13 Şubat 2013 Çarşamba

Necip Fazıl'dan Sabahattin Ali'ye kadar şairler hep bu hanıma âşıktı-Murat Bardakçı


GEÇENLERDE "efemera"ya yani belge toplamaya meraklı bir dostumun evinde akşam yemeğinde idik...

Yemekten sonra içeriden bir yerlerden orta boyda, mukavva bir kutu getirdi, sehpanın üzerine koydu, "Bunları yeni aldım. Aç, bak ve çatla!" dedi.
Açtım ve şaşkınlıktan donakaldım!
Kutuda 20. yüzyıl edebiyatımızın, özellikle de 1930'lar sonrasındaki modern Türk Edebiyatı'nın çok önemli bazı isimlerinin imzalı kitapları, kartvizitleri ve kendi elyazıları ile mektupları vardı.
Mektupların tamamı eski harflerle idi ve işin tuhaf tarafı, hepsi aynı kişiye gönderilmişti: Bir hanımefendiye!

Hanımefendi, İstanbul'un "salon sahiplerinden" idi. Yani evini sanatçılara açmış, onlar için sık sık davetler vermiş, bazılarını maddî bakımdan desteklemiş, kitaplarını çıkarmalarına bile yardım etmiş ve kimi ile daha yakın ilişkiler içine girmişti.
 


POSTACI, GERİ GÖTÜRMÜŞ
Şairler, hikayeciler ve romancılar yeni çıkmış kitaplarını imzalayarak hanımefendiye yolluyorlar ve hanımefendi ile edebiyat konusunda mektuplaşıyorlardı.
Ama, bazı yazarlar ve şairler vardı ki mektuplarının öyle sanatla falan bir alâkası bulunmuyordu, hanımefendiye sırılsıklam âşık olmuşlardı ve o zamanın sağcısı da, solcusu da bu aşk yolunun yolcusuydu... Ancak çoğu aşkına karşılık bulamamış ve yazdıklarına cevap bile alamamıştı! Hanımefendi, kendisine iadeli taahhütlü gönderilen mektupları kabul etmiyor, postacıya "geri gönder" diyordu!


Bugün bu sayfada, hanımefendiye bir zamanlar fena âşık olmuş çok meşhur iki sanatçının, Necip Fazıl ile Sabahattin Âli'nin gönderdiği mektuplardan bazılarını yayınlıyorum. Mektupların şimdi hayatta olmayan muhatabının, yani sanatçılara seneler boyu hâmilik eden hanımefendinin ismini ise hatırasına hürmeten vermiyorum ve mektuplarda adının geçtiği yerleri de noktalarla gösteriyorum.
Edebiyatın ciddî meraklıları ve sanat konusundaki dedikodulara düşkün olanlar, bu hanımefendinin kim olduğunu zaten hemen anlamışlardır...

Necip Fazıl'ın talimat gibi aşk mektubu: 'Mazeret yok! Gel!'
HANIMEFENDİNİN âşıklarından biri, son dönem Türk şiirinin çok büyük isimlerinden olan, "Kaldırımlar"ın, "Bekleyen"in, "Beklenen"in, "Sakarya Türküsü"nün ve daha nice şiirin sahibi Necip Fazıl Kısakürek idi...
Necip Fazıl bu mektupları yazdığı sırada İstanbul'da bir bankada çalışmakta, hanımefendi ise Ankara'da öğretmenlik yapmakta idi.
İşte, Necip Fazıl'ın mektuplarından biri: .....»
Bana sıhhatini bildirecek değil miydin? Hem de birkaç gün zarfında. Nerede kaldın? Her halde iyisin ve lise ile evin arasındaki mutâd seyrüseferine (alışılmış gidiş-gelişlerine) başlamış bulunuyorsun.
Ben çok iyiyim. Lüzumundan fazla. İçinden karanlık bir tünel gibi geçtiğim kâbuslu devre inşaallah bitti. Aydınlığa kavuştum. Rûhen ve bedenen... Tek derdim senden uzak olmak. Ümid ederim ki kendini bu çağırışların câzibesine bırakır ve bana kadar gelirsin.
Bekliyorum gel artık. Muhakkak, muhakkak... Herşey hazır İstanbul sisi yağışlı havalar ev oda soba ve ben.
Bana derhal yaz ve ne vakit gelebileceğini bildir! Kuzum.....!
İstanbul'a gelmen için 'gayrımümkünü' bile yapmalısın. Mazeret dinlemiyorum. Anlamıyorum.
Necip Fazıl"
Şairin bu yazdıklarını okuduktan sonra, mektuplarla aynı dönemde kaleme alınmış olan "Bekleyen" ve "Beklenen" şiirlerinin de aynı hanımefendi için yazılıp yazılmadığı konusu bende ciddi bir merak haline geldi!

Henüz 21'indeki âşık Sabahattin Ali: 'Gülme, insaf et, yalvartma!'
HANIMEFENDİ'ye gönül vermiş edebiyatçılar kervanındaki meşhur isimlerden biri Sabahattin Âli idi...
Sabahattin Âli'nin kim olduğunu yazmam gereksiz, zira mutlaka biliyor, tanıyorsunuzdur. Dolayısı ile mektuplarından birini, 8 Mart 1928'de, henüz 21 yaşında bir delikanlı iken
yazdıklarında neler *.....
dediğini, aşkını nasıl anlattığını okuyun:    ;A'><--<^'„ "....çiğim, :
Gönderdiğim mektubun iade ilmühaberindeki imzanı gördüm... Yalnız imzanı... Çıldırıyordum... Bir imzan beni deli edecek kadar sevindirdi... O I karışık hatlara ft bakarken onu yazan eli gördüm... Hani bakmak istediğim zaman benden kaçırdığın elini... Hayalim
bunu.....etti: Bu elin
üzerindeki ince, çâlâk bir kol gördüm... Daha sonra omuzlarını... İnce çeneni... Dudaklarını... Mavi damarlı görünecek kadar şeffaf burnunu... Afacan gözlerini gördüm... Beyaz alnını... Alnına dökülen kumral saçlarını gördüm... Seni gördüm... Seni büsbütün gördüm... Artık barıştık değil mi? 'Zaten dargın mı idik?' diyeceksin çünki 'kızmak, bir adama ehemmiyet vermektir' diyen sendin... Sen bana o kadar kıymet verdin mi ki?..
İmzan bende hiçbir delile istinâd etmeden .......llarının sükûnet bulduğu
intibaını bıraktı... Bu intibaın cesareti de tekrar yazmak arzusunu verdi...
İki tane şiir gönderiyorum, birisi eskidir: 'Beşik'... Tarihine bakarsan ne gibi tesirler ve teessürler altında yazıldığını anlar, tabii kusuruma da bakmazsın...
Öteki yenidir: 'Sürüklenir mi?'...
Oradaki fikirler de kendi fikirlerim  değildir... Birkaç | kişinin ağzından hayat tasvirleri yapmak istedim de onlardan birisi... Yoksa -elhamdülillah- o kadar bedbin (kötümser) değilim!... Bir de resim gönderiyorum... Geçenlerde ortamektepte bir konferans verdim; edebiyat-ı cedîdeye dair... Traşdan sonra -traş kelimesine kızacağını bilirim ama neyse-sâmiinle (dinleyicilerle) beraber çektirdik... Nasıl?.. Profesör tavrı var değil mi? Bu resimden sonra ne dersin, kendime fazlaca bir teveccüh beslemeye başladım...
Canını mı sıktım? Artık yeter mi?.. Nasıl söyleyeyim bilemem ki... Gülme... Gülme... Bir kartpostalcık ne olur? İnsaf canım... İnsan bu kadar çok yalvartır mı?..
Gözlerinden çok çok öperim!... Tanıyanlara çok çok selâmlar!... Sabahattin Âli"



Bu meşhur şiirler de meğerse o hanımefendi yazılmış!
ÇAĞDAŞ Türk Edebiyatı'nın Nâzım Hikmet, Sabahattin Âli ve Orhan Veli gibi önemli isimlerinin getirdikleri yeni soluğa bakınca, çoğumuz bu isimlerin hep yeni neslin mensupları olduklarını düşünürüz.
Halbuki doğum tarihleri sırasıyla 1901,1907 ve 1914'tür, dolayısı ile kullandıkları ilk yazıları eski Türkçe'dir. Orhan Veli'nin "Süleyman Efendi"si de, "Cep delik cepken delik" de, Sabahattin Âli'nin "Aldırma gönül aldırma"sı da eski harflerle yazılmışlardır. 
Burada hanımefendinin evrakı arasından çıkan, ona yazılan ve sonraki senelerde bestelenmelerinden sonra daha da meşhur olan iki şiiri şairinin, Sabahattin Âli'nin elyazısı ama Osmanlıca elyazısı ile görüyorsunuz...

İlk şiir, Nükhet Duru'nun meşhur ettiği "Melankoli"...
"Beni en güzel günümde / Sebepsiz bir keder alır / Bütün ömrümün beynimde / Acı bir tortusu kalır //Anlayamam kederimi / Bir ateş yakar derimi / İçim dar bulur yerimi / Gönlüm dağlarda bunalır // Ne kış, ne yazı isterim / Ne bir dost yüzü isterim / Hafif bir sızı isterim / Ağrılar, sancılar gelir // Yanıma düşer kollarım / Görünmez olur yollarım / En sevgili emellerim / Önüme ölü serilir// Ne bir dost, ne bir sevgili / Herşeyden uzak bir deli / Beni sarar melankoli / Kafamın içersi ölür" "Geçmiyor günler" diye meşhur ettiği bir diğer Sabahattin Âli şiiri: "Burda çiçekler açmıyor / Kuşlar süzülüp uçmuyor / Yıldızlar ışık saçmıyor / Geçmiyor günler geçmiyor // Avluda volta vururum / Kâh düşünür otururum/Türlü hayaller görürüm / Geçmiyor günler geçmiyor// Gönülde eski sevdalar / Gözümde dereler bağlar / Aynadan hayalin ağlar / Geçmiyor günler geçmiyor //
Dışarıda mevsim baharmış / Gezip dolaşanlar varmış / Günler su gibi akarmış/Geçmiyor günler geçmiyor // Yanımda yatan yabancı / Her söz zehir gibi acı / Bütün dertlerin en güçü / Geçmiyor günler geçmiyor"

 

2 yorum:

Adsız dedi ki...

kardeşim hanımefendi ile kimi kastediyorsunuz anlayamadık

Unknown dedi ki...

Yazar burada isim vermemiş ama benim yaptığım araştırmalara göre ,Hanımefendiden kastedilen Lüsyen Hanım diye bir bayan...