15 Ocak 2013 Salı

Paris’teki esrarengiz vak’a-‘Fransız istihbaratı’ deyip geçmeyin-Taha Kıvanç


Paris’teki esrarengiz vak’a

Gare du Norde’ta işlenen üçlü cinayeti araştıran Paris Emniyeti’nden dedektifler, hemşehrileri Gaston Leroux’un Agatha Christie dahil bütün polisiye yazarlarını kıskandıran ‘Sarı Odanın Esrarı’ romanını herhalde okumuşlardır. İlk baskısı 1908’de yapılan ve ‘kilitli oda cinayeti’ diye bilinen türün en ilgi çekici örneği olan roman son cinayeti çözmek için ipuçları taşıyor çünkü...
Tek bir kapısı dışında binayla başka bağlantısı bulunmayan içeriden kilitli bir odada genç bir kadın ölümcül halde bulunur romanda... Ancak kapısını kırarak odaya girebilen polisler fâili içeride bulamazlar. Genç kadını kim, nasıl yaralamıştır?
Fâil daha sonra birini öldürdüğü için cinayetten aranmaktadır.
Romanda gizemli olayları polis değil, Joseph Rouletabille adlı henüz meslek hayatının başlarında gencecik bir gazeteci çözer...
Uzun yıllar önce olağanüstü etkilendiğim ‘Sarı Odanın Esrarı’ romanını geçenlerde yeniden okudum. Bedava versiyonunuAmazon’dan iPad’ime indirerek... Hem yazarına, hem de onun hayal dünyasının eseri kahramanın düşünce tarzına bir daha hayran kaldım...
‘Kim, nasıl?’ sorularına cevap vermeyeyim, romanı siz de Türkçesindenokuyun... Şu kadarını söyleyeyim: Sûreté’nin eldeki verilere ve görünene bakarak çaresiz kalakaldığı esrarengiz olayı, genç gazeteci, her aşamada “Acaba?” sorusuna cevap arayarak ve sunulan kabulleri kabul etmeyerek çözebilmişti.
Paris’te önceki akşam ne olduğunu hatırlayalım: Yakınlarından biri, ‘Kürdistan Enformasyon Merkezi’nde çalışan genç bir kadının beklendiği saatte eve gelmemesinden kuşkuya düşüp işyerine gidiyor... Şifreli dış kapıyı kapalı buluyor... Zile basıyor, cevap alamıyor... Ne yapsın, eve dönüp bekliyor... Gece geç vakte kadar gelmeyince kuşkulanıp yeniden binaya gidiyor... Kapıdan kan sızdığını fark edince polise haber veriyor...
Binaya girebilmek için dış kapıdaki dijital kilidin şifresini bilmek veya içeridekilere geldiğini belli edip kapıyı açmalarını istemek gerekiyor... Dış kapı açılıp girildiğinde de sorun bitmiyor; her katın girişinde de kilitler var... Paris polisinin verdiği bilgiye göre, üç kadının bulunduğu katın kapısı kilitliymiş; onlardan aldığı bilgiyi nakleden Türkiye’nin Paris büyükelçisi Tahsin Burcuoğlu “Cinayeti işleyen kapıyı kilitleyip gitmiş” açıklamasını yaptı.
Dün bu yazıya oturduğum âna kadar olayla ilgili bilinenler bu kadardı.
Olayda hayatını kaybeden kadınların üçü de PKK ile irtibatlı. Biri (Sakine Cansız) PKK’yı kuran dört kişiden biriymiş; 1980 sonrası Diyarbakır Cezaevi’nde işkencelere mâruz kalmış. Hapisten çıktıktan sonra Almanya’ya gidip uzun yıllar orada PKK adına çalışmış. Fransa’ya geçişi şu yakınlardaymış. En gençleri Leyla Söylemez o binadaki örgüt ofisinde çalışıyormuş... Cumhurbaşkanı Hollande’ın tanıdığı Fidan Doğan ise Brüksel’deki Kürdistan Ulusal Kongresi’nin Paris temsilcisiymiş...
Gazetelerden derlediğim bu ayrıntılar olayda hayatını kaybeden üç kişinin kimliklerine ışık tutuyor...
Kim, neden öldürmüş olabilir PKK’yla ilişkileri bu denli açık olan üç kadını? Şu zamanda?
Yazdığım gerçek bir olay değil de bir roman olsaydı çok basit bir kurguya başvurur, son gelişmelerden duydukları hayal kırıklığına bağlı ‘toplu intihar’ trükünü tercih ederdim. Ancak hayatın gerçekleri sanal dünyadan çok farklı, o sebeple böyle bir kolaylığa sapmak zor. Romanda, genç gazeteci Rouletabille, ilk bakışta görünmeyen pek çok ayrıntıyı teker teker keşfederek sonuca ulaşır; ama kâtilin kimliği ve olayın gizemi sebebiyle suçlunun kaçmasına izin verir...
Şaşırdınız mı? Gerçeklerin dünyasında da bazen suçluları bulup kulaklarından tutarak adalete teslim etmektense sis perdesinin olayın üzerinde kalmasına izin verilebiliyor...
Her tarafın bir merkezden izlenen kameralarla donatılmış olduğu, yüzleri tanıyan bilgisayar programıyla içeri giren/ler/in derhal tespit edilebileceği günümüzde Fransızlar ne yapar dersiniz?
‘Sarı Odanın Esrarı’ romanının trükleri tekerrür etmez, umarım.


‘Fransız istihbaratı’ deyip geçmeyin

“Bakalım ilk kim dikkat çekecek?” diye düşünürken ‘Fransız istihbaratı bilgi sahibi olmalı’ kocaman başlığıyla karşılaştımMilliyet’te... PKK’yla ilintili üç kadının Paris’te hayatlarını kaybetmesine yol açan olayın üzerinden neredeyse bir hafta geçtiği halde suçlunun ‘kim’ olduğu hususunda hiçbir ‘somut’ bilginin paylaşılmaması gözleri Fransız istihbaratına çevirir elbette...

Günümüz teknolojisi en çok ‘kriminoloji’ alanında harika sonuçlar veriyor. İster âdi suç olsun, ister siyasi bir cürüm, fark etmiyor; olay yeri inceleme ekipleri ve özel eğitimli uzman polisler kısa sürede suçluyu ortaya çıkarıyor. Eskisi gibi yoğun ‘fâili meçhul’ dosyaları yoksa, en önemli sebebi budur.

Tabii bir de olayların üzerinin örtülü kalmaması yolundaki irade...

‘Fransız istihbaratı’nı hafife almayın; Alexander de Marenches (1921-1985) adlı efsaneleşmiş istihbarat şefi sayesinde dünyanın en etkili servislerinden biri haline gelmiştir SDECE. Yalnızca milli servisin başında değildi; CIA’nin başındaki Baba Bush ile birlikte oluşturduğu ‘Safari Kulüp’içerisinde Suudi Arabistan, Mısır, Fas ve İran ile ortak operasyonlar da düzenledi de Marenches...

CIA işin içindeydi. ‘Safari Kulüp’ operasyonlarına finansmanı Suudi Arabistan, teknik altyapıyı da Fransa sağlamaktaydı. Toplantılarına ara ara İsrail istihbarat şeflerinin katıldığı da biliniyor. Bir dönem MİT de kulüp çalışmalarında bulunmuştu.

Kulüp, operasyonları için gereken parayı ânında devreye sokabilmek için, BCCI adıyla bir de banka kurmuştu. Dünyanın her tarafındaki ortak operasyonlar BCCI’dan besleniyordu. Sovyet işgali altına düşen Afganistan’da, Sovyetler’in kışkırtmasıyla komşusuna saldıran Etiyopya’ya karşı savaşan Somali’de çok işe yaradı ‘Safari Kulüp’; en büyük başarısı ise Enver Sedat’ın Kudüs’ü ziyaretiyle başlayan ‘İsrail-Mısır’ barışıydı (1977).

İran’da 1979 yılında gerçekleşen İslâm Devrimi sonrasında ele geçen gizli belgeleri inceleyen Mısırlı gazeteci Muhammed Hasaneyn Heykel varlığını ve operasyonlarını fâş edince ‘Safari Kulüp’ çalışmaları sona erdi. Ancak Fransız istihbaratının Ortadoğu’daki örgütlerle ilişkisi hep devam etti.

Vatikan tarafından özel bir soruşturma konusu yapılan Mehmet Ali Ağca’nın merkezinde olduğu ‘Papa’ya suikast girişimi’ de, hazırlandığı söylenen rapora göre, Fransız istihbaratıyla bir biçimde ilişkiliydi. Papa 2. Jean Paul’ün Vatikan’a getirdiği yeni zihniyetle sorunu olan Fransız bir kardinal, varlığını Hıristiyanlığa zarar verici bulduğu için istihbarat örgütünün kapısını çalmış, de Marenches de ilişkide olduğu bir ülkeden yardım istemişti.

Kendisine isimleri teşhir etmeme şartıyla verilen Vatikan raporunu roman haline getiren New York Times’ın Tad Szulc adlı Katolik yazarı, o ülkenin ismini Türkçeye de çevrilen ‘Papa’yı Öldürmek’ kitabında veriyor: Türkiye... Ağca Roma’ya giderken kendisini örgütünün görevlendirdiğini sanıyordu; ona suikast emrini veren örgüt de, görevlendirmeyi Fransa’daki uzantısı istediği için yapmanın gönül rahatlığı içindeydi. Oysa Türkiye’deki örgütün Fransa’daki uzantısı Fransız istihbarat servisinin şantaj baskısı altındaydı.

Papa’yı vuran silâhı tutan el bir Türk’e ait olsa da tetiği çektiren iradenin sahibi Paris’teydi, Tad Szulc’a göre...

Geçmişi böylesine ‘parlak’ başarılarla dolu bir istihbarat servisine sahip Fransa’da, Paris’in tam ortasında, Gare du Norde istasyonuna bitişik ve önünden geçenin fotoğrafla tespit edildiği bir binada ölü bulunmuş üç kadının fâili, aradan bir haftaya yakın bir zaman geçmiş olmasına rağmen, hâlâ meçhul...

Olacak şey değil.

Fransa Cumhurbaşkanı Françoise Hollande’ın, “Birini iyi tanırdık, sıkça görüşürdük” dediğini de unutmuş değilim.

Acaba kendisi bizzat mı görüşürdü, yoksa görüşen devlet görevlilerinin yazdığı raporları okuyarak mı görüşmelerden bilgi sahibi olurdu Hollande? Son buluşmada hayatına mâl olacak şeyler söylemiş olabilir mi görüştükleri kişi?

Milliyet’in kuşkusu çok yerinde: Fransız istihbaratı bilgi sahibi olmalı...

Hiç yorum yok: