Kraliyet ailesine akraba olan zengin ve ayrıcalıklı bir Suudi ailesinin üyesi olarak doğan ve büyüyen Usame bin Ladin (UBL), 1990'ların başında Sovyet Rusya'nın Afganistan'ı denetlemek için "İslam toprakları"nı işgaline karşı Batı (bunu Avrupa destekli ABD diye okuyun) ile gönüllü işbirliği yaptı. Kendine biçtiği rol, bu ülkeye "cihat"a gelen Arap ve diğer ülke Müslüman militanlarını organize etmekti. Afgan ve diğer ülkelerden gelen "mücahitler" (John RAMBO dahil!) Sovyetler'i püskürtecek bir mücadele verdiler. İşte bu süreçte uluslar üstü radikal bir İslam kardeşliği ruhu doğdu. Ateşle sınanmış, en zor şartlarda yaşayabilen, ölümü hiçe sayan, "dava" uğruna kendisini feda etmeye hazır bir savaşçılar ordusu oluştu. Afganistan kurtarıldıktan sonra onlara yeni bir dava lazımdı. İşte UBL onlara bu davayı verdi ve El Kaide adı verilen çekirdek kadro, "dünya İslam devleti"ni kurma görevini üstlendi.
Bu devlet kurulmadan "cihat" ilan etmek ve bu doğrultuda fetva vermek "usule uygun" değildi. Bunun üzerine her Müslüman ülkede (Türkiye dahil) El Kaide hücreleri yaratılmaya başlandı. Bunların devşirdikleri kadrolar Bosna'da, Çeçenistan'da, Irak'ta, Keşmir'de ve Afganistan'da, daha çok Peştun kökenli olan Taliban'la birlikte cihat ettiler. İlk hedefleri, İslam topraklarını kirleten "kafirler"di. Kısa sürede 'kafir' işgalinin yerli yönetimlerle iş birliği sayesinde mümkün olduğu fikrini geliştirdiler. Bunlar zaten halka ait olan egemenliği gasp etmiş olan zalimlerdi ve adları Müslüman ama ruhları satılmış hükümdar ve hükümetlerdi. İkinci düşman/hedef belirlenmişti: Yeterince Müslüman olmayan yerli yönetimler... Cihadın çapı, "yakın ve uzak düşman" kavramlarını kapsayacak biçimde genişledi.
Bu sırada UBL, Suudi kraliyet ailesini kafirle işbirliği yapmakla suçladığından Suudi Arabistan yurttaşlığından çıkarıldı. (1991) O artık küresel bir İslami cihat fikrinin ve eyleminin manevi lideri, finansörü veya ilham önderiydi. Afganistan önce ABD sonra NATO kuvvetlerinin denetimine girince yer altına indi. Teşkilat üzüm salkımı biçiminde örgütlendi. Her ülkedeki El Kaide birimi kendi başına hareket etmek kabiliyeti geliştirdi. Amaç ve genel hedefler ortak ama eylemler tekil olarak gerçekleştirilmeye başlandı. İstanbul banka ve sinagog, Londra metrosu, Madrid tren istasyonu bombalamaları ve New York ikiz ticaret kulelerinin tahribi hangi düzeydeki kararlarla gerçekleşti pek bilinmiyor ama ciddi planlama sonucu olduğu açık.
Bu saldırılar, küresel insan psikolojisi kadar ülke politikalarını ebediyen değiştirdi. İnsanlar toplu taşıtlara binmekten, bunların yolcu salonlarında bulunmaktan tedirgin olmaya başladılar. Genel bir güvensizlik duygusu yaygınlaştı. "Kuşkulandığınız kişileri ihbar edin", "şüpheli paket ve bavulları en yakın güvenlik birimine bildirin" ihtarları her ülkede tekrarlanır oldu. Ülkelerin güvenlik planlaması ve teşkilatı terörizme göre şekillendi. ABD, Irak'a "terörizmle savaş" sloganı ile saldırırken İngiltere bu gerekçeyle omuz verdi. NATO, uluslararası terörle savaşmayı, güvenlik doktrini ve planlaması kapsamına aldı.
UBL'nin başını çektiği cihatçı akım dini daha doğrusu dini söylemi bir siyaset aracına dönüştürmekte çok başarılı oldu. Dinin bütün kavramlarını insanları mobilize (seferber) etmek, dinin vaatlerini, İslami bir devlet-toplum kurmak için kullandılar. Bir dönem bu girişim çok etkili oldu. Ama o kadar çok kan döktüler ve İslam'ın yüksek değerlerinden o kadar uzaklaştılar ki, son on yılda benimsedikleri şiddet dili de din adına şiddet eylemi girişimleri büyük ivme ve destek kaybetti.
Bugün Arap Baharı denen özgürleşme hareketlerine bakıldığında El Kaide'nin benimsediği şiddet dilinin ve eylemlerinin halk tarafından benimsenmediği açıkça görülür. Karşı çıktıkları diktatörler şiddet kullanmadıkça onları protesto eden halk şiddete başvurmuyor. Mısır'da, Tunus'ta ve Suriye'de radikal unsurları protesto hareketlerine karıştırmıyorlar. Diktatörlük ve zulümle anılan Arap Kışı bahara dönüşürken popüler siyasetin dili, barış, özgürlük ve demokrasi. Artık herkes görüyor ki sihirli ve kolay "kurtuluş" yok. Bunu ne tek başına karizmatik liderler ne de şu veya bu din sağlar. Halkın emeği, dayanışması ve üzerinde mutabık kalacakları ortak değerler oluşturmadan ne barış ne demokrasi olabilir.
UBL öldürüldü. Dünya siyasal mücadelesinde bir bahis kapandı. Ama kitap hâlâ açık. Özgürlük, eşitlik, iyi yönetim ve demokrasi açığı durdukça bu kitap açık kalacak. Her kazanımda yeni bir sayfa çevireceğiz. Biz Türkiye olarak bu kitabın kaçıncı bölümündeyiz dersiniz?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder