30 Ocak 2013 Çarşamba

Türk dersi-Türk sorunu!-Mehdi-Muhalefet-Ergün Diler


Türk dersi



Amerika II. Dünya Savaşı'ndan sonra Türkiye'yi, İngiltere'ye bırakmamak için harekete geçti. Girebildiği her kurumun içine sızmaya çalıştı. Elini attığı her yerde İngiliz izi buldu. Bu arada Türkiye'ye özel ilgi gösterip karış karış gezen önemli bir istihbaratçı "Dünyanın en önemli merkezlerinde BÜYÜKELÇİ olarak görev yaptım. Ama şu Türkler'deki DEVLET kurma kabiliyetini kimsede göremedim. Türkler başkadır. Bunu da en iyi biz BATILILAR biliriz" dedi...
Birinci Dünya Savaşı'nın acısını bilen Türkiye ikinci savaştan uzak kalmayı başardı. Ama yine de ülkenin toplardamarlarına sızmayı engelleyemedi. Bir yandan Avrupa, bir yandan Amerika içeri girdi. Ülke virüs saldırısı altında 90 yıl geçirdi. Hiçbir ülkenin yaşamadığı sıkıntıları yaşadı.
Ekonomik, askeri, siyasal ne kadar fatura varsa hepsini ödedi. Darbeleri gördü. Asılan Başbakan gördü. Biçilen gençlik gördü. Batan bankaları, krizleri gördü. Yağ, un, elektrik, şeker bulamadığı, pasaport alamadığı günleri gördü. Terörü gördü. Örgütleri gördü. Hainleri gördü...
Yaşadığımız bütün sıkıntıların ardında "Aman bunları kendi haline bırakmayalım gün gelir başımıza bela olur" felsefesiyle hareket eden BATI vardı!
Ama olacak ile öleceğe çare yoktu! İşte Türkiye zaptedilen bütün kurumlarına rağmen ayağa kalktı! 90 yıllık UYKU dönemi sona erdi. BATI'ya verilen "Kendi halimizde iddiasız bir ülke olacağız ve öyle kalacağız" sözünü kaldırıp çöpe attı...
Haliyle bu kolay olmadı... Ankara, laboratuvarlarda geliştirilen sol-sağ, muhafazakar-laik, Sünni-Alevi, Türk-
Kürt gibi ayrımcılıklara rağmen bunu yapmayı başardı...
Sık sık söylediğim gibi adamlar bizim DNA'mızı biliyordu.
Nasıl ayrışacağımızı, neye nasıl tepki vereceğimizi bizden daha iyi tahmin ediyordu!
Nasıl mı? Anlatalım...
17 Ağustos 1999 depremi bütün Marmara'yı yerle bir etmişti. Ülke büyük acı ile kavruluyordu. Acılar sıcakken Almanya-Türkiye Milli Futbol Takımları MÜNİH'te karşı karşıya gelecekti. Ben de biraz nefes almak için maça gitmeye karar verdim. Uçağa bindiğimde kimsenin yüzü gülmüyordu. Depremin üzerinden günler geçmesine rağmen herkes buruktu... 
2 saatlik yolculuktan sonra Münih şehir merkezinde bir otel buldum. Şehre Türk akını vardı. Herkes acıyı unutmak ve ellerini birleştirmek için kente hücum ediyordu. Maç başlamadan önce statdaki bütün televizyonlarda yıkılan evler ve Almanlar'ın yaptığı yardım organizasyonları gösteriliyordu.
Hatırladığım kadarıyla Sergen'in çok iyi oynadığı maç 0-0 sona ermişti. Maç sonunda otele geldiğimde yıllardır görmediğim bir arkadaşımla karşılaştım. Onun da benim gibi maç için İstanbul'dan geldiğini düşündüm ama yanılmışım... 
Almanya'da yaşayan bir Türk kızıyla hayatını birleştirmişti. Çok severdik birbirimizi...
Ayrılmak istemedik. Kolumdan tutup otomobiline bindirdi. Birkaç saatlik yolculuktan sonra BAVYERA eyaletinin küçük bir kasabası olan SCHWEINFURT'a geldik. Hiç unutmam, arkadaşımın evinin bulunduğu binanın girişini enfes yemek kokuları kaplamıştı! Eşi, biz geleceğiz diye hazırlık yapmış, lüks otelde bulamayacağınız bir büfe hazırlamıştı... Neyse...
Yemekten sonra TÜRKLER'in işgal ettiği en önemli caddeye gittik.
60 bin nüfuslu kasabanın her yerinde Türk izi vardı! Türk bakkalı, manavı, kasabı ve lokali ilk göze batanlardı. Kent, ilk Türk işçilerini ağırlamakla övünüyordu.
İlk Türk buraya 1962'de ayak basmıştı!
Lokale girdiğimizde şaşırmıştım. Sanki ANADOLU'daydım. İstanbul'dan geldiğimi duyan koştu.
Çaylar, kahveler içildi. Sohbetin en koyu yerinde sarışın uzun boylu bir adam geldi. Selam verip yandaki masaya oturdu. Hafızam yanıltmıyorsa adı Audrick'ti...
Hemen yanıbaşımda oturan Karslı İbrahim Amca sesini yükselterek "Alman gel hele misafirimiz var" dedi... 
Şaka yaptığını düşündüm. Ama değildi! O sapsarı "Selamünaleyküm" diye içeri giren adam Alman'dı! "Neler olup bitecek" diye merakla beklemeye koyuldum. Sessizlikten sonra amca anlatmaya başladı...
"1962 kışında buraya geldik. Ne yol, ne ev, ne çarşı vardı. Türkler havaalanına iner inmez şantiyelere götürülüyordu. Almanya'ya ilk adım atan bizdik. 150 kişi kadardık. 20 arkadaşımla birlikte şu RULMAN ve BALATAfabrikasında çalışmaya başladık. Almanlar disiplinliydi. Biz de çok çalışıyorduk. Savaştan çıktıkları her hallerinden belliydi. Çok katıydılar. Bir ara patron 'Herkes Almanca konuşacak. Kimseye ayrı komut verilmeyecek' diye genelge yayınladı. Şaşırmıştık. Ama yapacak birşey yoktu. Yani bildiğimiz yoldan dönmeyecektik. Ama meister(ŞEF) çok acımasızdı. Bağırmaktan boğazları şişiyordu. Patronun emrini yerine getirmek için çırpınıyordu..."
Merak edip araya girdim... 
 Ne oldu peki?
"Tam 27 yıl orada çalıştım. Gece demedik gündüz demedik... 
Sonunda şu yanımda gördüğün ALMAN yani acımasız ŞEF bülbül gibi TÜRKÇE konuşmaya başladı...
Türkçe ile yetinmedi, bütün adetlerimizi, dinimizi, kız istemeyi, okey oynamayı, halay çekmeyi bile öğrendi..."
Şaşkınlığım tavan yapmıştı...
Tam bir soru sormayı düşünürken İbrahim Amca devam etti... 
"Bir gün Alman patron, fabrikadaki bütün Türkler'i topladı. Zamanla çoğalmıştık. Hepimiz bir ihtiyaç meydana getirip bir Türk'ün daha iş sahibi olmasını sağlıyorduk. Çoğunluk bizdeydi. Her zaman şık giyinen patron masanın üzerine çıkıp 'Ben sizin buraları ele geçireceğinizi biliyordum. 
Sizler hem çalışkan, hem akıllı insanlarsınız. Bu nedenle ALMANCA zorunluluğu getirdim. Ama gelinen noktada fabrikada TÜRKÇE konuşmayan kalmadı. Bunun olacağını da Birinci Dünya Savaşı'nda Türkler'le birlikte savaşanBABAMDAN öğrenmiştim. Babam 'Türkler bir mevziye girerse çıkmayı bilmez' derdi... Haklı çıktı... Olsun! Mevziyi size bıraktığım için çok mutluyum. İyi ki varsınız!' dedi."
Yani, adamların patronları da siyasetçileri de istihbaratçıları da bizi biliyordu... Bu nedenle kendi halimize bırakılmıyorduk... Ancak geldiğimiz noktada en büyük sıkıntı kendilerinde... 
Avrupa Birliği dağılmanın eşiğinde. Yani bizi 50 yıl kapıda bekletenler şimdi birbirine düştü! İngiltere AB'den çıkmak için referanduma gitmeyi düşünmeye başladı. Berlusconi "Ne AB, İtalya'yı ne İtalya, AB'yi taşıyamaz"dedi. Fransa "Biz darboğaza düşersek AB dağılır" açıklaması yaptı. Merkel ise 25 Şubat'ta kürt sorununu çözmekte kararlı olan Ankara'ya "Gelin yeni Avrupa'yı birlikte kuralım" teklifi yapmaya hazırlanıyor! Tabii bunu kimse bilmiyor.
Bunlar neden peki?
Türkiye, içeriyi temizledi. Başta kimse buna itiraz etmedi. YENİ TÜRKİYE'ye sıcak baktılar. Ancak ne zaman BÜYÜK TÜRKİYE masaya gelince şaşırdılar!
Bizi iyi tanıyorlardı! Misak-ı Milli'nin dışına taşacağımızı düşünemediler!
Oysa Ergenekon, Balyoz operasyonları ile içerideki AVRUPA-ABD yanlıları tasfiye edildi. 12 Eylül ve 28 ŞubatDARBE soruşturmaları ise Amerika-İsrail'e ikazdı.
Yani Ankara, ayak seslerini duyordu.!
Hatta önceki gün PINAR SELEK hakkında çıkan mahkeme KARARI, Fransa'ya "Kime neden destek verdiğinizi biliyoruz" mesajıydı!
Anlayacağınız uykudan uyanan Türkiye'yi göremediler...
Türkiye'ye güneş doğması, onlar için KABUSUN başlamasıydı!
Biri çıkıp "Türkiye AB'yi sarsacak" dese kim inanırdı! Nereden nereye geldik!
Sakın içeride "gıcırtı" yapanlara kulak asmayın! Onlar Avrupa'nın sözcüsü... 
Görevleri gazetelerde ya da ekranlarda KİRLİLİK yaratmak! Siz bunların kim olduğunu biliyorsunuz! 
Ciddiye almayın!

 NOT: Patriotlar geldi. Türkiye'nin büyüyeceğini gören 350 Alman askeri de füzelerin arkasındaki yerini aldı... 
Berlin galiba gerçeği gördü. Ama Avrupa hala direniyor! 
Londra ise şaşkın!

Türk sorunu!

Hikaye ile başlayalım...
Sultan Mahmud, Gazne'den kalkıp Hintliler'le savaşa gitti. Meydana gelince şaşırıp kaldı. Çünkü Hint ordusu çok kalabalıktı. Canı sıkıldı. Bu sorunu nasıl aşacağını düşündü. Bütün planlarını değiştirdi. Savaş kafasındaki gibi olmayacaktı. Geceler boyu süren hazırlıklarını bitirdiğinde bir adakta bulundu:
Eğer bu orduyu yenersem elde edeceğim bütün ganimetleri fakirlere dağıtacağım...
Çok çetin bir savaştan sonra gülen taraf Sultan Mahmud ve ordusu oldu. Sayısız ganimetler elde edildi. Hint ordusu arkasına bakmadan kaçarken, en ufak parçasına bile değer biçilemeyen bir hazine bıraktı... Sultan ganimetin büyüklüğünü görünce çok keyiflendi. Hemen "Vezirlerim gelsin" talimatı verdi.
Birkaç dakika sonra devletin önde gelen isimleri Sultan'ın karşısındaydı. Sözünü hatırlayan Sultan herkesi şaşırttı:
"Bu ganimetleri yoksullara dağıtın. Çünkü savaştan önce adakta bulundum. Bu adağımı yerine getirmem lazım. Bana da bu yakışır."
Sultan'ın huzurundaki herkes ağız birliği etmişçesine bu karara itiraz etti... Homurdanmaları gören Sultan, vezirine "Ne konuşuyorsunuz? Fikriniz ne, açıkça söyleyin!" diye sordu... 
Sesi titreyen vezir "Bunca mücevher, bunca altın değer bilmez bir avuç yoksula verilir mi? Ya askere verelim memnun olsun, düşmanına kinlenerek savaşa hazırlansın ya da emredin hazineye götürelim..." cevabını verdi.
Sultan, vezirinin açık konuşmasını sevdi. Ama "Adağımı yerine getirip yoksullara mı dağıtayım?", yoksa "Askerlere pay verip kalanını da hazineye mi aktarayım?" sorularının cevabını bulamıyordu. Akıl danışacağı kimse de yoktu...
Çaresizce düşünürken, ordunun içinde dolaşan zeki bir MECZUP olduğunu bildiği Hüseyin'i gördü. Yüzü güldü. "Hah... Şu meczubu yanıma getirteyim, ona sorayım, ne derse onu yapayım. Çünkü o ne asker tanır, ne de Sultan. Söylenecek sözü sakınmadan söyler" dedi yüksek bir sesle...
Hüseyin az sonra Sultan'ın karşısındaydı. Zeki olduğu her halinden belliydi. Sultan Mahmud olan biteni noktasına virgülüne dokunmadan anlattı.
Dikkatle dinleyen meczup, diz çöküp yere oturdu.
Başını iki elinin arasına aldıktan sonra konuşmaya başladı:
- Sultanım, şimdi iki şeyden birini yapmak gerek.
Eğer bir daha Allah'a işin düşmeyecekse merak etme; bunların dediğini yap, adağını düşünme. 
Yok, bir zaman gelecek, yine işin ona düşecekse utan, onlara uyma sakın, adağını yerine getir. Madem Allah sana yardım etti, işini düze çıkardı; demek ki kendisine düşeni yaptı. Sana düşen iş nerde peki?
Niçin sözünü yerine getirmiyorsun?
Meczup cevabıyla hem Sultan'ı hem de devlet erkanını şaşırtmıştı!
Sultan hiç düşünmeden ele geçirdiği bütün ganimeti yoksullara dağıttı...
Bizde de hep böyle oldu. Siyasetçiler, askerler, iş adamları gerçeği çok kez söylemedi. Doğrudan uzaklaştı! NeyinDOĞRU, neyin YANLIŞ olduğunu yıllarca anlayamadık. Ne tuttuğumuz takımların gerçek tarihi öğrenebildik, ne deOYUMUZU esirgemediğimiz partilerin GİZLİ ajandaları hakkında bilgi sahibi olabildik! Öcalan yakalanıp getirildi, rahmetli ECEVİT'in oyları patladı. İktidar oldu. Bir sonraki seçimde ÖCALAN'ın yakalanma efekti azalınca sandıktan çıkamadı.
Yani birileri bizden hep "bir maçlık" değerlendirme alıyordu! Kazanan takımın yanındaydık!
Bir mağlubiyet bile gemileri yakmamıza neden olabiliyordu! Geniş ve değişik bakma kabiliyetimiz yoktu! Olanlar da pek yaşamıyordu zaten...
Birkaç gündür CHP'li Birgül Ayman Güler'in "Kürt milliyetçiliğini bana 'ilericilik' diye yutturamazsınız!
Türk ulusuyla Kürt milliyetini eşit, eş değerde gördüremezsiniz" sözlerini tartışıyoruz! En başta CHP tartışıyor! Adıyaman vekili Salih Fırat "Daha fazla burada duramam" diyerek istifa edip gitti. Bu hamleden sonra CHPiçindeki saflar netleşti. Her kafadan bir ses yükseliyor. İşin sonu nereye varacak bilmiyorum...
Ama bildiklerim de yok değil!
CHP ile MHP, Kürt sorunu ve PKK'nın silah bırakması konusunda ASLA samimi davranamazlar!
BDP de öyle... Parti formalarını çıkarıp baktığınızda hepsinin KÜRT sorunundan beslendiğini görürsünüz!
Terörü bitirmek ilk öncelikleri değildir! En azından şu konjonktürde! CHP'li Güler gibi "TÜRK" vurgusu yapıp süreci baltalamak isterler! Ama "Türk kartına" sarılanlara dikkatlice baktığınızda aslında "TÜRK DÜNYASI" ile çok da sıkı bağlarının olmadığını görürsünüz! Türkler'in yaşadığı bölgelere kafa yoran bir CHP'li ya da bir MHP'li var mıdır? Varsa da partisinde ÖNE ÇIKMIŞ mıdır? Buna izin verilmiş midir?
Sanmıyorum!
Türk kartına sarılan bütün kurumlar, sermaye de dahil olmak üzere çoğu AVRUPA'dan yönlendirilir!
Türklük, tıpkı LAİKLİK gibi Avrupa'nın tanımladığı bir çerçevedir! Yani istediklerinde BÖLMEK için kullanacakları bir tanım! Bu konuda İngilizler'in eline kimse su dökemez! Konu Türkiye olunca, Avrupa Birliği karşımızdadır! Hiç fire vermez!
Avrupa PKK'yı, Kürtler'i çok sevdiği için beslemez!
Onlar üzerinden ANADOLU'da operasyon yapmak için destek verir! Tek amaçları BÖLMEK için uğraştıkları Türkiye'nin günün birinde Kürtler'i kucaklamasının önüne geçmektir. Bunun için de arada bir KAN DAVASININolması işlerine gelmektedir!
Kendi içinde ayrılan, ayrışan bir Türkiye kaymaklı ekmek kadayıfıdır onlar için!
İşte bizim siyasetçilerimiz BİLMEDEN Avrupa'nın kurduğu bu oyuna düşer! "TÜRK" diyerek aslında ülkenin gelecekte bölünmesine kadar gidecek bir yolun aralanmasına destek verir! Dediğim gibi bilmeden!
Bakın DHKP-C'li Mustafa Duyar cezaevinde Nuri Ergin'in adamları tarafından öldürüldü. 4 kurşunla...
Yan ranzada yatan Parsadan da tek kurşunla beyninden vuruldu! Bir süre sonra kaldıkları cezaevini ateşe veren Nuriş Kardeşler, demir parmaklı pencereleri kırıp "Bu devlet bize MUSTAFA DUYAR'ı öldürttü!
Ben öldürttüm. Şimdi açık söylüyorum. Veli Küçük'ü ara, bizi sor. Başka bir şey söylemiyorum" dedi.
Parsadan, hastanede ölmeden önce Mustafa Duyar'ın her şeyi anlatacağını söylüyordu! Duyar, hem örgütü, hem arkadaki AVRUPA desteğini açıklayacaktı. GİZLİ GÜCÜN hem ülkücüleri, hem solcuları nasıl kullandığını öğrenecektik! Ama bir el buna izin vermedi!
Yani hem laikliği, hem Türklüğü, hem terörü besleyen merkezler yıllarca içeriyi dizayn edip yönetti!
PKK'ya destek verenler nasıl TÜRK olacağımızı öğretti!
16 devlet kuran TÜRKLER'in kimsenin aklına ihtiyacı yok. Akıllarını kendilerine saklasınlar. Yakında çok ihtiyaçları olacak!
İçeride ellerini soktukları bütün kurumlar ya değişecek ya bertaraf olacak!
Yalan rüzgarı bitti çünkü...



Mehdi

TÜRKİYE hızla yol alıyor. Bu nedenle çoğu kişi olan biteni göremiyor. Birileri sadece muhalefet yapmak için meydana çıkıp konuşuyor. Hatırı sayılır bir kesim de bunların söylediğini gerçek sanıyor...
Peki, olan biten ne? 
Önce iki ayrı çıkış...
Başbakan Erdoğan birkaç gün önce katıldığı bir televizyon programında askerlerin tutuklanmasına sert çıktı: "Bakın şu anda içeride 400'e yakın emekli, muvazzaf subayastsubayımız var. Bunların içinde karacısı var, denizcisi var. Şimdi bizim bu kadar fırkateynlerimiz, gemilerimiz, vesaire... Yani neredeyse komuta kademesinde oralara gönderilecek subayımız kalmıyor ya, böyle şey olmaz. Bir ara bir ajan meselesi çıktı. Şimdi hele hele çok daha ağır olanı, yani örgüt kurmaktan, örgüt elemanı olmaktan... Şimdi böyle bir şeyin delilleri kesinse ver hükmünü, işi bitir. Ama elinde kesin hükümler yok da sen yüzlerce subayı-astsubayı örgüt elemanı olarak veya örgüt kuran olarak, hele heleGenelkurmay Başkanı'nı kalkar da bu şekilde değerlendirirsen burası Silahlı Kuvvetler'in moral değerlerini alt üst eder. O zaman terörle nasıl mücadele edecek bu insanlar?"
İkinci çıkış ise son günlerin en çok konuşulan ismi CHP İzmir Milletvekili Birgül Ayman Güler'den geldi. "Türk ulusuyla Kürt milliyeti eşit değil" sözleriyle şimşekleri üzerine çeken Güler dün de şöyle konuştu: "Boşnak kökenli Türk vatandaşıyım. Ülkemin, babamın memleketi olan Yugoslavya gibi olmasını istemiyorum. 21. Yüzyıla yakışmayan bu acılar, başka hiçbir yerde yeniden yaşanmamalıdır. Yugoslav ulus yapısı ve sosyalist altyapı ortadan kaldırıldığında, ülke milliyetler mezbahasına döndü. Yapılmak istenen Türk ulus yapısını çözme operasyonu ve sonrasında benzer bir gelecek tehdidi görüyorum."
Yukarıdaki açıklamaya geleceğim. Ama geriye, oldukça geriye gitmeden neler olduğunu anlama şansımız yok!
Birinci Dünya Savaşı'nda TARİH YAZSAK da kaybeden taraftık. Binlerce şehit verdik, Çanakkale'yi kapattık ama yenildik! Bu yenilginin bir faturası olacaktı.
Oldu da! Dönemin süpergücü İngiltere masada çok net konuştu: OSMANLI'ya ait ne varsa terk edeceksiniz! Bu şartla yaşamanıza izin veriyoruz...
Padişah da, Mustafa Kemal de buna razı oldu.
Kimsenin yapacak bir hamlesi yoktu çünkü. Ya onların dedikleri gibi sınırlarımıza çekileceğiz ya da tamamen yok olma pahasına savaşacaktık! İkinci ihtimal delilikten öte bir şeydi. Bu nedenle 90 yıllık uyku süreci başladı. Bu, TÜRK DERİN DEVLETİNİN kararıydı! Bu karardan sonra çok tartışılmasa da uyuduğumuzu alfabeyi değiştirerek gösterdik! Emir Londra'dandı...
Adamlar hem yönettiğimiz ırklarla, hem dedelerimizle bağımızı kesmek istiyordu. Bu yüzden hala ATALARIMIZIN NE YAZDIĞINI gidip okuyamayız!
Mezar taşlarını anlamayız . Galiba dünya üzerinde böyle çelişkiyi yaşayan tek milletiz!
İstenen sadece alfabetik değişim değildi elbette! Tüm kurumlar ve gelenekler değişecekti! Din ile araya mesafe koymak zorunluluktu. Din en büyük ortak paydaydı. Canlı ve güçlü olursa bölgenin Ankara'ya kayma ihtimali hep vardı.
Dualarımız, namazlarımız, camilerimiz hep aynıydı. Bu tehlikeydi! Değişmesi gerekliydi. Laiklik işte bu işe yaradı!
Asırlardır yönettiğimiz insanlardan uzak düşmemize neden oldu. İngiliz ve diğer Avrupalılar, Araplar'ın peşinden ayrılmazken bizler sırtımızı dönüyorduk! İtalyan'ı, İngiliz'i, Fransız'ı, İspanyol'u, Alman'ı, Amerikalı'yı kendimize yakın bulurken ARAP'tan kaçıyorduk! Söylenmese de onlardan nefret eden bir kesim vardı! Zamanla oluşturuldu! Nefret edenler laboratuvarda yetiştirilmişti çünkü!
Hepsi Avrupa eğitimliydi!
Bu konuda merkez basına büyük görev düştü.
Logolarının altına "Türkiye Türklerindir" yazarak "Aslında bu sınırlar bize yeter, mazinizi unutun, bu toprak parçasında mutlu olmaya bakın. Hayal kurmayın" dediler... Ülkenin zenginlikleri 40 aile arasında paylaştırılırken nasıl mutlu olunacaksa!
Çok dikkat etmeyiz ama ahlak anlayışımız ve yaşam biçimimiz ilmek ilmek örülerek onların istediği noktaya çekildi. Bu, uzun yılları alan bir projeydi.
Devlete sızıp ele geçirdikleri gibi, attığımız her adımı da dizayn ettiler. Partilerde, bankalarda, MİT'te, askerde, eğitimde, sporda anlayacağınız her yerde güç onlardaydı!
Hem sistem, hem yaşam onların kontrolü altındaydı!
Londra-Neo-Con hattındaki büyük güç böyle istiyordu!
Küçük, kendi halinde, tarihini inkar eden, sorumsuz, sınırlı ve iddiasız bir TÜRKİYE...
Eğitim sistemi bu amaca yönelik hazırlandığı için farklı bakma ve perde arkasındaki gerçeği görme kabiliyetimiz sınırlıydı!
CHP'li Güler de aslında aynı dertten muzdarip.
Korkusuna ve eğitim şekline yenik düşüyor! Bu yazdıklarımı bilmiyor ve görmüyor! Aslında o da benim gibi Boşnak kökenli! Dağılma ve yok olma korkusunu bu nedenle çok iyi anlıyorum. Ama hanımefendinin atladığı bir nokta var. AYRILMAK İSTEYEN KÜRT YOK Kİ!
Bu nedenle Yugoslavya örneği doğru değil! Eğer korkusunda samimiyse Kürtler'in TÜRK BAYRAĞI altında toplanmaya razı olduklarını görmesi gerekir.
Mondros'tan beri zorunlu olarak ötelediğimiz insanları kucaklamak Türkiye'yi küçültmez, tam tersi BÜYÜTÜR!
Eğer bunları bilmeden Yugoslavya örneği verirseniz istemeden LONDRA'daki akla hizmet olursunuz!
Hoş, Kemal Bey Erdoğan'ın Çankaya yürüyüşünü kesmek için Londra'nın desteğiyle göreve getirildi. Görevi kendi almadığı için şimdi krizdeki partiyi bir türlü tutamıyor.
Ama merak etmeyin! Yakında Kemal Bey de gidecek.
Türkiye'nin yürüyüşünü anlayacak bir başka isim gelecek!
Bütün entelektüel dünyayı kapsayacak bir isim olacak bu!
Benim yazmaya çalıştıklarımı ayrıntılarıyla CHP'lilere anlatacak. Ülkenin geleceğini çizecek. Kemal Bey ve arkadaşlarının yapamadığını yapacak. Bu işlerin Sarıgül'le, Gürsel Tekin'le olamayacağını gösterecek. "Ülke yönetmek ciddi bir iştir" diyecek...
Bunları nereden mi biliyorum?
Kahin değilim...
Ama şunu çok net görüyorum. Yakında Silivri'de çok az asker kalacak. Devlet büyük bir barış imzalayacak.
Asker sadece milletinin yanında olacak. Avrupa ve Amerika'ya itaat eden hiçbir isim komuta katında yer almayacak! İşlenen suçlar ve günahlar affedilecek.
Helalleşme sağlanacak.
Ben bu tarihi daha önce Cumhuriyetin 90. yıldönümü olarak yazmıştım. Gelecek 29 Ekim'de "Silivri'de Özgürlük"bekliyordum. Ancak Erdoğan'ın son çıkışına bakınca "Bu tarih öne alınacak" diye düşündüm. Bakalım...
Son 10 yıla baktığınızda, parçaları yan yana getirdiğinizde şunu görürsünüz!
Avrupa'nın dayattığı birçok kural yerle bir oldu!
Cumhuriyet onların istediği şekilden çıktı. Din ile aradaki buzlar eritildi. Bölgeye inildi. Tarihle barış sağlandı...
İşte Yeni Osmanlı olabilmek için sadece TÜRK OLMAK YETMEZ!
Osmanlı sadece Türk olduğu için üç kıtada at koşturmadı! Medeniyet kurduğu ve herkesi bağrına bastığı için büyüdü, cihana hükmetti!
Londra ile bütün anlaşmaları yapan kadrolar CHP'li olduğu için bunu anlamaları zor olacak. Zaman alacak. Bu nedenle içlerinden bir MEHDİ çıkacak. Devlet, onların 90 yıl öncesinde kalmalarına razı gelmeyecek!
Türkiye bütün kurumlarıyla MİLLİ ve BAĞIMSIZ olacak. CHP gibi MHP de buna uyacak! Başka çaresi yok.
Ya değişecek, ya yok olacak!
Avrupa'dan emir alıp gerçeklerin üstünü kapatmaya çalışanları saymazsak herkes bundan mutlu olacak...
Değişim sancılıdır!
Bu sancılar hayra alamettir!

NOT: Ordu yakın zamanda bölgede görev alacağı için içeride komutanı kalsın istemez... Ordu, milletin hizmetinde olduğu sürece de Ankara buna kayıtsız kalamaz!

Muhalefet

İnsan sabah gazeteleri eline aldığında kendi kendine"Acaba başka bir ülkede mi yaşıyorum?" diye sormadan edemiyor.
Herkes ait olduğu kulübün gözlüğü, forması ve sloganlarıyla hareket ediyor. Gerçeğin peşinde koşup, doğru fotoğrafı çeken çok az sayıda insan var. Gerçek çok pahalıdır! Her yerde bulunmaz. Ama yine de bir yerlerde onunla karşılaşmak, kucaklaşmak istersiniz. Ama olmaz... Eğer bu çabayı Türkiye'de gösteriyorsanız işiniz çok zordur! Şansınız yaver gitmezse hayal kırıklığı kaçınılmazdır...
Neyse... 
Ülke makas değiştirip hızla yol almaya başladığından beri hiç yapmadığım şeylere zaman ayırmaya başladım. Bunların başında salı günleri liderlerin grup toplantılarındaki performanslarını izlemek geliyor!
Haftada bir gün konuşan muhalefetin birşeyler söyleyip sokakları "heyecanlandırması gerekir" diye düşünüyorum. Ama nerede!
Muhalefet hiçbir soruna ve gelişmeye hakim değil.
İşleyen çarka katkı vermeyi bırakın doğru düzgün çomak bile sokamıyor!
Peki çevre ülkelere ve Avrupa'ya baktığınızda acaba Türkiye kadar iki ayrı kutba doğru yol alan bir siyaset aracı görebilir misiniz?
Hiç zahmet etmeyin... 
;Göremezsiniz! 
Çünkü ne yazık ki Türkiye kadar DIŞA açık bir başka alan bulamazsınız!
Çünkü devlerin üzerinde böylesine acımasızca tepiştiği başka bir coğrafya yok!
Nasıl mı?
Anlatalım...
Olan biteni anlamak için esen rüzgarların kaynağını bilmek şart. Biraz geri gidelim. 1969 yılına... 
Rahmetli ERBAKAN vekil olmak için soyundu. ADALET PARTİSİ kendisi için en uygun zemindi. Ancak Süleyman Demirel VETO edince çareyi bağımsız aday olmakta buldu. Konya'dan seçildi. Hatırı sayılır bir oyla... Yaklaşık bir yıl sonra 17 arkadaşıyla MİLLİ NİZAM PARTİSİ'ni kurdu. Ama şanssızdı! 12 Mart 1971 muhtırasıyla birlikte başı derde girdi. LAİKLİĞE AYKIRI ÇALIŞMALAR YÜRÜTTÜĞÜ iddiasıyla kapatma davası açıldı. Anayasa Mahkemesi de aynı kanıdaydı. Partiyi kapattı!
Yöneticilerine dokunan olmadı!
(Oysa AK Parti'yi kapatma davasında Erdoğan hedefti. Amaç onu durdurmaktı!) 
Partisi kapatılan Erbakan Hoca İsviçre'ye gitti. Bir süre orada kaldı. 1973 seçimleri yapılmadan önce akla uygun olmayan şeyler yaşandı! Laikliğe aykırı bir isim olarak fişlenen HOCA, dönemin kudretli komutanları MUHSİN BATUR ve TURGUT SUNALP tarafından ülkeye getirildi! Asker, darbe ile gönderdiği insanı sonra gidip alıyordu! Ve"laikliğin" masal olduğu bir kez daha anlaşılıyordu!
Öyle ya kudretli paşaların Erbakan'ı almalarının bir nedeni olmalıydı!
VARDI!
Erbakan Hoca'nın her zaman Avrupa ile ilişkileri iyi oldu. Onun böleceği OYLARA ihtiyaç vardı! Zaten gidenPAŞALAR da AVRUPA ile arası çok iyi olan isimlerdi. BATUR'un Fransızlar'la ilişkisi SIR değildi. Keza Sunalp Paşa da KONTRGERİLLADA söz sahibi olan birisiydi! Namı vardı! Şimdi biraz sıçrayıp 28 ŞUBAT'a gelelim...
28 Şubat'ta da hedef ERBAKAN'dı. Ancak bu kez AMERİKA ile arası iyi olan askerler boş durmuyordu.
Tanklar yürümeye başlayınca rövanşın alınacağı anlaşıldı.
Avrupa kanadının getirdiği HOCA, Amerikan kanadının çabasıyla gidiyordu! 60 yıllık Amerika-Avrupa savaşı yine su üstüne çıkıyordu! İki güç de Türkiye'yi kendi politikaları doğrultusunda DİZAYN etmek istiyordu. Hedefleri bambaşkaydı!
Darbeler, ekonomik krizler, suikastlar hep bu yüzden oldu. İki kutup ülkeyi karıştırırken Ankara hep çaresiz, bekleyen, kaderine razı olan, pasif ve silik bir konumdaydı!
Çünkü güçlü olmak için hem dengeleri iyi bilmek, hem de doğru tarafı seçmek gerekiyordu. Ankara bunu uzun zaman yapamadı. Özal yapmak istedi. Sonu ölüm oldu.
ASALA, PKK, Alevi-Sünni, Sol-Sağ çatışması hep bu odakların üretimiydi!
Bizi hiç kendi halimize bırakmadılar! Ankara'da biri çıkıp da "Neden hep bizle uğraşıyorlar? Önemimiz ne?" diye sorup değerimizi anlamaya çalışmadı.
Çalışılsaydı daha önceden, yani SOVYETLER dağılırken, fırlayıp giderdik. Yapamadık!
Türkiye ilk kez dengeleri doğru okudu. Amerika ve Rusya'nın ellerine geçirmek istediği GÜCÜ gördü.
Cebindeki kartların çokluğunu bildiği için pazarlık masasına rahat oturdu. Amerika ve Rusya ENERJİNİN, Avrupa ile Çin'e gitmesini istemiyordu.
İstemiyordu ama bunu yapacak güçleri ve oyun planları yoktu! İşte oyunu gören Türkiye bu TOPA girdi! Bu hamle 60 yıllık savaşı bitirecekti! Öyle de oldu! Erbakan örneğinde görüldüğü gibi ORDUNUN Türkiye dışında bir yerde olmasının önü kesildi. Kurumlar millileştirildi. Ankara'nın çıkarı öne alındı!
Özellikle bürokrasideki LONDRA bağlantılı kadrolar tasfiye edildi! Bunları yapmak kolay olmadı. Avrupa yanlıları etkisiz hale getirilirken, Amerika ile yıllardır çalışanlar KADRODIŞI bırakıldı. Çünkü Ankara, Washington ve Moskova'nın bu oyunu kendi başlarına oynayamayacaklarını biliyordu!
İşte sık sık AKIL dediğim bu!
Türkiye bir rotaya kilitlendi gidiyor! Ama SALI günü gruplarda konuşan MUHALEFET liderleri bunu görmüyor ya da görmezden geliyor! CHP, Kürt oylarını alıp Erdoğan'ın Çankaya yürüyüşünü kesmek için SEZGİN TANRIKULU gibi etkili isimlere kapısını açtı. Ama Birgül Ayman Güler "Türkle-Kürt eşit değildir" diye konuşunca bir çuval incir berbat oldu!
MHP de CHP'yi aratmıyor!
Çünkü çevreyi ve dünyayı okuyamıyor! Ya da okuyorlar ama susmak işlerine geliyor!
Bilemiyorum!
Bakın, onlarca bombanın, top mermisinin geldiği ve uçağımızın düşürüldüğü Suriye, PUZZLE'ın küçük parçası... Suriye ve çevresindeki BAAS rejimleri hep AVRUPA tarafından kuruldu. Avrupa'nın çıkarlarına hizmet etti. Babaları da oğulları da böyleydi! O rejimlerin yaşam süresi doldu. Esad ve diğerleri ne yapsa boş!
Gidecekler! Bölgeyi tamamen TÜRKİYE kontrol edecek.
Irak'ın Akdeniz'e olan bağlantısı ve BASRA'ya açılan kapısı Türkler'in elinde olacak! Londra ve Avrupalılar buradan eskisi gibi yararlanamayacak!
İçerideki ve dışarıdaki savaşın kısa özeti bu! Patriotlar'ın geliş amacı da bu! Her türlü tehlikeye karşı HAZIR KART!İşte bu gerçeği kabullenmek istemeyenler perde arkasında birleşti. CHP-MHP-BDP bu oyunda Ankara'nın karşısında! Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde üçü de Erdoğan'a karşı cephe alacak! İmralı süreci başladığı için sessiz kaldıklarına bakmayın. Öcalan bile BDP lideri DEMİRTAŞ'ı İmralı'ya istemedi.
NEDEN?
MHP, sürpriz bir şekilde İdris Naim Şahin'e sahip çıktı!
Amacı hükümeti içeriden yıpratmak! Çünkü bu üç partinin tek umudu AK PARTİ'yi içeriden bölmek! Çünkü kendilerinin bir şey yapacağı yok! Ee, rüzgara karşı koşandan da bir şey beklenmez ki!
NOT: Unutmayın! Eğer Avrupa, içeride bir ŞERİAT DEVLETİ kurulsa ve o devletin kendilerine hizmet ettiğini bilse"gıkını" çıkarmaz! LAİKLİĞİ, mucidi olduklarına bakmadan kaldırıp çöpe atarlar! Kemal Bey bunu biliyor mu acaba? Mesela İRAN!

Hiç yorum yok: