18 Aralık 2012 Salı

Yerli oryantalizmin medeniyet kini -Akif Emre


Türkiye'de tarihe duyulan ilgi popüler hale geldikçe tarihçi dediğimiz tipoloji de çeşitlendi. Özellikle Osmanlı tarihi söz konusu olduğunda resmi tarihin dışında bir şey üretmeyen, en fazla İsmail Hakkı Uzunçarşılı'nın Osmanlı Tarihi ile sınırlı bir bakış açısına sahip akademisyenler hatırlanırdı. Geri kalanlar ise Osmanlı ile özel gönül bağı kuran, resmi tarihe alternatif tarihçilikten çok tepkisel bir hamaset üreten, çoğunlukla amatör tarihçiler idi.

Tarih tartışmalarının yaygınlık kazanmasıyla ister istemez resmi tarih tezinin de sorgulanmaya başlanması kaçınılmazdı. Özellikle taşrada açılan yeni üniversitelerde, kütüphanesi bile olmayan ama tarihçi yetiştiren bölümler kuruldu. Daha yerel düzeyde alanlara yoğunlaşan bu bölümlerin dışında özel üniversitelerin açtığı yeni alan önemli. Sadece Osmanlı tarihi değil bizzat İslam, İslamcılık, İslami hareketler gibi konulara eğilen sosyal bilimlerin yanı sıra yeni tür tarihçi ve tarihçilik gelişmeye başladı. İslam ve Osmanlı'ya Batılı paradigma içinde yaklaşan, Batı dillerinin yanı sıra Osmanlıca da okuyabilen, nadiren de olsa Arapça ya da Farsça'yı okumaya çalışan tarihçiler yetişiyor. Muhafazakar kesimin kendinden emin hamasetine karşılık en azından Avrupalı devletlerin arşivlerinde çalışan, ara sıra da olsa Osmanlı Arşivi'ne giren ama Batılı gibi düşünen ve kendi tarihimiz hakkında uluorta laf eden akademisyen tipleri boy gösterdi.. Marksist kökenli tarihçilerin açmazlarına karşılık bunlar daha eklektik, daha esnek görünmekle birlikte oryantalizmi yeniden üretmeye yarayacak ürünler veriyorlar.

Moriskolar belgeseli (Elveda Endülüs) Pazar akşamı televizyonda henüz gösterilmişken doktorasını İspanya'da yapmış bir tarihçinin (17 Aralık, Milliyet) İslamofobi üzerine söyledikleri tam da bu tespitleri teyit eder gibiydi. İslamofobinin yanlış bir tanım olduğu, çünkü bunun karşılıksız korku anlamına geldiği, oysa Avrupa'da İslam ve Türk korkusunun tarihsel karşılığının bulunduğu gibi tarihsel arkaplan verdikten sonra 'kesinlikle haklı buluyor' bu korkuyu. Çünkü 'hiç kimse kendi ülkesinde sosyal düzeni bozan şekil ve davranış istemez. Türklerin ve Arapların demografik olarak çok oldukları ülkelerde yaşamın rengi değişiyor.' Oryantalizmi bir Doğulunun ağzından yeniden üretmek bu olsa gerek. Ve devam ediyor: 'Ben medeniyetin ancak Batı'dan gelebileceğini düşünüyorum.'

19. Yüzyıl oryantalist söyleminde rastlanabilecek bu tavrı Batılılar bile artık açıktan dillendirmiyor. Muhtemelen 'beyaz Türk' çevrelerinden gelen, ya da zihinsel kalıpları bu şekilde örgütlenen, Batı'da akademik çalışma yapan yarı aydın, akademisyen tiplere söyletmek daha etkileyici oluyordur. Batı'da yapılan tartışmalarda, en azından post-modern eleştirinin acıtıcı yanını zihin kıvrımlarında hissedenler, benzer şekilde düşünse bile gelecek itirazları göğüslemek adına bu kadar aşağılayıcı bir dil kullanmazlar.

Osmanlı çok kültürlülüğünü reddetmese de küçümsemek için geliştirdiği gerekçesi ne harika! Avrupa'da zorla olmasa da Boşnak ve Arnavutlar gibi yerli halklar 'dört eşlilik gibi nimetlerle özendirildikleri için Müslüman olmuş'. Avrupa'nın tek kültürlü, dayatmacı tarihine sünger çekerek Osmanlı modelini çok eşlilik üzerinden karikatürize etmek, yerli oryantalimin şaheseri sayılsa yeridir.

Osmanlı'nın farklı dinlerden olanları zorlamadığı, kendine özgü bir arada yaşama modeli geliştirdiği dönemde doktora çalışmasını yaptığı İspanya'da durum neydi acaba? Tarih ancak karşılaştırmalı okunduğunda anlam kazanabilir. Oryantalist bir bakışla Osmanlı sistemini küçümseyen, 'medeniyetin Avrupa'ya ait olduğu'na peşinen iman eden bir bakış açısının kıyas yeteneği olamaz tabii ki.

Göçmenlere tepeden bakmanın bahanesi İslam korkusunun tarihsel nedenlerinden ( İslam kılıçla gelmiş Avrupa'ya! Avrupalılar dünyayı sömürgeleştirirken çiçek dağıtmışlardı!) yola çıkarak bugünkü korku haklılık kazanacak ise karşılaştırmalı tarih dersine İspanya üzerinden başlayabiliriz; mesela. 1492'de Gırnata'nın düşmesinden sonra yüz binlerce Müslümanı zorla Hıristiyanlaştıran, en küçük şüpheyle onları yakan engizisyonlu bir tarihten bahsediyoruz. Üstelik zorla Hıristiyanlaştırılan bu Müslümanların önemli kısmı sanıldığı gibi Arap ya da Mağripli değildi. 800 yıldır orada yaşayan bir İslam medeniyetinin Araplar da dahil yerli çocuklarıydı. 1609'da yeterince iyi Hıristiyan olmadıkları gerekçesiyle yüz binlerce Morisko İspanya'dan sürülürken Osmanlı'da ve diğer İslam coğrafyalarında durum neydi diye bakmak yararlı olabilir. Balkanlar'daki Osmanlı yayılmasının askeri boyutu olduğu kadar gönüllülüğün de bir o kadar etkin olduğunu biraz tarihle ilgilenenler bilir. Bu gerçek 711'de Vizigotlara karşı İber yarımadasına çıkan Müslüman fatihler için çok daha geçerli.

Moriskoların bir kısmının zaman içinde asimile olarak gerçekten Katolikliği benimsemiş olmasına rağmen İspanya'dan sürülmüş olması nasıl açıklanabilir? Üstelik önemli kısmı da etnik olarak Arap olmamasına karşın… Müslümanların İspanya'daki 900 yıllık tarihi, neden bu kadar acılı biçimde yok edildi. Bunu Braudel şöyle cevaplar: Moriskoların açlık ve yokluğa mahkum edilerek yüz binlercesinin sürülmesinin temelinde medeniyet kini vardır.

Türklerin ve Arapların demografik olarak yoğun oldukları ülkelerde yaşamın renginin değişmesinden şikayet eden medeniyet öfkesi tam da budur. Batılıların İslamofobisi karşılığı olmayan bir korku değilse bu İslam nefretidir, İslam korkusu değil. Medeniyet kini böyle bir şeydir.

Hiç yorum yok: