20 Ocak 2013 Pazar

Kemal Atatürk öte alemden seslenirken- Cemil Koçak

Atatürk ile doğrudan temas kurmak mümkün müdür? Necla Çarpan’ın kitabını görünceye kadar bu soruya tereddütle cevap verebilirdim. Ancak Necla Çarpan’ın ‘Öte Alemden Atatürk Sesleniyor: İlâhî Nutuk’ kitabını okuyunca konuyu düşünmeye değer buldum!

SON zamanlarda özellikle ulusalcı çevrelerde “Atatürk yaşasaydı ne derdi; ne yapardı?” sorusu daha sık dile getirilir oldu. Günümüzde yaşanan tüm sorunların çözüm yolunun yine Atatürk’ten esinlenerek çözülebileceğine ilişkin derin inanç, bu soruyu neredeyse kaçınılmaz kılıyor. Tüm siyasal alanın ancak Atatürk ve Atatürkçülükten beslenebileceğine ve ancak bu sayede meşruluk kazanabileceğine yönelik önkabul, ister istemez bu soruyu dile getiren çevrelerin düşünce ufkunu daraltıyor. Eğer günümüzün sorunlarına ilişkin sihirli bir çözüm formülünüz varsa, bu türden bir formülün patentinin sadece sizin adınıza kaydedilmiş olması muhtemelen yeterli olmayacağı gibi, heyecan verici de olmayacaktır. Ancak formülün patentinin Atatürk’e ait olmasıdır ki, çözüm önerisinin meşruluğunu ve doğruluğunu sağlayacak yegane ögedir ve bu nedenle belirli bir kitle açısından talep edilendir de.

Atatürk’le doğrudan irtibat kuranlar var

Acaba Atatürk ile doğrudan temas kurmak mümkün müdür? Elbette Anıtkabir ziyaretlerinden söz etmiyorum. Atatürk bizimle doğrudan iletişim kurabilir mi sorusuna yanıt arıyorum. Bazılarımız bunun mümkün olmadığını düşünebilir; bazılarımız hayli şüpheyle yaklaşabilir. Ne var ki, hiçbir konuda kesin yargıyla hareket etmemek gerekir.
Ben de Necla Çarpan’ın kitabını görünceye kadar bu konuda tereddütlü yanıt vermeye yatkın olabilirdim. Fakat yazarın “Öte Âlemden Atatürk Sesleniyor: İlâhî Nutuk” kitabını görüp de okuyunca, doğrusu bir miktar yeniden düşünme ihtiyacını duydum. Kitabın ilk basımı 1973 tarihli. Elimdeki metin ise, genişletilmiş ikinci basım olup, muhtemelen 1975 yılında yayınlanmıştır. Kitabın daha sonra yeniden ve genişletilerek 1976 yılında bir kez daha basıldığını saptayabildim.
Üç yıl kadar hapiste kaldığını açıklayan yazar, kitabında Atatürk’ün kendisine “öte âlemden” seslendiğini belirtmektedir: “1959 yılından beri Atatürk’ümüzün mübarek ruh varlığından aldığım mesajlar dolayısıyla görülüyor ki, Atatürk (...) ölümsüzlük âleminden sesleniyor.” Yazar, Atatürk’ün elyazılı mesajlarını yayınlamıştır: “Okuduğunuz mesajlar, kendileri tarafından verilen ve hiçbir kelimesi ve satırı değiştirilmemiş, hatta yaşantısındaki el yazısının aynı olan tebliğlerdir.”
Yazarın öyküsü şöyle başlıyor: 1959 yılının noel gecesinde medyum olduğunu öğrenmiştir. O gece başlayan ruh çağırma seansı sırasında Atatürk’e de seslenmiştir. Atatürk de kendisine. 27 Mayıs öncesinde Atatürk yazara bütün olacakları aktarmış ve “büyük vazifeler ve emirler vermeye” başlamıştır.

Atatürk’ün sesi; daha doğrusu kalemi

1960 yılında Atatürk milliyetçilik konusunda şöyle demektedir: “Türkler, açık yürekli, sevimli insanlardır, istila ettikleri kavimlerin kızlarıyla evlenmişlerdir. Buna rağmen, Türk kadınları en mükemmel erkek olarak kendi erkeklerini beğendiklerinden ve bu bir anane olduğu için diğer milletlerin erkekleri ile evlenip çoluk çocuk yapmadıkları için de erkekten gelen nesli Türkü bilhassa muhafaza etmişlerdir.”

1968 yılında Atatürk gençlere seslenmekte ve aralarında kavga etmekten vazgeçmelerini istemektedir. Sağ-sol diye ayrılmak doğru değildir. Hep birlikte çalışmak varken, ideolojilerin taassubu altında kalmak da yanlıştır. 1971 yılında ise “materyalist ve maddeci” genç kuşaklara karşı uyarılarda bulunmakta ve “sapık ideolojiler”den söz etmektedir. Pek çok okuyucunun da hatırlayacağı gibi, bu yıllar “anarşi”nin hakim olduğu dönemdir ve sonradan 68 kuşağı olarak tanımlanacak devrimci gençlerin eylemlerine tanık olmaktadır. Ordunun iktidara el koyduğu bu sırada Atatürk’ün de 12 Mart askeri cuntasıyla aynı görüşlere sahip olduğunu öğrenmek ilginçtir.

Atatürk’ün 1972 yılında televizyon yayınlarının yurt çapında genişletilmesi ve çift kanal sağlanması yolunda uyarısı vardır.

Ve tabii ki komünizmin mutlaka önüne geçmek lazımdır. Üniversite sınavı kaldırılmalı, öğrenciler fakültelere yetenekleriyle alınmalıdır. Çeşitli illerde fakülteler açılmalı; kampüsler yaygınlaştırılmalıdır. Yabancı dil eğitimi veren “ecnebi kolejler”e artık ihtiyaç kalmamıştır. Çünkü “orada yetişenler şimdi Türklüğünü, ananesini, dinini unutturmak için birer misyon haline getirilmiş misyonerlerin memlekete soktukları nifakçılar”dır. 1975’de Atatürk’ün Kıbrıs’ta ABD ile SSCB’den bağımsız politika izleyen bir Türkiye’den yana olduğunu görüyoruz. Ancak Türkiye’nin eninde sonunda İslâm âleminin liderliğini üzerine alacağından da emindir. Zaten Allah da “kâfirlerle çarpışın” demektedir. Fakat kâfirler, dinsiz ve Allahsız olan komünistlerdir. Bu bakımdan yanlış anlamaları önlemek isterim. Komünizmle mücadele edebilecek yegane güç İslâmiyet ve Müslümanlıktır. Bu bakımdan Amerika’ya ve Rusya’ya, bu arada İsrail ve siyonizme karşı İslâm birliği kaçınılmazdır. Emperyalistler de siyonistlerin planı doğrultusunda Ortadoğu’yu ele geçirmeye çalışmaktadır.

Atatürk, Türkiye’nin geleceğini dizayn edecek “Devrim Konseyi” kurulmasından yanadır. “Askeri bir millî güvenlik tezi plan ve programı” hazırlanmalıdır. Ülke “cahil bir zümrenin siyaset ve politika yaptığı ortamdan kurtarılmalı”dır. “Değerli fikir adamlarının konseyler halinde özgür anlayış içinde kalkınma programlarını benimsettiği, fikir ortamını geliştirdiği bir büyük yapıcı çağ” açılmalıdır.

Atatürk, Türk milletinin bariz özelliğinin ırsî ve “kromozon vasfı” olduğunu belirtmektedir. Türk milleti, “İslâmiyetten evvel de Müslüman olarak yaşamış ve İslâm törelerini milletçe benimsemiştir.” Atatürk, gençlerin sol eğilimli olmasına karşı da tekrar uyarılarda bulunuyordu: “Güzel ahlâkı benimsemeyenler anarşist” oluyordu.

Atatürk, Kıbrıs harekâtının yapıldığı gecenin ilerleyen saatlerinde şöyle seslenmiştir:

“Eğer bir hava akımı ile çıkartma yapılabilirse, ada kurtarılır.” Yazar soruyor, “Ne olacak Atam?”. Yanıt: “Ada etrafında hep mayın, torpil döşediler; çıkartma yapılacak limanları kestiler. Karadan, yani deniz yoluyla karadan geçmek mümkün değil, ancak hava indirmesi yapılır.” Atatürk, o zamana kadar hazırlık yapılmamasından ötürü sorumluları eleştirmektedir. Hatta bu eleştirilerden bizzat İsmet İnönü’nün de payını aldığı görülmektedir. Fakat yazar, aynı gece Atatürk’ün genelkurmaydaki toplantıya katıldığını da belirtmektedir. Nitekim hava indirmesinin tercih edilmesi Atatürk’ün ikâzı üzerine gerçekleşmiştir. Bir gün sonra ise Atatürk, Kıbrıs davasının nedenini açıklamıştır:

“Yassıada davaları ihdası ve neticeleri Yunan kopiline bu arsızlığı vermiş”tir.

Zaten Ecevit de yeterli değildir: “Ordumu Ecevit çok müşkül duruma” sokmuştur. Gerekirse 12 adalar, Dedeağaç, Karaağaç, Selanik geri alınmalıdır.

Yazarın daha sonraki tarihlerde yeni yeni tebliğler yayınlayıp yayınlamadığını saptayamadım; fakat günümüzün ulusalcılarının pek çok tezinin bu tebliğlerle örtüştüğünü görünce bir kıyak yapmak istedim. Belki bu kitabın yeni baskılarını yaptırıp dağıtmak isteyebilirler. Yakışır.

Hiç yorum yok: