26 Nisan 2013 Cuma

MİT'in içindeki kontrgerilla nerede?- Cem Küçük


MİT'in içindeki kontrgerilla nerede?

Özel Harp Dairesi, eski adıyla Seferberlik Tetkik Kurulu Türkiye için elzemdir. İçeride ve dışarıda yapılabilecek açık ya da örtülü operasyonları önlemek için faaliyetler yürütür. Türkiye'deki kontrgerillanın yapısı ne yazık ki biraz değişik. Kendi vatandaşına komplo kurmak ya da ülkeyi kargaşaya sürüklemek için çalışmalar yürüten bir kontrgerilla olur mu?
Özel Harp Dairesi'nin ilk deşifresi 1974'de Kıbrıs çıkarmasında oldu. Kıbrıs'ta Rum Milli Muhafız Ordusu'nun tüm silah ve ganimet deposu Özel Harp Dairesi'nin kontrolüne girmişti. Kontrgerilla içerisinde o yıllarda üstteğmen olan Engin Alan'ın ayrı bir rolü vardı. Abdulllah Çatlı bu yapının kullandığı en önemli isimlerinden biriydi.

Kontrgerilla o yıllarda TİT (Türk İntikam Tugayı),  ETKO (ESİR TÜRKLERİ KURTARMA ORDUSU), ŞİT(ŞERİATÇI İNTİKAM TUGAYI) gibi örgütler kurarak eylem yaptırdılar. Bunların en bilineni 7 TİP'linin öldürüldüğü Balgat katliamıdır. Hâlâ saklanır ama öldürülen TİP'lilerin alınlarına jiletle TİT yazılmıştı.
1970'lerin sonu ve 80'lerin başında Özel Harp'in en önemli ismi ve organizatörü o zaman Albay olan Muzaffer Bükülmez'di. Bükülmez daha sonra Avcılık ve Atçılık Federasyonu Başkanlığı yapmıştı. 12 Eylül olunca hemen arkasından Diyarbakır'a kaçırılan THY BOEING 707 Akdeniz uçağında Yüzbaşı Korkut Eken ve iki arkadaşının da başarılı operasyonu ile yine Özel Harp Dairesi adını duyurdu.
Bu arda ASALA eylemleri de olanca hızı ile devam ederken Hiram Abas Özel Harp içinde bazı faaliyetlerde bulundu. Emniyet Genel Müdürlüğü de yurtiçindeki provokasyonlara karşı kendi bünyesinde bir kurs açtı. Korkut Eken ve arkadaşları bu kursta dersler verdiler. Kaşif Kozinoğlu ve Yarbay Yavuz Ataç o yıllarda kontrgerillaya dahil edildiler.
PKK 1984'den sonra eylemlerini hızlandırınca Turgut Özal Hiram Abas'tan teşkilata dönmesini ve MOSSAD tarzı bir birim kurulmasını istedi. İşte tam bu zamanda Mehmet Eymür, Korkut Eken ve birkaç önemli isim Özel Harp Dairesi'ni, yani kontrgerillanın bir kanadını Milli İstihbarat Teşkilatı'nın bünyesine kattılar.
Fakat Seferlik Tetkik Kurulu kapsamında emekli subaylarla birlikte siviller de bu yapıya dahil edildi. 12 Eylül öncesi derin yapının işlerini kotaran isimler mafya adı altında piyasaya sürüldü. Böylece MİT koordinasyonu içinde bir gayrinizami güç oluşturuldu. Uyuşturucu, silah ve diğer tüm gayri meşru işlerin kontrolü artık MİT'ten sorulur oldu.
1990 yılında Varşova Paktı dağılınca Özel Harp Dairesi'nin yurt çapındaki tali cephanelikleri ve gizli karargâhları MİT Bölge Başkanlıkları ve onun hücre sistemlerine devredilmişti. Bazıları ise TSK unsurları içinde bırakılmıştı.
1993 yılında Madımak katliamı öncesi herkesin gözü önünde otele bidon bidon gaz taşıyanlar, 28 Şubat döneminde Akın Birdal suikastını işleyenler, 1998'de Susurluk Hâkimi Akman Akyürek'i ve Ertuğrul Berkman'ı ortadan kaldıranlar kontrgerillanın uzantılarıydı. 28 Şubat'ta olan biteni adeta onaylarcasına izleyen de MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun'du.
Seferberlik Tetkik Kurulu adı altında faaliyetlerini yürüten kontrgerilla 2008'de Ergenekon operasyonu başlayınca biraz durulur gibi oldu. Ama yapının hâlâ faal olduğu bir gerçek. Bu yazıyı yazarken bilgisine başvurmak üzere TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu Başkanı Sayın Nimet Baş'ı aradım. Darbe Komisyonu'nda olağanüstü bir iş çıkaran Nimet Hanım, 'Gayri Nizami Harp unsurlarının sürdüğünü ve özellikle geçmişteki bazı olaylarda olağandışılıklar görüldüğünü, bunun en net örneğinin de Madımak olduğunu' söyledi.
Şimdiye kadar en azından ordu ve emniyet içerisindeki kontrgerillanın birtakım illegal faaliyetlerine engel olunabildi. Ama Özel Harp Dairesi'nin hâlâ Mersin, Hatay, Trabzon gibi illerde yoğun çalışmaları var. Kimse de bunların önüne geçemiyor. Peki ama aynı durum MİT için geçerli midir?
Mesela MİT içindeki kontrgerilla yabancı ülkelerin istihbarat servisleriyle işbirliği yapıyor mu? Ülke içindeki terör gruplarıyla bir bağı var mı? Bilgi satma dahil Türkiye'nin güvenliğini ilgilendiren alanlarda kimlere taşeronluk yapıyorlar?
MİT'in içindeki kontrgerilla aydınlatılabilmiş değil. Özellikle sivil kanatta yön değiştirmiş, amacından sapmış çok fazla ajan ortalıkta kol geziyor. Daha vahimi bu kişilerden bazıları devletin en önemli şahıslarına karşı kirli işlerin içindeler.
Elbette devletin bazen rutin dışı özel işler olur. Ama kurumlar içerisinde kendi kafasına göre cirit atanlar ortada dolaşıyor. MİT'in kendi bünyesindeki başına buyruk bu yapıyı çökertmesi lazım. Özel Harp'in silah depolarından bazıları MİT'e çalışan kontrgerillanın kontrolünde. Allah korusun kötü niyetli unsurlar ülke içinde her şeyi yapabilirler. Sonra çok geç olabilir.


Devletin resmi belgesi kaybolur mu?

Türkiye'de suça bulaşmış, devletin kendisine sunduğu imkanları kendi çıkarları için kullanmış görevliler her dönem oldu. Bundan daha vahimi devlet içinde çete gibi çalışan karanlık bir yapının 'resmi evrakları' bile yok etmeye cesaret edebilmesi.
Aşağıda anlatacağım olay çok yakın tarihte meydana geldi. Kendisi de benim gibi doğma büyüme Zonguldak'lı olan Hasan Basri Güner başından geçenleri anlattığında, 'Bu anlattıkları herhalde gerçek olamaz' dedim. Ama belgeleri görünce olayın gerçek olduğu ortadaydı.
Hasan Basri Güner 12-18 Kasım 1999 tarihleri arasında İstanbul Organize Suçlarla Mücadele Şubesi'nde gözaltında alınıyor. Gözaltı sürecinde Adil Serdar Saçan ve ekibi kendisine işkence yapıyor. O dönemde asker olduğu için gözaltı sonrası birliğine gidip teslim oluyor. Gördüğü işkencelerden ötürü birliğinde fenalaşıyor. Birlik komutanı kendisini önce Anadolu Kavağı'ndaki revire, peşinden Kasımpaşa Asker Hastanesi'ne sevkediyor. Hastanede yapılan muayeneler neticesinde gördüğü işkencelerden ötürü 15 gün istirahat etmesi uygun görülüyor ve bu yönde kendisine rapor veriliyor.
Hasan Basri Güner'in şikayeti üzerine ilgili polisler hakkında İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesi'nde dava açılıyor. Mahkeme, 2009 yılında Hasan Basri Güner'in aldığı raporu Kasımpaşa Asker Hastanesi'ne tekrar soruyor. Kasımpaşa Asker Hastanesi mahkemeye de Hasan Basri Güner'in 23 Kasım 1999 tarihinde muayene olup, 15 gün istirahat raporu aldığına dair bir yazı gönderiyor.
İşkence davasının sanığı Adil Serdar Saçan'ın talebi üzerine mahkeme hastaneye üçüncü defa raporu soruyor. Kasımpaşa Asker Hastanesi Başhekim Şerafettin Özer imzasıyla akıllara durgunluk verecek bir şekilde bu sefer böyle bir raporun olmadığı, Hasan Basri Güner'in hastanede muayene olmadığına dair bir yazı gönderiyor.
Hastanenin böyle bir yazı göndermesinin nedeni ise Ergenekon soruşturması kapsamında yapılan teknik dinleme kayıtlarında ortaya çıkıyor. Adil Serdar Saçan telefon görüşmesinde yakın arkadaşı Mustafa Varlı'dan işkence davasında kendisine yardımcı olmasını istiyor. Telefon görüşmesi ile yazı cevabı biraraya getirilince bir usulsüzlük yapıldığı açıkça anlaşılıyor.
Hasan Basri Güner'in avukatları olayı araştırmaya başlıyorlar. Zonguldak Askerlik Şubesi'ne gidip Hasan Bey'in askerlik dosyasının örneğini istiyorlar. Ancak dosyanın imha edildiği cevabını alıyorlar. Daha sonra Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'na başvurarak Hasan Bey'in er evsaf kartını istiyorlar.
Er evsaf kartı bütün askerlik geçmişini içeren belgenin adı. Askerlikte yapılan bütün işlemler ve alınan raporlar bu evrakta gözükür. Avukatlar belgenin örneğini alıyorlar. Belgede Kasımpaşa Asker Hastanesi'nden alınan raporun varlığı açıkça gözüküyor.
Benzer suiistimallerin olmuş olabileceği düşüncesiyle Hasan Bey'in avukatları araştırmalarını derinleştiriyorlar. Milli Savunma Bakanlığı'ndan Kasımpaşa Asker Hastanesi'nin 1999 yılına ait protokol defterini istiyorlar. Protokol defteri hastanede hastaların kaydının yapıldığı defterdir ve her hastanın mutlaka kaydının olması gereklidir. Ancak 1968 yılından beri tüm protokol defterleri olmasına rağmen, Hasan Bey'in muayene olduğu 1999 yılının protokol defterinin hastanenin genel arşivinde olmadığı bilgisini alıyorlar.
Avukatlar protokol defterini Kasımpaşa Asker Hastanesi'ne resmi olarak da soruyorlar. Hastane, bu defteri 1999 yılında Deniz Kuvvetleri Komutanlığı genel arşivine gönderdiğini ifade ediyor. Ama deniz kuvvetleri komutanlığına sorulduğunda, komutanlık defterin kendilerinde bulunmadığı cevabını veriyor.
Milli Savunma Bakanlığı'na yapılan başvuru neticesinde ise, Kasımpaşa Asker Hastanesi'nin 04.03.2010 tarihinde İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesi'ne yazı yazdığını, 23 Kasım 1999 tarihli protokol defterinde 4337 numarada müvekkil Hasan Basri Güner'le ilgili bir kayıt bulunmadığı cevabı alınıyor. Kısaca, Kasımpaşa Asker Hastanesi'nin 1999 yılına ait protokol defteriyle ilgili 3 farklı kurum 3 farklı cevap veriyor. Ortada garip bir durum olduğu açık.
Şimdi hastaların protokol defteri kaybolur mu? Asla kaybolmaz. Deniz Kuvvetleri'nde bu defterin olması gerekmez mi? Gerekir. O zaman ya devlet ve hastane görevlileri işlerine iyi yapmayıp defterleri yok ediyorlar ya da birileri işledikleri organize suçları örtbas etmek için devletin resmi evraklarını sümenaltı ediyorlar. Her ikisi de çok olumsuz bir durum. En azından ben devletin bu ve benzeri meselelere hassasiyet gösterip gerekenleri yapacağına inanıyorum.

Hiç yorum yok: