Eskilerde eğitim zordu. O zamanlar ölçü birimleri farklı farklıydı. Uzunluk ölçü birimleri metre ile, alan ölçü birimleri metrekare ile, katı hacim ölçü birimleri metreküp ile, sıvı hacim ölçüleri litre ile, ağırlık ölçü birimleri ise kilogram ile yapılırdı. Şimdi öyle değil. Ölçü birimi neo-liberalizm sayesinde teke indirildi. Artık her şey para ile ölçülüyor. İnsanlık bile artık para ile ölçülüyor. Medyada insanlığa bu ağırlığına göre sayfalarında yer veriyor. Çok paralılara çok; az paralılara az. Oysa eski değerlere göre beş para etmezler artık çok para ediyorken; eskiden adamlık ile ölçülen değerler beş para etmez oluverdi. Bu değer ölçümleri halkın itibarı ile değil maalesef piyasaların diline göre verilmeye başlandı. Zaten sorun da burada. Piyasa ne derse o oluyor.
Küresel ekonomik buhranın nedenlerini sayacak olursak ilk sıraya ahlaksız ekonomik yapılanmayı koyabiliriz. Gelir dağılımındaki bozukluk ile bu sürecin yol açtığı vahşi kapitalizm, ahlaksız ekonominin bir numaralı dış yansıması olarak gösterilebilir. Piyasa kuralları yasamanın kurallarını ezer olmuştur. Duruma göre piyasanın kuralı, yasamanın da kuralı haline getirilmiştir. Biz buna Halkın siyasi hakimiyeti yerine, sermayenin hakimiyeti diyoruz. Hüküm piyasanındır.
Bir uçtan bir uca giden iktisadi doktrinler maalesef devri alem gibi gelişiyor. Neo-liberalizm de aslolarak devletçiliğe karşı gelişmişti. 29 buhranından önce bir yanda zenginlerin şatoları ve diğer yanda da fakirlerin teneke evleri vardı. Grevler yasak, fakirlere de polis baskı yapardı. Sömürgecilik ise silahlı ülke işgalleri sayesinde gerçekleşirdi. Sonra zenginlerin ürettiğini tüketecek fakir kalmadığı anlaşıldı. Ben buna zenginliğin sömürecek fakir kalmadığında kendi kendisini yemesi olarak bakıyorum. ABD’de F. Roosevelt denilen bir adam geldi ve zenginlerin şımarıklık göstergelerine çok yüksek vergiler getirdi. Fakirliğin tüketim açığını da devlet eliyle karşıladı. Ama karşılıksız yardımla değil; çalıştırarak iş-aş verildi. Bu uygulamayı da Keynes devletçilik olarak tanımladı. Ama paylaşmayı sevmeyen kapitalizmin bu modeli de ilelebet sürmedi. Devlet de siyasilerin elinde çıkar amaçlı kullanıldı. İktidar hırsları devletleri büyüttükçe büyüttü; 10 kişilik devlet işine 20-30 kişi alınınca devletçiliğin de sonu geldi. M. Friedman 70′lerin ortasında yeniden paranın gücünü ispatladı. Ardından 80′lerde R. Reagen arz iktisadı ile özel sektörü desteklemeyi şiar edinerek yeniden zenginlere ve zenginliğe yol açtı. Fakat, bir fark gözlerden hep kaçtı. Devlet ve devletçilik hiç küçülmedi. Bilakis devlet elindeki işletmeleri, varlıkları sattıkça büyümeye devam etti. Devlet daha fazla vergi aldı ama ağırlıklı olarak orta sınıftan aldığı vergilerle zenginleri destekledi.
90′larda neo-liberalizm bir değişim daha yaşadı. Reel sektör zenginliğini desteklemek yerine finansal zenginliğe yönelindi. Artık Batının baş tacı bankacılar ve borsacılardı. Ama dürüstler değil elbet. Anlaşılmaz, karmaşıklaşmış piyasada kirli ilişkilerle yürütülen piyasa düzeni ve bu düzenin adamları ön sıradaydı. Piyasalar kuralsızlaştırıldı. Silahlı işgal ve darbeci kontrol yönteminin yerini para ile kontrol yöntemi aldı.Görüldü ki üçüncü dünya ülkeleri ucuz emek ve finansal kontrol ile silahlı işgal kontrolünden çok daha ucuza köleleştirilebiliyormuş. Bu süreci ve Türkiye’nin oyundaki yerini Turgay Güler’in Sır Küpü kitabında bulabilirsiniz. Bugün yaşadığımız buhran sürecine nasıl geldik:
- Bankalar ve borsalar vergi ve sair destekler ile görmezden gelinerek aşırı desteklendi ve korundu.
- Ucuzlayan emek piyasasının tüketim ihtiyacı bankalar eliyle kredileşerek karşılandı.
- Kredileşen geniş halk kitlesi toplumsal refah adına değil, finansal istikrar adına siyasal iktidarları belirler oldu.
- Borsalar kuralsızlaştırılarak yeni sömürü düzeni küreselleştirildi. Engel olanlar bir bir tasfiye edilerek Enron vari örneklerde görüldüğü gibi kuralsızlık hakim belirleyici oldu.
- Hem emek piyasası hem de küçük ve orta boy işletmeler bağlılık adına varlıklarını sürdürebilirken, bağımsız babayiğitlere asla yol verilmedi.
- Büyükler büyüdü-küçükler küçüldü.
Ve buhran geldi. Zenginler tüketecek yeni fakir kalmadığını anladı. Arap baharı da yetmez oldu. Gelişmekte olan ülkelere dediler ki “Siz daha fazla tüketin; sorun para mı? hiç dert etmeyin biz artık ağaç bile kesmeden trilyonlarca dolar karşılıksız parayı kaydi olarak yaratabiliriz“. Ve para muslukları açıldı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder