25 Aralık 2012 Salı

2 Aralık 1977′de Ne Olmuştu? -Mustafa Akyol


ODTÜ’de, 2 Aralık katliamına giden yol, aslında 1977 yılında Milliyetçi Cephe hükümetinin göreve gelmesiyle başlamıştı. Mütevelli Heyeti Hasan Tan’ı ODTÜ’ye rektör olarak atayınca, öğrencilerin tepkisinin yanı sıra akademisyenler de Hasan Tan görevden alınana kadar öğretime ara verilmesini savunuyor ya da istifa ediyorlardı. “Hasan Tan ODTÜ’ye rektör olamaz!” sloganıyla başlayan ders boykotunun ardından Hasan Tan okulu kapadı yurtları boşalttı.

Bu sıralarda Hasan Tan 400 adamını işçi olarak ODTÜ’ye almıştı. Faşistler ODTÜ’lü akademisyenlerin evlerine bombalı saldırılar düzenleniyor ve baskı kurmaya çalışıyorlardı. ODTÜ’nün 9 aylık boykot boyunca kaybettiği ilk isim, bugünlerde “A1 Kapısı” olarak bilinen ancak uzun yıllar “Karakaya Kapısı” olarak anılan Eskişehir yolu üzerindeki giriş kapısında jandarma tarafından katledilen ÖTK sözcüsü Ertuğrul Karakaya’ydı. Bunun üzerine Hasan Tan istifa etti ancak ODTÜ’ye işçi olarak alınan adamlardan temizlenememişti. 2 Aralık günü, Rektörlük binasından gelen patlama sesleri üzerine öğrenciler binanın etrafında toplandı. Bu sırada MHP’li militanlar Rektörlük’ün 5. katından öğrencilerin üzerine ateş açtı, 52 öğrenci yaralandı. Yaralanan İbrahim Baloğlu ise kaldırıldığı hastanede hayatını kaybetti. ODTÜ’nün öğrencileri, akademisyen ve çalışanlarıyla verdiği 9 aylık boykotun anısına 9 direkten oluşan bir anıt, öğrencilerin saldırıya uğradıkları yere dikildi. Her yıl ODTÜ Mezunlar Derneği’nin öncülüğünde üniversitenin tüm bileşenleriyle devrimciler burada anılmaktadır.

Solun Şiddeti

Geçen Salı günü ODTÜ’nün solcu öğrencileriyle polis arasında adeta bir meydan muharebesi yaşandı. Öğrencilerin derdi, Göktürk uydusunun uzaya fırlatılmasını izlemek için üniversite kampüsüne gelen Başkaban’ı protesto etmekti. Polisin görevi ise başbakanı ve genel güvenliği korumak. Bu olay Salı gününden beri tartışılıyor. Basında konuyu ele alanların çoğu da polisi suçlarken öğrencilere arka çıkıyor. Oysa, Türkiye’de polisin çoğu olayda erken ve aşırı şiddet kullandığına kani olan ve bunu eleştiren biri olarak, bu olaya dair izlenimim biraz farklı. İşe şunu teslim etmekle başlayayım: Elbette ODTÜ öğrencilerinin de başka herkesin de siyasi liderleri protesto etme hakkı vardır. Göktürk uydusununun uzaya atılmasına sevinmeme, aksine buna politik gerekçelerle karşı olma hakkı da vardır, ben bu gerekçelere katımasam da. Dahası, Türkiye’nin Suriye rejimi karşısındaki tutumunu “emperyalist savaş” diye kınama hakkı da vardır, ben bu yorumu delisaçması olarak görsem de.

Ancak protesto var, protesto var. Efendice pankart açıp slogan atmak başka bir şey, yumurta, taş, şişe atarak, sopa sallıyarak şiddet üretmek başka bir şey. İşte bu ikincisi elbette mazur görülemez ve “polis müdahalesi”ne maruz kalır. ODTÜ’den gelen görüntüler ise, protestocu öğrencilerin en azından bazılarının tam da bu şekilde taşlı-sopalı tipler olduğunu, polise bir sürü cisim attıklarını açıkça gösteriyor. Nitekim emniyetin açıklamasına göre 15 polis memuru bu yüzden yaralanmış. Öğrencileri savunanlar, “ama daha onlar taş atmadan polis biber gazı sıktı” diyor. İyi de bu bilgi doğru bile olsa, söz konusu öğrencilerin şiddete pek bir teşne olduklarını söylüyor bize. Karşımızda Gandhi-vari tipler yok yani.

Bu haşin protesto kültürünün örneklerine ben de kendi ölçeğimde rastladım ve altında yatan şeyin Marksist solun bildik totaliterizmi olduğunu gördüm. Örneğin iki yıl kadar önce Galatasaray Üniversitesinde konuşmak için çağrıldığımda, ODTÜ’deki “yoldaşları”nı aratmayan bir grup Marksist-ulusalcı öğrenci, “defol üniversiteden” diye tempo tutarak 15 dakika konuşturmadı beni. Allah’tan taş filan atmadılar, ama konuşturmamak da bir şiddetti. “Niye konuşturmuyorsunuz” diye sorunca bağırdılar: “Çünkü gericisin. Emperyalizmin maşasısın. Kapitalizmin ajanısın.” Cevaben dedim ki: “Tamam, eyvallah, ben bunların hepsiyim, siz de herkese duyurdunuz, şimdi izin verin dinlemek isteyen dinlesin. Ben de sizi Jakoben ve dar kafalı görüyorum, ama ‘defolun üniversiten’ demiyorum ki.” Velhasıl, söz konusu “def’etme kültürü” yerine konuşma kültürü gelişmedikçe bu gerginlikler bitmez. Kendini hep pek “ilerici” sanan solun bu açıdan seviyesi ise yerlerde sürünmektedir.

Hiç yorum yok: