1 Kasım 2012 Perşembe

Türkler’de Cumhuriyet Fikrinin Tarihi Temelleri ve Günümüze Yansımaları - İlhami Durmuş


Türkler’de Cumhuriyet Fikrinin Tarihi Temelleri ve Günümüze Yansımaları - İlhami Durmuş*


Özet

Türkler sınıfsız bir toplumdu. Eski Türk toplumunda soylular, hürler ve köleler yoktu. Sınıfsız
olmaları sosyal, siyasi, iktisadi, askeri ve hukuki durumlarına yansımıştı. Millet ve devletle ilgili
konular meclislerde görüşülerek karara bağlanmaktaydı. Türklerde istiklal anlayışı son derece gelişmişti.
Onlarda adalet, faydalılık, eşitlik ve evrensellik hukuk anlayışlarında değişmeyen hükümlerdi.
Türk milletinin özelliğini ve Türk tarihini Atatürk çok iyi bilmekteydi. Bundan dolayı Türk milletinin
tabiat ve karakterine en uygun idare Cumhuriyettir” demiştir. Türklerde adalet, faydalılık, eşitlik ve
evrensellik temeline dayalı anlayışlar çok erken dönemlerde oluştuğundan Türk milletinin karakterine
en uygun idare şekli olarak Cumhuriyet rejimi benimsenmiş ve kabul edilmiştir. Sınıfsız toplum yapısı,
meclisler, yöneticilerin seçimle iş başına getirilmeleri, akla ve bilimin önderliğine önem verme gibi
bir takım özelliklerin Türklerde varlığı geçmişten günümüze yansımalar olarak görülmektedir.

Türkler tarihleri boyunca çok geniş coğrafyalara dağılmışlar, oralarda
devletler kurmuşlar ve varlıklarını tarihin derinliklerinden bu yana kesintisiz
sürdürmüşlerdir. Onlar, millet olarak bir yerde çeşitli sebeplerle yaşama
imkânını kaybettiklerinde, başka bir yerde eskisine göre daha güçlü devletler
kurarak, dünya tarihindeki yerlerini almışlardır. İşte Türklerin birbiri arkası
sıra, bazen bir öncekinden daha büyük ve daha gelişmiş devlet kurmalarının
sonsuz ve büyük bir yaşama potansiyeline dayandığı bilim çevrelerince kabul
edilmektedir. Hatta onlar devletlerinin yok olma tehlikesiyle karşı karşıya
geldikleri zamanlarda, yeniden toparlanarak, bütün sıkıntılardan kurtulmayı
başarabilmişler ve varlıklarını devam ettirebilmişlerdir.

Türk milleti böyle bir gayretin son örneğini milli mücadele yıllarında,
göstermiş, bütün menfi şartlara rağmen, istiklal harbi sonucunda Anadolu’yu
düşmanların işgalinden kurtarmaya muvaffak olmuştur. Bunun sonucunda
Atatürk’ün önderliğinde yönetim şekli Cumhuriyet olan Türk devleti kurulmuştur.
Türk devletinde yönetim şekli olarak belirlenen Cumhuriyeti,
“Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir. Halk kendi yöneticilerini kendi içinden
seçer” cümleleriyle ifade etmek mümkündür.1 Yukarıdaki cümleleri biraz daha
açtığımızda bir yönetim şekli olarak Cumhuriyet rejiminde milletin hâkimiyeti
söz konusudur. Millet kendi yöneticilerini içerisinden belirlemek ve seçmek
yetkisine sahiptir. Yöneten ve yönetilenler bakımından toplumda bir sınıf farkı
yoktur. Kısacası, Cumhuriyet devlet yönetim şekli olarak halkın yöneticilerini
kendi içinden seçtiği, kanunlar önünde bütün vatandaşların eşit olduğu
bir idare şeklidir.

Şüphesiz eski Türk devletlerinde bu şekilde bir Cumhuriyetten söz edilemez.
Fakat Cumhuriyet idare şekilleriyle Türk devlet idare şekilleri arasında
bazı bakımlardan şaşırtıcı benzerlikler bulunmaktadır. Bunlara misal olarak
kuvvetler birliği ve meclisler gösterilebilir.2

Türkiye Cumhuriyeti devletinde, Cumhuriyetin bir idare şekli olarak
benimsenmesinde, eski Türk devlet yönetim şekillerinin ne derece etkili olduğunu
belirleyebilmek için o devletlerin nasıl yönetildiklerini bilmek gerekmektedir.
Bu düşünceden hareketle birbirinden farklı coğrafyalarda çeşitli
devletler kurmaya muvaffak olan Türklerin devlet idarelerini en eskiden yeniye
doğru kronolojik olarak ele aldığımızda, Asya Hunları’ndan başlamamız
gerekir. Hunlarda Mo-tun (M.Ö. 209- 174) döneminden beri devlet işleri ve
dini törenlerle ilgili olarak üç ayrı toplantıdan bahsedilmektedir. Bu toplan-

tılardan daha çok dini mahiyette olanı yılın ilk ayında, ikincisi ilkbahar’da
üçüncüsü ise sonbahar’da yapılmaktaydı.3

Bu toplantılar arasında ilkbahar’da yapılanı diğer toplantılardan daha
önemliydi. Bu toplantıda gök, yer, atalar ve diğer tabiat güçlerine kurbanlar
sunulmaktaydı. Adı geçen toplantıda bütün meseleler görüşülerek, karara
bağlanırdı. Bu büyük toplantıya hükümet üyeleri, askeri ve sivil bütün görevli
başbuğlar, kendilerine bağlı diğer Hun boylarının temsilcileri katılmak
zorundaydı.4 Devlet yönetiminde mevkiler, semboller ve unvanlar bu mecliste
verilmekteydi. Hükümdar seçimleri de burada yapılmaktaydı.5 İş başına
getirilen Hakan milleti temsil etmekteydi. O, kendi milletlerini yiyip yutan
hükümdarların aksine, idare ettiği insanların yiyeceğini sağlamaktaydı. Hakan
başka milletlerden farklı olarak kendi insanını beslemekte, giydirmekte ve
harçlığını vermekteydi.6 Onun bütün hizmetleri kendi insanı içindi. O toplum
için görev yapmaktaydı.

Hun devletindeki meclis taşıdığı büyük ehemmiyet, kuruluş tarzı ve
idari fonksiyonundan dolayı birçok araştırıcı tarafından “Devlet Meclisi” veya
“Millet Meclisi” olarak belirtilmiştir.7 Toplumun bütün kesimlerinden temsilcilerin
toplantıya katılmaları, devlet meclisleri ve seçimde söz sahibi olmaları
araştırıcıları bu düşünceye sevk etmiştir.

Hun devletinin geleceğini ilgilendiren bütün önemli kararlar mecliste
alınmıştır. Mesela, M.Ö. 55 yılında Hun meclisinde bulunanların cesarete hayranlık
duydukları, esareti yüz kızartıcı buldukları belirtildikten sonra, at üzerinde
savaş ve mücadeleyle kurulmuş olan devletin varlığını devam ettirmek
için ölünceye kadar yiğitçe savaşacak askerlerinin olduğu ileri sürülmektedir.8
Bu karar mecliste alınmıştır. Ayrıca Türklerde istiklal fikrinin ne kadar eski
olduğunu göstermesi bakımından da önem taşımaktadır. Şüphesiz, Türklerde
çok eski zamanlardan bu yana mevcut olan istiklal anlayışının da onlarda
Cumhuriyet fikrinin gelişmesinde etkisi fazla olmuştur.

Hunlar önce de belirttiğimiz üzere devletin geleceğini ilgilendiren bütün
önemli kararları mecliste almışlardır. Devleti ve toplumu doğrudan ilgi-

lendiren bütün meseleler kurultaylarda görüşülmüştür. Kurultaylarda toplanış
gayeleri esas alındığında çeşitlilik göstermektedir. Bunları savaş, barış,
göç, isyan, elçiler ve yargıyla ilgili kurultaylar olarak belirleyebiliriz.9
Göktürklerde de Hunlardaki gibi toplantılar yapılmaktaydı. Göktürklerin
yapmış olduğu büyük toplantı da, Hunlardaki gibi 5. ayda, yani Mayıs
ayında bir Bahar bayramı şeklinde yapılıyordu. Göktürk kağanı ve devletin
diğer ileri gelenleri her yılın 5. ayında, yani Mayıs ayında toplanıyorlardı ve
bu törene halk da katılıyordu.10

Öteki Türk devletlerinde de benzer meclisler vardı. Attila zamanında
448 yılında Bizans elçi heyetine dâhil olarak Hun başkentine giden tarihçi
Priskos, Bizans tekliflerini müzakere eden bir Hun “Seçkinler Meclisi”nden
bahsetmektedir. Ayrıca, Tabgaç devletinde böyle bir meclis, (Devlet ve Nazırlar
Meclisi), Hazar Hakanlığında bir “İhtiyarlar Meclisi” mevcuttu. Peçeneklerde
mühim kararlar mecliste alınmaktaydı.11

Uygurlarda da kurultaylar toplanmakta idi. Mesela, 983- 985 yıllarında
Turfana gelmiş olan ünlü Çinli elçi ve seyyah Wang Yen-te’nin gezi raporunda
Uygur devlet-halk toplantısı çeşitli yönleriyle anlatılmıştır. Buradan Uygurlarda
tam bir demokratik idarenin olduğu ve sosyal adaletin tam olarak kurulduğu
anlaşılmaktadır. Hatta Uygur toplumunda herkesin çalıştığı ve çalışmayanlara
da devletin yardım ettiği seyyah tarafından belirtilmektedir.12

Oğuzlarda da ortak sorumluluk anlayışının hâkim olduğu bir çeşit demokratik
özellikleri taşıyan anlayış vardı. Oğuzlar devlet meselelerini “Kengeş”
adını verdikleri bir çeşit kurultayda görüşerek, karara bağlamaktaydılar.13
Mesela Oğuzlar, Bulgar Türk devletine gitmek için yola çıkan Halifenin elçilik
heyetine ülkelerinden geçiş izni verip vermeme konusunda toplanmışlardır.
Bu konuda müzakereler bir hafta sürmüş ve sonuçta heyetin yoluna devam
etmesine karar vermişlerdir.14

Bu hadise devlet idare yetkisinin hükümdar dâhil, hiç kimsenin tek başına
elinde toplanmamış olduğunu göstermektedir. “Ortak Sorumluluk Siste-

mi” bütün devlet yapısına hâkimdir. Oğuzların demokratik esaslara göre idare
edildiğini gösteren bu anlayışın, siyasi hayat sahası içinde kalmadığı, toplum
hayatını da içine aldığı, kurultayda oybirliği ile alınan kararların bazen en ‘basit’
bir Oğuz vatandaşı tarafından bile bozulabilmesinin mümkün olmasından
anlaşılmaktadır.15
Oğuzlar aynı zamanda, adeta sınıfsız bir toplum yapısına sahipti. Servet
ve mevki toplumda sınıf farkı yaratmıyordu. Ayrıca, soydan gelen asillikten
de hiç söz edilmemektedir.16 Daha eski tarihlerde de Türk toplulukları
arasında sınıf ayrılığı ve sınıf mücadelesi bulunmamaktaydı.17 Onlardan sınıf
farkının olmaması hayat tarzlarıyla yakından alakalıydı. Herhangi bir toplulukta
yüksek tabakaların oluşumunda önemli rol oynayan, geniş araziye sahip
olmak, askerliği meslek edinmek ve ruhani zümreye mensup bulunmak gibi
iktisadi, siyasi ve dini yönden mevki sahibi kılacak özellikler Türk toplumunda
yer almamaktaydı. Bunların üçü de eski Türk toplumunda gelişme şansı
bulamamıştır. Başlangıçta ziraatın umumi ekonomik faaliyette ancak çok az
bir yer tuttuğu eski Türk toplumunda toprak köleliği yoktu. Askerliğin eski
Türkler arasında önemli bir yeri vardı. Türk toplumunun sosyal karakteri icabı
her Türk aynı zamanda iyi savaş terbiyesi almış ve savaşa her an hazır durumdaydı.
Askerlik toplumda ayrı bir meslek olarak görülmemekteydi. Eski
Türk toplumunda din adamları da imtiyazlı bir sınıf oluşturmamaktaydı.18
Türk toplum yapısına göre, kabiliyet zekâ, irade, cesaret gibi vasıflara sahip
olan bir kimse en yüksek mevkilere çıkabilmekteydi. Bunun için hiçbir engel
bulunmamaktaydı. Dinamizm ve hareketlilik Türk toplum anlayışının özünü
teşkil etmekteydi.19

Demokrasinin temelini teşkil eden seçim Selçuklularda vardı. Buna
misal olarak Gazneliler devletine karşı 1040 yılında kazanılan Dandanakan
Meydan Muharebesi’nden sonra toplanan Kurultay’da, Tuğrul Bey’in yeni
kurulan Selçuklu devletinin hükümdarlığına seçilmesi gösterilebilir.20 Selçuklular,
Türk devlet anlayışının nimetlerinden hâkimiyetleri altındaki bütün
halkı yararlandırdıkları gibi, keskin sınıflar sistemine göre işlenen toplumu da
bugünkü deyimi ile demokratlaştırmaya çalışmışlardır. Bu devletin kuruluşu
sırasında memuriyetlere toplumun en alt tabakalarından elemanlar almak

suretiyle göstermekle kalmamışlardır, bilhassa takip ettikleri kültür siyasetiyle
toplumdaki köklü değişiklikler yapmışlardır.21

Anadolu Selçukluları’nda da çoğu zaman meclisler toplanarak, devletin
geleceğini ilgilendiren önemli kararlar bu meclislerde alınmıştır. Bir
misal verecek olursak, İzzeddin Keykavus devlet meselelerini ve hatta özel
meselelerini daima topladığı danışma meclisinde halletmeye çalışmıştır. Bu
mecliste meseleler enine boyuna müzakere edildikten sonra, çözüme kavuşturulmaya
çalışılmıştır.22

Eski Türk devlet anlayışının izleri Osmanlı devletinin kuruluşu esnasında
da görülmektedir. Kayı boyundan Ertuğrul oğlu Osman Gazi’yi Uç beylerinin
bir araya gelerek, kurultayda Oğuz töresi gereğince devletin başına geçirdikleri
belirtilmektedir.23 Buradan Osmanlı Devleti’nin kuruluşu sırasında
Türk beylerinin katılımıyla toplanan mecliste, durum istişare edildikten sonra
Osman Bey’in devletin başına getirilmesine karar verildiği ve bir nevi demokratik
usullerle, yani seçim yoluyla devletin başına getirildiği anlaşılmaktadır.
Bu şekilde beylerin kurultayda karar alarak Osman Beyi devletin başına
geçirmeleri eski Türk devlet anlayışının bir devamı olarak kabul edilmelidir.
Osmanlı toplumunun da sınıfsız toplum esasına dayanan Cumhuriyet anlayışının
yerleşmesine hazır olduğu anlaşılmaktadır.

Eski Türk toplum yapısına bakıldığında devlet meselelerinin görüşüldüğü
bir meclis bulunmaktadır. Meclislerde hükümdar dâhil olmak üzere,
devlet ileri gelenleri seçilebilmektedir. Türk toplumunun sınıfsız bir toplum
olduğu ve toplumda sınıf mücadelesinin olmadığı anlaşılmaktadır. Eski Türk
devlet anlayışına göre devlet millet için vardır. Devleti yöneten hükümdar da
kendini halka karşı sorumlu hissetmektedir. Cumhuriyet rejiminde de meclis
bulunmakta ve yöneticiler seçimle iş başına getirilmektedir. Yine bu rejimde
de toplumda sınıf farkı yoktur. Atatürk, “Bizim halkımız menfaatleri yekdiğerlerinden
ayrılır sınıf halinde değil; bilakis mevcudiyetleri ve muhassala-i mesaisi
yekdiğerine lazım olan sınıflardan ibarettir”24 diyerek, Türkiye Cumhuriyeti
devletinde sınıf farkının olmadığını bariz bir şekilde belirtmiştir. Zaten
eski Türklerde töre’nin değişmez hükümleri olan könilik (adalet), uzluk (fay-

dalılık), tüzlük (eşitlik) ve kişilik (evrensellik)25 toplumda sınıf farkının oluşmadığını
göstermek bakımından önem taşımaktadır. Ayrıca, Türklerin en eski
tarihlerinden itibaren onlarda çok belirgin bir şekilde var olan istiklal anlayışı
da hak ve hürriyetler rejimi olan Cumhuriyet anlayışının gelişmesinde önemli
bir rol oynamıştır.

Türk milletinin özelliğini ve Türk tarihini çok iyi bilen Atatürk, “Türk
milletinin tabiat ve karakterine en uygun idare Cumhuriyettir”26 demiştir. Bu
fikrin ortaya atılmasının tarihi temelleri vardır. Yukarıda misallerle belirttiğimiz
üzere, En eski Türk devletlerinden başlayarak, daha sonra farklı coğrafyalarda
kurulan Türk devletlerindeki yönetim anlayışı zamanla tekâmül ederek,
Cumhuriyet rejiminin benimsenmesinde etkili olmuştur.

Türklerde adalet, faydalılık, eşitlik ve evrensellik temeline dayalı anlayışlar
çok erken dönemlerde oluştuğundan Türk milletinin karakterine en
uygun idare şekli olarak Cumhuriyet rejimi benimsenmiş ve kabul edilmiştir.
Sınıfsız toplum yapısı, meclisler, yöneticilerin seçimle iş başına getirilmeleri,
akla ve bilimin önderliğine önem verme gibi bir takım özelliklerin Türklerde
varlığı Cumhuriyet anlayışına Türk toplumunun yatkın olduğunu göstermektedir.
Bu anlayışlar Cumhuriyetin kabulüne yansımış görülmekte ve bazı paralellikler
kurmayı da mümkün kılmaktadır. Türk milletinin tabiat ve karakterine
en uygun rejim olan Cumhuriyet dün ve bugün olduğu gibi, gelecekte de
bu özelliğini koruyacaktır.

Atatürk’ün “milli kararlılık ve bilincin kıymetli eseri olan aziz
Cumhuriyet’in, bugünkü ve yarınki neslin demir ellerinde her an yükselip sağlamlaşacağına
güvenim tamdır”27 sözleri bu duygu ve düşüncenin açık bir ifadesidir.
Atatürk’ün güveni boşa çıkarılmayacaktır. İnsanımız Cumhuriyetine
ve devletini devlet, milletini millet yapan değerlere sahip çıkarak, daha güçlü
Türkiye Cumhuriyeti devletinin çatısı altında dünya durdukça var olacaktır.

Dipnotlar 

* Prof. Dr., G.Ü. Fen- Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi, İlhami@gazi.edu.tr

1 İbrahim Kafesoğlu- Mehmet Saray, Atatürk İlkeleri ve Dayandığı Tarihi Temeller, Türk Dünyası
Araştırmaları Vakfı, İstanbul 1983, s. 32.
2 İbrahim Kafesoğlu- Mehmet Saray, a.g.e., s. 32.

3 Johann Jacob Maria De Groot, Die Hunnen der vorchristlichen Zeit, Walter de Gruyter, Berlin 1921,
s. 59.
4 İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, Boğaziçi Yayınları, İstanbul 1989, s. 246.
5 Bahaeddin Ögel, Türk Kültürünün Gelişme Çağları, Kömen Yayınları, Ankara 1979, s. 216.
6 İsmail Hami Danişmend, Garb Menba’larına Göre: Eski Türk Demokrasisi, Sucuoğlu Matbaası,
İstanbul 1964, s. 12- 13.
7 İbrahim Kafesoğlu, a.g.e., s. 237.
8 Johann Jacob Maria De Groot, a.g.e., s. 214.

9 Bahaeddin Ögel, Türkler’de Devlet Anlayışı (13. Yüzyıl Sonlarına Kadar), Başbakanlık Basımevi,
Ankara 1982, s. 82- 86.
10 Bahaeddin Ögel, a.g.e., s. 77.
11 İbrahim Kafesoğlu, a.g.e., s. 247.
12 Bahaeddin Ögel, a.g.e.., s. 78.
13 Salim Koca, “X. Yüzyılda Türkistan’da Bir İslam Seyyahı Gözüyle Türkler”, Milli Kültür, 1, 1981,
s. 48.
14 R. Şeşen, Onuncu Asırda Türkistan’da Bir İslam Seyyahı İbn Fazlan Seyahatnamesi Tercümesi, Bedir
Yayınevi, İstanbul 1975, s. 39- 40.

15 Mehmet Altay Köymen, Alp Arslan ve Zamanı II, A.Ü. Dil ve Tarih- Coğrafya Fakültesi Yayınevi,
Ankara 1983. s. 295.
16 Mehmet Altay Köymen, a.g.e., s. 297.
17 Bahaeddin Ögel, a.g.e., s. 202.
18 İbrahim Kafesoğlu, a.g.e., s. 228- 229.
19 Mehmet Altay Köymen, a.g.e., s. 298.
20 Mehmet Altay Köymen, “Selçuklular’da Devlet”, Belleten, LI/201, 1987 s. 1362- 1363.

21 Mehmet Altay Köymen, “Türkler ve Demokrasi”, Milli Kültür, 6, 1977 s. 1362- 1363.
22 Salim Koca, Sultan I. İzzeddin Keykavus Zamanında Türkiye Selçuklu Devleti (1211- 1220), Basılmamış
Doktora Tezi, Ankara,1989, s. 177.
23 Aydın Taneri, Türk Devlet Geleneği, A.Ü. Dil ve Tarih- Coğrafya Fakültesi Yayınları, Ankara 1975,
s. 35.
24 Sadi Borak-Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri II, Ankara 1989, s. 116.

25 İbrahim Kafesoğlu, a.g.e., s.235.
26 Sadi Borak – Utkan Kocatürk, a.g.e., III, s. 106.
27 Nuri Köstüklü; “Cumhuriyetin Temel İlkeleri (Atatürk İlkeleri)”, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi- II,
Atatürk Araştırma Fakültesi Yayını, Ankara 2002, s.275.


KAYNAKÇA
BORAK, Sadi- Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri I-III. Türk Tarih Kurumu
Basımevi, Ankara 1989.
DANİŞMEND, İsmail Hami, Garb Menba’larına Göre: Eski Türk Demokrasisi, Sucuoğlu Matbaası,
İstanbul 1964.
DE GROOT, Johann Jacob Maria, Die Hunnen der vorchristlichen Zeit, Walter de Gruyter,
Berlin1921.
KAFESOĞLU, İbrahim, Türk Milli Kültürü, Boğaziçi Yayınları, İstanbul 1989.
KAFESOĞLU, İbrahim- Mehmet Saray, Atatürk İlkeleri ve Dayandığı Tarihi Temeller, Türk
Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul 1983.
KOCA, Salim, “X. Yüzyılda Türkistan’da Bir İslam Seyyahı Gözüyle Türkler”, Milli Kültür,
1,1981, 47- 50.
KOCA, Salim, Sultan I. izzeddin Keykavus Zamanında Türkiye Selçuklu Devleti (1211- 1220),
Basılmamış Doktora Tezi, Ankara 1989.
KÖSTÜKLÜ, Nuri, “Cumhuriyetin Temel İlkeleri (Atatürk İlkeleri)”, Türkiye Cumhuriyeti
Tarihi- II, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Ankara 2002, s. 271- 275.
KÖYMEN, Mehmet Altay, “Türkler ve Demokrasi”, Milli Kültür, 6,1977, 11-15.
KÖYMEN, Mehmet Altay, “Selçuklular’da Devlet”, Belleten, LI/201,1987, 1359-1373.
KÖYMEN, Mehmet Altay, Alp Arslan ve Zamanı -II, A.Ü. Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi
Basımevi, Ankara 1983.
ÖGEL, Bahaeddin, Türk Kültürünün Gelişme Çağları, Kömen Yayınları, Ankara 1979.
ÖGEL, Bahaeddin, Türklerde Devlet Anlayışı (13. Yüzyıl Sonlarına Kadar), Başbakanlık Basımevi,
Ankara 1982.
ŞEŞEN, Ramazan, Onuncu Asırda Türkistan’da Bir İslam Seyyahı İbn Fazlan Seyahatnamesi
Tercümesi, Bedir Yayınevi, İstanbul 1975.
TANERİ, Aydın, Türk Devlet Geleneği, A.Ü. Dil ve Tarih- Coğrafya Fakültesi Yayınları, Ankara
1975.














Hiç yorum yok: