7 Şubat 2013 Perşembe

Usame Bin Ladin, terör ve Amerika!Kimler, neyi gizliyor? Bizi kim kandırıyor?-Üç şehir, üç terör saldırısı, üç şüphe!İBRAHİM KARAGÜL

Usame Bin Ladin, terör ve Amerika!Kimler, neyi gizliyor?


Usame Bin Ladin öldürüldü. Artık dünya daha güvenli, daha özgür, daha insaflı! ABD daha merhametli... Yıllardır süren, yüz milyarlarca dolarlık masrafa ve kitlesel ölümlere yol açan işgallerin gerekçesi kalmadı. Küresel terörle mücadele operasyonunun anlamı kalmadı. Irak işgalinin, Afganistan işgalinin sebebi kalmadı.

Pakistan'ın yarı işgalinin, insansız hava araçlarıyla okulların bombalanmasının gerekçesi kalmadı. Binlerce insanın esir kamplarında, işkence merkezlerinde tutulmasının, esir ticaretinin anlamı kalmadı.

Terörse terör bitti, El Kaide ise lideri öldürüldü. Somali'den/Sudan'dan Çin sırına uzanan kuşakta tehditlerin sonuna gelindi. ABD ulusal güvenliğine, Batı medeniyetine, hayat tarzına yönelik tehditlerin sonuna gelindi!


Bu kaçıncı ölüm, saymaya bile gerek yok. Büyük bir şova dönüştürülen Tora Bora dağlarını un ufak eden saldırılar sırasında öldüğü açıklanan Bin Ladin'in, gerçekte ne zaman öldüğü, nerede öldüğü, nerede gizlendiği ya da kimler tarafından nerede korunduğu gibi soruların hepsi şimdiye kadar cevapsız kaldı.

Bütün dünyanın, Suriye ve Ortadoğu'nun değişik ülkelerindeki krizle ilgilendiği, büyük değişim ya da büyük operasyonun sonuçlarının nerelere uzanacağını tartıştığı bir dönemde, dün sabah dünyayı şaşkına çeviren, heyecanlandıran haber bir efsanenin sonunu getirmekle kalmadı, sırları, ilişkileri de toprağa gömdü.

Dünyanın en büyük gücünün siyasi, ekonomik ve askeri sembollerini, tapınaklarını vuran, karizmasını fena halde çizen, büyüsünü bozan, belki de duraklama dönemini başlatan 11 Eylül saldırılarının mahiyeti tam olarak hala bilinmezken, Bin Ladin'in on yıldır nerede olduğu belirlenemezken, dört helikopter ve birkaç askerle öldürülebiliyor oluşunun şaşkınlığını gelin beraber yaşayalım. Üstelik dağlarda, gizli sığınaklarda değil, birkaç katlı bahçeli bir evde, hem de Pakistan başkentine yakın bir bölgede barınabiliyor oluşunu sorgulamayalım mı?

İslamabad'a gidenler görecektir. Neredeyse işgal altındaki Bağdat görüntüleri dikkat çekecektir. Asker her yerde, polis her yerde, tam bir olağanüstü hal varken, ülke fiili iç savaşın içindeyken, ABD ordusu ülkenin her yerinde kara operasyonları yaparken, hava üslerinden kalkan uçaklar istedikleri yeri bombalarken Bin Ladin'in hiç de güvenli olmayan bir yerde kalıyor oluşuna ne demeli?

Ladin ve El Kaide gerekçesiyle Afganistan'ı işgal ettiler. Aynı gerekçeyle Pakistan'ı iç savaşa sürüklediler. Irak işgalinde bile El kaide bağlantısı kurabildiler. En kritik zamanlarda, ABD'nin sıkıştığı anlarda El Kaide kasetleri beliriverdi.

Bin Ladin'in hayatı, kavgası, davası, uygulamaları, yöntemleri, ABD ile hesaplaşması bir tarafa, 21. yüzyılı, özellikle de bizim dediğimiz coğrafyayı planlayanlar için etkili bir kart olarak apaçık kullanılmasına ne diyeceğiz?

Ladin, El Kaide ve terör söylemi üzerinden küresel olağanüstü hal uygulayanların suçunu sorgulamayacak mıyız? ABD'nin, İngiltere'nin ve müttefiklerinin, bu gerekçeyi kullanarak kaç yüz bin insanı öldürdüğünü, on yıldır insanlık tarihinde az görülür terör fırtınası estirdiğini söylemeyecek miyiz?

Demokrasi, özgürlük söylemleri üzerinden, meşruiyetini bu değerlerden alan güçlerin, terörle mücadeleyi yeni küresel söyleme dönüştürürken bütün dünyada korkunç bir terör dönemine imza attığını, devlet eliyle nasıl terör uyguladığını, bu yöntemlerle bütün insanlığı tehdit ettiğini bilmeyecek miyiz?

Sadece son on yılda, terörün efendilerinin yeryüzünün hangi köşesinde kaç terör operasyonu yaptığını, hangi ülkede kaç kişiyi öldürdüğünü, kaç ülkede esir kampı kurduğunu, kaç suikast yaptığını, kaç bombalama planlayıp uyguladığını, terör örgütleri üzerine attığı kaç saldırıyı bizzat kendilerinin yaptığını sorgulamayacak mıyız?

Tam on yıldır, bizim ahmaklığımız, basiretsizliğimiz, zaaflarımız üzerine kurulu şiddet politikaları uygulandı. Gözlerimizin içine baka baka yalan söylediler, inanmak zorunda kaldık. Yalanlar üzerinden insanlık tarihinin en acı uygulamalarına imza atıldı.

Bu güçler, bir tarafta terör örgütleriyle mücadele ederken diğer tarafta terör örgütleri istihdam etti, terör ihaleleri dağıttı. Nerede hesapları varsa, nerede çıkarları varsa, oralarda terör patlıyor, etnik çatışmalar çıkıyor, mezhep savaşları yayılıyor.

1990'dan beri ilmik ilmik işledikleri bir stratejiyi uyguladılar. "İslam tehdidi", "terör tehdidi", "İslamcı terör", "medeniyetler krizi", "medeniyet içi kriz", "rejim değişikliği", "küresel güvenlik", "enerji güvenliği", "demokrasinin geliştirilmesi" ve daha nice kavramların bugün yaşadığımız savaş ve yeni sömürge dalgasının ön hazırlıkları olduğunu artık hepimiz biliyoruz. Bu strateji uyarınca nerede ne tür terör örgütü çıkması gerekiyorsa çıkardılar.

On yıl boyunca, temel insan hakları ve bireysel özgürlükler yok edildi, özgürlük alanları daraltıldı, uluslararası hukuk rafa kaldırıldı, uluslararası kurumlar devre dışı bırakıldı, sivil toplum örgütleri baskı altına alındı, uluslararası sözleşmeler unutuldu, dünyanın her köşesinde insanlar gözaltına alınıp aylarca sorgusuz-sualsiz hapislerde tutuldu, hemen her Amerikan askeri üssü esir kampları haline geldi, katliamlar/toplu mezarlar dönemi başlatıldı, diktatörler güç kazandı, devlet terörü meşrulaştı, işkence ve tecavüzler bir savaş yöntemi haline getirildi, ABD ordusu katliam yapma hakkını elde etti, ABD, İngiltere ve İsrail'in ekonomik-siyasi ve askeri önceliklerine ters düşen ülkeler düşman ilan edildi.

Korkunç bir terör paranoyası ile zihinler esir alındı. Yüz binlerce insan sorgulandı. İnsanlık askeri/güvenlik projelerine mahkum edildi. Demokrasi ve özgürlükler güvenlik stratejilerinin malzemesi haline geldi. Batı kamuoyunun zihinlerini tazelemek için belli aralıklarla terör alarmları verildi, Londra'da olduğu gibi standart terör saldırıları tezgahlandı.

Binlerce esir katledilip toplu mezarlara gömüldü. Üzerlerine asit dökülüp yakıldı, konteynerlerın içinde kurşuna dizildi. Hedef ülkelere karşı terör örgütleri kuruldu ve kullanıldı. El Kaide saldırılarıyla ilgili soruşturmalar hep sonuçsuz kaldı. "El Kaide yaptı" denilip soruşturma dosyaları kapatıldı.

Bin Ladin kaç kez öldürüldü. Bu kaçıncı operasyon, kaçıncı şov! Daha olayın ilk günü, servis edilen resimler sahte çıktı. "Denize gömdük" ifadesi şaibeleri, belirsizlikleri daha da artırdı. Bütün sırlarıyla bir senaryo daha pazarlandı. Evet, Bin Ladin öldü. Dün ya da birkaç yıl önce, ne fark eder. İster Barack Obama'nın seçim yatırımı olsun, ister George Bush'un "İslam'la savaş" stratejisinin sonunun geldiğine işaret etsin, asıl teröre karşı savaş verdiği iddiasındaki ülkelerin on yılda işlediği cinayetlerin sorgulanması gerekmiyor mu? Bunların hesabını kim soracak, bu hesap nasıl verilecek?

Bütün dikkatlerin Ortadoğu'ya yöneldiği, Tunus ve Mısır'da değişim sancısının yaşandığı, Libya'nın pis bir iç savaşa sürüklendiği, Suriye'nin bütün bölgeyi sarsacak ölçüde bir senaryonun içine çekildiği, birbiriyle savaştırılan El Fetih ve Hamas'ın sessiz sedasız barıştırılıp siyasi merkezinin Şam'dan Katar'a taşındığı bir dönemde, Bin Ladin öldürüldü haberinin zamanlaması size de tuhaf gelmiyor mu?


Kimler, neyi gizliyor? Bizi kim kandırıyor?

"ABD 1998'de Afganistan'a Cruise füzesi yolladı ve Usame'yi (Bin Ladin) öldürmeye çalıştıkları söylediler. Usame'yi tanımıyorduk, ben tanımıyordum, basit bir adamdı.

Hepimiz şok olduk. Ben bunlardan biriydim, gecenin bir yarısı acil bir toplantıya çağrıldım ve ABD'nin Afganistan'a saldırdığı söylendi. 75 tane Cruise füzesi bir adamı öldürmek için... O adamı ıskaladılar ama 19 öğrenciyi öldürdüler. Özür bile dilemediler.

Bizim durumumuzda olsaydınız ne yapardınız? Eğer biz gidip ABD'ye 75 füze yollasaydık ve deseydik ki; "elçilik saldırılarından sorumlu olduğunu düşündüğümüz –bildiğimiz değil- bir adamı öldürmek için attık füzeleri" daha sonra o adamı ıskalayıp 19 başka ABD vatandaşını öldürseydik ABD ne yapardı? Hemen savaş açardı. Ama biz soğukkanlı hareket ettik. Savaş açmadık, içerde de bir sürü sorunumuz vardı. Bu yüzden bu meseleyle ilgili olarak açık fikirli olduk. Dedik ki bu adamın Kenya ve Tanzanya saldırılarında parmağı olduğu ispatlansın biz onu cezalandıracağız.

Kimse ispatlama yoluna gitmedi. ABD yargı sistemimize inanmadığını söyledi. Şaşırmıştık, ABD'de nasıl bir yargı sistemi vardı? Onlar nasıl bir yargı sistemi olduğunu bize gösterdi, suçlu bile olsa bir şüpheliye makul savunma süresi vermeden öldürmeye çalışarak... Önce yargılanmalıydı. Bu reddedildi. Bizim yargı sistemimize inanmadıklarını, New York'a getirilmesi gerektiğini söylediler. Reddedilen 2. talebimiz, bu adamın faaliyetlerini araştırmak üzere uluslararası bir grubun ülkemizde araştırma yapmasıydı. Bu niyetimiz de reddedildi. 3. öneri olarak Afganistan'ın ve Suudi Arabistan'ın onaylayacağı bir İslam ülkesinin bu olaya el atmasıydı. Bu da reddedildi.

Çünkü biz ve kişisel olarak da ben ABD'nin habire kendilerine para kazandıracak bir adam aradığını düşünüyoruz. Gorbaçov; "ABD'ye en kötü şeyi yapacağım" dedi, düşmanını ortadan kaldıracağını söyledi. Sovyetler Birliği'ni dağıttı. Haklıydı da.. Çünkü Sovyetler dağılınca Pentagon, CIA ve FBI'daki birçok kişi işini kaybetti, onlara ihtiyaç kalmadı.

Bu yüzden düşündük ki; bu adamlar kendilerine bütçe kazandıracak bir adam arıyorlar. Belki de yıllık bütçelerini makul göstermeye çalışıyorlar. Belki de vatandaşlarının hâlâ savunulma gereği hissetmelerini istiyorlar. Afganistan terörist bir ülke değildir. Eğer terörizm kelimesi terör kelimesinden türüyorsa; ormana, suya zarar veren kitle imha silahları, nükleer silahları olan ülkeler terörist devlettir. Biz değil, füze, bir iğne yapamıyoruz nasıl terörist devleri olabiliriz, dünyaya nasıl zarar verebiliriz?

Afganistan'daki durum bizim yarattığımız bir şey değil, Afganistan'daki durum dünyanın görüntüsünü yansıtıyor. Eğer aynadaki görüntüden hoşnut değilseniz aynayı kırmayın, yüzünüzü değiştirin.

22 yıllık savaş, altyapının zarar görmesi, mülteci problemleri ve tarım alanlarındaki mayınlar gibi sorunlarla karşı karşıya olmamıza rağmen, Rusya'nın propagandasıyla BM bize yaptırım uyguladı. 1 ay önce 700 çocuk öldü. İşte burada, 700 çocuk yetersiz beslenme ve çeşitli sebeplerden dolayı öldü. Kimse bunun üzerinde durmadı. Ama herkes heykeli biliyor. Bizim için şaşırtıcıydı; eğer dünya geleceğimizi ağır yaptırımlarla yok ediyorsa geçmişimizle ilgili endişelenme hakkı yoktur. Ağır ekonomik yaptırımlarla geleceğimizi yok ediyorlar, ne hakla geçmişimiz hakkında konuşuyorlar?

Misilleme için heykeli yok etmenin rasyonel ve mantıklı olmadığını biliyorum. Nasıl olduğunu anlatayım: İskandinav ülkelerinin birinden heykelin yüzünü restore etme projesiyle biri geldi. Bizden biri de; "bu parayı heykeli restore etmek yerine çocuklar için kullanalım" dedi. Paranın sadece heykel için olduğunu söylendi. Bizimkiler dediler ki; Eğer çocukları düşünmüyorsan, biz de heykeli düşünmeyiz ve yok ederiz. Bu konuda haklıyız veya değiliz demiyorum. Kendinizi bizim yerimize koyun türlü problemlerle karşı karşıya olsaydınız ne yapardınız? Çocuklar gözünüzün önünde ölüyorsa ve size yaptırım uygulanıyor olsa ve aynı kişiler gelse ve heykeli restore edeceğiz dese ne yapardınız?

Yönetimle konuştum, heykeli yıkma fikrinin kendilerine ait olmadığını ancak halkın çok kızgın olduğunu ve onu yok etmek istediğini söyledi. BM Genel Sekreteri Pakistan'a gitti ve bizim temsilcimizi ziyaret etti. Bu adam çocuklar için ya da 6 milyon mülteci veya Afganistan'daki fakirlikle ilgili konuşmak için görüşme talep etmedi sadece heykeli konuşmak için görüştü. Ayrıca Kabil'e bir görevli gönderdiler heykeli konuşmak için. Şaşkına döndük. Dünya bir heykeli düşündüğü kadar insanları düşünmüyordu. Ben misilleme için heykel yok edilmeliydi demiyorum. Bunu biz yapmadık, eğer yapacak olsaydık 3 sene önce yapardık. Çünkü o bölgeye 3 sene önce hakim olduk.

Gerçekten saçmaydı.. Bu insanlar çocukları düşünmüyorlar sadece heykeli düşünüyorlar ve sizi temin ederim ki bizim mirasımız (heykel) onların umurlarında değil, öyle olsaydı geleceğimizi yok etmezlerdi.

Bize uygulanan yaptırımlar ideolojimizi değiştiremeyecek. Çünkü bizim için ideoloji her şeydir. Belki ekonomik yaptırım ABD'ye söker çünkü ABD için ekonomi her şeydir ancak bizim için ideolojimiz her şeyimizdir.

Bizi bunlarla değiştiremezsiniz. Biz hiçbir şey için yaşamaktansa herhangi bir şey için ölmenin daha iyi olduğuna inanıyoruz..."

Bir Taliban yetkilisinin Bin Ladin'le ilgili anlattıkları bunlar... Ve aslında başka bir dünyadan anlatmaya çalıştıkları...

Bin Ladin öldürüldü.. Öldürülmeyip yargılansaydı: 11 Eylül saldırılarının bütün gizliliklerini öğrenseydik. Üstü kapatılan El Kaide saldırılarının mahiyetini öğrenseydik. Terörle mücadelenin kirli tarihini öğrenseydik. Son on yılın bütün karmaşık ilişkilerini, insanlık tarihinin yüz karası bağlantılarının sırrını öğrenseydik. Bir tarih aydınlansaydı... Ne olurdu?

Doğu ve Batı'da her şey altüst olurdu, bütün hesaplar bozulur, oyunlar çözülürdü? Dünyanın şekli değişirdi.

Peki kim gizliyor, kim örtüyor, kim bizi kandırıyor?


Üç şehir, üç terör saldırısı, üç şüphe!

Usame Bin Ladin operasyonundan sonra Pakistan'da tuhaf saldırılar oluyor. Görünüşte El Kaide misillemesi ya da Pakistan Talibanı'nın intikam saldırıları... Ancak Hindistan'da Mombai, Türkiye'de İskenderun'da yaşanan saldırıların benzerini Pakistan'da Karaçi'de gördük. Hepsi deniz kıyısında, liman kentleri.. Klasik terör saldırılarının ötesinde, son derece iyi planlanmış, bu tür saldırılar için yıllarca eğitim almış kişilerle yapılan, stratejik hedeflere yönelen, örgüt perspektifini aşan saldırılar bunlar.

Bir grup kişi Karaçi'deki deniz üssüne saldırdı. On altı saat süren çatışmalar Pakistan ordusunu şaşkına uğrattı. Öyle ki, güçlü Pakistan ordusunun on beş kişilik silahlı grubu, üstelik bu kadar önemli bir donanma üssünden uzaklaştıramaması büyük itibar kaybı olarak yorumlandı.

Saldırganlar Pakistan askerlerinin bile sahip olmadığı silahlara, Taliban ölçeğinin çok ötesinde donanıma sahipti. Askeri komutlarla hareket ediyordu, kaçış yolları çok iyi planlanmıştı. Pakistan komandoları on altı saat boyunca etkisiz hale getiremedi. Hatta saldırganları ancak kaçarken görebildiler..

Olayla ilgili tespitleri aktaralım:

Saldırganlar en gelişmiş Amerikan silahlarını kullanıyordu. 130 Pakistan komandosu ile çatıştılar. Kesinlikle bilinen militanlar kategorisinde değillerdi. Taliban mensupları hiç değildi. Saldırının şekli, kullanılan taktikler en az bir yıllık eğitim gerektiriyordu. Öldürmeye değil askeri tesislere zarar vermeyi hedeflemişlerdi ve büyük zarar verdiler. Askeri birimler saldırganları sadece kaçarken görebildiler. Hem Urduca hem de başka diller konuşuyorlardı. Gece görüş dürbünleri dahil maksimum donanımdaydılar. Saldırganlardan kısa boylu hafif sakallı biri, elindeki M16'yı bırakıp iki Uzi'yi çıkardı ve uzak mesafeden askerleri çok rahat vurabildi. Nokta atışlar yapıyorlardı. Daha sonra donanma üssünün tam planının ellerinde olduğu anlaşıldı.

Bunlar Pakistan askeri birimlerinin, o an üste bulunanların tespitleri... Hiçbir şekilde saldırganların Taliban mensupları olduğuna ya da Pakistan Taliban'ı adı altında saldıran kişiler olduğuna inanılmıyor. 20-25 yaş aralığındaki kişilerin, sofistike yöntemler kullandığı, kaba saldırılar yapan Taliban mensuplarıyla benzerliklerinin sadece giydikleri kıyafetler olduğu söyleniyor.

Dün yine saldırı oldu Pakistan'da. Peşaver'de polislere yönelik saldırıda dokuz kişi öldü. Pakistan eski istihbarat başkanı Hamit Gül, "saldırılar asla Taliban işi değil, ABD operasyonu" diyor. Uzmanlar terör saldırısından çok özel operasyon birliklerinin saldırısı üzerinde duruyor. Bunlardan Pakistan içinde ABD'ye ait, Hindistan içinde İsrail'e ait çokça birlik olduğunu biliyoruz.

Ne oluyor peki? Pakistan içinde Taliban'la, El Kaide ile hiç alakası olmayan iç savaş mı tezgahlanıyor? Ya da bu ülke adım adım işgali mi hazırlanıyor? Terör ve benzeri saldırılarla donanma üssüne yönelik saldırı arasındaki ayırımı çok iyi yapmak lazım. Devletlerin kontrol ettiği güçler, örgüt adı altında terör saldırıları yapıyor ve sonraları bunun bazı ülkelerin stratejik planlamaları çerçevesinde ön girişimler olduğu ortaya çıkıyor.

İki örnek verelim:

26 Aralık 2008'de Hindistan'ın Wall Street'i, finans başkenti sayılan Mombai, dehşet verici saldırılarla maruz kaldı. "Hindistan'ın 11 Eylül'ü" dediler. Kentin en hassas bölgelerine koordineli ve son derece planlı biçimde yönelen saldırılardan elbette Pakistan sorumlu tutuldu. Ama hiç de öyle değildi. Yine genç, çok iyi eğitimli, iyi donanımlı, BlackBerry telefonuyla iletişim kuran saldırganlar denizden gelip kenti cehenneme çevirmişti. Mart 1993'te yine Mombai'de seri bombalamalar olmuş, borsa vurulmuş, 257 kişi ölmüştü. Mombai saldırısı, FBI uyarısından sadece birkaç saat sonra gerçekleşmişti. Hiç kimse, bunun sıradan bir terör saldırısı olduğuna inanmadı.

İki saldırının bir benzerini biz de yaşadık. İsrail'in, Akdeniz'de Mavi Marmara gemisine saldırdığı gece İskenderun'da deniz üssü vuruldu, yedi asker şehit oldu. Saldıran PKK'ydı!

İskenderun neresi? Doğu Akdeniz... Türkiye'nin geleceğe yönelik en büyük proje merkezlerinden biri, büyük umutlar ve emeklerle hazırlanan enerji kavşağı. Türkiye'yi buradan vurmanın ne anlama geldiğini düşünelim. "Size Doğu Akdeniz'i dar ederiz", "Projelerinizi yerle bir ederiz" diyorlardı. "Bu bölgenin güvenliği de güvensizliği de bizden sorulur" diyorlardı...

Amacın ne olduğu daha sonra netleşti.

Türkiye İskenderun'a hava savunma sistemi kurmuş, bölgeyi askeri merkeze dönüştürmüş, kurulan füze üssü İsrail'in potansiyel saldırılarına hazırlıkmış, I-Hawk füzelerinin amacı Suriye ve Hizbullah'ı korumakmış... İsrail kaynakları daha sonra Türkiye'yi dünyaya böyle şikayet ediyordu. Hizbullah ve Suriye'yi korumak içinmiş bu hazırlık. Öyleyse İsrail'in hedefi niye olmasın! Hem Gazze'ye yönelik sivil girişime böyle cevap veriliyordu hem de "Doğu Akdeniz İsrail'den sorulur" demek istiyorlardı.

Pakistan'daki donanma üssüne yönelik saldırı, Hindistan'ın sermaye üssü Mombai'ye yönelik kapsamlı saldırı ve İskenderun saldırısı bize göre sıradan terör saldırıları değildi. Hedefler, semboller, stratejiler iyi belirlenmiş, uzun bir hazırlık dönemi yaşanmış, çok iyi planlanmıştı. Birileri birilerine terör üzerinden ders veriyordu.

Terörle mücadele derken, terör kavramını sorarken klasik terörün bir adım ötesi burası işte. Devletlerle, istihbarat örgütleriyle, terör örgütlerinin birlikte çalıştığı, ihalelerin dağıtıldığı alan burası. Dünya, terör tehdidiyle karşı karşıya değil, terör üzerinden iş yürüten güçlerin oluşturduğu tehditle yüz yüze.

Üç ülkeye bu şekilde mesajlar verildi. Pakistan'daki saldırının anlamı budur. Öyleyse, yakın gelecekte bu ülkede benzer operasyonları çok göreceğiz demektir.

Üç şehir, üç terör saldırısı üç şüphe var ortada. Peki birbirinden uzak bölgelerdeki saldırıların ortak noktası ne? Arkasındaki güçler olmasın!

Hiç yorum yok: