Sığ sevgi', yakınlığın dengeleyici etkisi olmadan tutkunun yön verdiği fırtınalı bir flört ve evlilikle örneklendirilebilir.
TAM veya "mükemmel" sevgi, herkesin aradığı duygu iklimi ve birliktelik şeklidir. Bu sevginin birleştirdiği insanlara "mükemmel eşler" veya "ruh ikizleri" denir. Sternberg'e göre bu çiftler, ilişkilerinin başladığından on beş yıl sonra bile birbirlerine fiziksel yakınlık duyarlar. Başkalarıyla uzun süreli bir ilişkide mutlu olmayacaklarını düşünürler. Aralarında baş gösteren anlaşmazlıkları zarafet ve yumuşaklıkla hallederler. Birbirleriyle olmaktan haz duyarlar.
Ne var ki Sternberg, "mükemmel veya tam" aşkı bulmaktan çok onu sürdürmenin zorluğuna dikkat çeker.
Sevgi, eylemde ve duyguda sergilenmeli, canlı tutulmalıdır. Sevilenin hayranlığını ve beğenisini kaybetmemelidir. Sürpriz öğesi eksik edilmemelidir. İlişki sıradanlaştırılmamalıdır.
Kısaca, sevgi emek gerektirir ve karşılıklıdır. Beklenmemeli, sürekli yeniden üretilmelidir.
'Tam sevgi' bile sonsuza kadar sürmez. Önemli olan tutkunun azaldığı yerde şefkati ve saygıyı, arkadaşlığı devreye sokarak beraberliğin hazzını sürdürülebilmektir.

Hiç yorum yok: