11 Ocak 2013 Cuma

Selçuk Küpçük:Türk ve Kürt milliyetçiliği kaynağını Kemalizm’den alıyor -BÜNYAMİN KÖSELİ

Selçuk Küpçük, 1996 yılında çıkardığı Tebessüm Provaları albümüyle adını duyurdu. Ülkücü hareket üzerine kafa yoran, değişik dergi ve gazetelerde yazılar da kaleme alan sanatçının, ‘Yüzleşmenin Kişisel Tarihi’ isimli yeni kitabı, yayımlandı.
Sadece kitap kapağındaki fotoğraf bile 1980 öncesindeki karanlık günleri bütün çıplaklığıyla anlatmaya yetiyor. 2 Mart 1977 günü İstanbul’daki bir öğrenci yurduna düzenlenen bombalı saldırı sonucunda hayatını kaybeden Mustafa Erol’a ait cenaze, ülkücü arkadaşlarının omuzlarında taşınıyor. Yağan kar öylesine şiddetli ki merhumun tabutuna omuz veren üniversite öğrencilerinin yüzleri belli belirsiz seçilebiliyor. Yazar Selçuk Küpçük, 35 yıl önce çekilen bu siyah-beyaz fotoğraf üzerinden ülkücülüğünü, Yüzleşmenin Kişisel Tarihi isimli yeni kitabında sorguluyor.

    Son beş yılda Yolcu dergisinde çıkan yedi makalesini gözden geçirerek kitap haline getiren Küpçük, daha ilk bölümdeki, ‘Ülkücülüğün mitolojik-politik taşıyıcıları: Ergenekon, Bozkurt ve Kürşat’ isimli makaleden konuya olan vukufiyetini gözler önüne seriyor. Yazarın ülkücü camia ile tanışması çocukluk yıllarına uzanıyor. Ordu’da doğan Küpçük, fikirsel anlamda babasından etkilenir. Dayıları da dönemin hızlı ülkücülerindendir. Arif Nihat Asya’yı, Nurettin Topçu’yu, Hüseyin Nihal Atsız’ı daha çok küçük yaşlarda babasının abone olduğu edebiyat dergilerinden tanıma fırsatı bulur. Arkadaşları sokakta oynarken o gazete kupürlerini kesip arşiv yapmakla meşguldür. Gazi Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik Bölümü’nü kazanınca Ankara’nın yolunu tutar. Başkente varır varmaz hiç vakit kaybetmeden ülkü ocağında alır soluğu, memleketten getirdiği referans pusulasını başkanın eline tutuşturur. İlk yıl fanatik bir ülkücüdür. Başbuğ Alparslan Türkeş’in evinin önünde nöbet tuttuğu ilk günü hiç unutamaz. 12 Eylül darbesinin üzerinden çok vakit geçmemiştir henüz. Hem sağ hem de sol gruplar bir toparlanma süreci içindedir. Bir akşam, abisinin yakın bir arkadaşı evlerine çay içmeye gelir. Misafirin elindeki ‘Bizim Dergâh’ dergisi Küpçük’ün dikkatini çeker. İlk kez camia içinden bir dergi, İslamî referansları böylesine yoğun bir şekilde sayfalarına taşıyor, ülkücülüğü İslam öncesinin dar kalıplarına hapsetmiyordu.
Bursa Cezaevi’ndeki bir grup ülkücü tarafından çıkarılan dergi, bundan sonraki fikir hayatını şekillendirecekti Küpçük’ün. Dergi sayesinde üniversite birinci sınıfta, ‘Ortodoks Ülkücülük’ diye tabir ettiği ana akımdan kopmuş, Muhsin Yazıcıoğlu grubuna yaklaşmaya başlamıştı. Bizim Dergâh dergisinin Ankara’daki bürosunun basılması ve derginin ülkü ocakları tarafından yasaklanması, yazarın kopuş sürecini daha da hızlandırır. Küpçük, bir yandan da müzik çalışmalarına devam eder. İlkokuldan beri bağlamasını elinden hiç düşürmez. 1996 yılında çıkardığı Tebessüm Provaları isimli albümle adını duyurur. Albümde okuduğu Sezai Karakoç’a ait Mona Roza isimli şiirle birlikte geniş kitlelerin dikkatini çeker. 2000 yılına kadar miting meydanlarında konserler verir. Bu tarihten sonra daha münzevi bir hayat yaşamaya başlayan Küpçük, değişik dergi ve gazetelerde şiirler, kitap incelemeleri, poetik metinler, eleştiri yazıları ve sosyolojik analizler kaleme alıyor. Albüm çalışmalarının yanı sıra Kürt meselesi hakkında da kitaplar yazıyor. Bu kapsamda her yıl Ordu’ya gelen Doğulu fındık işçilerinin yaşam koşullarının iyileştirilmesi için bir sivil toplum kuruluşuyla birlikte çalışmalar yürütüyor.
Ülkücü hareketin belleği yok
Yazar Selçuk Küpçük’ün sorgulayıcı bir yanı var. Bu sorgulayıcı kimlik, körü körüne bir muhaliflikten ziyade gönül verdiği davanın daha evrensel bir boyuta taşınması adına ufuk açıcı bir nitelik taşıyor. Kitapta kimseyi kırıp üzmeden çok naif bir dille eleştirilerini sıralıyor. En çok dert yandığı noktalardan birini, “Ülkücü hareketin belleği yok.” cümlesiyle dile getiriyor. Kaynak toplama hususunda çok büyük sıkıntı çektiğini söyleyen yazar, “Birkaç kişi dışında camiada arşivcilik üzerine kimse çalışmamış.” diyor. Küpçük, sözlerine şöyle devam ediyor:
“Türkiye’de ülkücülük Batılı kaynaklardan besleniyor. Ben bu beslenmenin sorunlu olduğunu düşünüyorum. Batılı kaynaklar ülkücülüğü sadece İslam öncesi kaynaklara dayandırıyor. Hâlbuki Anadolu’daki maya böyle değil. Türkler nasıl Türk olarak kalmıştır? Bu soru çok önemli. Türkler tabii ki Müslüman olarak Türk kalmışlardır. Bugün ülkücülerin örnek alması gereken Anadolu mayasıdır.
Ülkücülük, Türklerin özgün kimliğiyle İslam’a ve insanlığa hizmet etme performansından başka bir şey olmamalı. Bunun dışındaki dünyalık hevesler gelip geçicidir. Yoksa kaynağını Ergenekon’dan, Kürşat’tan alan bir ideoloji bu topraklarda daha fazla barınamaz. Ülkücülük, kaynağını Kemalizm’den mi alacak yoksa İslam’dan mı? Buna karar vermek gerekiyor. Eğer Kemalizm’den alırsa gittikçe yerelleşir ve Türkiye topraklarına hapsolur. Mesela bugün en küçük sivil toplum kuruluşları bile yurtdışına yardım götürüyorken Ülkücü hareket bu konuda çağın gerisinde kaldı. Aynı tehlike Kürtler için de geçerli. Kürt milliyetçiliği de mayasını Anadolu’dan almıyor. Kemalizm’in etkisiyle seküler bir tarih oluşturmaya çalışılıyor.”

Hiç yorum yok: