7 Ağustos 2013 Çarşamba

MEMLÜK-İLHANLI İLİŞKİLERİNDE BİR DÖNÜM NOKTASI: ŞAKHAB SAVAŞI (702/1303) Fatih Yahya AYAZ

 MEMLÜK-İLHANLI İLİŞKİLERİNDE BİR DÖNÜM NOKTASI: ŞAKHAB SAVAŞI (702/1303) Fatih Yahya AYAZ*

Giriş

İlhanlılar Devletinin (654-754/1256-1353) kurucusu Hülâgû (654-
663/1256-1265), VII. (XIII.) asrın ortalarında ağabeyi Moğol Büyük Hanı
Mengü (649-657/1251-1259) tarafından İran, Irak, Suriye, Mısır ve Anadolu
gibi Moğollar’ın hâkim olamadığı bölgeleri ele geçirmek üzere Batı’ya gönde-
rilmişti.1 Hülâgû giriştiği bu büyük askerî harekât sırasında Abbâsîler Devletini
(132-656/750-1258) ortadan kaldırmak suretiyle Bağdat’ı ele geçirmiş ve
Suriye bölgesine yönelmişti. Şam’ı da ele geçiren Hülâgû, ağabeyinin 657
(1259) yılında ölümü nedeniyle askerlerinin çoğunu yanına alarak başkente
geri dönmek zorunda kalmıştı. Geride bıraktığı ordunun 25 Ramazan 658 (3
Eylül 1260) tarihinde Filistin’de meydana gelen Aynicâlût Savaşı’nda,2
Memlükler’e (648-923/1250-1517) mağlup olmasıyla Moğollar’ın ilerleyişi
sona ermiş ve Fırat kıyılarına kadar geri çekilmek zorunda kalmışlardı.3



Memlükler’in kesin zaferiyle neticelenen ve tarihin akışını değiştirecek
çapta önemli kabul edilen Aynicâlût Savaşı, aynı zamanda Memlükler ve
İlhanlılar’ın ilk karşılaşması olmuş, daha sonraki ilişkilerini de derinden etkilemiştir.

Zira Moğollar bir meydan savaşında ilk defa açık bir mağlubiyetle
tanışıyorlardı.4 Diğer taraftan Memlükler Suriye’yi ele geçirdikleri gibi İslâm
dünyasının gözünde büyük bir itibar kazanmışlar, Mısır’daki hâkimiyetlerini
de sağlamlaştırmışlardı. Yine bu savaşın neticesi olarak Memlükler ve İlhanlılar
sınırları itibarıyla komşu devletler haline gelmişlerdi.5 Dolayısıyla bu iki
devlet arasında, gerek Aynicâlut Savaşı’nın İlhanlılar’ın maneviyatlarında
meydana getirdiği tahribat, gerekse her iki devletin Suriye üzerindeki hâkimiyet
kurma emelleri nedeniyle uzun süre devam eden bir mücadele başlamış-
tır. Bu mücadele Şakhab Savaşı’na kadar, aradaki kısa sulh dönemleri hariç
tutulursa bütün hızıyla devam edecek, Türk Memlükler dönemi (648-
784/1250-1282) sultanlarından el-Melikü’n-Nasır Muhammed b.
Kalavun’un üçüncü saltanatı (709-741/1309-1341) sırasında yapılan anlaşma
ile son bulacaktır.

Biz bu çalışmada söz konusu mücadelelerdeki en büyük savaşlardan biri
olan ve İlhanlılar Devletinin Suriye üzerindeki emellerini ortadan kaldırma
yolunda kritik bir merhale konumundaki Şakhab Savaşı’nı ele alacağız. Bu
savaşın Memlük kaynaklarında geniş yer işgal etmesi, bundan çok sonraları
dahi değişik vesilelerle Şakhab Savaşı’ndan ve öneminden bahsedilmesi ve
sonuçları itibarıyla iki devletin ilişkilerinde dönüm noktalarından birini, belki
de en can alıcısını teşkil etmesi bizi böyle bir çalışmaya yönlendirmiştir.

Şakhab Savaşı’na Kadar Giden Süreçte Ana Hatlarıyla Memlükİlhanlı Münasebetleri

Aynicâlût Savaşı’yla birlikte komşu devletler haline gelen Memlükler ve
İlhanlılar, değişik nedenlerin yanı sıra jeopolitik gerçeklerin de zorlamasıyla
Suriye ve Filistin bölgeleri üzerinde büyük bir mücadeleye girişmişlerdi.
Memlükler Aynicâlût Savaşı’ndan sonra kendilerini İslâm dünyasının hamisi
olarak görmeye başlamışlar, bu nedenle Bağdat’ı İlhanlılar’ın elinden alma
teşebbüsünde dahi bulunmuşlardı.6 İlhanlılar ise güneybatısındaki Memlük
hâkimiyeti altında bulunan Suriye ve Filistin’i ele geçirmek, böylece denize
inmek istiyorlardı. Stratejik hedefleri ise Mısır’ı da ele geçirmek suretiyle
Suriye ve Filistin’deki hâkimiyetlerini sağlamlaştırmaktı.7 Bu amaçla stratejik
öneme sahip birçok bölgeyi daha Hülâgû zamanında ele geçirdikleri, bunlar
arasında yer alan Kal’atürrûm’un (Rumkale veya Kal’atülmüslimîn)
Memlükler tarafından daha sonra fethedilmeye çalışılmasının da İlhanlılar’ın
söz konusu stratejisine cevap amacını taşıdığı belirtilmektedir.8 Dolayısıyla
iki devlet arasında yaklaşık 60 yıl sürecek, bazen karşılıklı küçük akınlar, diplomatik
manevralar ve casusluk faaliyetleri gibi “soğuk savaş” olarak nitelendirilebilecek
şekilde, bazen de bizzat savaş olarak ortaya çıkan bir mücadele
başlamıştır.9

Her iki devlet de bu uzun süren mücadeleleri sırasında kendilerine müttefikler
edinmişlerdi. Mesela Memlükler, İlhanlı düşmanlığı konusunda kendileriyle
aynı doğrultuda hareket eden Deşt-i Kıpçak’taki bir başka Moğol
devleti Altın Ordu (1241-1502) ile ittifak kurmuştu. Onların Altın Ordu
Devleti ile yakın ilişkilerinin temelinde ise buradaki Türkler’in devamlı artan
bir sayıda Memlükler Devleti’ne gelmesi yatıyordu. Ortak düşmanları İlhanlılar’ın
kara yolunun üzerinde olması bu iki devletin bağlantısını deniz yoluyla
sınırlıyor, bu da deniz yolunun üzerinde hâkim olan Bizans Devletini (330-
1453) anahtar konuma getiriyordu. Dolayısıyla hem Memlükler, hem de
Altın Ordu Devletleri Bizans’la anlaşmak zorundaydı. Bu sıralardaki Bizans
İmparatoru VIII. Mikhail (1259-1282), İlhanlılar’la olan iyi ilişkilerini Anadolu
Selçukluları’na (468-707/1075-1308) karşı bir baskı unsuru olarak kullanmayı
tercih ettiğinden muhtemelen Memlükler ve Altın Ordu Devletleri ile
anlaşma yapmaktan kaçınıyordu.10 Ancak Hülâgû’nun ölümünün ardından
VIII. Mikhail’in tavrını değiştirmeye başladığı ve Bizans Devletine zarar
veren Bulgarlar’ı baskı altında tutmak için bu devletlerle dostluk kurmayı
siyasetine daha uygun bulduğu belirtilmektedir.11

Diğer taraftan bu sırada İlhanlılar’ın hükümdârı olan Abaka (663-
680/1265-1282) Memlükler’e karşı birlikte hareket etmek için Haçlılar’la
yakın ilişkiye girmiş ve Memlükler’e saldırmak konusunda teşvik için onlarla
yazışmalarda bulunmuştu. Ancak bu çabaları onun beklediği sonucu vermedi.
12 Ne var ki, Haçlılar ve Ermeniler, İlhanlılar’la her an ittifak kurabilir ve
Memlükler’e karşı büyük bir tehdit oluşturabilirlerdi.13 Nitekim Ermeniler,
Irak’ı elinde bulunduran ve Mısır’ı da stratejik planına dâhil etmiş olan İlhanlılar’ın
vasâlleri durumundaydılar. Haçlılar da Suriye sahillerini ellerinde bulunduruyorlardı.
Dolayısıyla sadece Suriye’nin geri kalan kısmı değil, Mısır da
tehdit altındaydı ve bu sırada Memlükler’in sultanı olan el-Melikü’z-Zahir
Baybars (658-676/1260-1277) buna göre tedbirler almak zorundaydı. Nitekim
Baybars çoğunlukla hem İlhanlılar, hem de Haçlılar’a karşı aynı anda
mücadele etmek zorunda kalmıştı.14 Moğollar’la Haçlılar’ın ortak hareket
etmesi, Memlükler’in dış siyasetini ve Suriye’ye bakışlarını temelden değiştirmiş,
birçok devletle diplomatik ilişkiler kurmayı getiren çok yönlü yeni bir
strateji belirlemelerini zorunlu kılmıştı.15

Memlükler bu şartlar altında öncelikle esas düşmanları olan İlhanlılar’a
karşı, daha önce de bahsedildiği gibi bir başka Moğol devleti olan Altın Ordu’yu
kullanma yolunu seçmiştir. Bu iki Moğol devleti arasındaki husumet
İlhanlı hükümdârı Hülâgû ile Altın Ordu hükümdârı Berke’nin (654-
665/1256-1266), Moğol büyük hanı Mengü’nün ölümünün ardından kardeşleri
arasında çıkan bölge paylaşımı mücadelesinde farklı saflarda yer almalarına
kadar geriye gitmekteydi.16 Memlük sultanı Baybars, bu çekişmeyi daha
da derinleştirerek İlhanlılar’ın etkinliğini kırma siyaseti güdüyordu. Bu amaçla
Berke’ye mektuplar gönderiyor, onu İlhanlılar’la mücadele etme konusunda
teşvik ediyordu. Bir yandan da karşılıklı elçiler gönderilmek suretiyle ilişkiler
daha da güçlendiriliyordu.17 Bu ittifak, en azından bir süreliğine İlhanlılar’ın
Suriye’ye büyük bir saldırı yapmasına mani oldu.18 Bütün bu diplomatik
faaliyetler devam ederken, Aynicâlût Savaşı’nın ardından Memlükler’le
İlhanlılar arasında çatışma ve savaşlar da baş göstermeye başlamıştır. Bu
noktada çalışmamızın konusu olan Şakhab Savaşı’na kadar giden süreci ortaya
koyması bakımından söz konusu savaşlar ana hatlarıyla ele alınacaktır.

Aynicâlût Savaşı’nın ardından başlayan gergin süreçte Memlükler’le İlhanlılar
arasında bazı çatışmalar ve sınır ihlalleri19 meydana gelmişti. Ancak
asıl büyük karşılaşma olarak nitelendirilebileceklerden birisi 675 (1277) yılında
gerçekleşti. Moğol tahakkümünden bunalan bazı Anadolu Selçuklu emîrlerinin
yardım istemeleri neticesinde Memlük sultanı Baybars, Anadolu’ya
sefere karar verdi. Söz konusu sene ordusuyla Elbistan’a geçen Baybars burada
karşılaştığı İlhanlı ordusunu büyük bir hezimete uğrattı, komutanlarını
da öldürdü. Savaşın ardından hiçbir mukavemetle karşılaşmadan Kayseri’ye
kadar ulaştı ve Anadolu Selçuklu tahtına oturdu. İlhanlılar’ın tekrar harekete
geçtiğini öğrenen sultan, erzak yetersizliği ve ordunun yorgunluğu gibi nedenlerle
buradan ayrılmayı daha uygun görerek Dımaşk’a geri döndü.20 Ne
var ki, Elbistan’da kazanılan savaş Kayseri ve civarında yaşayanlar için daha
sonra büyük bir felaket ve kıyıma neden oldu. Savaş alanına gelen ve buradaki
Moğol cesetlerini gören İlhanlı hükümdârı Abaka çok hiddetlenerek,
Kayseri ve civarındaki halkı büyük bir katliama tâbi tuttu.21 Elbistan’daki
savaştan kısa bir süre sonra 676 senesi başlarında (1277) Baybars’ın ölmesi,
onun İlhanlılar’ı batı ve deniz tarafından ablukaya alarak tecrit etme siyasetini
de sona erdirmişti.22

Baybars’ın ölümünün ardından tahta çıkan oğulları zamanındaki karışıklıklar
ve onlardan tahtı devralan el-Melikü’l-Mansur Seyfeddin Kalavun’un
(678-689/1280-1290) ilk zamanlarda içerde birtakım isyanlara maruz kalmasından
yararlanmak isteyen İlhanlılar tekrar harekete geçmişlerdi.23 İlhanlılar’ı
harekete geçmeye iten nedenlerin başında Kalavun’a isyan ederek
Şam’da istiklalini ilan eden Sungur el-Aşgar’ın24 onlardan yardım talebi ve
yapılacak mücadelede destek vaadi gelmektedir.25 Nitekim onun bu talebiyle
679 (1280) senesinde Suriye’ye saldıran İlhanlılar Halep, Gaziantep ve civarındaki
bölgeleri istila ettiler, ancak Sungur el-Aşgar’ın destek vermekten
vazgeçmesi üzerine buralarda fazla kalamayıp, ülkelerine geri döndüler.26

Bu son saldırı ve istila daha sonra meydana gelecek büyük savaşın da
habercisidir. Nitekim 680 (1281) senesinde İlhanlılar bir kez daha Suriye’ye
girdiler. Abaka ordusunun bir kısmı ile Rahbe’yi27 muhasara ederken kardeşi
komutasındaki içinde Ermeniler ve Haçlılar’ın da bulunduğu büyük bir orduyu
Hama ve Humus üzerine gönderdi. Durumu haber alan ve bu sırada
Sungur el-Aşgar’ın da itaatini arz etmesiyle rahatlayan Kalavun ordusunu
toplayarak Humus’a doğru hareket etti. burada meydana gelen savaşta önceleri
bozulan Memlük ordusu daha sonra toparlanarak İlhanlılar’ı büyük bir
yenilgiye uğrattı (14 Recep 680/29 Kasım 1281). İlhanlılar’ın komutanı yaralanmış
ve çok büyük zayiat vermişlerdi. Savaştan canlı kurtulabilenler
Rahbe’de bulunan Abaka’nın yanına dönmüş, o da ordusunu alarak Bağdat’a
geri gitmişti. Bu savaşta Memlük ordusundan birçok emîr ve asker de haya-
tını kaybetti. Muzaffer olan Kalavun ise yanındaki Moğol esirleriyle birlikte
ordusunu alarak önce Dımaşk’a, ardından Kahire’ye döndü. Savaşın ardından
kısa bir süre sonra, Abaka’nın kardeşi olan İlhanlı ordusunun komutanı
mağlubiyetin verdiği üzüntü ve kederden öldü.28

Bu savaşın ardından bir sene sonra İlhanlı hükümdârı Abaka da ölmüş,
yerine tahta Müslüman olarak Ahmed adını alan Teküder (680-683/1282-
1284) çıkmıştı. Teküder, Memlük sultanı Kalavun’a mektup yazarak Müslüman
olduğunu ve İslâm’a hizmet etmek istediğini bildirmiş, Kalavun da ona
bundan duyduğu memnuniyeti ve aralarındaki düşmanlığın zamanla giderileceğini
ifade eden cevabî bir mektup göndermişti. Kalavun’un da belirttiği
gibi bu düşmanlık bir süreliğine giderildi. Bu konuda aradaki yazışmalar ve
elçi teatileri29 etkili olmuştu. Ancak İlhanlı Moğolları, hükümdârlarının İslâm’a
girişini hoş karşılamadılar ve bir süre sonra onu tahttan indirerek yerine
Argun’u (683-690/1284-1291) çıkardılar. Putperest Argun’un, İlhanlı
Devleti idaresindeki Müslümanlar’a karşı izlediği sert politika, Avrupa Devletleri
ve Papa ile Memlükler’e karşı mücadele için işbirliğine gitmesi, iki
devletin ilişkilerini tekrar bozdu.30

Kalavun’un vefatının ardından Memlük tahtına çıkan el-Melikü’l-Eşref
Halil b. Kalavun da (689-693/1290-1293) kısa saltanatı sırasında Argun’un
izlediği siyaset nedeniyle yeniden baş gösteren ve yerine geçen Geyhatu zamanında
da devam eden (690-694/1291-1295) İlhanlı tehlikesi ile mücadele
etmek zorunda kalmıştır. Nitekim 691 (1291) senesinde İlhanlılar’ın
Rahbe’yi yağmalamaları nedeniyle çıktığı Suriye seferi sırasında, onlarla işbirliği
yapan Ermeniler’in bulunduğu Kal’atürrûm’u da muhasara eden Sultan
Halil b. Kalavun, bu kaleyi fethederek adını Kal’atülmüslimîn şeklinde değiştirdi
(11 Recep 691/28 Haziran 1292).31

Bu sırada İlhanlı tahtında bulunan Geyhatu da, Memlükler’e karşı geleneksel
düşmanlık siyasetini devam ettiriyordu. Nitekim 692 (1293) senesinde
Sultan Halil b. Kalavun’a elçi göndererek, Şam bölgesini işgal edeceği tehdidiyle
Hülâgû’nun daha önce ele geçirdiği Halep’i geri istedi. Halil b. Kalavun
ise buna cevaben Bağdat’ı fethedip buradaki Moğolları temizleyeceği ve daha
önce olduğu gibi tekrar Müslüman memleketi haline getireceğini bildirerek
Geyhatu’ya meydan okudu. Ayrıca Şam’a haber göndererek gerekli hazırlıkların
yapılmasını emretmek suretiyle İlhanlılar’a karşı bir savaşa girişeceğini
ihsas ettirdi.32 Ne var ki, bu mücadele fiiliyata dökülmeden her iki sultan da
öldürüldü.33

Halil b. Kalavun ve Geyhatu’dan sonra iş başına gelen her iki devletin
sultanları zamanında da ilişkiler gergin vaziyetini sürdürmüş, nihayet
Memlük tahtına el-Melikü’n-Nasır Muhammed b. Kalavun’un (birinci saltanatı
693-694/1293-1295, ikinci saltanatı 698-708/1299-1309), İlhanlı tahtına
da Gâzân’ın (694-703/1295-1304) oturmasıyla Şakhab Savaşı’na doğru giden
süreç hızlanmıştır. Bu süreçte de iki devlet arasında düşmanlık hız kesmemiş,
hatta daha büyük savaşlar meydana gelmiştir.

Gâzân daha tahta çıkmadan önce Şaban 694 (Haziran 1295) tarihinde
bütün emîrleri ve ordusuyla birlikte Müslüman olmuş ve Mahmud adını
almıştı.34 Ancak onun Müslüman olması, önceden beri süregelen ve amacı
Suriye’yi elde etmek olan İlhanlı siyasetini değiştirmediği gibi, bilakis bu konuda
daha da etkin bir yol izlemesini beraberinde getirdi.35 Onun güttüğü
siyaset iki devlet arasındaki savaşları yeniden başlattı. Nitekim İlhanlılar’ın
Şam bölgesine saldırmak üzere harekete geçtiğini öğrenen Sultan Muhammed
b. Kalavun, 24 Zilhicce 698 ( 22 Eylül 1299) tarihinde Kahire’den yola
çıktı, önce Gazze’ye, buradan da Dımaşk’a geçti. Sultan Dımaşk’tan ayrıldığında,
Gâzân komutasındaki İlhanlı ordusunun da Hama ile Humus arasında
bulunan Hazindâr vadisine geldiği haberi ulaştı. Burada meydana gelen büyük
savaşta Memlük ordusu yenildi (28 Rebîülevvel 699/23 Aralık 1299).

Birçok büyük emîr bu savaşta hayatını kaybetti. Gâzân büyük ganimet elde
ettiği savaşın ardından Humus ve halkın büyük korku içinde olduğu
Dımaşk’ı da istila etti. Şam bölgesinde kendini sultan ilan ettirdi ve adına
hutbe okutturdu. Daha önce kendisine sığınmış olan Memlük emîri
Seyfeddin Kıpçak’ı36 yanına çok sayıda Moğol askeri bırakarak Dımaşk’a
naip atadı, diğer bazı Memlük emîrlerini de Suriye bölgesinin çeşitli şehirlerinde
naip olarak görevlendirdi. Bunların ardından ordusuyla birlikte bölgeden
ayrıldı.37

Diğer taraftan, mağlup Memlük ordusu ile Kahire’ye dönen Sultan Muhammed
b. Kalavun Şam bölgesini geri almak için hemen hazırlıklara başladı.
Aynı senenin Recep ayı başlarında (Mart 1300) Kahire’den ordusuyla
birlikte yola çıktı. Yolda sultanın başşehirde kalmasının daha uygun olacağı
kanaati oluşunca, Muhammed b. Kalavun geri döndü, ordunun Saltanat
Naibi (Nâibü’s-saltana) Sallâr38 ve Sarayağası (Üstâdâr) Baybars el-
Çaşnigîr’in39 komutasında sefere devam etmesine karar verildi. Bu sırada
Dımaşk’ta Gâzân namına idareyi yürüten Seyfeddin Kıpçak ve diğer bölgelerdeki
naiplerle yazışmalar yapılarak itaate davet edildiler. Bu emîrlerin
olumlu cevabı üzerine rahatlayan Sallâr ve Baybars el-Çaşnigîr beraberlerinde
bulunan emîrler ve orduyla Suriye bölgesinde asayişi temin ettiler. Daha
önce Suriye bölgesindeki şehirlere naip olarak tayin edilmeleri kararlaştırılan
emîrler, görev yerlerine giderek buralardaki Moğol askerlerini bertaraf etmek
suretiyle şehirleri teslim aldılar. Huzur ve sükûnu tesis eden Sallâr ve
Baybars el-Çaşnigîr Şevval (Haziran) ayında başkente geri döndüler.40
Memlükler’in bu hamlesine İlhanlılar’ın cevabı gecikmedi. Mısır ve Şam
bölgesinde 700 (1300) senesi başlarında Moğollar’ın tekrar harekete geçtikleri
haberi yayıldı. Suriye bölgesindeki halk büyük bir korkuya kapıldı. Bunun
üzerine gerekli hazırlıkları yapan Sultan Muhammed b. Kalavun ordusuyla
Şam’a doğru yola çıktı (13 Safer 700/28 Ekim 1300). Gazze’de bir süre konaklayan
ordu buradan Hama tarafına doğru yola çıktı. Bu bölgede hava
şartlarının kötü olması nedeniyle Memlük ordusu daha fazla ilerleyemedi ve
burada 2 aya yakın durmak zorunda kaldı. Birkaç emîrin komutasındaki küçük
bir ordu halkı teskin etmek için Halep’e gönderildi, sultan da asıl orduyla
Kahire’ye geri döndü (29 Rebîülahir 700/11 Ocak 1301).41 İlhanlı tarihçisi
Reşîdüddin (ö. 718/1318) bu geri çekilişi, Memlükler’in, Moğol ordusunun
karşısına çıkmaya cesaret edememelerine bağlamaktadır.42

Gâzân ise Memlük ordusu geri döndüğü sırada Fırat’ı geçerek ordusuyla
Antakya civarına gelmişti. Ancak hava şartları nedeniyle o da fazla bir şey
yapamadı ve 3 aya yakın Halep civarında beklemesinin ardından
Cemaziyelahir sonlarında (Şubat 1301) geri dönmek zorunda kaldı.43

Bu son askerî harekât neticesinde bir şey elde edilememesi İlhanlı hükümdârı
Gâzân’ı geçici olarak sulh istemeye mecbur bırakmıştı.44 Nitekim
700 (1301) senesi sonlarında, Gâzân’ın gönderdiği elçiler, Kahire’ye ulaştı.
Elçilik heyetinin başındaki kadı, içinde sulh yapılması gerektiğinden bahsedilen,
ancak çeşitli eleştiri ve tehditlerin de yer aldığı mektubu Sultan Muhammed
b. Kalavun’a arz etti.45 Aslı Moğolca olan mektup Arapça’ya çevrildi
ve devlet erkânının da hazır bulunduğu bir toplantıda sultanın huzurunda
okundu. Sultan Muhammed b. Kalavun’un bu mektuba yazdırdığı cevap,
Memlük emîrlerinden ve ulemadan teşkil edilen bir heyete teslim edilerek
söz konusu İlhanlı elçileriyle birlikte Gâzân’a gönderildi (Muharrem
701/Eylül 1301). 46 Sultanın yazdırdığı cevabî mektupta, Gâzân’ın eleştirici
üslubuna aynı şekilde karşılık verilmektedir.47 Memlükler’den gelen cevap,
İlhanlı tarafını memnun etmediyse de kısa süreli bir sükûnet sağlanmış oldu.
48

Şakhab Savaşı

Söz konusu elçi teatilerinin ardından geçen kısa bir sükûnet devresinden
sonra İlhanlılar tekrar harekete geçti. Şakhab Savaşı ile neticelenecek bu
hareketlenme, geleneksel İlhanlı-Memlükler mücadelesinin ve Aynicâlût’tan
beri devam eden intikam alma sevdasının bir tezahürü olarak görülebilir.
Ancak bu son hareketin altında başka nedenlerin de bulunduğu düşünülmelidir.
Zira Gâzân bu sırada ülkesinin doğusundaki mücadeleleri sona erdirmiş,
Altın Ordu Devleti ile ilişkilerinde de nispeten düzelmeler sağlamıştır.49

Dolayısıyla artık Memlükler Devleti ile ilgili meselelere daha rahat bakabile-
cektir. Diğer taraftan Memlükler Devleti ise bazı sorunlarla boğuşmaktadır.
Nitekim devletin başındaki Sultan Muhammed b. Kalavun yaşının küçüklüğü
nedeniyle idareye hâkim olan Baybars el-Çaşnigîr ve Sallâr’ın tahakkümü
altındaydı.50 Dolayısıyla Gâzân’ın bu ortamdan faydalanarak Suriye üzerindeki
emellerini gerçekleştirmek ve Memlükler Devleti ile eskiden beri gelen
hesabı kapatmak istediği sonucuna varılabilir.

Memlükler Devleti içindeki sorunlardan faydalanmak istediği anlaşılan
Gâzân öncelikle diplomasiyi kullanarak zaman kazanmaya çalışmış ve bu
amaçla Mısır’a elçiler yollamıştır. Nitekim 2 Muharrem 702 (27 Ağustos
1302)51 tarihinde onun gönderdiği elçiler Kahire’ye vardılar. Onların getirdiği
mektuba52 Memlük sultanı teşkil ettiği bir elçilik heyetiyle cevap göndermişti.
Ne var ki bu heyet İlhanlı memleketinde alıkonulmuş ve ancak Gâzân’ın
ölümünden sonra Kahire’ye geri dönebilmişti.53

Elçi teatilerinin ardından çok geçmeden İlhanlı güçleri Fırat’ı geçerek
Suriye’ye girmişler ve Şakhab Savaşı ile neticelenecek mücadelenin fitilini
ateşlemişlerdi. Ancak bu hamleyi önceleri gizleyerek Memlükler’i gafil avlamak
istiyorlardı. Nitekim emrindeki orduyla Fırat’ı geçen Gâzân’ın naibi
Kutluşah,54 Halep naibine yolladığı mektupta buraya gelme amaçlarının hayvanları
için otlak bulmak olduğunu belirtmektedir. Ancak, Memlükler cephesinde
bunun bir hile olduğu hemen anlaşılmış, İlhanlılar’ın zaman kazan-
mak için böyle hareket ettiği kanaatine varılmıştı.55 Diğer yandan Gâzân
ordusuyla Fırat’ı geçerek Rahbe’ye ulaşmıştı. Buradaki Memlük naibi (vali),
onu karşılamaya çıkmış, beraberinde getirdiği azıklar ve hediyelerle Gâzân’ın
gönlünü almış, Rahbe’nin küçük bir yer olduğunu, hükümdârların büyük
şehirlere yönelmesi gerektiğini, şayet burayı elde etmek istiyorsa buna mani
olamayacaklarını belirtmişti. Bu sözlerle ikna olan Gâzân, onu etkisiz hale
getirmek amacıyla naibin oğlunu ve bir memlükünü rehin alarak memleketine
geri döndü. Bu arada naibi Kutluşah’ı emrine büyük bir ordu vererek
Dımaşk üzerine yolladı.56 Ayrıca Gâzân, Rahbe’de iken Dımaşk saltanat
naibine ve buradaki ümeraya yönelik olarak kendisine boyun eğmelerini
istediği tehdit dolu bir mektup da göndermişti (4 Şaban 702/24 Mart
1303).57

Bu sırada Gâzân’ın hareketini haber alan Memlükler de hazırlıklara başlamışlardı.
Bu amaçla yapılan toplantıda büyük emîrlerden birinin başında
olduğu bir müfrezenin Dımaşk’a gönderilmesi kararına varıldı.58 Bu karara
göre, başında Üstâdâr Baybars el-Çaşnigîr, Hüsameddin Laçin er-Rûmî59 gibi
ileri gelen emîrlerin bulunduğu ve Tarihçi Baybars el-Mansûrî’nin de (ö.
725/1325) içinde yer aldığı, 6 büyük emîr ve memlüklerinden oluşan bir
birlik Dımaşk’a gönderildi (18 Recep 702/8 Mart 1303).60

Bu birlik yola çıktığı sıralarda Şam bölgesindeki şehirlerde bulunan
Memlük naiplerinin kuvvetleri, İlhanlılar’a karşı ilk mücadeleyi başlatmışlardı.
Zira İlhanlı ordusunun komutanı Kutluşah, Şam bölgesindeki halka kor-
ku salmak ve kudretlerini göstermek için bazı kumandanları yanlarına birlikler
vererek Humus civarındaki Karyeteyn’e61 saldırmakla görevlendirmişti.62

Eyyûbîler’in (567-866/1171-1462) Hama meliklerinden Tarihçi Ebü’l-Fidâ
(ö. 732/1331), İlhanlılar’ın harekete geçerek Karyeteyn’e saldırdıkları ve
burada yağma yaptıkları duyulunca Şam bölgesindeki orduların Hama’da
toplandığını, kendisinin de iştirak ettiği bir birliğin onların üzerine yollanmasına
karar verildiğini söylemektedir. 7 Şaban’da (27 Mart) harekete geçen bu
ordunun, 10 Şaban’da (30 Mart) İlhanlı kuvvetlerine Urz63 yakınlarında yer
alan bir mevkide yetişerek saldırdığını belirten tarihçi, burada düşmanın büyük
bir bozguna uğratıldığını nakletmekte, bu galibiyetin daha sonraki zaferin
müjdecisi olduğunu da ilave etmektedir.64

Urz’da meydana gelen çarpışmada Memlükler’in elinden kurtulabilen İlhanlılar,
Kutluşah komutasındaki ordunun konakladığı karargâha gitmişler,
Memlük sultanının Mısır’dan ayrılmadığını, Şam bölgesinde bu bölgenin
askerleri dışında ordu bulunmadığını söyleyerek onları yanıltmışlardı. Bu
haberi alan Kutluşah, yanındaki birliklerle beraber harekete geçerek Hama
yakınlarına kadar geldi (23 Şaban/12 Nisan).65 Urz’daki çatışmadan kurtulan
İlhanlı askerlerinin verdiği bilgilere inanan Kutluşah, Memlük sultanının
savaşa iştirak ettiğini, Şakhab Savaşı’nın ortalarına kadar öğrenemeyecektir.66
Kutluşah ordusuyla Hama’ya doğru harekete geçtiği sıralarda, daha önce
bahsedilen Mısır’dan yola çıkan ordu da Şam’a varmıştı. Baybars el-Çaşnigîr
ve Hüsameddin Laçin er-Rûmî gibi emîrlerin komuta ettiği bu öncü ordu 18
Şaban’da (7 Nisan) Dımaşk’a girdiği sırada şehirdeki durum iyi değildi. Hama,
Halep gibi Şam bölgesi şehirlerinde yaşayan halkın çoğu, düşmandan
korkarak evlerinden ayrılmış, Dımaşk’a doluşmuştu. Mısır’dan gelen bu öncü
birlik ve civar bölgelerden peyderpey gelen ordular halkı biraz teskin etti.
Ayrıca şehri terk edenlerin ağır şekilde cezalandırılacağı da ilan edilince kar-
gaşa azaldı. Bu öncü grubun komutanlarından Baybars el-Çaşnigîr gördüğü
vaziyetin fenalığı karşısında, sultana mektup yazarak bir an önce yola çıkması
konusunda onu teşvik etti.67 Ne var ki halk Şam orduları ve Mısır’dan gelen
birliğin Moğollar’a karşı duramayacağı inancındaydı. Sultan’ın yola çıkışının
gecikmesi de bu inancı körüklüyordu.68

Şüphesiz bu korku ve güvensizliğin altında Dımaşk’ta toplanan Memlük
ordularının başındaki büyük emîrlerin kararsızlığı da yatmaktadır. Nitekim
buradaki büyük emîrler Dımaşk’a doğru gelen düşmanı karşılamak veya sultanın
gelmesini beklemek arasında kararsız kalmışlardı. Sonuçta sultanı beklemek
ve bu arada düşmanı oyalayarak geri çekilmek fikri ağır bastı ve ordu
Dımaşk’ı terk etmeye başladı. Ancak askerin hızlı çekilmesi ve bu arada yaşanan
kargaşa Dımaşk halkını büyük bir korkuya sevk etti. İnsanlar can derdine
düştüler.69

Ümeranın arasındaki ihtilafı farklı değerlendiren tarihçiler de bulunmaktadır.
Nitekim İbnü’d-Devâdârî (ö. 736/1336’dan sonra), muhtemelen, kendisinin
hayranlık duyduğu ve büyük tarihinin bir cildini hayatına hasrettiği
Sultan Muhammed b. Kalavun’u hacir altında tutması nedeniyle söz konusu
emîrler arasında yer alan Baybars el-Çaşnigîr’i ağır şekilde tenkit etmektedir.
Tarihçi, Baybars el-Çaşnigîr’in kötü niyetli olduğunu, önceleri düşmanın
gelmeyeceğini düşünerek meydan okuduğunu, ancak Moğol orduları ortaya
çıkınca korkarak geri çekildiğini ve her şeyini toplayarak kaçtığını, Dımaşk
halkının onun için ağır sözler söylediğini, ona beddua etmeyen kimse kalmadığını
iddia etmekte, bunları duyduğu halde kimseye cevap veremediğini de
söylemektedir.70 Oysa bir başka Memlük tarihçisi Aynî’nin (ö. 855/1451)
naklettiği bilgiler, İbnü’d-Devâdârî’nin bu sert ifadelerini haksız çıkarır mahiyettedir.

Aynî’nin nakline göre, düşmana karşı nasıl bir strateji izleneceği
konusunda karar vermek için toplanan ümeranın önce İlhanlı ordusunu
karşılama fikri üzerinde mutabık kalmışlardı. Baybars el-Çaşnigîr toplantıda
suskun kalan ve ortaya çıkan karardan hoşnut kalmadığı izlenimini veren
Hüsameddin Laçin er-Rûmî’ye onun çok tecrübeli büyük bir komutan oldu-
ğunu ve düşüncelerini söylemesi gerektiğini ifade etti. Laçin er-Rûmî onun
ısrarı üzerine karşılarındaki düşmanın çok güçlü olduğunu, sultanın geleceğinden
haberleri olmadığı ve buradaki Memlük ordusunun naiplerin askerleri
olduğunu bildiklerinden çok daha hırsla taarruz edeceklerini belirtti. Bu güçlü
düşman karşısında muhtemel bir yenilginin taze kuvvet olarak gelecek asıl
Mısır ordusunun da maneviyatını kırabileceğini, sultanın bu mağlubiyeti
kendisini beklememelerine bağlayarak onları kınayacağını da söyleyen Laçin
er-Rûmî, ümeradan sabretmelerini istedi ve sultanın bir-iki gün içinde burada
olacağını belirtti. Böylece iki grup ordu birleşince gücün de artacağını
ilave etti. Baybars el-Çaşnigîr onun fikrini benimsedi. Dımaşk saltanat naibi
ise kendileri buradan ayrılırsa düşmanın Dımaşk’a saldırıp halkı katledeceğini
bunun hesabını Allah’a nasıl vereceklerini sorduğunda Laçin er-Rûmî İlhanlılar’ın
ordunun Dımaşk’tan çıktığını öğrenirse buranın zaten ellerinde olduğunu
düşünerek peşlerinden geleceğini söyleyerek cevap verdi. Bu konuşmaların
ardından Memlük ordusu çadırlarını ve mühimmatını toplayarak şehirden
ayrıldı.71 Gerçekten de Laçin er-Rûmî’nin söyledikleri gerçekleşmiş ve
casusları vasıtasıyla Şam bölgesi ordularının Dımaşk’tan ayrıldığını öğrenen
İlhanlı ordusu bunun bir hile olduğunu düşünerek buraya uğramadan onların
peşine düşmüştü.72

İbnü’d-Devâdârî’nin daha önce nakledilen sert eleştirilerini haksız çıkaracak
mahiyette başka rivayetler de bulunmaktadır. Mesela Memlük tarihçilerinden
Makrîzî (ö. 845/1441), Sallâr ve Baybars el-Çaşnigîr’in bu savaşta çok
güzel bir sınav verdiklerini özellikle vurgulamaktadır.73 Yine Aynî’nin de bu
konuda naklettiği bir başka rivayete göre, savaştan önce Saltanat Naibi Sallâr’ın
Baybars el-Çaşnigîr’e hitaben kendisi Moğol asıllı olduğu, Baybars’ın
da orduya kızgın olduğu gerekçesiyle insanların aleyhlerinde konuştuklarını
söyledi. Daha sonra, ona yanındakilere sebat etmelerini söylemesini, yoksa
bir daha insanların karşılarına çıkacak yüz bulamayacaklarını ifade etti. Bu
konuşmadan sonra Baybars el-Çaşnigîr kendisini ölüme hazırladığını söyledi
ve iki emîr sebat ve kararlılık konusunda yemin ederek birbirlerini teşcî ettiler.
74

Şam bölgesindeki orduların komutanlarının düşmana karşı izlenecek hareket
tarzıyla ilgili toplantıları esnasında ve neticede alınan kararın uygulanmasının
ardından Dımaşk halkının yaşadığı kargaşadan daha önce bahsedilmişti.
İşte bu esnada Dımaşklı büyük alimlerden Hanbelî Fakihi İbn
Teymiyye’nin75 gerek halkı teskin hususunda, gerekse orduyu ve ümerayı
teşcî etmek konusundaki çabaları da burada zikredilmelidir. Onun Dımaşk’ta
düşmanı karşılamak üzere karar alan ve bu konuda yemin eden ümeranın
kararlılığını, bu sırada Dımaşk’a gelmekte olan Hama birliklerine ilettiği,
onları teşcî ederek ve Kur’an-ı Kerîm’den deliller sunarak bu defa kesinlikle
zaferin onların olacağı konusunda emniyet telkin ettiği rivayet edilmektedir.

İbn Teymiyye, halk ve ulemanın İlhanlılar’ın da Müslüman olduğu ve onlara
karşı savaşmakta nasıl bir tutum takınılması gerektiği hususunda yaptığı tartışmalarda
da aktif rol oynamış, onların Hz. Ali ve Muaviye’ye karşı çıkan
Hâricîler76 gibi telakki edilmesi gerektiğini belirterek bu konuda verdiği nutuk
ve teşcî edici sözleriyle hem ulema ve halkı aydınlatmış, hem de askerleri
yüreklendirmişti. Ayrıca o Şam ordularının başındaki komutanlar tarafından
Mısır’a sultanın yanına gitmek ve onu cesaretlendirmekle de görevlendirilmişti.
Bu büyük alimin yolda olan sultanın yanına vardığı sırada sultanın
neredeyse geri dönmeye karar verdiği, onu savaşa teşvik ederek dönmekten
vazgeçirdiği nakledilmekte, kendisinin Mısır ordusuyla kalmasını isteyen
sultana, usulün kişinin kendi halkının sancağı altında savaşması olduğunu ve
kendisinin Dımaşk ordusu saflarında yer alacağını söyleyerek bunu geri çevirdiği
ve Şam ordusuna katıldığı belirtilmektedir. Savaşa da katılan bu büyük
alim Ramazan ayında gerçekleşen mücadelenin en kritik safhalarında
askeri teşcî etmeye devam etmiş, Hz Peygamber’in hadislerinden örnekler
vererek böyle zamanlarda orucun terk edilebileceği konusunda askerleri ikna
etmeye çalışmıştı. Bütün safları teker teker dolaşmış, elindeki yiyeceklerden
kendisi yediği gibi, askerleri de yemeye teşvik etmiş, savaşta güçlü olmak için
böyle yapılması gerektiğine onları inandırmıştı.77

Daha önce de bahsedildiği gibi Şam bölgesi orduları sultanı beklemek ve
yekvücut olarak düşmana karşı savaşmak amacıyla Dımaşk dışına çıkmışlardı.
Sultan 3 Şaban 702 (23 Mart 1303)78 tarihinde Kahire’den ordusuyla yola
çıktı.79 Sultanın beraberinde Halife Müstekfî Billâh (701-740/1302-1340),
Saltanat Naibi Sallâr ve Mısır ordusunun geri kalan kısmı bulunuyordu. Sultanın
komutasındaki ordu, Dımaşk yakınlarındaki Şam ordularının bulunduğu
Mercüssuffer80 mevkiine, İlhanlı ordusuyla aynı zamanda intikal etti (2
Ramazan/20 Nisan).81 Savaşa katılan tarihçilerden Nüveyrî’nin (ö.
733/1333) anlatımına göre, sultanın Mısır ordusuyla Mercüssuffer’e intikalinden
önceki gece (1 ramazan/19 Nisan) İlhanlı ordusunun yaklaştığı haberi
duyuruldu ve askerlerin hazır olması emredildi. O gece bütün ordu zırhlarını
giymiş ve süvariler de atlı bir şekilde sabaha kadar hazır beklediler. Sabah
namazının ardından tekrar at binen ordu saf düzenine geçti ve öğleye kadar
bu şekilde kaldılar. Öğle civarı düşman orduları bölgeye intikal etti, aynı anda
sultan da ordusuyla buraya geldi ve Mercüsuffer civarındaki Şakhab köyü
yakınlarında ordusunu harp nizamına soktu.82

Memlük ordusunun savaş düzenine göre merkezde sultan, halife, Sallâr,
Baybars el-Çaşnigîr ve bazı büyük emîrlerle birlikte sultan memlükleri yer
alıyordu. Ordunun sağ kanadına Hüsameddin Laçin er-Rûmî komuta ediyor
ve beraberinde bazı büyük emîrler de askerleriyle birlikte burada bulunuyordu.
Bu kanadın sağında yer alan birliklere ise Emîr Seyfeddin Kıpçak komuta
ediyordu. Ordunun sol kanadında ise Tarihçi Baybars el-Mansurî, Şam bölgesindeki
bazı şehirlerin naipleri ve diğer büyük emîrler ve askerlerinin yer
aldığı birlikler konuşlanmıştı. Bunların da yanında ikinci bir sol kanat oluştu-
ran bazı emîrlerin komutasındaki birlikler yer alıyordu.83 Savaşın başlamasından
hemen önce sultan, halife ve Kur’an okuyan hafızlarla birlikte ordu
saflarını teker teker gezerek askerlerin maneviyatını yükseltmeye çalışmış,
halife de irat ettiği hutbe ile buna destek olmuştu. Bu arada ordunun arkasında
kölelerden ve develerden müteşekkil bir saf oluşturulmuş, bu kölelere
savaştan kaçanları öldürmeleri emredilmiş, bunların at ve silahlarını da alabilecekleri
belirtilmişti.84

Bu esnada İlhanlı ordusunun başkomutanı Kutluşah da 12 komutanın
idare ettiği tümenlerden85 müteşekkil İlhanlı ordusunu harp nizamına sokuyordu.
86 O, Memlük ordusunun tertibine göre her birliğin karşısına bir birlik
gelecek şekilde safları tertip etti. İki ordunun arasında bir nehir bulunmaktaydı
ve Kutluşah kendi birliğiyle Memlük ordusunun sol kanadının bulunduğu
noktadan karşıya geçmek mümkün görünmediğinden sağ kanadın olduğu
yere kadar ilerledi. Birlik komutanlarıyla yaptığı istişare neticesinde bu
noktayı saldırı için daha müsait gördüler. Kanaatlerine göre bütün olarak bu
kanada saldırırlarsa, Memlük ordusunun arkasına sızabilirlerdi. Karşılarındaki
Memlük ordusunun sağ kanadının sayı olarak kendilerinden çok daha az
olduğunu görünce güvenleri arttı ve saldırıya da bu noktadan başladılar.87

Aynî’nin Şakhab Savaşı’nın gerçekleştiği dönemde yaşamış olan, ancak
eserinin bununla ilgili kısımları günümüze intikal etmeyen Musa b. Muhammed
b. Yahya el-Yusufî’den (ö. 759/1358)88 istifade ederek savaşın ayrıntılı
bir anlatımını yaptığı rivayetine göre, İlhanlı ordusu ilk olarak Memlük ordusunun
sağ kanadına saldırdı. Buraya komuta eden Hüsameddin Laçin er-
Rûmî yanındakilerin uyarılarına aldırış etmeden düşmanın arasına daldı. O ve
beraberindeki emîr şehit oldular. Arkalarındaki birlikler de dağılmaya başla-
dılar. Bunu fark eden merkezdeki Sallâr ve Baybars el-Çaşnigîr buraya destek
olmaya başladılar. Dağılan sağ kanat nispeten toparlanarak saldırıya geçti ve
İlhanlılar’ın bu tarafını geri püskürttü. Bu sırada Memlük ordusunun arkasına
sızan üç İlhanlı komutanı ve birlikleri, başkomutanları Kutluşah’ın merkezde
bulunan Memlük kuvvetleri tarafından geriye atıldığını görünce onun
yardımına gittiler. Bu sırada Memlük ordusunun sağ kanadına yardıma giden
Sallâr ve Baybars el-Çaşnigîr yerlerini terk ettiklerinden Moğollar buraya akın
etmeye başlamışlardı. Emîr Seyfeddin Kıpçak beraberindeki emîrler ve sultan
memlükleriyle birlikte sultanın bulunduğu merkezi savunmaya çalışıyordu.

Sallâr bunu görünce hemen buraya geldi ve saldırıya geçerek düşmanı
püskürttü. Bu esnada bütün Memlük emîrleri ölümden çekinmeden savaşıyorlardı.
İlhanlılar bunun üzerine başka bir yere tutunmaya çalıştılar. Savaş
bir anlamda Kutluşah ile sultan, Sallâr ve diğer emîrlerin bulunduğu birlikler
arasında cereyan ediyordu. Her iki grup da sebat etmeye çalışıyordu. Sallâr
ve beraberindekiler dağılmış olan sağ kanadın komutanlarının şehit olduğunun
farkında değillerdi. Buradan geçen İlhanlı güçleri Memlük ordusunun
dağılan sağ kanadının peşine düşmüştü. Bu sırada sultanın hazineleri de
yağmalanmıştı. Hava kararınca, Memlük ordusunun sağ kanadının dağılması
nedeniyle kendisini muzaffer zanneden Kutluşah burada bulunan dağın yamaçlarından
birine çekildi. Yanlarında Memlük esirleri de vardı. Kutluşah
yanındaki kurmaylarına Memlük askerinin bu kadar çok olduğunu bilmediğini
ve düşündüğünden daha zor bir mücadele olduğunu söylüyor ve düşman
hakkında bilgi sahibi olmaları gerektiğini belirtiyordu. Bunun üzerine
Memlük esirlerinin birisinden istihbarat edinmeye karar verdiler. Bunlar
arasından seçtikleri emîr, sultanın da burada olduğunu, Mısır ordusunun
konumunu muhafaza ettiğini ve İlhanlılar’ın yendiklerinin sadece sağ kanat
olduğunu söyleyince Kutluşah buna inanamadı. Ancak konuştuğu birçok esir
de aynı şeyi söyleyince ikna oldu. Sultanın burada olması onların daha önceki
planlarını bozmuş ve içlerine şüphe düşürmüş, aslında zafer elde edemediklerini
fark etmişlerdi. Tam bu sırada, onları dağın yamacında gören Memlük
ümerası, kalplerine korku düşürmek ve bu arada dağılan Memlük ordusunun
sağ kanadındakileri de geri döndürmek amacıyla kös vurulması ve borazan
çalınmasını emrettiler. Bunu duyan Kutluşah’ın kurmaylarından biri ona bu
davulların sadece sultan için çalınacağını söyleyerek, Memlük sultanının harp
alanında olduğunu belirtti. Diğer taraftan her iki ordu da ateşler yakarak
geceyi teyakkuz halinde geçirmekteydi. Sallâr, Baybars el-Çaşnigîr, Kıpçak ve
diğer büyük emîrler saflar arasında gezerek komutanlar ve askerleri tetikte
olmaları konusunda uyarıyorlardı. Sabah olduğunda Memlük ordusu saflardaki
yerlerini alarak düşmanı beklemeye başladı. Ancak Kutluşah ve kurmayları
yaptıkları değerlendirmenin sonucunda dağdan inmemeye karar vermişlerdi.
Memlük askerleri onlara saldırmak istediğinde başlarındaki emîrler
buna mani oldular ve orduyu dağın etrafına konuşlandırarak düşmanın etrafını
çevirdiler. Her iki taraf da tekrar harp nizamını aldı. Memlük ordusundaki
sultan memlükleri ve komutanları, İlhanlılar’ın başkomutanı
Kutluşah’ın karşısında yer alan grubu oluşturuyorlardı. Karşılıklı ok atma ve
arada bir saldırılarla devam eden savaşta iki taraf da nöbetleşe harp etme
usulünü uyguluyor, komutanlar ve askerler devamlı değişiyordu. Savaş
Memlükler lehine dönmeye başladı. Etrafı çevrildiği için dağdan inemeyen
ve susuz kalan Moğollar bir yandan da yiyecek sıkıntısı çekiyor ve atlarını
kesip yemek zorunda kalıyorlardı. Bu nedenle her şeyi göze alarak dağdan
inmeye karar verdiler. Onlar dağdan inmeye karar verdikleri sırada meydana
gelen kargaşada esir Memlük askerlerinin bir kısmı kaçmaya muvaffak oldular.
Bunlar düşmanın bulunduğu zor şartları ve son hali Sultan Muhammed
b. Kalavun’a haber verdiler. Bunun üzerine yapılan durum değerlendirmesinde
Memlük ordusunun ileri gelen emîrleri, düşmana bir geçiş yolu bırakmaya,
tamamı dağdan indikten sonra üzerlerine saldırmaya karar verdiler.

Böylece aradığı boşluğu bulan İlhanlılar dağdan inmeye ve nehre ulaşmak
için gayret etmeye başladılar. Bir kısmı nehri geçebilirken, bir kısmı suyun
ortasında kaldı. Bu esnada Memlük ordusu saldırıya geçti, Moğollar tam bir
bozguna uğradı. Arazinin bozukluğu nedeniyle iki taraf da at sürmekte zorlanıyordu.
Ancak kaçan taraf olan Moğollar daha fazla zayiat vermişlerdi.
İkindi vaktine kadar İlhanlılar takip edildi ve yakalanabilenler öldürüldü.
Daha sonra sultanın yanına toplanan ümera tekrar istişare yaptılar ve bir
kısım ümeranın dinlenmiş atlara sahip bir birlikle düşmanın peşinden gitmesine
karar verdiler. Ordudaki Arap aşiretlerine mensup birlikler de bunlara
katıldı.89 Böylece 3 gün süren savaş Memlükler’in kesin galibiyetiyle neticelenmiş
oldu.

Sultan Muhammed b. Kalavun savaşın neticelenmesinin hemen ardından
başta Mısır ve Dımaşk olmak üzere Memlük şehirlerine zaferi bildirmek
üzere elçiler yolladı.90 Bu arada Moğol esirlerinden biri vasıtasıyla bu büyük
zaferi bildirmek üzere İlhanlı hükümdârı Gâzân’a da bir mektup gönderdi.91
Bunların ardından kendisi de Dımaşk’a gitmek üzere ordusuyla yola çıktı. 5
Ramazan’da (23 Nisan) şehre girdi. Büyük şenlikler düzenlenerek karşılanan
sultan burada uzun süre kaldı. Savaşa katılan ümeraya çeşitli hediyeler verdikten
sonra Şam bölgesi şehirlerinin saltanat naiplerini ordularıyla birlikte
görev yerlerine yolladı. Kendisi de 3 Şevval’de (23 Mayıs) Mısır’a gitmek
üzere Dımaşk’tan ayrıldı.92

Savaşta büyük zayiat veren İlhanlılar ise Fırat kıyılarına doğru kaçmaya
çalışıyorlardı. Askerlerinin büyük kısmı öldürülmüş olan Kutluşah ancak çok
az sayıdaki adamıyla karşıya geçebilmişti.93 Baybars el-Mansûrî, İlhanlılar’ın
üç grup halinde çekilmeye ve kaçmaya başladıklarını, ilk grubun 30.000,
Kutluşah’ın beraberindeki ikinci grubun da aynı sayıda olduğunu son grubun
da 20.000 civarında bulunduğunu ve Moğol komutanlarından biri idaresinde
kaçmaya çalıştıklarını söylemektedir. Tarihçi, Memlük ordusunun bunları
takip ederek çoğunu öldürdüğü veya esir aldığını da ilave etmektedir.94 İlhanlı
ordusu kaçarken çok zor durumlara düşmüştü. Çoğu yürüyerek kaçmaya
çalışıyordu, atlarının eğerlerindeki çulları ayaklarına sarmak zorunda
kalmışlardı. Kaçabilenler de Memlük ordusunun göremedikleri askerlerdi.
Zira Memlük askerleri rastladıkları Moğolları ya öldürüyor, ya da esir alıyordu.
Her taraf Moğol askerlerinin cesetleriyle dolu idi. Canlı kalabilenler korku,
açlık ve yorgunluktan savaşacak durumda değillerdi. Bir Memlük askeri
gördüklerinde ellerindeki silahları atarak aman diliyorlardı. Bunların bir kısmı
Dımaşk tarafına doğru kaçmışlardı. Şehirde bulunan Moğol ve Ermeni as-
kerlerinin öldürülebileceği duyurusu yapılmış, bu sırada da birçok İlhanlı
askeri ve Ermeni katledilmişti.95

İlhanlılar’ın savaşta ve sonrasında verdikleri kayıpla ilgili farklı bilgiler
bulunmaktadır. Mesela Tarihçi İbn Fazlullah el-Ömerî (ö. 749/1349) İlhanlı
ordusunun ancak üçte birinin kaçabildiğini nakletmektedir.96 Bir başka rivayete
göre yola çıkan İlhanlı ordusunda her on kişiden ancak biri ülkesine geri
dönebilmişti.97 Moğol kaynaklarının dahi kaybı 10.000 ölü 20.000 esir olarak
ifade ettikleri nakledilmektedir.98 Bu orduyla ilgili verilen toplam rakamlar
düşünüldüğünde Moğollar’ın büyük bir zayiat verdikleri anlaşılmaktadır.
Nitekim bazı kaynaklar Gürcü ve Ermenilerin de dâhil olduğu İlhanlı ordusunun
toplam sayısını 90.000 olarak kaydetmektedirler.99 Baybars el-
Mansûrî, eserinin iki yerinde bu ordunun sayısını verirken, ilkinde 12 tümen
ve 90.000 rakamını kaydetmekte, bir başka yerde ise bu rakamı 100.000 olarak
bildirmektedir.100 İbn Fazlullah el-Ömerî ve Safedî (ö. 764/1363) söz
konusu ordu için 50.000 sayısını telaffuz etmekte,101 İbn Habîb (ö.
779/1377) ise İlhanlı ordusunun toplam 13 tümenden müteşekkil olduğunu,
Ermeniler’in de daha sonra bu orduya iştirak ettiklerini söylemektedir.102
Dolayısıyla bir tümenin 10.000 kişiye tekabül ettiği düşünüldüğünde İbn
Habîb’in nakline göre bu ordunun 130.000 kişiyi aştığı sonucuna varılabilir.
Sonuç olarak hangi rakam esas alınırsa alınsın İlhanlı ordusunun zayiatının
büyük olduğu anlaşılmaktadır.

Memlük ordusuna gelince, bu ordunun sayısı hakkında bir kayıt tespit
edilememekle birlikte savaşta verdikleri zayiat hakkında bazı bilgiler mevcuttur.
Buna göre Düşmanın saldırdığı sağ kanatta şehit olan 11 büyük emîr ve
1000 kadar asker söz konusudur.103 Savaşın ardından Şam bölgesindeki bir
şehrin valisinin Memlük ordusundan şehit olanları toplayarak bir yere gömdürdüğü
ve yerlerini belirlemek için buraya bir de kubbe yaptırdığı nakledilmektedir.
104

Şakhab Savaşı’nın Memlük Tarihindeki Yeri ve Sonuçları

Memlükler cephesindeki akisleri ele alındığında bu savaşın Memlükİlhanlı
ilişkileri bakımından ne kadar önemli sonuçlar doğurduğu anlaşılabilir.
Nitekim Memlük tarihçilerinin yazdıkları eserlerde bu savaşa ayırdıkları
yer, verilen önemi ortaya koyar mahiyettedir. Mesela Nüveyrî, kendisinin de
iştirak ettiği Şakhab Savaşı’nı uzun bir şekilde naklettikten sonra onun hakkında
yazılan nazım ve nesir halindeki yazı örneklerini de tam olarak kaydetmektedir.
105 İbnü’d-Devâdârî de bunlardan bir kısmını nakletmekte,
Nüveyrî’nin almadığı bazı şiirleri de ilave etmektedir.106 Bu savaşla ilgili bazı
nazım ve nesir örneklerine Safedî ve İbn Habîb’in eserlerinde de rastlanmaktadır.
107 Memlük tarihçileri arasında Şakhab Savaşı’nı bütün ayrıntılarıyla
geniş bir şekilde nakletmesi ile temayüz eden Aynî de burada zikredilmelidir.
108

Diğer taraftan savaş sonrasında yaşanan sevinç ve bunun için yapılan
kutlamalar da Şakhab Savaşı’nın Memlük tarihindeki yerini göstermesi bakımından
burada belirtilmelidir. Nitekim Sultan Muhammed b. Kalavun’un
Dımaşk’a girdiğinde nasıl karşılandığından bahsedilmişti. Sultan Kahire’ye
varmadan burada yapılan hazırlıklar ve vardığındaki karşılama töreni ise
bundan çok daha ihtişamlı olmuştur. 23 Şevval 702 (10 Haziran 1303) tarihinde,
daha önce her tarafı süslerle bezenmiş olan Kahire’ye giren sultanın
bütün ordusu ve beraberindeki Moğol esirleriyle birlikte şehri baştanbaşa
geçtiği, bu alayın ve merasimlerin görülmemiş ölçüde ihtişamlı olduğu nakledilmektedir.
109 Kahire ve Mısır’daki bu merasim ve şehrin süslenmesi ile
ilgili faaliyetlerin 10 Ramazan’da (28 Nisan) zafer müjdesini ulaştıran emîrin
gelmesiyle birlikte başladığı ve sultanın geldiği 23 Şevval’e kadar da yaklaşık
43 gün sürdüğü rivayet edilmektedir.110 Makrîzî bu şenliklerin sultanın Kahire’ye
varmasından sonra da birkaç gün daha devam ettiğini söylemektedir.111
Şakhab Savaşı’na geniş yer veren Memlük tarihçileri, kullandıkları ifadelerle
de onun önemini açıkça ortaya koymaktadırlar. Bu savaşta elde edilen
zaferi öven daha önce bahsettiğimiz şiirler bunun örnekleri arasındadır. Yine,
İbn Fazlullah el-Ömerî’nin bu zafer ve sultanın Dımaşk’a girişi esnasındaki
şenliklerle ilgili olarak daha önce böylesine güzel bir gün yaşamadıklarını
yemin ederek ifade etmesi de112 buna dair örneklerdendir. Safedî’nin, Sultan
Muhammed b. Kalavun’un hayatını anlatırken Şakhab Savaşı’yla ilgili
olarak Moğollar’ın daha önce böyle bir mağlubiyet yaşamadıkları ve bu mağlubiyetin
izlerini uzun süre hafızalarından silinmediğini113 belirten ifadeleri ile
İbn Haldûn’un (ö. 808/1406) bu zaferle Müslümanların büyük bir ferahlığa
eriştikleri114 şeklindeki sözleri de burada kaydedilmelidir. Ayrıca Ebü’l-Fidâ
ve İbn Habîb’in bu zaferi Hazindâr vadisindeki mağlubiyetin rövanşı olarak
niteledikleri de115 bunlara eklenmelidir.

Şüphesiz Memlükler’in elde ettikleri bu zafer İlhanlılar cephesinde büyük
üzüntüye sebep olmuştur. Nitekim mağlup İlhanlı ordusunun çok azı
memleketlerine ulaşabilmiş, bunlar da dağınık ve perişan bir vaziyette hükümdârın
bulunduğu yere varabilmişlerdi. Kadınlar kocaları ve çocuklarından
haber alabilmek için yollara dizilmişler, ancak giden 10 kişiden sadece
biri dönebildiğinden büyük bir üzüntü ve kedere kapılmışlardı. Tebriz şehrinde
iki ay boyunca matem havası devam etmiş, ağlama ve ağıtlardan başka
bir şey duyulmaz olmuştu. Savaşta duçar olunan büyük mağlubiyet Hükümdâr
Gazân’a ulaştırılınca, çok üzülmüş, burnundan bir anda kan boşalmış,
neredeyse ölecek vaziyete düşmüştü. Saltanat otağına kapanarak bir süre
kimseyle görüşmemişti. Savaşta mağlup olan komutanlar birer ikişer gelmeye
başlayınca Gâzân bunları hesaba çekmek amacıyla bir toplantı116 tertip etti.
Komutanların ileri sürdükleri mazeretler kabul edilmeyerek cezalandırılmalarına
karar verildi. Önce Naip Kutluşah’ın zincire vurulması emredildiyse de,
daha sonra İlhanlı ümerasının aracılığıyla bundan vazgeçildi. Ancak Moğollar
arasında âyandan olanlar için en tahkir edici şeylerden kabul edilen bir muameleye
maruz bırakıldı. Buna göre o haciplerin refakatinde bağlı bir vaziyette
tutuluyor, önünden geçenler yüzüne tükürüyorlardı. Kutluşah daha sonra
Gîlân eyaletine sürgün gönderilmek suretiyle tecziye edildi. Ondan sonra
huzura giren bir başka komutan da dövülerek cezalandırıldı.117

İlhanlılar cephesindeki bu büyük yenilgi ve sonrasındaki üzüntü ile ilgili
haberler daha ziyade Memlük tarihçilerince nakledilmektedir. Bunların sıhhat
derecesi tartışılabilir olsa da Moğol kaynaklarında bu savaş ve sonrası ile ilgili
kayıtların sınırlı, kısa ve önemine uygun düşmeyen bir tarzda nakledilmiş
bulunması,118 Memlük kaynaklarını bu konuda öncelikli hale getirmektedir.
Nitekim İlhanlılar’la ilgili çalışmalarıyla tanınan Bertold Spuler de Şakhab
Savaşı’nı naklederken Memlük kaynaklarına daha fazla öncelik vermekte,
bazı Moğol tarihçilerinin bu konuda kısa bilgiler verdiğine de işaret etmektedir.
119

Memlük-İlhanlı ilişkilerinde dönüm noktalarından biri olduğunu ifade
ettiğimiz Şakhab Savaşı’nın yukarıda değinilen akislerinin dışında çok önemli
sonuçları da bulunmaktadır. Bunların başında savaştan sonraki sene Gâzân’ın
ölmesi ve bunun neticesinde iki devlet arasındaki ilişkilerin yumuşamaya
başlaması bulunmaktadır. Reşîdüddin, hanımlarından birinin vefatından
çok müteessir olan Gâzân’ın bundan bir süre sonra kendisini halsiz düşüren
bir hastalığa yakalandığını ve 11 Şevval 703 (17 Mayıs 1304) tarihinde
öldüğünü belirtmektedir.120 Diğer taraftan Memlük tarihçileri onun ölüm
nedeniyle ilgili olarak farklı bilgiler nakletmektedirler. Mesela Baybars el-
Mansûrî ve Ebü’l-Fidâ, Gâzân’ın Şakhab Savaş’ındaki mağlubiyete çok üzüldüğü
ve ümitsizliğe kapıldığı için humma hastalığına yakalandığını ve bunun
sonucunda hayatını kaybettiğini söylemektedirler.121 Aynî, Yusufî’den naklen
Gâzân’ın Şakhab Savaşı’ndan sonra duyduğu derin üzüntüyü ve bunun neticesinde
hastalanarak ölmesiyle ilgili ayrıntılı bilgi sunmaktadır. Buna göre
Gâzân söz konusu savaştaki mağlubiyet sonrası yaşadığı üzüntü nedeniyle
ümerası ve hanımları ile birlikte olmaktan kaçınarak yalnız kalmaya çalışıyordu.
Savaşta yakınlarını kaybeden kadınların bunun müsebbibi olarak onu
görmesi, üzüntü ve kederini bir kat daha arttırdı. Bu zor şartlar altında daha
fazla dayanamayan Gâzân rahatsızlandı, danıştığı bir hekimin tavsiyesiyle
tebdil-i hava amacıyla Rey şehrine gitti. Ne var ki buraya varmadan hastalığı
ilerledi ve bir rivayete göre kalp krizi geçirerek öldü.122

İbnü’d-Devâdârî ve Mufaddal b. Ebi’l-Fedâil (ö. 759/1358) ise Gâzân’ın,
söz konusu savaştaki yenilgi nedeniyle kötü davrandığı ümerası ve
işbirliği yaptıkları hanımlarından biri tarafından zehirlenmek suretiyle öldürüldüğünü
nakletmektedirler.123 Ancak Safedî kendisine nakledilen bir bilgiye
göre bunun doğru olmadığını ve bu rivayetin civardaki komşu Müslüman
hükümdârlarla yazışan Gâzân’ın halasının iddialarına dayandığını söylemektedir.
124 Spuler, Memlük tarihçilerinin son üç İlhanlı hükümdârı için de zehirlenerek
öldürüldükleri iddiasını ileri sürdüklerini belirterek, onların Gâzân’ın
da böyle öldürüldüğü şeklindeki rivayetlerinin ihtiyatla karşılanması
gerektiğini ifade etmektedir.125

Muhtemelen yenilginin verdiği üzüntüyle ölen Gâzân’ın126 sahneden çekilmesi,
iki devletin ilişkilerinin nispeten yumuşamasını da beraberinde getirmiştir.
Nitekim yerine geçen Olcaytu’nun (703-717/1304-1317)

Memlükler’le iyi ilişkiler kurmak için faaliyetlere başladığı görülmektedir.
Olcaytu’nun tahta çıkar çıkmaz ilk yaptığı işlerden birisinin, Gâzân tarafından
alıkonulan Memlük elçilerini serbest bıraktırarak onlara ikramda bulunması
ve beraberlerine Memlükler’le aralarındaki düşmanlığı gidermek ve sulh
temin etmek için kendi elçilerini de katarak Mısır’a yollaması olduğu nakledilmektedir.

127 İlhanlı hükümdârının Memlük elçilerine çok büyük ihsanlarda
bulunduğu, onlarla aracı kullanmadan bizzat görüştüğü, Memlük sultanı
Muhammed b. Kalavun’u övücü sözler söyleyerek ağabeyi Gâzân’ı tenkit
ettiği, harap olan şehirlerin imarı için 12 seneden aşağı olmamak kaydıyla
uzun süreli bir sulh talebinde bulunduğunu sultana iletmelerini istediği belirtilmektedir.

Ancak onun bu sulh talebinin, Altın Ordulular’ın İlhanlılar’a
karşı bir sefer düzenleyeceği istihbaratını alması nedeniyle en azından
Memlükler’le iyi ilişkiler kurarak onlardan emin olmak gayesine matuf bulunduğu
da ilave edilmektedir.128

Olcaytu’nun ilişkileri düzeltmek amacıyla yolladığı elçiler, Memlük elçileriyle
beraber 26 Şaban 704 (24 Mart 1305) tarihinde Kahire’ye ulaşmıştı.
Sultan Muhammed b. Kalavun, Olcaytu’nun sulh talebini ileten elçileri iyi
karşılayarak bu talebe olumlu cevap verdi. Kendi memlüklerinden ve ulema
arasından seçtiği iki kişilik bir elçilik heyeti teşkil ederek bunları İlhanlı elçileriyle
birlikte Olcaytu’ya yolladı. Zilkade (Mayıs) ayında yola çıkan elçiler,
ertesi sene Ramazan’da (Mart-Nisan 1306) bir başka İlhanlı elçilik heyetiyle
birlikte Mısır’a döndüler.129 Dolayısıyla iki devlet arasında karşılıklı elçi teatileriyle
gerçekleştirilen diplomasi sonucu bir sulh akdedilmiş oldu.

Şakhab Savaşı’nın en önemli sonuçlarından biri de Suriye üzerindeki
Memlük hâkimiyetinin kesinleşmesi olmuştur. İlhanlılar bu bölgeyi tamamen
kaybetmiş ve buraya yönelik emellerini gerçekleştirme şansını bir daha bu-
lamamışlardır. İlhanlılar’ın vasâlleri olan Ermeniler de tekrar Memlük hâkimiyetini
kabul ederek, mecbur tutuldukları yıllık vergiyi ödemeye başlamışlardır.
130 Zira onlar artık hâkimiyetin Memlükler’de olduğunun farkında idiler.
Nitekim 704 (1304-1305) senesinde ödemekle yükümlü oldukları vergiyi
göndermemeleri nedeniyle üzerlerine gelen Memlük birliğini, bir grup İlhanlı
askeriyle birlikte gafil avlayarak bir kısmını öldürüp, bir kısmını da esir almalarından
sonra, Mısır’dan bir ordu gönderildiğini haber alan Ermeni Kralı
yaptıklarından pişman olarak yıllık vergisini ödemeyi ve esir Memlük askerlerini
göndermeyi taahhüt etmiş, söz konusu saldırının da Moğollar’ın bir tertibi
olduğunu belirtmek zorunda kalmıştı.131

İlhanlılar ise daha önce de bahsedildiği gibi en büyük hedeflerinden birisi
olan Suriye hâkimiyetinin gerçekleşmesi zor bir hayal olduğunun farkına
varmışlardır. Ancak tek başlarına gerçekleştirmelerinin mümkün olmadığını
anladıkları bu emellerinden tamamen vazgeçmek de istemiyorlardı. Bu amaçla
bir yandan Memlükler’le ilişkilerini düzeltip zaman kazanmaya çalışırken,
bir yandan da Avrupa ülkeleriyle ittifak arayışı içine girmişlerdi. Nitekim
İlhanlı hükümdârı Olcaytu’nun Papa, Fransa ve İngiltere krallarına Suriye’yi
hâkimiyeti altına almak ve Memlükler’i cezalandırmak konusunda kendisine
yardım etmeleri konusunda mektup yazdığı, ancak bundan bir sonuç alamadığı
belirtilmektedir.132 Dolayısıyla, Şakhab Savaşı’nın ardından İlhanlılar
artık Suriye’ye tek başlarına giremeyeceklerinin farkına varmışlardır. Nitekim
bundan sonraki süreçte de iki devlet arasında bir daha Aynicâlût, Hazindâr
ve Şakhab gibi bir savaş vuku bulmamış, Olcaytu’nun ölümünün ardından
İlhanlı tahtına oturan Ebû Saîd Bahadır zamanında (717-736/1317-1335)
yapılan bir anlaşma ile kalıcı barış sağlanmıştır.133

Sonuç

Ele alınan dönemde Mısır ve Suriye’de Memlükler, İran, Irak ve Anadolu’nun
bir kısmında İlhanlılar ve Deşt-i Kıpçak’taki Altın Ordu doğudaki en
kuvvetli devletlerdi. Bunlardan Memlükler ve İlhanlılar, başta Suriye üzerinde
hâkimiyet kurma hususundaki stratejik hesaplar olmak üzere çeşitli nedenlerle
karşı karşıya gelmişlerdir. Memlükler, İlhanlılar’ın deniz yolunu kapatmak
ve bölgedeki Ermeni ve Haçlılar’la ittifak kurarak Mısır’ı ele geçirme
planlarına mani olmak için Suriye’deki hâkimiyetini sağlamlaştırma amacındaydı.
Diğer taraftan askerî yapılarının dayandığı memlük edinme sisteminin
devamı için, müttefik oldukları Altın Ordu memleketinden gelecek askerkölelere
büyük ihtiyaç duyuyorlar, ancak bu sevkıyatın gerçekleşebileceği
kara yolunun üzerinde İlhanlılar bulunduğu için büyük sıkıntı çekiyorlardı.
Bu sıkıntıyı aşmak için Bizans dâhil çeşitli devletlerle diplomatik ilişkilerini
geliştirerek hem Suriye’yi ellerinde tutma, hem de memlük sevkıyatını devam
ettirme gayreti içindelerdi.

İlhanlılar ise Moğollar’ın yayılmacı siyasetlerinin bir gereği olarak Suriye
bölgesini ele geçirip denize inme, uzun vadede Mısır’a da hâkim olma amacındaydılar.
Bu amaçlarının önündeki en büyük engel olan Memlükler’i tabii
olarak düşman görüyorlardı. Diğer yandan kurucuları Hülâgû zamanında
Aynicâlût Savaşı’nda mağlup olmaları nedeniyle onlara karşı söz konusu
stratejik hesaplarının ötesinde büyük bir öfke de duyuyorlardı. Hem stratejik
hesaplarını gerçekleştirebilmek, hem de bu düşmanlarından intikamlarını
alabilmek için Bizans Devleti, Ermeniler ve Haçlılar’la ittifak kurmaya çalışıyorlardı.
Bu iki devletin Suriye üzerinde kesişen emelleri, önceleri sınır ihlalleri ve
diplomatik manevralar şeklinde bir mücadeleye dönüşmüş, daha sonra da
Elbistan, Humus, Hazindâr ve Şakhab gibi büyük savaşları beraberinde getirmiştir.
Bu savaşların sonuncusu olan Şakhab, İlhanlılar’ın Suriye üzerindeki
emellerini tamamen ortadan kaldırmasa da en azından bir daha bunları
gerçekleştirmeye kalkışmalarını kesin bir şekilde engellemiş ve bu bölgedeki
Memlük hâkimiyetini kesinleştirmiştir. Küçük birkaç çatışmanın haricinde
bu savaşın ardından iki devletin ordusunun bir daha karşı karşıya gelmemesi
bunu teyit eder mahiyettedir. Yine bu savaşın bir sonucu olarak, İlhanlılar’ın
vasâlleri olan Ermeniler de tamamıyla Memlük hâkimiyetine girmişlerdir.
Hem Suriye bölgesini hem de buradaki önemli müttefiklerini kaybeden İlhanlılar
barış istemek zorunda kalmışlardır. Şakhab Savaşı’ndan yaklaşık 18
sene sonra imzalanan barış anlaşmasıyla uzun süren düşmanca ilişkiler sona
ermiştir.

Şakhab Savaşı’nın Memlükler açısından önemi daha büyüktür. Zira bu
savaşın gerçekleştiği sırada devletin başında sultan olarak çocuk yaştaki Muhammed
b. Kalavun bulunmaktaydı, ancak asıl iktidar gizliden gizliye kendi
aralarında da bir nüfuz mücadelesi veren Sallâr ve Baybars el-Çaşnigîr gibi
büyük emîrlerin ellerindeydi. Bu durumun farkında olduğu anlaşılan İlhanlı
hükümdârı Gâzân, muhtemelen Memlükler’i bu zayıf halde gafil avlamak
istemiş, fakat başarılı olamamıştır. Şayet başarılı olsaydı, büyük ihtimalle
Mısır’ı da ele geçirecek ve Memlükler Devletini tarih sahnesinden silecekti.
Dolayısıyla söz konusu savaşın kendileri lehine sonuçlanması, bir anlamda
Memlükler Devletinin mukadderatını değiştirmiştir. Son olarak bu savaşın,
Moğolların Aynicâlût mağlubiyeti nedeniyle gerçekleştiremedikleri batıya
ilerleme siyasetlerinin yeniden ortaya çıkmasını engellediği de belirtilmelidir.
Bir başka ifadeyle, Şakhab Savaşı’nda Memlükler’in galip gelmesinin, Moğol
istilasının tekrar başlamasına engel olduğunu söylemek de mümkündür.

dipnotlar
* Dr., Çukurova Ü. İlahiyat F. İslam Tarihi Anabilim Dalı Öğretim Elemanı,
fyayaz@yahoo.com
1 Ebü’l-Muzaffer Alaeddin Atâ Melik b. Bahaeddin Muhammed el-Cüveynî, Tarih-i Cihan
Güşa (Tür. çev. Mürsel Öztürk), I-III, Ankara 1998, III, 487; Bertold Spuler, İran Moğolları
(çev. Cemal Köprülü), Ankara 1987, s. 59; Thomas T. Allsen, “Guard and
Government in the Reign of The Grand Qan Mongke, 1251-59”, Harward Journal of
Asiatic Studies (HJAS), ILVI/2 (1986), s. 499.
2 Tarihin akışını değiştirecek ölçüde önemli sonuçlara yol açan, İslâm dünyasının doğusu
ve hatta Avrupa’yı Moğol istilası tehdidinden kurtardığı belirtilen bu savaşla ilgili geniş
bilgi için bk. John M. Smith, Jr., “ ‘Ayn Jâlût: Mamlûk Success or Mongol Failure?”,
HJAS, ILIV/2 (1984), s. 307-328; Fayed Hammâd Âşûr, el-Alâkâtü’s-siyâsiyye beyne’l-
Memâlîk ve’l-Muğûl fi’d-Devleti’l-Memlûkiyyeti’l-ûlâ, Kahire 1976, s. 51-59; Abdülkerim
Özaydın, “Aynicâlût Savaşı”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), IV (1991),
s. 275-276.
3 Spuler, İran Moğolları, s. 62-63, 66-68; Osman Gazi Özgüdenli, “Moğollar”, DİA, XXX
(2005), s. 226; Abdülkadir Yuvalı, “İlhanlılar”, DİA, XXII (2000), s. 102-103.
4 Spuler, İran Moğolları, 68; Robert Irwin, The Middle East in the Middle Ages The Early
Mamluk Sultanate (1250-1382), Illinois 1986, s. 34.
5 Cüneyt Kanat, “Baybars Zamanında Memlûk-İlhanlı Münasebetleri”, Tarih İncelemeleri
Dergisi, XVI (2001), s. 31; F. Âşûr, el-Alâkâtü’s-siyâsiyye, s. 55 vd.
6 F. Âşûr, el-Alâkâtü’s-siyâsiyye, s. 56; İsmail Yiğit, Siyasi-Dini-Kültürel-Sosyal İslâm Tarihi:
Memlûkler, VII, İstanbul 1991, s. 39, 43. Ayrıca bk. Reuven Amitai-Preiss, Mongols and
Mamluks The Mamluk-İlkhanid War, 1260-1281, Cambridge 1996, s. 1-2.
7 Spuler, İran Moğolları, s. 70-71; Nadir Devlet, “İlhanlılar”, Doğuştan Günümüze Büyük
İslâm Tarihi, IX, İstanbul 1987, s. 64-65; Kanat, “Baybars Zamanında Memlûk-İlhanlı
Münasebetleri”, s. 32.
8 Muammer Gül, “Mısır Memlûklarının Hudud Kalesi Rumkale ve Anadolu’da Memlûk
İzleri”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, XII/2 (2002), s. 361-362.
9 Amitai-Preiss, Mongols and Mamluks, s. 1; a.mlf., “Mongol Imperial Ideology and the
Ilkhanid War Against the Mamluks”, The Mongol Empire& Its Legacy (ed. Reuven Amitai-
Preiss-David O. Morgan), Leiden, Boston, Köln 1999, s. 57.
10 Georg Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi (çev. Fikret Işıltan), Ankara 1981, s. 423-424;
Kanat, “Baybars Zamanında Memlûk-İlhanlı Münasebetleri”, s. 32.
11 Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi, 424. Ayrıca bk. Amitai-Preiss, Mongols and Mamluks, s.
91 vd.
12 Steven Runciman, Haçlı Seferleri Tarihi (çev. Fikret Işıltan), I-III, Ankara 1986-1987, III,
294-295; M. Cemaleddin Sürûr, Devletü Benî Kalavun fî Mısr, Mısır 1947, s. 160. Ayrıca
bk. Spuler, İran Moğolları, s. 71.
13 Ali Aktan, “Memlûk-Haçlı Münasebetleri”, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, 106
(1997), s. 152. Krş. Amitai-Preiss, Mongols and Mamluks, s. 106.
14 Kanat, “Baybars Zamanında Memlûk-İlhanlı Münasebetleri”, s. 32.
15 R. Stephen Humphreys, “Ayyubids, Mamluks, and the Latin East in the Thirteenth
Century”, Mamlûk Studies Review, II (1998), s. 11.
16 Peter Thorau, The Lion of Egypt Sultan Baybars I and the Near East in the Thirteenth Century
(İng. çev. P. M. Holt), London, New York 1992, s. 123-124; Nadir Devlet, “Altın Ordu”,
Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, IX, s. 107.
17 Thorau, The Lion of Egypt, s. 124-125; Irwin, The Middle East, s. 51; Kanat, “Baybars
Zamanında Memlûk-İlhanlı Münasebetleri”, s. 33, 35-36.
18 Spuler, İran Moğolları, s. 71-72; Kanat, “Baybars Zamanında Memlûk-İlhanlı Münasebetleri”,
s. 36.
19 Bu küçük çaplı sayılabilecek çatışmalar ve bu esnada her iki tarafın müttefikleriyle yardımlaşmaları
ile ilgili geniş bilgi için bk. F. Âşûr, el-Alâkâtü’s-siyâsiyye, s. 66-104; Kanat,
“Baybars Zamanında Memlûk-İlhanlı Münasebetleri”, s. 33-43.
20 İzzeddin Muhammed b. Ali b. İbrahim b. Şeddâd, Târîhu’l-Meliki’z-Zâhir (nşr. Ahmed
Hutayt), Beyrut 1983, s. 153, 169-177; Ebü’l-Fazl Muhyiddin Abdullah b. Abdüzzahir,
er-Ravzü’z-zâhir fî sîreti’l-Meliki’z-Zâhir (nşr. Abdülaziz el-Huveytır), Riyad 1976, s. 453-
471; Rükneddin Baybars el-Mansûrî en-Nâsırî, Zübdetü’l-fikre fî târîhi’l-Hicre (nşr. Donald
S. Richards), Beyrut 1998, s. 152, 153-156; F. Âşûr, el-Alâkâtü’s-siyâsiyye, s. 104-109;
Thorau, The Lion of Egypt, s. 235-240.
21 İbn Şeddâd, Târîh, s. 182; Baybars el-Mansûrî, Zübdetü’l-fikre, s. 157-158; Ahmed b.
Abdülvehhab en-Nüveyrî, Nihâyetü’l-ereb fî fünûni’l-edeb, XXX (nşr. Muhammed A. Şaîre-
M. Mustafa Ziyâde), Kahire 1990, s. 361-362; F. Âşûr, el-Alâkâtü’s-siyâsiyye, s. 109-110;
Thorau, The Lion of Egypt, s. 240.
22 Spuler, İran Moğolları, s. 85.
23 Sürûr, Devletü Benî Kalavun, s. 161-162; Ali Aktan, “Bahrî Memlûklerden Sultan Kalavun
ve Hânedanı”, Belleten, LIX/226 (1995), s. 612; Yiğit, Memlûkler, s. 59.
24 Dımaşk’ta saltanat naipliği görevini de yürüten Sungur el-Aşgar’ın (ö. 691/1292) hayatı
hakkında bk. Fazlullah b. Ebi’l-Fahr es-Sukâî, Tâlî Kitabi Vefeyâti’l-a’yân (nşr. ve Frans.
çev. Jacqueline Sublet), Dımaşk 1974, Arapça kısım s. 85-86; Şemseddin Muhammed b.
Osman ez-Zehebî, Târîhu’l-İslâm ve vefeyâtü’l-meşâhîr ve’l-a’lâm: sene 691-700 (nşr. Ömer
Abdüsselam Tedmürî), Beyrut 2000, s. 119-120; Selahaddin Halil b. Aybek es-Safedî,
Kitâbü’l-Vâfî bi’l-Vefeyât (nşr. Helmut Ritter v.dğr.), I-, Wiesbaden 1962-, XV, 490-495.
25 Aktan, “Bahrî Memlûklerden Sultan Kalavun ve Hânedanı”, s. 609, 612; Irwin, The
Middle East, s. 66; Spuler, İran Moğolları, s. 86.
26 Ebü’l-Mehâsin Cemaleddin Yusuf b. Tağriberdî, en-Nücûmü’z-zâhire fî mülûki Mısr ve’l-
Kâhire, I-XII, Kahire 1956, VII, 298-299; F. Âşûr, el-Alâkâtü’s-siyâsiyye, s. 115; Sürûr,
Devletü Benî Kalavun, s. 162; Aktan, “Bahrî Memlûklerden Sultan Kalavun ve Hânedanı”,
s. 612-613.
27 Rahbetümâlikbintûk da denilen ve Fırat kıyılarında yer alan, Halep civarındaki bu bölge
için bk. Şihabeddin Yâkût b. Abdullah el-Hamevî, Mu’cemü’l-büldân, I-VII, Beyrut 1995-
1996, III, 34-35.
28 Baybars el-Mansûrî, Zübdetü’l-fikre, s. 194-201, 207, 213; İmâdüddin İsmail b. Ali Ebü’l-
Fidâ, el-Muhtasar fî ahbâri’l-beşer (nşr. Muhammed Azb ve dğr.), I-IV, Kahire 1998-1999,
IV, 23-24; F. Âşûr, el-Alâkâtü’s-siyâsiyye, s. 116-119. Bu savaşla ilgili olarak ayrıca bk.
Gregory Ebü’l-Ferec İbnü’l-İbrî (Bar Hebraeus), Abû’l-Farac Tarihi (çev. Ömer Rıza
Doğrul), I-II, Ankara 1987, II, 607-608; Şâfî b. Ali el-Askalânî, Kitâbü’l-Fazli’l-me’sûr min
sîreti’s-Sultân el-Melikü’l-Mansûr (nşr. Ömer Abdüsselam Tedmürî), Beyrut 1998, s. 65-79.
29 Elçi teatileri ve bu yazışmalarla ilgili olarak bk. Şâfî b. Ali el-Askalânî, el-Fazlü’l-me’sûr, s.
93-116; İbn Abdüzzahir, Teşrîfü’l-eyyâm ve’l-usûr fî sîreti’l-Meliki’l-Mansûr (nşr. Murad Kamil-
Muhammed Ali en-Neccâr), Kahire 1961, s. 5-17; Holt, “The Îlhân Ahmad’s
Embassies to Qalâvûn: Two Contemporary Accounts”, Bulletin of the School of Oriental
and African Studies, ILIX/1 (1986), s. 128-132; Adel Allouche, “Teguder’s Ultimatum to
Qalawun”, International Journal of Middle East Studies, XXII/4 (1990), s. 437-443.
30 F. Âşûr, el-Alâkâtü’s-siyâsiyye, s. 122-127; Sürûr, Devletü Benî Kalavun, s. 163-172; Aktan,
“Bahrî Memlûklerden Sultan Kalavun ve Hânedanı”, s. 613. Argun’un Avrupa Devletleri
ve Papa ile ilişkileri için ayrıca bk. İbnü’l-İbrî, Abû’l-Farac Tarihi, II, 639.
31 Baybars el-Mansûrî, Zübdetü’l-fikre, s. 288-289; Takıyyüddin Ahmed b. Ali el-Makrîzî,
Kitâbü’s-Sülûk li-ma’rifeti düveli’l-mülûk (nşr. M. Mustafa Ziyâde-Saîd A. Âşûr), I-XII, Kahire
1956-1973, I/3, 777-778; F. Âşûr, el-Alâkâtü’s-siyâsiyye, s. 127-128; Sürûr, Devletü Benî
Kalavun, s. 172-173; Aktan, “Bahrî Memlûklerden Sultan Kalavun ve Hânedanı”, s.
613.
32 Makrîzî, es-Sülûk, I/3, 786; Bedreddin Mahmud b. Ahmed el-Aynî, İkdü’l-cümân fî târîhi
ehli’z-zamân (nşr. Muhammed M. Emin), I-IV, Kahire 1987-1992, III, 187-188.
33 F. Âşûr, el-Alâkâtü’s-siyâsiyye, s. 128-129.
34 Reşîdüddin Fazlullah el-Hemedânî, Rashiduddin Fazlullah’s Jami‘u’t-tawarikh: Compendium
of Chronicles (İng. çev. W. M. Thackston), I-III, Harward 1999, III, 620; Şemseddin Muhammed
b. Ebî Bekir b. el-Cezerî, Havâdisü’z-zaman ve enbâüh ve vefeyâtü’l-ekâbir ve’l-a‘yân
elmin
ebnâih (nşr. Ömer Abdüsselam Tedmürî), I-III, Beyrut 1998, I, 254-256; Yuvalı,
“Gâzân Han”, DİA, XIII (1996), s. 429.
35 Sürûr, Devletü Benî Kalavun, s. 176.
36 Moğol asıllı olan Seyfeddin Kıpçak’ın (ö. 710/1310) hayatı hakkında bk. Safedî,
A’yânü’l-asr ve a’vânü’n-nasr (nşr. Ali Ebû Zeyd v.dğr.), I-VI, Beyrut-Dımaşk 1998, IV,
61-72; Ebü’l-Fazl Şihabeddin Ahmed b. Hacer el-Askalânî, ed-Dürerü’l-kâmine fî a’yâni’lmieti’s-
sâmine (nşr. Abdülvâris Muhammed Ali), I-IV, Beyrut 1997, III, 145-146.
37 Baybars el-Mansûrî, Zübdetü’l-fikre, s. 328-329, 330-344; Ebü’l-Fidâ, el-Muhtasar, IV, 54,
55-56; Makrîzî, es-Sülûk, I/3, 879, 882-895; F. Âşûr, el-Alâkâtü’s-siyâsiyye, s. 145-153;
Spuler, İran Moğolları, s. 111-112. Bu savaşın İlhanlı kaynaklarına göre detaylı bir tasviri
için bk. Reşîdüddin, Rashiduddin Fazlullah’s Jami‘u’t-tawarikh, III, 644-647.
38 Baybars el-Çaşnigîr ile birlikte, Sultan el-Melikü’n-Nasır Muhammed b. Kalavun’u baskı
altında tutan ve idarede söz sahibi olan büyük emîrlerden Sallar’ın (ö. 710/1310) biyografisi
için bk. İbnü’s-Sukâî, Tâlî Kitâbi Vefeyât, s. 89; Safedî, A’yânü’l-asr, II, 489-494;
Muhammed b. Şakir el-Kütübî, Fevâtü’l-Vefeyât ve’z-zeyl aleyhâ (nşr. İhsan Abbas), I-V,
Beyrut 1973-1974, II, 86-89.
39 Daha sonra el-Melikü’l-Muzaffer lâkabıyla tahta da çıkan Baybars el-Çaşnigîr’in (ö.
709/1310) biyografisi için bk. İbnü’s-Sukâî, Tâlî Kitâbi Vefeyât, s. 57-58; Safedî, A’yânü’lasr,
II, 71-75; Makrîzî, Kitâbü’l-Mevâiz ve’l-i’tibâr bi-zikri’l-hıtat ve’l-âsâr, I-II, Beyrut, ts., II,
417-418; Kazım Yaşar Kopraman, “Baybars II”, DİA, V (1992), s. 224.
40 Baybars el-Mansûrî, Zübdetü’l-fikre, s. 344-346; Ebü’l-Fidâ, el-Muhtasar, IV, 56; Nüveyrî,
Nihâyetü’l-ereb, XXXI (nşr. el-Bâz el-Arînî-Abdülaziz el-Ehvânî), Kahire 1992, s. 401-
406; Makrîzî, es-Sülûk, I/3, 896-902; F. Âşûr, el-Alâkâtü’s-siyâsiyye, s. 157-158; Sürûr,
Devletü Benî Kalavun, s. 186-187.
41 Baybars el-Mansûrî, Zübdetü’l-fikre, s. 349-350; Nüveyrî, Nihâyetü’l-ereb, XXXI, 412-414;
Makrîzî, es-Sülûk, I/3, 906-908; Sürûr, Devletü Benî Kalavun, s. 187-188.
42 Rashiduddin Fazlullah’s Jami‘u’t-tawarikh, III, 649.
43 Ebü’l-Fidâ, el-Muhtasar, IV, 58; Nüveyrî, Nihâyetü’l-ereb, XXXI, 414-415.
44 Spuler, İran Moğolları, s. 112.
45 Baybars el-Mansûrî, Zübdetü’l-fikre, s. 352-354; Nüveyrî, Nihâyetü’l-ereb, XXXI, 426-430.
Bu mektup metni için ayrıca bk. Ahmed b. Ali el-Kalkaşendî, Subhu’l-a’şâ fî sınâati’l-inşâ,
I-XV, Kahire 1910-1920, VIII, 68-71.
46 Makrîzî, es-Sülûk, I/3, 915, 918.
47 Bu mektup metni için bk. Baybars el-Mansûrî, Zübdetü’l-fikre, s. 356-361; Nüveyrî,
Nihâyetü’l-ereb, XXXI, 430-442; Kalkaşendî, Subhu’l-a’şâ, VII, 242-250.
48 Spuler, İran Moğolları, s. 113.
49 Spuler, İran Moğolları, s. 115.
50 Söz konusu iki emîrin idareye hâkim olması ve sultanı hacir altında tutmaları ile ilgili
olarak Memlük kaynaklarında birçok kayıt mevcuttur. Bunlara örnek olarak bk. Makrîzî,
es-Sülûk, I/3, 873, 875, II/1, 44; a.mlf., Kitâbü’l-Mukaffe’l-kebîr (nşr. Muhammed el-
Ya’lâvî), I-VIII, Beyrut 1991, II, 535; İbn Tağriberdî, en-Nücûmü’z-zâhire, IX, 165.
51 Makrîzî bu tarihi 8 Muharrem (2 Eylül) olarak kaydetmektedir (es-Sülûk, I/3, 927).
52 Spuler, bu mektupta Memlükler’in itaate çağrıldığını, bunu yapmazlarsa sonucunun
kötü olacağı belirtilerek ethdit edildiğini nakletmektedir (İran Moğolları, s. 114-115).
53 Nüveyrî, Nihâyetü’l-ereb, XXXII (nşr. Fehim M. Şeltût- Abdülaziz el-Ehvânî-Saîd A.
Âşûr), Kahire 1998, s. 18; Makrîzî, es-Sülûk, I/3, 927; Aynî, İkdü’l-cümân, IV, 207.
Memlük tarihçisi Seyfeddin Ebû Bekir b. Abdullah b. Aybek ed-Devâdârî, bu heyetin
İlhanlılar Devletinde karşılaştıkları muameleyi, elçilerin başında yer alan emîrin babası
Aybek’e anlattıklarından hareketle uzunca bir şekilde nakletmektedir. Bk. Kenzü’d-dürer
ve câmiu’l-gurer: ed-Dürrü’l-fâhir fî sîreti’l-Meliki’n-Nâsır, IX (nşr. Hans Robert Roemer),
Kahire 1960, s. 71-76.
54 Şakhab Savaşı’nda İlhanlı ordusunun komutanı olan Kutluşah (ö. 707/1307) hakkında
bk. Makrîzî, es-Sülûk, II/1, 41; İbn Hacer, ed-Dürerü’l-kâmine, III, 153; İbn Tağriberdî, ed-
Delîlü’ş-şâfî ale’l-Menheli’s-sâfî (nşr. Fehim M. Şeltût), I-II, Kahire 1998, II, 547.
55 Baybars el-Mansûrî, Zübdetü’l-fikre, s. 366-367; Abdurrahman b. Muhammed b. Haldûn,
Kitâbü’l-İber ve dîvânü’l-mübtede ve’l-haber fî eyyâmi’l-Arab ve’l-Acem ve’l-Berber ve men âsarahüm
min zevi’s-sultâni’l-ekber (nşr. Halil Şehhâde), I-VIII, Beyrut 2001, V, 478.
56 Baybars el-Mansûrî, Zübdetü’l-fikre, s. 367-368; Nüveyrî, Nihâyetü’l-ereb, XXXII, 24-25;
Makrîzî, es-Sülûk, I/3, 930.
57 Bu mektup metni için bk. Baybars el-Mansûrî, Zübdetü’l-fikre, s. 368-372; Aynî, İkdü’lcümân,
IV, 210-217.
58 Aynî, İkdü’l-cümân, IV, 209.
59 Şakhab Savaşı’nda ordunun sağ kanadına komuta eden ve bu sırada şehit olan
Hüsameddin Laçin er-Rûmî’nin (ö. 702/1303) hayatı hakkında bk. Şihabeddin Ahmed
b. Fazlullah el-Ömerî, Mesâlikü’l-ebsâr fî memâliki’l-emsâr, XXVII (nşr. Hamza Ahmed
Abbâs), Abudabi 2004, s. 494; Safedî, A’yânü’l-asr, IV, 176-178; İbn Hacer, ed-Dürerü’lkâmine,
III, 164.
60 Baybars el-Mansûrî, Zübdetü’l-fikre, s. 367.
61 Humus’a bağlı büyük bir kasaba olan Karyeteyn hakkında bilgi için bk. Yâkût el-
Hamevî, Mu’cemü’l-büldân, IV, 336.
62 Aynî, İkdü’l-cümân, IV, 220.
63 Halep’e bağlı bölgelerden olan Urz için bk. Yâkût el-Hamevî, Mu’cemü’l-büldân, IV, 103.
64 el-Muhtasar, IV, 61. Krş. Baybars el-Mansûrî, Zübdetü’l-fikre, s. 373-374; Nüveyrî,
Nihâyetü’l-ereb, XXXII, 25-26.
65 Nüveyrî, Nihâyetü’l-ereb, XXXII, 27; Makrîzî, es-Sülûk, I/3, 931. Krş. Baybars el-Mansûrî,
Zübdetü’l-fikre, s. 374; Ebü’l-Fidâ, el-Muhtasar, IV, 61; İbn Haldûn, el-İber, V, 478.
66 Bk. Makrîzî, es-Sülûk, I/3, 935.
67 Makrîzî, es-Sülûk, I/3, 930-931.
68 Ebü’l-Fidâ İmadüddin İsmail b. Ömer b. Kesîr, el-Bidâye ve’n-nihâye (nşr. Ahmed Ebu
Mâhim v.dğr.), I-XIV, Beyrut, ts., XIV, 25.
69 Baybars el-Mansûrî, Zübdetü’l-fikre, s. 374-375; Makrîzî, es-Sülûk, I/3, 931-932.
70 ed-Dürrü’l-fâhir, s. 83.
71 İkdü’l-cümân, IV, 2227-228.
72 Aynî, İkdü’l-cümân, IV, 229. Krş. İbnü’d-Devâdârî, ed-Dürrü’l-fâhir, s. 85.
73 el-Mukaffe’l-kebîr, VII, 182. Krş. İbn Hacer, ed-Dürerü’l-kâmine, I, 297.
74 Aynî, İkdü’l-cümân, IV, 234.
75 Memlükler’in erken döneminde yaşayan ve hayatı sırasında ilmî ve siyasî muhitlerdeki
tartışmalarda çok faal bir alim olarak öne çıkan Takıyyüddin İbn Teymiyye’nin (ö.
728/1328) hayatı hakkında bk. Nüveyrî, Nihâyetü’l-ereb, XXXIII (nşr. Mustafa Hicâzî-
M. Mustafa Ziyâde), Kahire 1997, s. 276-277; İbnü’l-Cezerî, Havâdisü’z-zaman, II, 306-
310; Safedî, el-Vâfî, VII, 15-33; Kütübî, Fevâtü’l-Vefeyât, I, 74-80; Ferhat Koca, “İbn
Teymiyye, Takıyyüddin”, DİA, XX (1999), s. 391-405.
76 Hâricîler, dinî ve siyasî konulardaki aşırı görüşleriyle tanınan ve Hz. Ali ile Muaviye
arasında meydana gelen Sıffîn Savaşı’nda Hz. Ali’nin ordusundan ayrılanların oluşturduğu
gruba verilen isimdir. Ayrıntılı bilgi için bk. Adnan Demircan, Hâricîler’in Siyâsî
Faaliyetleri, İstanbul 1996, s. 57-261; Ethem Ruhi Fığlalı, “Hâricîler”, DİA, XVI (1997),
s. 169-175.
77 İbn Kesîr, el-Bidâye, XIV, 27; Aynî, İkdü’l-cümân, IV, 243.
78 İbnü’d-Devâdârî bu tarihi 20 Recep (10 Mart) olarak vermektedir (ed-Dürrü’l-fâhir, s. 82).
79 Nüveyrî, Nihâyetü’l-ereb, XXXII, 27; Makrîzî, el-Mukaffe’l-kebîr, VII, 180.
80 Mercüssuffer, Dımaşk’a bağlı nahiyelerdendir geniş bilgi için bk. Yâkût el-Hamevî,
Mu’cemü’l-büldân, V, 101.
81 Baybars el-Mansûrî, et-Tuhfetü’l-mülûkiyye fi’d-devleti’t-Türkiyye (nşr. Abdülhamid Salih
Hamdân), Kahire 1987, s. 164, 165; Ebü’l-Fidâ, el-Muhtasar, IV, 61-62; Nüveyrî,
Nihâyetü’l-ereb, XXXII, 28.
82 Nüveyrî, Nihâyetü’l-ereb, XXXII, 27-28.
83 Baybars el-Mansûrî, Zübdetü’l-fikre, s. 375-376; Nüveyrî, Nihâyetü’l-ereb, XXXII, 28-29;
Makrîzî, es-Sülûk, I/3, 932; Aynî, İkdü’l-cümân, IV, 232-233.
84 Makrîzî, es-Sülûk, I/3, 933; a.mlf., el-Mukaffe’l-kebîr, VII, 181-182; Aynî, İkdü’l-cümân, IV,
233.
85 Bir tümenin 10.000 kişiden oluştuğu belirtilmektedir. Bk. Kalkaşendî, Subhu’l-a’şâ, IV,
423; Smith, “ ‘Ayn Jâlût”, s. 310; Devlet, “İlhanlılar”, s. 90.
86 Nüveyrî, Nihâyetü’l-ereb, XXXII, 29.
87 Aynî, İkdü’l-cümân, IV, 234-235.
88 Bu tarihçinin eserinden günümüze sadece 733-739 (1332-1338) senelerine ait kısmı
ulaşmış, bu kısım da Ahmed Hutayt tarafından Nüzhetü’n-nâzır fî sîreti’l-Meliki’n-Nâsır
ismiyle 1986 yılında Beyrut’ta neşredilmiştir.
89 Aynî, İkdü’l-cümân, IV, 235-241. Krş. Baybars el-Mansûrî, Zübdetü’l-fikre, s. 376-378;
Ebü’l-Fidâ, el-Muhtasar, IV, 62; Nüveyrî, Nihâyetü’l-ereb, XXXII, 29-30; İbnü’d-Devâdârî,
ed-Dürrü’l-fâhir, s. 85-88; İbn Haldûn, el-İber, V, 478-479; Makrîzî, es-Sülûk, I/3, 933-936;
a.mlf., el-Mukaffe’l-kebîr, VII, 181-184. İlhanlı tarihçisi Reşîdüddin’in rivayeti için bk.
Rashiduddin Fazlullah’s Jami‘u’t-tawarikh, III, 657.
90 Makrîzî, es-Sülûk, I/3, 936; Aynî, İkdü’l-cümân, IV, 243-244.
91 Baybars el-Mansûrî, Zübdetü’l-fikre, s. 378; İbn Haldûn, el-İber, V, 478; İbnü’d-Devâdârî,
ed-Dürrü’l-fâhir, s. 118. Bu mektubun metni için bk. İbnü’d-Devâdârî, ed-Dürrü’l-fâhir, s.
119-122; Aynî, İkdü’l-cümân, IV, 247-251.
92 Nüveyrî, Nihâyetü’l-ereb, XXXII, 40, 41, 42; İbn Kesîr, el-Bidâye, XIV, 28.
93 Makrîzî, es-Sülûk, I/3, 937.
94 Baybars el-Mansûrî, Zübdetü’l-fikre, s. 377. Krş. Nüveyrî, Nihâyetü’l-ereb, XXXII, 30.
95 Aynî, İkdü’l-cümân, IV, 244-245. Krş. Makrîzî, es-Sülûk, I/3, 936-937; a.mlf., el-Mukaffe’lkebîr,
VII, 184-185.
96 Mesâlik, XXVII, 494.
97 Makrîzî, es-Sülûk, I/3, 937.
98 Spuler, İran Moğolları, s. 115 dn. 66.
99 Nüveyrî, Nihâyetü’l-ereb, XXXII, 29; İbn Haldûn, el-İber, V, 478.
100 Baybars el-Mansûrî, Zübdetü’l-fikre, s. 372, 376.
101 İbn fazlullah el-Ömerî, Mesâlik, XXVII, 494; Safedî, A’yânü’l-asr, V, 85.
102 Tezkiretü’n-nebîh fî eyyâmi’l-Mansûr ve benîh (nşr. Muhammed M. Emin-Saîd A. Âşûr), IIII,
Kahire 1976-1986, I, 245. İlhanlı ordusunun toplam rakamı ile ilgili tartışmalar için
ayrıca bk. Smith, “ ‘Ayn Jâlût”, s. 340 vd.
103 Baybars el-Mansûrî, et-Tuhfetü’l-mülûkiyye, s. 167. Krş. Baybars el-Mansûrî, Zübdetü’l-fikre,
s. 376-377; Nüveyrî, Nihâyetü’l-ereb, XXXII, 29-30; İbnü’d-Devâdârî, ed-Dürrü’l-fâhir, s.
88; İbn Kesîr, el-Bidâye, XIV, 27; Makrîzî, es-Sülûk, I/3, 933; a.mlf., el-Mukaffe’l-kebîr,
VII, 182.
104 Makrîzî, es-Sülûk, I/3, 937; Aynî, İkdü’l-cümân, IV, 252.
105 Bk. Nihâyetü’l-ereb, XXXII, 31-56.
106 Bk. ed-Dürrü’l-fâhir, s. 89-100.
107 Bk. Safedî, A’yânü’l-asr, V, 86-89; İbn Habîb, Tezkiretü’n-nebîh, I, 248-252.
108 Aynî, bu savaş için meşhur tarihi İkdü’l-cümân’da yaklaşık 52 sayfa (IV, 207-259) ayırmıştır.
109 İbnü’d-Devâdârî, ed-Dürrü’l-fâhir, s. 88.
110 Nüveyrî, Nihâyetü’l-ereb, XXXII, 31.
111 Makrîzî, es-Sülûk, I/3, 938. Bu şenlikler bazı kaynaklarda çok ayrıntılı bir şekilde anlatılmaktadır.
Bk. Makrîzî, es-Sülûk, I/3, 938-940; a.mlf., el-Mukaffe’l-kebîr, VII, 185-186;
Aynî, İkdü’l-cümân, IV, 256-259.
112 Mesâlik, XXVII, 494.
113 A’yânü’l-asr, V, 86. Safedî, benzer bir değerlendirmeyi Gâzân’ın hayatı ile ilgili bilgi
verirken de yapmaktadır. Bk. A’yânü’l-asr, IV, 6.
114 el-İber, V, 479.
115 Ebü’l-Fidâ, el-Muhtasar, IV, 62; İbn Habîb, Tezkiretü’n-nebîh, I, 247.
116 Söz konusu toplantı için bk. Reşîdüddin, Rashiduddin Fazlullah’s Jami‘u’t-tawarikh, III,
657-658; Spuler, İran Moğolları, s. 116.
117 Aynî, İkdü’l-cümân, IV, 282-284. Krş. Makrîzî, es-Sülûk, I/3, 937-938.
118 Bk. Reşîdüddin, Rashiduddin Fazlullah’s Jami‘u’t-tawarikh, III, 657, 658.
119 İran Moğolları, s. 115 dn. 66.
120 Rashiduddin Fazlullah’s Jami‘u’t-tawarikh, III, 660, 662. Ayrıca bk. Spuler, İran Moğolları, s.
117.
121 Baybars el-Mansûrî, et-Tuhfetü’l-mülûkiyye, s. 174; Ebü’l-Fidâ, el-Muhtasar, IV, 63. Krş.
İbn Haldûn, el-İber, V, 479; İbn Hacer, ed-Dürerü’l-kâmine, III, 128; Aynî, İkdü’l-cümân,
IV, 316-317.
122 İkdü’l-cümân, IV, 317-318.
123 İbnü’d-Devâdârî, ed-Dürrü’l-fâhir, s. 112; Mufaddal b. Ebi’l-Fedâil, en-Nehcü’s-sedîd ve’ddürrü’l-
ferîd fî mâ ba’de Târîhi İbni’l-Amîd, (nşr. ve Frans. çev. E. Blochet, Patrologie
Orientale, XII (Paris 1919), s. 345-350, XIV (Paris 1920), s. 375-672, XX (Paris 1929), s.
1-270), III, 93-94. Krş. İbn Fazlullah el-Ömerî, Mesâlik, XXVII, 496; Aynî, İkdü’l-cümân,
IV, 318-319.
124 A’yânü’l-asr, IV, 14-15.
125 İran Moğolları, s. 117 dn. 76.
126 Bazı araştırmacılar da onun Şakhab yenilgisiyle yaşadığı üzüntünün sonucunda hastalanıp
öldüğü kanaatindedirler. Bk. Abbas İkbal, Târîhu Îrân ba’de’l-İslâm (çev. Muhammed
A. Mansur), Kahire 1989, s. 463, 464; Sürûr, Devletü Benî Kalavun, s. 203.
127 Aynî, İkdü’l-cümân, IV, 319, 320.
128 İbnü’d-Devâdârî, ed-Dürrü’l-fâhir, s. 127-128, 129-130.
129 Nüveyrî, Nihâyetü’l-ereb, XXXII, 87; Makrîzî, es-Sülûk, II/1, 6. Krş. Baybars el-Mansûrî,
Zübdetü’l-fikre, s. 381; a. mlf., et-Tuhfetü’l-mülûkiyye, s. 176.
130 Bk. Spuler, İran Moğolları, s. 115-116.
131 Makrîzî, es-Sülûk, II/1, 16-17; F. Âşûr, el-Alâkâtü’s-siyâsiyye, s. 176-177.
132 William Muir, The Mameluke or Slave Dynasty of Egypt, Amsterdam 1968, s. 68-69; Sürûr,
Devletü Benî Kalavun, s. 204; F. Âşûr, el-Alâkâtü’s-siyâsiyye, s. 175; Aktan, “Bahrî
Memlûklerden Sultan Kalavun ve Hânedanı”, s. 614.
133 Ebû Saîd Bahadır döneminde Memlük-İlhanlı ilişkileri ve imzalanan anlaşma ile ilgili
olarak bk. Sürûr, Devletü Benî Kalavun, s. 205-211; F. Âşûr, el-Alâkâtü’s-siyâsiyye, s. 187-
195.



Hiç yorum yok: