20 Aralık 2012 Perşembe

Yüzyıl önce Uşi Anlaşması -İlber Ortaylı


İtalya topraksız ve işsiz nüfusunu, aç sermayesini doyuracak yerler arıyordu. Yer küre paylaşılmıştı. Habeşistan macerası hüsranla bitmişti. Zayıflayan bir devletin Afrika vilayetlerine göz dikti, 1911 Eylül’ü sonunda Trablusgarp’a hücum etti

18 Ekim 1912’de İsviçre’de Uşi’de İtalyan Krallığı ve Osmanlı İmparatorluğu delegeleri arasında Uşi Anlaşması imzalandı, heyet başkanı Gazi Ahmet Muhtar Paşa’ydı. Bu anlaşma aşağı yukarı yarım yıl sonra imzalanacak ve Balkan Savaşı’nı bitirecek Londra Konferansı ile birlikte imparatorluğun ve Rumeli’deki Türk anavatanının elden çıkışının belgesidir. Baş şehir bütün Osmanlı Rumelisi bu anlaşmanın meşum günlerinde büyük facialar yaşadı. Hükümetin tecrübesiz dış politikası yüzünden olmayacak bir şey oldu. İtalya’nın Ege adalarına saldırdığı bir zamanda küçük Karadağ Prensliği 8 Ekim’de Türkiye’ye harp ilan etti. Bu küçük Karadağ Prensliği’nin tek başına alacağı bir karar değildi; ardından Uşi Anlaşması’nın imzalandığı gün Bulgaristan ve Sırbistan birkaç gün sonra da Yunanistan bu ittifaka katıldı. Balkan devletleri tarihlerinde ilk ve son defa bir ittifaka ve ardından da adet üzere şiddetli bir kavgaya girişeceklerdir.

İtalyan donanması Çanakkale’yi zorladı ama geçemedi

İtalya birleşmişti. Bu birleşmenin sorunları bugün bile devam ediyor. Lombardia ve Venedik zenginliği, Toscana ise İtalya’nın Avrupa’ya hocalığını yapan kültürünü temsil ediyordu. Roma’nın güneyinde kalan İtalya yani Mezzogiorno ve Sicilya ise İtalyan’dı, dindar Katolikti, fakir ve feodaldi. Tek vatandaş inisiyatifi ortaya çıkan özgün suç örgütü Cosa Nostra, ‘mafya’ydı. Abartmamak lazım ama bugün de sorunlar benzer şekilde devam ediyor. İtalya topraksız ve işsiz nüfusunu, aç sermayesini doyuracak yerler arıyordu. Yer küre paylaşılmıştı. Habeşistan macerası hüsranla bitmişti. Zayıflayan bir devletin Afrika vilayetlerine göz dikti; Trablusgarp ve Bingazi Sancakları ve güneyindeki Fizan yani bugünkü Libya. İtalya

1911 Eylül sonunda Trablusgarp’a hücum etti. Libya’daki tümen yanlış bir kararla Yemen’e sevk edilmiş ve koca ülke İtalya’ya karşı savunmasız kalmıştı. Açıkçası İtalyan saldırısı beklenmiyordu. İtalya, Trablusgarp’a saldırdığı zaman eyaletin başında vali değil, vali ve kumandan vekili Neşet Bey vardı. Otuzlu yaşlarının başındaki üç kurmay subay; Binbaşı Enver, Binbaşı Ferit ve Kolağası Mustafa Kemal beyler. Buraya, gizli olarak gönderildi ve Sunûsilerle birlikte savunmaya geçtiler. Libya Sunûsilerini tanımıyoruz. Bu hanedanın izlediği İslami politika bir çöl şeyhliği veya basit bir tarikat değildir, Müslümanların vahyi kendi iradeleriyle tefsir ve mevcut içtihatlardan birini kendi ihtiyarlarıyla benimseyen bir toplumsal idari sistem öngörülür. Aslında geleneksel bir demokratik nizam gibidir. Savunma çok etkili oldu. İtalya, sahillerin Trablusgarp’tan Bingazi’ye kadar tümüne adım attıysa da ülkenin içine doğru bir kilometre bile ilerleyemedi. Libya’daki başarısızlığına karşı Osmanlı Devleti’ni zorlamak için donanmamızın zayıflığından istifade etti ve Oniki Adalar’a saldırdı. İtalya’nın adalardaki başarısından istifade eden Balkan ülkeleri ezcümle Yunanistan da savaşı ilan ettiler ve Yunanistan elindeki Averof zırhlısı ile Ege adalarını bilhassa Midilli’yi işgal etti. Balkan Savaşları’ndaki subaylarımızın ikiye ayrılması ve merkezde de ittihatçılarla Kamil Paşa Hükümeti’nin birbiriyle çekişmesi felaketin ana sebebidir. İtalyan donanması Çanakkale’yi zorladıysa da Boğaz’ı geçemedi.

Bu anlaşmayla Balkan Savaşı’nın en feci günlerine girildi

Uşi Anlaşması’na göre Oniki Adalar İtalya’nın geçici olarak işgaline bırakılıyordu ve iade edilecekti. Tabii işgal II. Dünya Savaşı’na kadar devam etti ve iadesi de hiçbir zaman söz konusu olmadı. Bazı kimselerin II. Dünya Savaşı’nın sonunda Almanların İtalyan müttefiklerin ihaneti (!) üzerine işgal ettikleri Oniki Adalar’ı Türkiye’ye geri verme teşebbüsünü İsmet Paşa’nın reddetmesini gaflet olarak nitelendirmeleri doğru değildir. Büyük harbin sonunda Almanya ile böyle bir işbirliğine girmek ağır sorumluluk ve yükümlülük getirirdi. Adalar tekrar elden alındığı gibi müttefikler ve hatta SSCB tarafından istenmeyen müdahaleler olurdu. Trablusgarp’ın yeni statüsü için İtalya’yla, Avusturya ile Bosna-Hersek için yapılan İstanbul Sözleşmesi gibi bir protokol imzalandı. Buna göre Trablusgarp üzerinde Halife’nin dini kurumlar üzerindeki hâkimiyeti tanındı. Statü klasiktir. Savunmayı yapan ve Balkan Savaşı için dönen subaylar bir kısım arkadaşlarını Libya’da bırakmışlardı. İçlerinde Şehzade Osman Fuat Efendi bile vardı. Osman Fuat Efendi iyi bir teşkilatçı ve iyi bir subaydı. Direniş devam etti. İtalya I. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar Libya’ya yerleşemedi. Hâkimiyeti kağıt üzerinde kaldı. Ancak 1920’lerde direniş kırılarak İtalya hâkimiyeti tam anlamıyla ele geçirebilmiştir.

Yüzyıl evvelki Trablusgarp ve Akdeniz adalarını elden çıkaran bu anlaşmayla Balkan Savaşı’nın en feci günlerine girildi. Türkiye Rumeli’deki parçasını kaybetmekle kalmadı, buradaki nüfusumuz yerinden yurdundan oldu, göç oldu, perişan oldu. Her musibetin sonunda olumlu ve olumsuz yönler ortaya çıkar. Bunların sonucunda da Balkan Savaşı’nın 100. yılını andığımız birkaç ay içinde yeri geldikçe bazı yazılarda değineceğiz.

Son İttihatçı: Erol Şadi Erdinç

Erol Şadi Erdinç’i; 77 yaşında bu hafta son yolculuğuna uğurladık. İstanbul çocuğuydu. Bu kentin Beyoğlu yakasında yaşadı ve Aksaray semtinde büyüdü. İstanbul Hukuk Fakültesi’nde eğitimini tamamladı. Merhum Tarık Zafer Tunaya Hoca’nın vefakar talebelerindendi. Onun çalışmaları için az belge temin etmediydi. Tarih sevgisinin İttihat Terakki ve Kemalist çizgiyi izleyen dünya görüşüne sahip çevrelerde oluştuğu açıktı. Ama araştıran her insan gibi uzman ve bilen herkesin hayranıydı. Ahmet Ateş’in öğrencisi olmuştu. İran edebiyatının dünyaca tanınan bu mütebahhir hocasından Osmanlıcayı çok iyi öğrendiği açıktı. Erol Şadi az yazmıştır; yazdıkları daha çok araştırmacıların metin ve okumaları üzerine tenkitlerdi. Sorulduğu zaman cömertçe nadide kaynak bilgisini ve taramalarından tesbit ettiklerini nakletmekte tereddüt etmezdi. Bilen ve öğreten sevimli kişiliğinin yanında İstanbullu okumuşların keskin alaycılığını da elden bırakmamıştır. Tadını çıkara çıkara tenkit ederdi.

Çok bilenler her zaman rahat yazamazlar. Erol Şadi’de de bu sıkıntı vardı. Bu nedenle son senelerinde Murat Bardakçı onu programlarına çıkardı. Bildiğim kadarıyla Ulusal Kanal’da da program yapıyordu, çok öğreticiydi ve tadına doyulmaz sohbetlerdi. Burada son asır Osmanlı ve yakın Cumhuriyet tarihi üzerinde ne kadar geniş bilgisi olduğu görülüyordu. Kitaba, belgeye ve o tarihin kişileriyle tanışıklık ve mülakata dayanan bir bilgi...

Perşembe günü Teşvikiye Camii’nde onunla vedalaştık. Bilgisine, mizahına, sohbetine tutkusu olan dost kalabalığı oradaydı. İstanbul’un okumuş muhitinde Erol Şadi gibileri gittikçe azalıyor ve kendisine dünya görüşü itibariyle yakıştırılacak bir unvan varsa “Son ittihatçı” demek daha doğru olabilir.

Hiç yorum yok: