10 Şubat 2013 Pazar

Ârif Nihat Asya-Bayrak Şairimiz Ârif Nihat Asya'nın büyük çilesi -Yavuz Bülent Bakiler


Ben bu yazıyı 5 Ocak’ta yazıyorum. Siz, onu 6 Ocak’ta okuyacaksınız. 5 Ocak 1922 Adana’nın kurtuluş günü. Edebiyatımızın en güzel bayrak şiiri 5 Ocak 1940’ta Adana’da Ârif Nihat Asya tarafından yazıldı. Ve 5 Ocak 1975’te Ârif Nihat, Ankara’da, Hakk’a yürüdü. Cumhuriyet devrimizin en büyük şairlerinden ve nâsirlerinden biri olan Ârif Nihat Asya, demek ki, 38 yıldan beri yazmıyor. Demek ki, artık o da unutulmaya terk edilenler arasında. Birtakım etkili ve yetkili çevreler daha sağlığında bile ona sırtlarını dönmüşlerdi. Bir mukayese yapmak gerekirse diyebilirim ki, şiirde Nâzım Hikmet’ten geri değildi.
Nesirde ise, Nâzım’ı beş-on defa tartacak değerdeydi. Şimdi: Peki ama diyeceksiniz, başta devlet radyomuz ve devlet televizyonumuz olmak üzere, birtakım çevreler, Ârif Nihat Asya’ya karşı neden bütün kapılarını kapadılar? Bu tavrın üç önemli sebebi var: Önce Ârif Nihat katiyyen komünist değildi. Türkiyeli komünistlerin Sovyet Rusya yeniçerileri olduklarını, Moskova’ya satılan hainler grubunda bulunduklarını söylerdi ve yazardı. Sonra Ârif Nihat, samimi bir Müslümandı. Sevgili Peygamberimiz için yazılan en güzel naatlardan birinin altında onun ismi gülümsüyordu. Sonra üçüncü büyük suçu: Türkiyemizi şiir yüklü güzelliklerle kullanıyor olmasıydı. Uyduruk-kaydırık, kurbağa vıraklamasına benzer kelimelerle yazmıyordu. Yani ana sütümüze akrep zehiri karıştırmıyordu. Bu sebeble onu, 5 Ocak 1975 tarihine kadar Ankara Radyosuna katiyyen davet etmediler. Ankara Televizyonunda, onunla ilgili bir program düzenlemediler. Bırakın bir program hazırlamayı, cumhuriyetimizin kuruluşunun 50. yılı dolayısiyle hazırlanan ve birkaç program devam eden bir çalışmada, ondan bir cümleyle olsun bahsetmediler. Neden bahsetmediler? Üç büyük suçu yüzünden, devlet kuruluşlarımızın bile, kör bir taassup içinde bulunduklarını yukarıda belirtmiştim. 1959-1960 yılları arasında Kıbrıs Celâl Bayar lisesinde edebiyat öğretmeni olarak bulunduğunda Kıbrıs Rum Radyo ve Televizyonu onu dâvet etmiş, onunla iki ayrı program hazırlamış ve sunmuştu. Ama Türkiye Radyoları ve Televizyonları ona karşı bir demir perde olmuşlardı. Ben 1964-1968 yılları arasında Ankara Radyosunda çalışmıştım. Stalin’in kızı Sivetlana, o yıllarda, babasının çok zâlim bir kişi olduğunu yazmıştı. Sivetlana’nın yazdıklarını, Talat Sait Halman Türkçeye çevirerek Hayat mecmuasında yayımlatmıştı. Ankara Radyosundaki komünist fikriyatlı programcılar, günlerce Sivetlana’ya sövüp saymışlardı. Stalin hayranları, bizim ruh kökümüze bağlı Ârif Nihat Asya’yı kendilerine düşman bilmişlerdi. 

Ârif Nihat Asya, aslen Tokat’ın Kapusuz köyündendi. Ailesi Türkmen boylarındandı. Dedeleri, geçim sıkıntısı yüzünden Çatalca’nın İnceğiz köyüne yerleşmiş, orada dabakçılıkla uğraşmışlardı. Ârif Nihat, İnceğiz’de doğmuştu. Fakir, çok fakir bir ailenin çocuğuydu. Yedi günlükken yetim kalmıştı. Dört yaşına girdiğinde yakasına bir de öksüzlük yapışmıştı. İlkokuldan sonra Bolu’da ortaokulu, Kastamonu’da liseyi, İstanbul’da yüksek Muallim Mektebini, tamamen devlet yardımıyla okumuştu. 1950-1954 yılları arasında Demokrat Parti’den Adana milletvekili seçilmişti. Adana’da, Edirne’de, Malatya’da, Ankara’da, Eskişehir’de, Lefkoşa’da binden fazla gencimizin yetişmesine yardımcı olmuştu ve edebiyatımıza 25 değerli eser kazandırmıştı. Bunlardan 16’sı şiir, 9’u nesir kitabıdır. Türkiye üzerine, onun kadar güzelleme yazan ikinci bir şairimiz yoktur. Bayrağımız ve Hazreti Mevlana üzerine en güzel şiirleri de o yazdı. Bin defa rahmet olsun ona. Onun şiir ve nesir kitaplarını okumadınızsa kayıptasınız demektir. 


Bayrak Şairimiz Ârif Nihat Asya'nın büyük çilesi -1-

Ârif Nihat Asya, aslen Tokat'ın KAPUSUZ köyünden. Soyu-sopu Horasan'dan çıkarak Tokat'a yerleşen Türkmen boylarındandır. Dedelerinin ikinci büyük göçü, Kapusuz köyünden Çatalca'ya olmuş. Ârif Nihat, 1904 yılında, Çatalca'nın İnceğiz köyünde doğmuş. Sonra kendi ifadesiyle: "İnceğiz'i Çatalca'ya, Çatalca'yı İstanbul'a bağlamışlar, İstanbullu olmuş..." Daha 7 günlük iken babası ölmüş. 4 yaşına girdiğinde, annesi yeni bir evlilik yaparak Akka'ya taşınmış. Ârif Nihat'ın dedesi bu evliliğe itiraz etmemiş ama sevgili torununu ana kucağından çekip kendi yanına almış. Böylece Ârif Nihat, 7 günlükken yetim, 4 yaşındayken öksüz kalmış. Ömrü boyunca hiç kimseye "anne" ve "baba" diyememiş. Bu iki sıcak kelimeyi sadece yakın çevresindeki kimselerden duymuş. 
Babası, fakir bir debbağ işçisiymiş. Nitekim ondan oğluna, sadece 3 parça eşya kalmış: Yüzünde kocaman kocaman 40 yaması olan bir yün yorgan, Erzurumlu İbrahim Hakkı, hazretlerinin Marifetname isimli kitabı ve tahtadan yapılmış bir güneş saati (Usturlap)... 
Bana demişti ki: "O yorgana yeni bir yüz alamadık. Yünleri dağıldı gitti. Marifetnâme'yi kimin alıp götürdüğünü bilmiyorum. Tahtadan yapılan usturlabı üzerimde taşımam mümkün değildi. Annemin yüzünü hayal-meyal hatırlıyorum. Annem Akka'ya gidince bana birkaç yıl dedem ve ninem baktılar. Ninem ölünce halalarımın elinde kaldım. Onların da halleri-vakitleri aman aman iyi değildi. Halam becerikli kadındı. İlgili yerlere başvurarak beni yatılı devlet okullarına kayıt ettirdi. Böylece orta mektebi ve liseyi devletimizin himmetiyle okudum. İstanbul'da Çapa'da Muallim Mektebinde okurken de devletimizin merhametli eli üzerimdeydi. Eğer aziz devletimiz bana sahip çıkmasaydı, belki ben de babam gibi, dedem gibi dericilikle uğraşan bir kimse olarak bir köşede kalıp çürüyecektim. 1928 yılında öğretmen oldum. Kendi kendime şöyle düşündüm: Ârif! Seni bugünlere devlet getirdi. Bu devlete, bu millete hizmet için şimdi sıra sende...
Bu devlete bu millete nasıl hizmet edilir? Millet olmazsa devlet de olmaz. Her millet, kendi kültür kökleri üzerinde birleşerek bütünleşir. Ve yükselir. Peki nedir o kültür kökleri? Bunlar: O milletin konuştuğu dildir. Mensup olduğu dini inanç sistemidir. Tarih şuurudur. Gelenekleri-görenekleridir. Güzel sanatlarıdır. Vatan, bayrak, ordu sevgisidir. Sen de bu kültür dünyamıza bağlı yeni gençler yetiştirmelisin! Kaleminle ve dilinle bu mukaddeslerimizi hep baş tâcı etmelisin, dedim. Öğretmenliğim 1928 yılında Adana'da başladı. 1960 yılında Kıbrıs Türk lisesinde sona erdi. Bu süre içinde, devletimize, milletimize ters düşecek bir davranış içinde katiyyen olmadım!" 
Ben üniversite tahsili için Ankara'ya geldiğim 1955 yılından, onun vefat gününe kadar (5 Ocak 1975) hep yanında-yöresinde bulundum. Tesbitlerimi, kanaatlerimi ve ondan dinlediklerimi ÂRİF NİHAT ASYA İHTİŞAMI isimli 460 sayfalık bir kitapta topladım. Samimi kanaatim şudur: ÂRİF NİHAT ASYA, Cumhuriyet devrimizin en önde gelen ediplerindendir. Ama hep bizim kültür değerlerimize bağlı kalarak yazdığı ve yaşadığı için bir köşeye itilmiş unutturulmak istenmiş, dünyanın en saçma-sapan gerekçeleriyle suçlanmıştır. Devlet radyomuz ve televizyonumuz, Moskova hayranlarına saatlerce kucak açtığı halde, onun isminden bile bir kerecik olsun bahsetmemiştir. Ben, komünist olduğu için yere göğe sığdırılamayan Nâzım Hikmet'in bütün şiirlerini ve iki romanını dikkatle okudum. Gördüm ki Ârif Nihat'ın nesri, hem de "yıldızlı on"larla Nâzım'ın nesrini tartacak güzelliktedir ve Ârif Nihat'ın şiiri, Nâzım'ın şiirinden bir adım bile geride değildir. Ama varsa yoksa Nâzım Hikmet! 
Yarın yine yazacağım! 

Ârif Nihat Asya’nın çilesi -2-

Ârif Nihat ASYA’nın yayımlanmış 25 kitabı var. Bunlardan 16’sı şiir, 9’u nesir kitaplarıdır. O, şiiri nesrinden, nesri de şiirinden güzel olan Cumhuriyet devrimizin en önde gelen ediplerinden biridir. Ben inanıyorum ki, Onun aleyhinde atıp-tutanlar şairimizin bir tek kitabını bile okumayan cahillerimizdir. Ârif Nihat ASYA’yı okudukları halde ileri-geri konuşanlar, onu yok sayanlar ise bizim gâfiller veya hainler ordumuzun gediklilerindendirler. 
Ârif Nihat,1928 yılında Adana lisesinde edebiyat öğretmeni idi. Muhalefetsiz CHP “Astığım astık! Kestiğim kestik!” zihniyetiyle iktidardaydı. CHP’ye muhalif olmak her babayiğidin kârı değildi. Ama öyle bir devirde bile tek parti iktidarına cesurca muhalefet edenlerden biriydi. Şu satırlar ona ait: “Vurgunculuk yapmadım, soygunculuk yapmadım. Muhalefette, memlekete fayda gördüm muhalefet yaptım. Devletin memuru oldum, partinin memurluğunu yapmadım. Alnımın akı ve şerefimle köşemde baş başa kaldım ve göğsümü gere gere, alnımı aça aça muhalefet yaptım. Memleketin gül gibi geleneklerini gidenek yapmadım. Milletin mekteplerinde milliyete kastetmedim. Millete ihanet yapmadım. Hakkı dinledim, yanlışlarımdan dönmesini bildim, ağzımdan çıktı diye manasız inat yapmadım. Millete hizmeti şeref bildim. Şahsa kölelik yapmadım. Sadakat namı altında hıyanet de, cinayet de yapmışlığım yoktur. Gündelik sanatla uğraşacak adam değildim lâkin sanatın da cemiyete ve halka borcu olduğunu düşündüm. Yazdım, konuştum. Dil yalancılığı da, kalem yalancılığı da yapmadım. Yumruğa fikirle karşı çıktım. Fikir hürriyetinin ırzına geçmedim. Söz hürriyetine sarkıntılık yapmadım. Çok şükür ki madrabazlık, kurnazlık, düzenbazlık yapmadım. Şerefli bir milletin çocuklarını yetiştirmekte zevk buldum... ‘Şunu yapmadın, bunu yapmadın, o halde ne yaptın?’ diye sorarsanız cezasını, kazasını, ezasını da düşünerek muhalefet yaptım!” 
İktidarın böyle düşünenlere ve yazanlara katiyyen tahammülü yoktu bu bakımdan onu hemen Malatya Lisesi’ne sürdüler. Devrin Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel, komünistlere kol-kanat germekle meşhurdu. Ârif Nihat Asya’nın milliyetçi memleketçi fikriyatından rahatsızdı. Malatya Lisesi’nde onu paylamak için kararlıydı. O bakımdan önce lisenin mimari yapısını dikkate alarak öfkelendi. Hasan Âli Yücel: 
-Bu ne biçim lise böyle? diyerek kaşlarını çattı. Ârif Nihat cevapta gecikmedi. 
-Bu binanın mimarı ben değilim efendim. 
-Liseden ziyade bir hapishaneye benziyor! 
-Siz beni buraya hapishane müdürü diye mi tayin ettiniz yoksa? 
Hasan Âli, böyle bir cevap beklemiyordu. Ârif Nihat’ın pantolon paçalarındaki çamurlara parmağını uzatarak bağırdı: 
-Paçaların çamur içinde. Bu paçalarla nasıl geziyorsun sen? 
Ârif Nihat, Bakanı çıldırtan bir cevap verdi: 
-Paçalarımı ağzınıza almayın sayın bakan! Paçalarımın ağzınızda işi ne? 
Hasan Âli Yücel hışımla liseden ayrıldı ve o gün Ârif Nihat ASYA’yı lise müdürlüğünden Fransızca öğretmenliğine aldı. Halbuki Ârif Nihat, edebiyat öğretmeniydi. Maksat onu susturmaktı. Ama o hiç susmadı. Mükemmel şiirlerini üç ayrı vezinde yazdı. Bütün Türk Edebiyatında en çok rübai yazan şairimiz odur(1600 rübai) 
Hiçbir şairimizin şiirinde, onun yurt güzellemelerinin onda biri bile yoktur. 
Onun tarih şuuruyla yazdığı şiirler, milletimizi, devletimizi, bir çocuğun serçe parmağı kadar seven kimseleri bile coşturacak güzelliktedir. 
Sevgili peygamberimiz için, serbest vezinle yazılan en güzel naat altında onun ismi gülümsüyor. 
Hz. Mevlana için hiç kimse onun kadar bir kitap dolusu güzel şiirler yazamadı. İslamiyeti öven, yücelten, sevdiren şiirleri, cuma hutbelerinde mutlaka okunacak güzelliktedirler. Bu özelliklerini dikkate alarak, Türkiyeli komünistler, Ârif Nihat ASYA üzerine kocaman bir çarpı işareti koydular ve ondan hiç bahsetmediler. Bahsetmiyorlar. MEB Ömer Dinçer de Onun o güzelim BAYRAK şiirini yasakladı. Yarın bir başka yetkili de A.N. ASYA’nın ANNE şiirini yasaklayabilir. Çünkü o şiirde: 
“İlk oyuncağın ben oldum yavrum/Son oyuncağın ben oldum” mısralarıyla annelerimize büyük hakaret var! Çocuğun oyuncağı nedir? Toptur, balondur, kedidir, köpektir, maymundur, kuştur... değil mi? Anneyi kedi-köpek maymun gibi görmek ve göstermek olur mu? “Yasakladım bu Anne şiirini” diyenler de olacaktır...

Hiç yorum yok: