21 Ocak 2013 Pazartesi

Dersimiz: Yakın tarih, Hocamız: Avigdor Lieberman!Taha Kılınç


Dersimiz: Yakın tarih, Hocamız: 

İsrail Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman, geçtiğimiz hafta The Jerusalem Post için kaleme aldığı Türkiye konulu makale ile -bugüne dek pek de fark edilmeyen- 'entelektüel derinliğini' kamuoyuyla paylaşmış oldu.

Avigdor Lieberman, yazıyı okumayanlar için tekrarlayacak olursak, özetle şunu söylüyor:

"İsrail aslında Türkiye ile çok yakın bir işbirliğini arzu ediyor. Ama Türk hükümetinin inatçı ve kadir-kıymet bilmez tutumu yüzünden bu bir türlü gerçekleşmiyor. Yine de umutsuz değiliz, gelin inadınızdan vazgeçin, eski güzel günlere dönelim. Ha bir de, Haziran seçimlerinde İsrail'i seçim malzemesi olarak kullanmayın!"

Türk mevkidaşı Ahmet Davutoğlu'nu Kudüs'te ya da başka herhangi bir yerde buluşarak, sorunları çözmeye çağıran Lieberman, Türkiye'nin içinde bulunduğu 'politik açmaz'la ilgili 'çarpıcı' bir tespit de yapmış. Türkiye'de dönem dönem dillendirilen "Türkiye'nin İranlaşmakta olduğu" şeklindeki tezi kullanan Lieberman'a göre durum şöyle:

"Maalesef, Türkiye'de şu anda olanlar, Ayetullah Humeyni'nin önderlik ettiği İslam Devrimi öncesi İran'ı anımsatıyor. Türkiye gibi İran da (devrim öncesinde) İsrail'in en yakın müttefiklerinden biriydi. Hükümetler ve halklar bazında iki devlet de çok iyi ilişkilere sahipti."

Şimdi burada durup, devrim öncesine İran'ına gidelim ve yakın tarihi anlamaya çalışma çabasında İsrail Dışişleri Bakanı'na yardımcı olalım:

1979'da neredeyse bütün İran halkının ortak çabasıyla devrilip ülkeden uzaklaştırılan Şah Muhammed Rıza, halkının çok da bayıldığı bir lider değildi. Kurmuş olduğu SAVAK adlı istihbarat örgütü, uzun yıllar boyunca İran içinde ve dışında o kadar çok suiistimale, cinayete ve insan hakkı ihlaline bulaşmıştı ki, insanlar özgürlük ve adalet çağrısını bayraklaştıran Humeyni'ye sığındılar.

Şahlık dönemi İran'ında fakirlik de diz boyuydu. Şah ve ailesi, tatillerini Avrupa'nın en gözde mekânlarında geçirirken, başkent sokakları bile yıkıntılardan, harabelerden geçilmiyordu. Yönetici sınıf ve onların kayırdığı bir zümre siyasal ve ekonomik olarak gücüne güç katarken, halk tabakaları her türlü mahrumiyetin pençesinde can çekişiyordu.

Şah, yönettiği ülkeyi doğru okumaktan o kadar uzaktı ki, 16 Kasım 1949'da başlayan ABD ziyareti sırasında kendisiyle defalarca buluşup, ülkesindeki fakirliği ve adaletsizlikleri ortadan kaldırması için adeta yalvaran, bunu yapmadığı takdirde halkının desteğini kaybedeceği konusunda kendisini uyaran Amerikalı yetkililere her defasında şu cevabı vermişti: "Benim ihtiyacım olan şey silahlanma. İran'ı ve tahtımı ancak silahlanma yoluyla koruyabilirim."

Söz konusu ziyaret sırasında henüz 29 yaşında bulunan Şah Muhammed Rıza, yönetimi boyunca nasıl bir 'vizyon'la hareket edeceğini Amerikalılara göstermişti.

Amerikalı yetkililer ısrarlarını çok fazla sürdürmediler. Zaten Şah da ısrardan hoşlanmamaktaydı. 1950'lerin ortasından itibaren İran, silah tüccarlarının cirit attığı ve akıl almaz kazançlar edindiği çok verimli bir pazar durumuna geldi.

Ortadoğu'nun savaşlarla, darbelerle ve suikastlarla sarsıldığı bütün bu yıllar boyunca, Şah bir yandan ülkesini demir yumrukla yönetmeyi sürdürdü, bir yandan da İran'ın petrolden elde ettiği muazzam gelirleri yabancıların cebine akıtmaya devam etti.

Bütün bu silah ticaretinden aslan payını, tahmin edilebileceği üzere Amerikalılar ve İsrailliler kaptı. Bilahare İsrail'in en güçlü medya patronları arasına katılacak olan Yaakov Nimrodi, yaklaşık 20 yıl, İsrail'in Tahran Büyükelçiliği Askeri Ataşeliği görevini sürdürürken, aslında esas misyonu İran'ın silahlanmasına yardımcı olmak, silah tüccarlarının İran'daki faaliyetlerini organize etmekti.

Avigdor Lieberman'ın sitayişle söz ettiği İsrail-İran birlikteliği işte böyle bir birliktelikti. İran halkı ise bu ittifakı onaylamak şöyle dursun, fakirliklerinin ve çaresizliklerinin ana nedeni olarak İran'ı 'sömüren' bu dış güçleri görüyordu. Her şey göz önünde olup bitiyordu, herkes her şeyin farkındaydı. Belki bir tek Şah, yaklaşmakta olan feci akıbeti kestirecek ferasetten yoksundu.

İslam Devrimi'nin lideri Ayetullah Humeyni "Büyük Şeytan Amerika, Küçük Şeytan İsrail" söylemini insanlara duyururken böylesine geniş bir destek bulduysa, bunda Şah döneminin icraatlarının payı var. Dolayısıyla 1979'a kadar harika olan ilişkilerin 1979'da bir çırpıda değiştiğini savunmak hiç de gerçekçi değil. Lieberman'a toplumların geceden sabaha aniden değişivermeyeceğini hatırlatmak gerekiyor.

Şimdi, yakın tarih konusunda bize birçok dersler veren, 'birikim'iyle göz dolduran (belki 'Stratejik Derinlik' benzeri bir kitap da yazıyordur!) Avigdor Lieberman'dan ikinci bir yazı beklemek hakkımız olmalı.

İkinci yazı için Lieberman'a konu teklifi:

İran'da devrim öncesinde faaliyet gösteren İsrail yanlısı lobinin ya da SAVAK ve MOSSAD'ın ortaklaşa düzenlediği operasyonların, İsrail'in İran halkı nezdindeki imajına katkıları.

Hiç yorum yok: