23 Nisan 2013 Salı

Türk’lük, Rum’luk, bayrak vs..Rumeli ve bayrak meselesi-Millet ve milliyet üzerine-Kültür soykırımına uğramış bir halkız!- Abdurrahman Dilipak


Türk’lük, Rum’luk, bayrak vs..

Son zamanlarda basında bazı politikacıların sert mesajlarına tanık oluyoruz.. Darbeler ve darbeciler konusunda bu kadar sessiz kalan bu insanların, Türklük ve bayrak meselesi etrafında kopartmaya çalıştıkları fırtınaların, ülke genelinde bir kıymeti harbiyesi yok aslında..
Bana kalırsa ya kendi cezvelerinin altındaki mum ateşi kaynatıyor kendilerini böyle, ya da değişen şartlar karşısında varlıklarının sona ereceği korkusu ile varolma çabası ile seslerini böylesine yükseltiyorlar.. Kemalizm ve ulus devlet algısı ile birlikte, resmi din, resmi tarih, resmi kimlik algısı da çöktü..


Burada “middle east”den tercüme ederek “Ortadoğu” diyenler, kendilerine İngiltere’den bakmış olmuyorlar mı? Ya da Anadolu dediğiniz yer “Anatolia” değil mi? Wikipediaya bakın bakalım, Anadolu ne demekmiş. Kendimize bu kez Bizans coğrafyasından bir isim buluyoruz.. “Anadolu sözcüğü Yunanca “doğu” anlamına gelen sözcüğünden türemiştir.

Bizans İmparatorluğu döneminde orta Anadolu’nun bir kısmı imparatorluğun merkezine doğuda olmasından kaynaklı doğu askeri idari birimi ya da Anatolikon Theması (Thema Anatolikon) olarak adlandırılmaktaydı. Anatolikon Theması Afyon, Isparta, Konya, Kayseri ve İçel yörelerini kapsamaktaydı. Osmanlı döneminde ise Anadoli veya Anadolu, merkezi Amasya olan ve Sivas ve Kastamonu’yu kapsayan bir eyaletin adıdır. 19. yüzyılda genel anlamda imparatorluğun Asya kıtasında kalan ve Türklerle meskûn olan bölgesini tanımlamak için kullanılmıştır.

” Ha! Bu bölgeye 19. YY Anadolu adını takanlar da yine batılılar. Daha doğrusu İngilizler.. Anlamı da Ana ile dolu yer değil. Belki Anadan çok Ana Tanrıça Kibeleyi düşünmüş olabililer.. Ya da Anamızı ağlatmak için yaptıkları planla uyumlu olsun diye bir ironi de olabilir bu isimlendirme. Sabatay isimlerine de benzemiyor mu biraz, nereye çekersen çek!

“Anadolu (Anatolia) veya Küçük Asya (Fransızcası: Asia Minor), Asya kıtasının en batısında Karadeniz, Akdeniz ve Ege Denizi arasında kalan yaklaşık 755,000 km2’lik bir alanı kaplayan dağlık bir yarımadadır. Cumhuriyet döneminden önce “Anadolu”nun geleneksel doğu sınırı olarak Fırat Nehri kabul edilirken, Cumhuriyetten sonra Türkiye’nin Asya kıtasında kalan kısmının tümü aynı coğrafî terime dâhil edilmiştir.

Günümüzde yaygın olarak Türkiye’nin Asya kıtasında kalan kısmının adı olarak kullanılır.” Trakya’ya niye hâlâ RUMELİ denir anlaşıldı mı şimdi? RUMELİ, “Vatan toprağı değil mi” diyeceğim ama, Osmanlı’da “Vatan” kavramı yoktu. Namık Kemal “Vatan yahud Silistre”yi yazdığı için hapse atılmıştı hani! Yani “ulus” yok ki, “Ulusun toprağı” olsun. “Vatan” demek Osmanlı’da bölücülük olarak anlaşılıyordu.

Siz Osmanlı İttihatçılarının başımıza bela ettiği Çanakkale savaşı şehidlerini Vatan uğruna şehid oldu sanıyorsunuz değil mi? Beni bugünki MHP’liler zor anlar ama, Muhsin Yazıcıoğlu’nun talebesi olan Alperenlerden umutluyum, bir medeniyetin ihya ve inşası için tarihi kodların doğru algılanması konusunda..

Kendimize biraz Latin, biraz Fransız, biraz İngiliziz galiba.. Dün Osmanlı’yı yıkanların bize verdikleri isimlere, çizdikleri sınırlara, koydukları kurallara nasıl da sahip çıkıyoruz öyle!..
Bu işler o gün bir ihtiyaç değil, mecburiyetti!
Çanakkale geçilmişti aslında, haberiniz olsun. Alparslan’dan önce de burada Oğuzlar vardı bu arada Oğuzhan 7. Yüzyılda geldi Hatay’a.. Oğuzhan da ağaç kabuğundan çıkmadı herhalde. Onun da ataları vardı. Bu halkların Anadolu’ya gelişleri MÖ’ne dayanır.. Yani hepimiz Moğolistan’dan çıkıp, ilk kez gelmedik 1071’de..

Ah bu İngilizler ah! Buraya ilk kez Türkiye diyenler de Latinlerdir ha! Türkiya, İtalia, Syria, Almaniya, Australia, Algeria, Rusia der gibi bir isimlendirme bu. Türkçe değil ve bu adı kendimize biz vermedik Haçlılar kullanmış 1190 da.. Batılılar da bu adı isim değil sıfat olarak kullandılar.. Yani Buraya Türkiye diyenler de yabancılar.. Yine internete bakalım isterseniz. Bakalım bilge Google bu konuda ne diyor: “Tarihçi İlber Ortaylı bir makalesinde Cenevizli ve Venedikli tüccar ve diplomatların, 12. yüzyılda, Türkiye’yi Turchia ve Turkmenia olarak tanımladıklarını belirtir.

Ayrıca, Türkiye adı ilk defa 1190’da bir yazılı kaynakta, Haçlı Seferi vak’ayinamesinde geçmektedir. Abdulhaluk Çay ise Turchia tanımını çok daha gerilere götürür ve Turchia tabirine ilk defa 6. yüzyılda Bizans kaynaklarında rastlandığını belirtir ve şöyle der, “Bu tabir 9. ve 10. yüzyıllarda İdil/Volga Nehri’nden Orta Avrupa’ya kadar uzanan saha için kullanılmıştır. Bu kullanımın Kafkasya bölgesinde Hazar Kağanlığı için Doğu Türkiye’si, Arpad Hanedanı’nın kurduğu Macar Devleti için Batı Türkiyesi şeklinde olduğunu ve aynı tabirin 12. yüzyıldan itibaren Anadolu için kullanıldığını belirtir.

Tarihte 13-14. yüzyıllarda Mısır Memlûkleri de Türkiye adını kullanmışlardı: “ed-devlet üt Türkiya”(1250-1387). Türkçe’deki kelime anlamı ise Türk ve İye (ait) kelimelerinin birleşmesi ile oluşan Türkiye kelimesidir. Türk denilen halk ise kendini, Oğuz, Kazak, Özbek gibi boy isimleri ile tanımlamış.

Bu kavrimlerin dışında kalanlar, bunların tümüne birden bu adı vermişlerdir.. Anadolu’ya gelip İslamlaştıktan sonra, Selçuklu ve Osmanlı döneminde kavmiyetçilik dinen yasaklandığı için, toplum kavmiyetten ümmet bilincine evrilmiş, Cumhuriyetle birlikte, daha doğrusu Tanzimat sonrası, batıdan gelen akımlarla yeniden milliyetçilik duyguları yeşermeye başlamıştır.

Bayrak meselesinin de konuşulması lazım. Madem birileri tartışmak istiyor, yarın da Rum RUMELİ meselesini ve bayrak konusunu yazayım o zaman. Anlaşılan bazı şeylerin vadesi doldu.. Gerçekler ortaya çıkacak. Yalan rüzgârı bitecek..
Selâm ve dua ile..

Rumeli ve bayrak meselesi

Dün kaldığımız yerden devam edelim.. Önce şu Rumeli meselesi nereden çıktı ona bir bakalım. Biliyorsunuz Kur’an-ı Kerim’de RUM suresi diye bir sure var. Ona da bakın bir.

Bu arada biliyoruz ki, doğduğumuz yeri, zamanı, ana-babayı, derimizin rengini ve cinsiyetimizi biz seçmedik. Bundan dolayı insanlar ileri ya da geri olamazlar. Bu, ilk laneti hak eden bir iddia olur. En büyük ırkçı şeytandır ve bunun bugünkü takipçileri ise dinî bir referansla siyonizm ve ideolojik referansla faşizmdir..

Aslında sınıfı ya da sermayeyi, cinsiyeti bir ırk gibi telakki eden felsefî ve ideolojik akımlar da aynı kaynaktan beslenmektedirler.. Kavmiyetçilik, ırkçlık gibi, bütün tarafgirlikler aynı kapıya çıkar. Futbol takımı tutmak, bir takımın taraftarlığını fanatikliğine dönüştürmek bile sizi aynı kapıya götürebilir..

Sonuçta “fikr-i kavmiyeti tel’in etmektedir Peygamber”. Zaman zaman hemşehricilik, kabilecilik, soy sop iddiaları da aynı kapıya çıkar aslında.. Kendinizi ait hissettiğiniz her kapı, onu mutlaklaştırdığınız takdirde, bu anlamda potansiyel olarak bir puta dönüşebilir..
Osmanlı Devleti’nde, 19. yüzyıla kadar Türkiye adı kullanılmadı; Devlet-i Âliyye, Devlet-i Osmaniye, Memalik-i Şahane, Diyar-ı Rum adları kullanıldı. Fakat dış dünyanın zaman zaman Osmanlı İmparatorluğu adını kullanmak yerine Türkiye adını kullandığı bilinmektedir.

O dönemde yabancı dillerle çizilmiş haritalara bakıldığında bu durum açıkça ortadadır. Daha sonra, Jön Türkler (Jön, Fransızca genç demek. Yani deyim “Genç Türkler” şeklinde. Ama Fransızca bir ekle söyleniyor!) arasında Osmaniye yerine Türkistan, Türkeli, Türkili gibi adlar önerildiyse de, Orta Asya’da Türkistan adlı bir devlet olduğundan bu benimsenmedi. Anayasada (1921) “Türkiye” adı yazıldı ve 1923’te devletin resmi adı Türkiye olarak kabul edildi.

Bu toprakların adı Kur’an terminolojisinde Rum diyarıdır.. Öyle Rum diye de bir ırk yok, Anadolu halklarının ortak kimliğidir RUMluk. Kıbrıs Rum kesiminde yaşayan insanların ÇOK BÜYÜK BİR ÇOĞUNLUĞU Müslüman olmuş bir halkın bakiyesidirler.. Rumluk bir etnik kimlik değil.. Yunan kimliği de bizim ulus kimlik gibi bir şey, Rum kimliği de öyle.. Karadenizliler dert edinmesinler. Burası ARZIRUM’dur..

Burası Rumeli’dir. Mevlana Celaleddin-i Rumi’dir.. Rum Mevlana’dır yani. Bizim Rumi takvimimiz var, Rumi sanatımız var, URUMU DUT’umuz var! Mevlana Afgan mı, Fars mı, Türk mü diye tartışmayı bırakın, kendine “Rum” diyor ya hu! Bu coğrafyanın kadınına BACİYANI RUM denir, erkeğine AHİYANI RUM, mücahidine GAZİYANI RUM denir.. Rumluk etnik bir kimlik ifade etmez. Bir coğrafyaya aidiyeti ifade eder..

O kadar! Rum diye tanıtılan halk, topraklarından sökülmüş, hristiyan yurttaşlarımızdır. Baktılar hepsi Müslüman olacak, Balkanlar’daki Müslümanları seyreltmek, buradakilerin Müslümanlaşmasını önlemek için bir mübadele olayı icad edildi, o da yetmedi, araya birtakım düşmanlıklar kondu.. Bu, bölgeyi dizayn etmek isteyen güçlerin kirli bir senaryosuydu aslında..

Ya hu, Fatih Sultan, Ortodoks Rum Patrikliği’nin başı idi. Ermeni Patrikhanesi’ni Fatih kurdurdu, Süryani Patrikliği’ni kurduran Hz. Ömer’in kendisidir. Osmanlı millet sistemi de Hz. Ömer’in Kudüs’te kurduğu millet sistemidir.. Millet sistemi ile milliyet sistemi farklıdır.. Milliyet sistemi Yahudi kökenli bir batı sistemidir.. Aslında Yunan, Kürt kimliği gibi kimlikler de ulus devlet sürecinde üretilen sun’I kimliklerdir. Fransız kimliği de öyle.. İngiliz kimliği Britania, England, Büyük Britanya ya da Commonwealth kimlikleri gibi farklı bölümlere ayrılır.. 300-400 yıllık yalan bir tarihin ürünü bunlar.

Şu bayrak meselesine gelecek olursak... Hemen belirtmeliyim ki, Osmanlı’nın hiçbir zaman tek bayrağı olmadı.. Sancak, farklı şekillerde de olsa Kelime-i Tevhid ve Fetih ayetleri yazılı bir şeydi ve Cuma camilerinde (Ulu Cami) minberde dururdu. Sancak ordu ya da devlete emanet edilmezdi, camiye emanet edilirdi.

Oradan da savaş olmadıkça çıkmazdı. Sivil hayatta öyle pek fazla görünmezdi yani. Gemiciler daha çok bir hilal, iki hilal, üç hilal gibi kombine farklı bayraklar kullanırdı.. Ayyıldız pek kullanılmazdı. Kur’an-ı Kerim’de aydan, yıldızdan bahsedilir ama ay da, dünya da necmdir. Yani yıldızdır.. Ay ve yıldız denmez.. Daha çok ay ve güneşten zikredilir. Yıldıza tapanlara (ki yaygın kullanımı, ay-yıldız) ya da güneşe tapanlara İslam geleneğinde Sabii deniyor.. İslam’da yıllık ibadetler ay’a, günlük ibadetler güneşe göre yapılır ve bir ayette “Ay ve güneş Allah’ın iki ayetidir” dendiği için daha çok ay ve yıldız değil, ay ve güneş kullanılmıştır. Ay ve yıldız da aslında güzel bir kombinasyon oluşturur.. Biri İslam’ı, öteki Peygamber’i ifade eder de denmiştir..

Camilerin tepesindeki ay ve güneş alemi ise genelde Osmanlı’yı ya da Türklüğü değil, İslam ümmetini temsil eder.. Çünkü bizim geleneğimizde camiler Allah’ın evi olduğu için orada ulusal bir kimlik bulundurulmaz.. 28 Şubat’ta birileri, İslam’ı Türkleştirmek için, camileri Türkleştirmek için cami içlerine bayrak asmayı, kubbe ve minarelerin ucuna ay-yıldız asmayı denediler.. Ay ve güneşteki figürler de stilize edilmiştir. Mesela bu kombinasyon, aynı zamanda “Allah” lafza-i celalini sembolize eder..

Ay aynı zamanda laleye benzetilir. Hilalin uçları dışa kıvrılır ve ortasında bir sekme bulunur.. Gemiye (Nuh’un gemisi), güvercine, ok ve yaya, bıyık, çift boynuza da teşbih olunur. Alttaki 3 üçgenle, ellerini Allah’a açmış dua eden bir kadına dönüşür, bütünleşik bir form olarak.. Bunların hepsi de bir ayetle ilişkilendirilir.. Hani şu bizlerin çok sevdiği Osmanlı arması var ya, o da İngiliz geleneği. İlk arma uygulaması da İngiliz nakkaşların yaptığı bir şeydi. Sonra bizimkiler onu da sevdi ve geliştirdi.. Neyse bu konu bugün de bitmedi. Bakalım, belki yarın yine devam ederiz.

Selam ve dua ile..

Millet ve milliyet üzerine

Dün Osmanlı tuğrasının mucitlerinin İngiliz nakkaşlar olduğunu söyledim ya, takmayın kafanıza.. “Hikmet mü’minin yitik malıdır, nerede bulursa alır”..
Çırpınırdı Karadeniz’in güftesi kime ait?.
İnsanların ölülerini gömme geleneği Kabil’le başlar. Kabil de  kargadan gördü.
Donizetti Paşa’nın bestelediği mehter müziğine ya da Fetih tablolarını yapan Zonaro’ya itirazı olan var mı? Ali Ufki beye itirazı olan var mı? Ya da “Uyan ey gözlerim”i dinleyip de itirazı olan. Leh (Polonya) asıllı olup, Kırım Hanlığı ordusu tarafından bir savaşta esir alınmış ve İstanbul’a gönderilmiştir. Asıl adı “Wojciech Bobowski” idi. Daha sonra ihtida ederek “Ali Ufkî” adını aldı. Enderunda eğitim gördü ve görev yaptı.
Bana Hasan Celal Güzel’i soruyorlar.. “Ülkeyi terk ederim dedi, silahımı alır dağa çıkarım dedi, ne dersin” diye. O Kemalist ulusçuluğu reddederken, yükün öbür tarafa devrilmesinden endişeli.. Akil insanlar heyetine gelince, barış isteyen taraflar arasında arabuluculuk ya da iki tarafın tabanına seslenecek insanlar olarak düşünüldüğünde, dün ne olursa olsun, bugün bu barış çağrısına destek verenlerin bu çatı altında olması bana göre de önemli.. En akıllıları, en iyileri seçmek değil mesele, tarafların tanıdığı, güvendikleri, sözlerini dinleyebilecekleri isimler olarak bakmak gerek belki de olaya! Sanırım bu ekibe çok yüksek bir anlam ve saygınlık izafe ettikleri için böyle düşünüyor olabilirler.. Ben Hasan Celal Güzel’le zaman zaman aynı fikirleri savunmasam bile fikirlerine değer verdiğim, sevdiğim, saydığım, güvendiğim biridir.. Kıblemiz aynı kıble, kitabımız aynı kitap, bu benim için asgari müşterek değil, yeterli bir müşterektir. Aklımıza gelince, bize hayır gibi gelen şeyde şer, şer gibi gelen şeyde Allah hayır murat etmiş olabilir. Kaldı ki, her işin neticesi Allah’a varacaktır ve hüküm O’nundur! O’nun iradesi her şeyi kuşatır, biz sadece rızasının peşindeyiz. Ve O, iradesini gerçekleştirmek için bize de muhtaç değildir.. İstediği şeyin esbabını da kendisi yaratır.. Biz olaya sadece sorumluluğumuz çerçevesinde yaklaşırız.

Ne diyeyim, o ne dağa çıkar, ne de misakı milli sınırlarının dışına çıkar. O aslen Çerkez diye biliyorum.. Abhazya’ya filan gider. Nereye giderse gitsin, döner geri gelir.. Bir ayağı Anadolu’da sabit kalacaktır. Öbür ayağımızla dünyayı dolaşacağız.. Biz Anadolu’dan yola çıkarak 3 kıtada yelken açalım, at koşturalım istiyoruz.. Ulustan ümmete evrilelim istiyoruz.. Onun öfkesi başka şeylere.. Kemalistler bir ırkı kutsayarak yücelttiler. Şimdi birileri de eğer onu aşağılamak istiyorsa, bu ikisi de aynı şeydir. Türk, Arap, Kürt fark etmez..

Bizim gençliğimizde sadece “ne Arab’ın yüzü, ne Şam’ın şekeri” demezlerdi, siyah köpekleri, kara derililerden mülhem; “Arap Arap” diye çağırırlardı; Araplar da biraz bozkurttan mülhem, beyaz köpekleri “Türk Türk” diye çağırırlardı! Bunlar aynı yanlışın iki ayrı görüntüsü değil mi aslında.. Türk düşmanı Arap milliyetçileri ile, Arap düşmanı Türk milliyetçileri aynı kaynaktan beslenirlerdi. Aynı kaptan yerlerdi, aynı kaynaktan su içerlerdi.. Bakın bakalım Tekinalp adını kullanan Moiz Kohen kimmiş. Lazaro Franco kimmiş.. Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak tartışmalarında kim nerede duruyormuş..
İngilizler Lozan’da tüm anasırı İslam’ı Türk olarak tanımladılar, bu arada onu da not edelim.. Türk=İslam tanımı da Lozan’daki bir tanım bu arada. “Türk milletindenin, İslam ümmetindenim, Garp medeniyetindenim” diyenlerin arkasında da aynı çevreler vardı!
Prof. Teoman Durali, imparatorluk devletinden ulus devlete geçişte “omurgasızlaştırılan Türklüğün” hazin hikayesini anlattı geçen gün bir gazeteye. Durali hocanın üzerinde durduğu önemli bir nokta var: “Nihayet Osmanlı’nın esası Türk’tür ama imparatorluk siyaseti, kavminizi öne çıkarmamayı gerektirir. Kavmi aslı öne geçirmediler, kavmi aslınızı öne geçirdiğiniz zaman imparatorluk çöker. Bugün İngiliz imparatorluğu kendisini İngiliz diye tanıtmaz, Britanya denir. Britanya nedir? Hava, civa, ne demek olduğunu kimse bilmiyor. Herhalde oranın binlerce yıl önceki bir ahalisinin adı. Rusya, imparatorlukken Sovyetler Birliği gibi yine nötr bir ad kullanmış. Belirli bir kavmin adıyla anılan bir devlet kurulduğunda öbür unsurları dışlıyorsunuz demektir. Bizim hatamızı şimdi Rusya yaptı, Sovyetler’i dağıttılar, Rusya Federasyonu’nu kurdular. Rusya Federasyonu dağılmaya mahkûmdur, orada da Rus olmayan birçok millet var. İngiltere hiçbir zaman Britanya olmaktan vazgeçmedi, o geniş imparatorluk gitti ama Ada’da bile bunu sürdürüyor.”
Bakın “millet”, Arapça “din topluluğu”nu ifade eder. Milliyet, “ulus”u. Yani “Nation”u. Millet ile milliyet arasında ses benzerliği dışında bir ilişki yok.. Biri diğerinin zıddıdır hatta!
Bu işi başımıza Prusyalı subaylar bela etti. İttihat Terakki belasıdır bu.. Osmanlı’yı yıkmak için en etkin yol Ulusçuluk/Milliyetçilik/Kavmiyetçilik akımı idi.. Arap, Kürt, Ermeni, Rum, Çerkez, Gürcü, Arnavut, Boşnak diye bizi bölmeyi deneyeceklerdi ve bunda da büyük ölçüde başarılı oldular.

Durali Hocanın dediği gibi; “Prusya Almanyası’ndan 1890’larda eğitmen sıfatıyla getirtilen subaylar eliyle kavmi milliyetçilik, öncelikle Harbiye’ye sokulmuş. Sonra onlar tarafından değil başkaları tarafından kullanılmış. Anlatırken, konuşurken Almanya’daki havayı yansıttılar. Dinleyen insanlar ‘ben neyim’ diye sormaya başlamışlardır.”
Bu konuya girmek kolay da, bu konudan çıkmak o kadar kolay değil.. Durali Hocanın “Bugün”deki röportajından yola çıkarak bu konuya yarın da devam edeceğiz..
Selâm ve dua ile..

Kültür soykırımına uğramış bir halkız!

Dün kaldığımız yerden devam edelim.  Durali Hocanın dikkat çektiği bir başka nokta daha var: “Düpedüz bir kültür soykırımı var. Biz soykırım yapmadık ama uğradık, kültür soykırımına uğradık. Bizi belirleyen ne varsa, hangi özellik varsa bunlar yasaklanmıştır. Dilimiz, yazımız, mimarimiz, kılığımız, kıyafetimiz, müziğimiz…1920’lerin ortalarından 1950’lere kadar Türk müziği yasaklandı.

 Cascavlak kaldık, ne İsa’danız ne Musa’dan. Eskimizi unuttuk. Yeniyi alamazsınız. Avrupalı değiliz, Avrupalı olamayız, olmayacağız da.” “Türk kendi yaşadığı ülkeye bile ad vermiş bir kavim değildir. Türkiye, Türkçe değil, Arapça’dan almışız, Arapça da geç Latince’den almış. Türk, hiçbir zaman ülkesine, devletine Türk dememiş. Tarihte Türk adıyla geçen bir tek Göktürk Devleti var. Onun dışında Türkler sayısız devlet kurmuşlar ama hiçbirinde Türk adını kullanmamış.

 İsmini Türk diye koyduğunuzda başkalarını yönetemezsiniz. Hindistan da, Mısır da devlet kurmuş, İran bin yıl Türk hanedanlarının idaresinde kalmış, devrilen şahın babasına varıncaya kadar hep Türk asıllı hanedanlar idare etmişler, hiç birisi Türk adını koymamış. Selçuklu, Karahanlılar… Unutmayın ki Türkçülüğün babası bir Yahudidir, Moiz Kohen’dir, soyadını Tekinalp diye değiştirir. Ziya Gökalp onun talebesidir. Türk’ün Türkçülük yaptığına tarihte tanıklık yoktur.” Ziya Gökalp aslen Kürt’tür. Aslında Kürt milliyetçiliğinin/ulusçuluğu üzerine kafa yormuş birisidir.

 Bunu da Emil Durkhaim sosyolojisine göre inşa etmek ister, ama Rıza Nur onu çağırır ve Türk Milliyetçiliğinin Esasları üzerine çalışmaya ikna eder. Daha doğrusu tehditle bu işe mecbur bırakır! Osmanlı Türkçülük yapmamış, yönettiği ülkelerde yerli halk yanında, dünyanın gelişmiş akıl, fikir ve sanat adamlarını da oraya getirerek üstün bir medeniyet kurmuştur.. Haremde akraba tüm kavimler yanında komşu kavimlere de yer vermiştir. Bu arada 1914’deki soysürümü yapanlar da İttihat Terakkici, batının kuyruğuna tutunan, onların yönlendirdiği, batıdaki fikir akımlarından etkilenen militarist, darbeci küçük bir topluluktur.. Bu coğrafyadaki halklar ve Müslümanlar bu işin sorumluları değildir. Nasıl 12 Eylül, 28 Şubat ya da 27 Mayıs cuntalarının cinayetlerinin hesabı bu ülke halkından ve dindarlarından sorulamaz ise..

  “Ulus devlet olayında göz önünde bulundurulan bir sanal toplum var, öyle bir toplum yok aslında. Gerçek olmadığı şuradan belli, bizim bir tip bütünlüğümüz yok. Sokağa çıktığımızda binlerce çeşit tip bulunur Türk adı altında. (…) Türk kavmi var mı var. Türkiye’de Türk vardır, istemediğin kadar da çoktur. (Bana göre batılıların Türk diye tanımladığı halk toplulukları var. Çerkezler, Gürcüler, Arnavutlar, Özbekler, Kazakların toplamı olan Arabı, Kürdü ile karmançorman olmuş akraba bir halkdan söz ediyoruz.. AD) Bütün Türkler Türk değildir ama Türk vardır. Türkmenler var. Yüzdesini kimse bilemez ama bayağı bir yekûn tuttuğu muhakkak. Bunlar saf mıdır?  Değildir, hep anne tarafı başka yerden, saf olamaz.

 O halde neye dayanarak kuruyorsun ulus devleti? Bir Türk kültürü diyeceksen, onu kaybetmişsin, o da yok, kalmamış. (…) Hatta, en yerlimiz sayılan Alevilik, onu bile adı Ali’den geliyor. Dolayısıyla Alevilik de çok önemli ölçüde İslam’a gömülüdür. İslam’ı attığınız vakit bir şey kalmayınca da bağlanamıyoruz birbirimize.” Durali Hocanın Kürt meselesine bakışı da ilginç: “Cumhuriyet kurulurken dibimize dinamit koymuşlar. Birisi Kürt meselesi, madem belirli bir kavme dayanıp bir ulus devlet kuruluyor, Osmanlı’yı oluşturan öteki bütün toplumlar dışlanıyor, sınırlar dışında bırakılıyor. Niye bir tek Kürtler kalmış? O gün Milli Misak hudutlarının dışında bırakılabilirdi. Musul, Kerkük, Halep, Cizre’den, Şırnak’tan, Hakkari’den daha mı az Türk’tü? Selanik’i 1912’de kaybettiğimizde Selanik’in % 80’i Müslüman. Bunlar hep dışarıda bırakılmış. Peki mesela Yunanistan ile nüfus mübadelesine gidilmiş, o gün Irak İngiliz idaresindeydi, oradaki Kürtler ile Türkler mesela mübadele edilmemiş. Niye yapılmadı? Bu her zaman için infilak ettirilebilecek bir bomba olarak bırakılmış. Bu bombanın bugün patlatılması felakete yol açar, korkunç bir şey olur. Bugün artık Kürtlerin yaşadığı tek bir bir coğrafya yok. İstanbul’da en az Güneydoğu’da olduğu kadar Kürt nüfus var. Kimi nereden, nasıl ayıracaksın? Bazıları, 5 milyon karışık evlilikten söz ediyor. Öcalan, tipik bir örnek, annesi Türk, babası Kürt. (…) Türk milliyetçiliği çok yanlış bir yola sapmıştır, Türk milliyetçiliği, Türk milliyetine sırtını dönmüştür. Çünkü Türk milliyetinde İslam vardır. İslam medeniyetinin belirgin özellikleri tanınmadan Türklük anlaşılmaz. Türk irfanı, adeti ile örfü baştan aşağı İslam medeniyeti ile içeriklendirilmiştir. Bundan kısmen dahi olsa, yoksun bırakıldığı takdirde Türk kültürü varlığını sürdüremez. Müslüman olurum olmam o benim bileceğim iş, kimse kimsenin Müslümanlığına karışmaz ama mensup olduğu millet böyledir. Bu millet onunla can bulmuştur. O cansuyudur.

 Dedem ağır ceza reisiydi, Halep’te başsavcıydı, 60 yaşında yazısını kaybetti. Birtakım esrarengiz eller, 1930’lardan sonraki Türk nesilleri ile geçmişlerinin tamamı arasında geçit vermez duvar örüp, onları tekmil tarihi müktesebâtından yoksun kılmışlardır. İslam medeniyeti çerçevesinde kimliğini kazanmış olan Türk kültürü, bu medeniyetle etle tırnak durumundadır. Mezkûr medeniyetin çerçevesinden bir daha dönmemek üzere ayrılıp koparılmış bulunan Türk kültürünün bundan böyle kimliğini yeni baştan inşâa etmesi, Türklüğün yaşamaya devamı için elzemdir. Başka bir biçimde söylersek, tekrar kalkış noktasındayız. (…)

  Ümmet ülkü toplumu demektir. Anne kucağında büyüyen demek. Bir ülkü birliğidir, başka bir şey değildir. Belli bir inanç düzenine bağlanmaktır. Millet, nasyon anlamıyla kavmi bir kökeni vardır. Oraya geçtik denildi, ama onun altyapısı yoktu bizde. Kafatası ölçümüne götürdü bizi, Almanya’da bile kafatasları ölçülmedi, “dolikosefal olan kafalar Germen kafasıdır” denildi ama kimse eline pergel, gönye alıp da kafataslarını ölçmedi. Orada o kadarına gidemediler ama burada gidildi, burada bunlar yapıldı. Bu çeşit zırvalara götürüyor, ondan sonra da bölünme başlıyor.” Neyse bu konuda söylenecek daha çok söz var, ama artık bir nokta koyalım. Selâm ve dua ile.. 

Hiç yorum yok: