14 Kasım 2012 Çarşamba

10 Kasımda Mustafa Sabri Efendiyi Okumak - Cemal Nar

10 Kasım ve…

Evvelkisi gün 10 Kasımdı. Ülkemde böylesine garip ve terörle yüreklerin yandığı bir günde, daha böylesi akıl almaz bir sürü tezat olaylar olurken ben Mustafa Sabri Efendiyi okuyordum. Kafamda karmakarışık duygular var…

Acaba Avrupalılar şu "saat dokuzu beş geçe"yi Türk televizyonlarından seyretmişler midir? Şayet etmişlerse bilmem ki ne kadar gülmüşlerdir.

Geçen senelerin birinde İngilterede yayınlanan "komik olaylar"ın birincisindeydik. Hani hatırlarsınız, denizden bir büst getirilirken bütün ülkenin hazırolda beklemesi gibi bir şeydi. Bütün dünya bize nasıl da gülmüştü…

Ülkede bir siren sesi ve herkes ayakta, olduğu yerde duruyor. Benim televizyonda gördüklerim, yollarda, sokaklarda, parklarda, hatta denizde motor veya yat üstünde insanlar kıpırdamadan duruyor. Neden mi? Mustafa Kemal'e saygısından, sevgisinden... 

Acaba?

Uzaktan bir akrabam tören heykeline yakın bir yerde dalgın dalgın yürürken birden yakasına bir polis yapışır ve iki sille atar kendisine. Yanındaki arkadaşına dönerek, "götürelim şunu Karakola" der.

Karakolun lafını duyunca iyice şapşallaşan adam, 

- Abi beni niye dövüyorsunuz? Niye karakola götüreceksiniz? diye sorar. Polis,

- Ulan sen anarşist misin terörist misin? der. 

- Abi ne anarşisti ne teröristi? Ben ne yaptım ki siz dövüp duruyorsunuz ve karakola götürmek istiyorsunuz?

- Ulan herkes dururken sen niye yürüyorsun?" 

- Abi farkında bile değilim. Benin derdim var, ona kafayı takmış ve dalmış gidiyorum. Dünyadan haberim yok.

- Hadi defol git lan, bir daha da böyle terbiyesizlik yapma.


"Oradan nasıl kaçtığımı bilemiyorum" diyor adam, dinlerken içim parçalandı.


"Acaba" değişim ondan. Bu millet sille yemeyeceğini bilse bu saatte işi gücü varken onu bırakır da ayakta bekler mi acaba? 


Ben sanmıyorum. Geçmişte yaşadığım çok komik 10 Kasım törenleri geliyor aklıma mesela. Ama artist milletizdir, inanmasak da rejim hatırına yaparız bu rolleri. Çünkü birileri bizim bu duruş ya da durmayışlarımızdan cidden endişelenir de bunu rejim bunalımı haline getirebilir. Durup dururken başımıza iş açmanın alemi ne? Bir dakikada çalıyı dolaşırız, olur biter.


Her ne ise, bu konuları konuşmayı çok sevmem, bilirsiniz. Yani yazmıştım bunu uzun uzun daha önce. Bir hatırlatma yapayım isterseniz: 


Mustafa Kemal hakkındaki fikir özgürlüğünü öldüren ve çifte standartlılara güldüren o koruyucu kanun yürürlükte olduğu sürece, bu konuda konuşanların samimiyeti hep su götüreceğinden, ben onun hakkında lehte veya aleyhte konuşmak istemem. Neme lazım, övsem "yağcı takiyyeci" der, inanmazlar, yersem "ne olacak yobaz" der yine inanmazlar. Ben bu kanun orda durduğu sürece gerekmedikçe onun hakkında konuşmam.


Aslında ben bunları yazmak için oturmamıştım bilgisayarımın başına. Bunlar bir girizgah olacaktı yazıma, bir giriş bölümü olacaktı ve ben bunun üstüne Mustafa Sabri Efendiyi yazacaktım. Yani Mustafa Sabri Efendi'nin Mustafa Kemal ve kurtuluş savaşı ve sonrası hakkındaki fikirlerini yazacaktım okuduğum kitaptan bilgi ve ilham alarak. Öyle fikirler ki, zamanında ilk okuduğumda hayretle "acaba?" demiştim. Sonra başka tarihçilerden de benzeri şeyler duyunca, doğrusu şaşırmış kalmıştım siyaset ve diplomasinin ayak oyunlarına, hilelere, entrikalar…


Siz de ilk defa duyuyorsanız eğer, hiç şüphem yok, gelecek yazımı okuyunca "olmaz öyle şey!" diyeceksinizdir. Bekleyin görün, sonra da yorumlayın isterseniz. 

Bakalım yanılacak mıyım.

10 Kasımda Mustafa Sabri Efendiyi Okumak

Evet, gün on kasımdı ve ben Mustafa Sabri'yi okuyordum. Sanırım olmaz, ama ihtiyaten "O da kim?" diyenlere kısaca tanıtmakta fayda görüyorum. 


Büyük bir İslam alimi, şeyhülislam, Osmanlı Mebusan Meclisi Mebusu, mücahit ve muhacir fî sebilillah. Tokatta 1869 da dünyaya gelmiş, Kayseri ve İstanbul'da tahsilini tamamlamış, Osmanlı Devleti'ne şeyhul İslam olacak kadar kendini yetiştirmiş büyük bir İslam alimi. Hafızdır. Hadis akaid ve kelam ilimlerine derin vukufiyeti var. İctihat derecesine yakın bir mertebede fıkıh ve usuli fıkıh bilgisi var. Aynı zamanda çağının siyasetini çok iyi bilir. Yöresi adına milletvekilidir. Bir ara vekaleten sadrazamlığa bakmıştır. Vefatı, Mısır 1954. 


Mustafa Sabri Efendi kalemi ve kelamı güçlü bir insandır. Ümmet içine bir mikrop gibi giren pozitivist, laik, ırkçı ve batıcılarla açıkça mücadele etmiştir. Batı medeniyetine müslümanlığından duyduğu şeref ve izzet duygularıyla bakar. İslam din ve medeniyetinin diğer tüm din ve medeniyetlerden, İslam hukukunun diğer hukuk ve kanunlardan daha üstün olduğunu savunur. Askeri, kültürel ve iktisadi alanlardaki üstünlüklerinden dolayı batılılar ve batıcılar karşısında asla aşağılık duygusuna kapılmaz. Bilinçsizce batıdan gelen her şeye sarılan kimselere, psikolojik hastalıklılar olarak bakar. Kurtulmaları için mücadele verir.


Ona göre batı medeniyeti barbar bir medeniyettir. Batılıların tarihinde adalet diye bir şey yoktur. Kanunları kendileri için başka yabancılar için başkadır. İnsan aldatmada başarılıdırlar. Bu yüzden ihanet halindeki lider ve kalemlerin birtakım duygu sömürücü ve yalan beyanatlarla halk aldatmalarını ve hakikat ile vakıa arasındaki uyumsuzluğu okuyup işitmesi onu acılarını zirvesine çıkarıyordu.


"10 Kasımla alakası nedir?" diyeceksiniz. 


Mustafa Sabri Efendiye göre İngilizler'in zahiren yenilmesi ve İstanbul'u terketmeleri, Yunanlılar'ın İzmir'den çıkarılıp denize dökülmesi(!), daha önceden planlanan müthiş bir senaryonun oynanmasından başka bir şey değildir. Millet kurtuluş için zafer çığlıkları atarken o, kendini tiyatroda gibi hissediyor, sahnede sergilenen oyunun acı akıbetini endişeyle düşünüyordu. Acaba bu oyunun arkasından ne gibi felaketler yaşanacaktı?


Evet, Mustafa Sabri'ye göre, Mustafa Kemal İngilizlerle anlaşmıştı. Onun büyük bir komutan olarak tanıtılması ve ülkede bütün ipleri eline geçirmesi sağlanmalıydı. İngilizler'in ve diğerlerinin işgali de, Yunanistan'ın kışkırtılıp sonra yalnız bırakılması da bir plan dahilinde idi. Atatürk, vatan kurtaran aslan olacak ve İngilizler'in isteklerini yerine getirecekti.


Neydi bu istekler?


Hilafetin kaldırılması, şeriatın kaldırılması, İslam'ı öğreten mektep ve medreselerin, tekkelerin kapatılması, kurulacak yeni devletin batıya bağlı ve batı hukukunu alıp uygulayan laik bir devlet olması, ülkenin İslam'dan ve Müslüman milletlerden uzaklaştırılması, diğer İslam ülkeleriyle bağının tamamen kesilmesi, bunu sağlayacak bir kısım devrimlerin yapılması.


Mustafa Sabri Efendi, bunları görmüş ve yazmıştı. Bu onun bilinen iddialarıdır. Zaten o ve benzeri yazılarından ötürü bazıları kendisini "vatan haini" ilan ettiler. Memleketinden hicret etmek zorunda kaldı. Ailesiyle beraber açlık ve mahrumiyet içinde diyar diyar dolaştı. Oturduğu yerlerden zaman zaman hükümetin baskısıyla uzaklaştırıldı. En sonunda ikinci defa gittiği Mısır'da fakirlik ve yokluk içinde vefat etti. Ama ölünceye kadar mücadelesine devam etti. Öğrenci yetiştirdi, yönlendirici yazılar yazdı, kitaplar telif etti. Geriye ilmî bir miras ve büyük bir cihat bıraktı.


Mustafa Sabri Efendinin bu iddia ve görüşleri hakkında biz bir şey söylemeye kendimizi ehliyetli görmüyoruz. Ancak İslam dünyasına şöyle bir bakan herkes, onun görüşlerinin ne kadar haklı olup olmaması konusunda bir fikir sahibi olabilir. Yine de biz bu konuları vicdanlı tarihçilerimize ve siyaset bilimcilerimize havale ediyoruz. Bütün bu konuları artık onların tabasbus veya tahkir ve tezyiften uzak, tamamen ilim adına belgelerle konuşmanın zamanı artık gelmeli. 


Gelmeli diyoruz, zira şu ortam hala buna müsait değil. 10 Kasımdaki duygusallığa bakılırsa bu özgür ortam daha bir hayli uzaktayız gibi. Bu ülkede fikir özgürlüğü ne kadar kısıtlı işte görüyorsunuz. Hala belli kişi ve konuları açıkça tartışamıyoruz. Buna bazı kanunlar yasal olarak, devlet ve medya ise duygusal olarak izin vermiyor. Özgürlükler konusunda mangalda kül bırakmayanlar, 10 Kasımlarda bu manzara karşısında dut yemiş bülbüle dönüyorlar nedense. Demek daha çok fırın ekmek yememiz gerekiyor.



Her neyse, sevgili okuyucularım, sizlerden Mustafa Sabri Efendi için bir Fatiha okumanızı istirham edebilir miyim? 

Lütfen!

Hiç yorum yok: