8 Temmuz 2013 Pazartesi

BİR ZAMANLAR TARSUS DENİZ KIYISINDA İDİ !ÇUKUROVA’DA ROMA İMPARATORİÇESİ İÇİN KURULAN ŞEHİR-Cezmi Yurtsever

BİR ZAMANLAR TARSUS DENİZ KIYISINDA İDİ !

-Romalılar zamanında Tarsus deniz kıyısında idi.

-Mısır kraliçesi Kleopatra gemi ile Tarsus limanına gelmişti.

-Tarsus  limanı önünde bataklık göl oluştu.

-1940’lı yılarda bataklık kurutuldu ve Tarsus’un liman şehri olması tarihe karıştı.


Tarsus Çukurova bölgesinin insanlık tarihinin ilk devrelerinde kurulan tarihi bir şehirdir. Tarsus7un önemli olmasının en önemli sebebi içinden Berdan çayının geçmesi ve aynı zamanda kurulduğu yıllarda deniz kıyısında olmasıdır. Tarsus’un denizle bağlantılı olmasının en önemli yaşayan delili ise günümüzde bile Kleopatra olarak da bilinen tarihi liman ağzı giriş yerinin bulunmasıdır.

Romalılar zamanında dünya kentleri arasında ön sıralarda bulunan Tarsus’un  ticaret, tarım ve kültür alanındaki başarıları o dönem arkeolojik belgelerine de yansır.

Ortaçağ boyunca süren haçlı seferleri, savaşlar, istilalar Tarsus’u da etkiledi. Tarsus eski parlak günlerini kaybetti. Piri Reis 1520’li yıllarda Çukurova haritasını çizerken Tarsus  ırmak kıyısında bir kale şehri olarak görülmektedir.  Kurulduğu yıllarda Tarsus7un içinden alan Berdan çayı, Bizans İmparatoru Jüstinyen zamanında M.S.6. yüzyılda yatağı değiştirildi. Tarsus’un doğusundaki yeni yatağından akan Berdan çayı üzerine köprü yapıldı. Jüstinyen7in amacı Tarsus’u sel baskınlarından önlemekti.

19. yüzyıl başlarına gelindiğinde Tarsus7un deniz ile olan bağlantısı önemli ölçüde kesilmiş bir durumdaydı. Bir zamanlar deniz kıyısında bulunan Tarsus’un güneyinde yaklaşık 100 bin dönüm alan batılı dillerde “Rhegma” adı verilen içü göle dönüşmüştü.  Osmanlı belgelerinde de AYNAZ BATAKLIĞI olarak biliniyordu.

Aynaz bataklığını kurutma ve tarım alanı açma ile ilgili ilk projeye Mısırlı İbrahim Paşa hazırladı. 1832-1840 yılları arasında Adana eyaletini kendi işgali altında bulunduran İbrahim Paşa, Tarsus’un deniz sahilinde liman şehri kurmayı ve bataklıkları kurutarak çiftlik üretimine geçmeyi planladı (1).  O’nun işgalinin sona ermesi ile birlikte proje rafa kaldırıldı.

Tarsus iç gölü veya Aynaz bataklığının kurutulması çalışmaları ile ilgili ilk proje 1863 yılında uygulamaya kondu.  Tarsuslu gayrı Müslim (Hristiyan) tüccar Sabuncuoğlu Hana adındaki kişiye padişah onayı ile verildi (2).  Hanna, bataklık arazide kanallar açtı, sedler inşa etti, 20 bir dönüm civarında araziyi tarıma kazandırdı. Sabuncuoğlu Hanna’ya 1866 yılında Devlet Mecidiye nişanı verildi.

1890’lı yıların başlarında Tarsus kaymakamı  Mehmet Ziya Bey, tahminen 90 b.in dönümü bulan Aynaz bataklığını kurutma çalışmalarına kendi imkanları ile başlattı. 4 bin amele bularak kanallar açmaya b aşladı. Mehmet ziya Bey7in açtığı kanallar soünrasında 1893 yılında tarım arazisinde önemli artışlar oldu.   Tarsus’taki bataklıkları kurutma çalışmaları ile ilgili olarak araştırmacı Sacit Uguz, Osmanlı Arşivinden elde ettiği bilgilerle şu açıklamayı yapmaktadır:  (4)

“1902 yılında Adana Vilâyeti Nâfia Baş Mühendisi tarafından hazırlanan bir
raporda, mezkûr bataklığın toplam 52.560 dönüm ve iki bölümden ibaret olduğu
belirtilmiştir. Deliminnet, Karabucak, Hacıkadir, Bahçe, Ali Efendi ve Çatalkeli köyleri
arasında yer alan bölümün 16.780 dönüm, Deliminnet, Çomdan, Hasan Ağa ve Kulak
köyleri arasında yer alan diğer bölümün ise 35.780 dönümden ibaret olduğu tespit
edilmiştir. Birinci bölümdeki bataklığın nedeninin Tarsus’ta bulunan bazı un
fabrikalarına su getiren kanallarla civardan akan diğer bazı sular olduğu belirtilmiş,
şayet bu kanalların yapılacak olan büyük bir kanalda toplanması durumunda bu
bölümdeki bataklığın kolaylıkla kurutulabileceği vurgulanmıştır. İkinci bataklığın ise
deniz ile bağlantısının olmasından dolayı kayık ve sandalların gezinebilecek kadar
Osmanlı Devleti’nin 1865 yılında Çukurova ve Torosdağları genelinde göçebeleri toprağa yerleştirme ve yeni düzen kurma çalışmaları çerçevesinde tarımın da geliştirilmesi amaçlanmıştı”

Karabucak Ormanı kuruluyor

Osmanlı Devletinin savaşlara girmesi, ekonomik zorluklar yaşandığı yılarda  Tarsus’taki batıklıkları kurutma çalışmaları da durdu.  1925 yılında Adana’nın kurtulmuş bayramı için gelen TBMM heyetinden Ali Süruri Bey, Tarsus’a da uğradı ve halk ile görüştü. Tarsuslular, Aynaz batıklığının yarattığı sorunları anlattılar. Sivrisineklerin fazla olmasından dolayı salgın hastalıkların hiç bitmediği, bataklık araziden devamlı pis kokular geldiği ile ilgili bilgiler verildi.  Ali Süruri Bey, 1927 yılında Taırsus bataklıklarının kurutulması ve tarıma açılması konusunu TBMM gündemin getirdi.  Bataklıkların kurutulması çalışmalarına 1930’lu yıllarda hız verildi ve 40’lı yıllarda da sonuçlandırıldı.  Bataklık araziye okaliptus ağaçları dikildi. Tarsusun güneyindeki Karabucak ormanı bu şekilde ortaya çıktı.  Çevresi ile birlikte yaklaşık 100 bin dönüm  arazi tarıma kazandırıldı.
…………………..
1.Sacit Uğuz, I. Meşrutiyetten Cumhuriyetin İlk Yıllarına Tarsus (1876-1926), Doktora tezi-2011,s.288
2.Sacit, Aynı eser, s. 289; Osmanlı Arşivi, İ.MMS, 27/1188, 10 Aralık 1863
3.Sacit, Aynı eser, s. 291; Osmanlı Arşivi, Y.A.RES, 6/41,27 Temmuz 1880

ÇUKUROVA’DA ROMA İMPARATORİÇESİ İÇİN KURULAN ŞEHİR

-Roma İmparatoru Augustus, çok sevdiği eşi Livia için Çukurova’da Seyhan nehrinin üst tarafında tarihi antik kent yaptırdı.

-İmparatoriçe  Livia Augusta yaptırılan şehir 1950’li yıllarda Seyhan baraj gölü altında kaldı.

-Baraj suları çekildiğinde tarihi kent ortaya çıkıyor.

Hayat hikayeleri vardır insanı derin derin düşündüren. Söz konusu olan belli bir süre içinde dünyada  hayat sürdüren ve sonra da göçüp giden insanların geride neler bıraktıklarını bilmek gerekiyor.  1970’li yılların başlarında Adana şehrinin kuzeyindeki Seyhan nehri kıyısında bulunan Menekşe köyündeki tarlasını süren köylünün kötenine çarpan taş parçasının çıkardığı ses kulakları çınlattı. Sonra taş kütlesinin bulunduğu yerde topraklar aralandı. İnsan yapısı üzerinde şekiller bulunan bu taş kütleyi yerinden almak için Adana müzesinden yetkililer geldiler. Ve götürdüler.  Götürülen bir mezar taşı idi. İçi oyulmuş ve üzerinde şekiller bulunan bir lahit idi. Üzerinde kapağı bulunan. Lahit üzerindeki şekiller parlayan bir güneşi andırıyordu. Dünyaya bakan saçları kıvrım kıvrım bir kadın. Saçları içinde iki boynuz çıkıntısı vardı. Biraz daha bakınca saç tellerinin yılana benzediği görülüyordu. Bilimsel açıklama ile lahit üzerindeki şekil bir “meduza” idi. Ölen bir insanın cesedini sonsuza dek koruyacak olan bir “sihir” şekli idi.  Görünüşüne bakıldığında şöhretli ve zengin bir kişinin mezar taşı idi lahit. Yaşarken insanlara hükmeden ve öldükten sonra da görkemli bir taş mezar içinde yatmayı tercih eden bir kişinin düşüncesi yansıyordu.

Menekşe köyünün az ilerisindeki Seyhan baraj gölünün yayıldığı bölgede tepelerin eteğinde yaz mevsiminde sular çekildiğinde ortaya taş yapılar çıkıyordu.   Çamurlar arasından yükselen  yapılar ya bir sütun parçası veya bir taş kemer idi. Ama sahile yakın yerdeki taş bloku iyice araştırıldığında  burasının bir antik tiyatro olduğu anlaşılıyordu. Araştırmalar sürdürüldükçe görülen yerin Romalılar zamanında kurulan antik Augusta şehri olduğu anlaşıldı.  Romalılar zamanında yapılan ve giderek gelişen Augusta şehri henüz bilinmeyen sebeblerden dolayı tahribata uğramış bir ören yeri haline gelmişti. Osmanlı’nın son zamanlarına gelinceye kadar bahsi geçen antik kentin bulunduğu  yerde “Gübe” köyü bulunuyordu. “Gübe”nin ne anlama geldiği pek bilinmese de “Küp, cere, kiremitlerin bol bulunduğu yer” olabileceğini düşünüyor insan. Augusta  kentinde sulama kanalları, mezarlık,
Tiyatro, sütunlu yol bulunuyordu.   Biraz daha araştırıncı aynı yörede toprak altında bulunan paralar üzerinde  “Livia augusta” yazılı güzel bir kadının saçları taranmış ve aynaya bakar halde görünüşü bulunuyordu.

Bahsi geçen Livia Augusta, Roma imparatoru ünlü Augustus’un hanımı idi. Asıl adı da Julia idi.  MÖ. 58 yılında doğan Julia, 15 yaşının içinde evlenmişti. Genç ve güzel bir kadındı. Gösterişe, hükmetmeye merakı vardı. Eşi ile arasında şiddetli çatışmalar yaşanıyordu. Bir ara Pompei şehrine kadar gitmişler orada çılgınca sürdürülen seks alemlerine de katılmışlardı ama bütün bunlar da onun ruhundaki “en büyük” olma duygularını tatmin etmemişti.  Eşinden ayrıldığında Roma Hükümdarı Oktavianus ile aşk hayatı yaşıyordu. Kısa sürede evlendiler. Ve şimdi de Roma’ya aynı zamanda dünya imparatorluğuna hükmetmesi gerekiyordu.

Saraylar, tapınaklar    içinde lüks ve ihtişam içinde yaşanan bir ömür… Ve zaman içinde gelişen nice olaylar. Kocası Roma imparatoru Oktavianus’un kazandığı askeri başarılar zafer şenliklerine dönüşüyordu.  Ve o “yükselen güneş” anlamına gelen “Augusta” ünvanını aldı.  O en büyüktü. Tıpkı bir “tanrı gibi”. Ayakta duran ve sol eliyle yükselmeyi işaret eden heykelleri yapılıyor ve kent merkezlerine dikiliyordu.  Diğer yandan eşi Livia’da benzer şekilde “imparatoriçe” anlamına gelen “Augustae” ünvanını aldı.   Roma ülkesinde adına kentler kuruluyordu. Akdeniz kıyısındaki Roma’ya bağlı bir eyalet olan Kilikya’da Sarus (Seyhan) nehri kıyısında kurulan kente de onun adı verilmişti.  Ve güzelliğini, gücünü yansıtan paralar da basılmıştı.  M.S.29 yılında  87 yaşının içinde öldü. Saçları ağarmış, beli bükülmüş bir haldeydi son nefesini verirken. Güzelliğinden de eser kalmamıştı. Bir zamanlar etrafına yansıttığı güç ve ihtişamından geriye bir şeyler kalmamıştı. Onun cesedini bir tapınak içine koydular. Ve onun hiçbir zaman ölmeyecek bir “tanrıça” olduğunu ilan ettiler. İsmi ölümsüz yapılıyor saygı ve tapınma sürdürülüyordu. Ama bir başka gerçek daha vardı ki “her canlının ölümlü olacağı, topraktan gelip toprağa gideceği… Geriye kalan hoş bir hatırlanma” olması gerektiği düşünülürken onlar tapınaklarda, paralarda, taş lahitlerde sadece isimleri ile yaşıyorlardı. Bir de yaz mevsiminin en sıcak ayı olan “Ağustos” ismi kalmıştı, Roma imparatoru Augusta ve eşi livia “augustae”yi hatırlatan. Güneş ne kadar yüksekten dünyayı aydınlatsa da aslolan insanların gönlünde parlak bir ışık olmaktır, taş mezarlar ve tanrısal ünvanlar ancak bir boş gururun yansımasıdır.

Hiç yorum yok: