2 Ekim 2012 Salı

Türkiye ve Rusya'ya tarihsel bir bakış! -Rusya'yı anlamak çok mu zor? -Özal limonata, Lenin çaydan mı zehirlendi -Abdullah Muradoğlu


Türkiye ve Rusya'ya tarihsel bir bakış!

Samir Amin'e göre, Çarlık Rusyası'nın imparatorluk projesini finanse eden Batı Avrupa'dır.
Rusya'nın genişlemesi için Çar'a paralı askerler, komutanlar, teknisyenler gönderen de Batılılardır.
18. yüzyılın sonlarından itibaren Fransız, İngiliz ve Alman yatırımları sayesinde bir imparatorluk inşa etmiş Rusya.
Tabiî ki Rusya'nın genişlemesi başta Balkanlar olmak üzere Osmanlı'yı hedef alıyordu.
Bugün Ukrayna şehri olan Odesa (eski adı Hacıbey Kalesi) 1789'da Ruslar işgal edildikten sonra Çariçe Katerina bu bölgenin valiliğine Fransız asilzadesi Richelieu Dükü Armand'ı getirir.
Dük'ün 1815'de Fransa'da başbakanlık yaptığını hatırlatmalıyız.
Rus İmparatorluğu'nun hedefinde artık Balkanlar, İstanbul, Boğazlar ve Akdeniz vardır.
Oysa Ruslar ne zaman İstanbul'a yaklaşsa, İngiltere karşısına çıktı.
İngiltere Osmanlı'nın yanındaymış gibi davrandı ve her zaman da istediği tavizleri aldı.
Bu arada hem Rusya hem Osmanlı zayıfladı, güçlenen hep İngiltere oldu.
* * *
İngiltere 1907'de Ruslarla yaptığı bir gizli anlaşmayla bu politikasından vazgeçti.
1908'deki gizli 'Reval(Talin)' görüşmesinde de İstanbul Ruslara vaat edildi.
1915'de İngiltere, Fransa ve Rusya arasındaki bir anlaşmaya göre, Rusya'ya İstanbul, Karadeniz boğazının her iki kıyısı, Marmara Denizi ve Çanakkale Boğazı'nın Avrupa kıyısı veriliyordu.
1916'da yine bu üç ülke arasında imzalanan gizli Sykes-Picot Anlaşması da Osmanlı'nın Arap vilayetlerinin paylaşımını içeriyordu.
Bu anlaşmayla İngilizler Osmanlı'ya isyan ettirdikleri Şerif Hüseyin'i ve şeriklerini de satmışlardı.
İngilizlerin Boğazları Ruslara peşkeş çekmesi ilk bakışta stratejik bir sapma olarak görülür.
Oysa, ortada bir anlaşmanın olması uygulanacağı anlamına gelmiyor.
1917'de Rusya'da bir 'devrim'le Çar'ı deviren Bolşevikler gizli anlaşmaları açıkladılar.
Bolşevikler anlaşmaları feshettiklerini ve emperyalist paylaşım planından çekildiklerini ilan ettiler.
Ünlü İngiliz tarihçi Arnold Toynbee bakın ne diyor:
'1817 ile 1920 arasında İngiltere'nin Rusya'da 'beyaz' dostları vardı. 1918 yılında Boğazların denetimini ele geçirmekte bu 'beyaz' dostların devrilmesini engelleyememişse de, geciktirebilmişti.'
'Beyaz dostlar' imdada mı yetişti ne!
İngiltere'nin Rusya'yı Boğazlara sokmamak politikası Ruslarda bir sıkışmışlık duygusu oluşturdu.
İngiltere'nin 'Beyaz' dostları Çar'ların Akdeniz'e yahut Basra Körfezi'ne inme hayalini besleyip durdular.
Her iki halde de Rusların yolunun üzerinde Osmanlı vardı.
O halde İngilizlerin politikasını 'Tavşana kaç, tazıya tut' sözüyle özetleyebiliriz.
* * *
Stalin'in İkinci Dünya Savaşı'nın akabinde Türkiye'nin doğu sınırlarında değişiklik yapılmasını içeren talepleri de ilginç sonuçlar doğurdu.
Çünkü o talepler yüzünden Türkiye NATO'ya girdi.
Artık bu oyun bozulmalı.
Birbirinin ayağına çelme takarak Rusya ve Türkiye'nin işleri yolunda gitmez.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Rusya ziyareti bu bakımdan çok önemliydi.
Yukarıda özetlemeye çalıştığım arka fonun bugün tarihsel olmaktan öteye ciddi bir anlamı kalmadı.
Tarihten ders almak dışında.

Rusya'yı anlamak çok mu zor?

Şu sözler Nikolai Berdiaev'e ait.. 'Rus'tur Dostoyevski, sapına kadar.. Rus ruhundaki gizem, ancak ona bakıp çözülebilir.. Kendi de bir bilmece, bir çelişkiler yumağı. Batılılar, Dosto'ya bakarak anlıyor Rusya'yı..'
Karamazof Kardeşler'i 'Suç ve Ceza'yı, Ecinniler'i kim bilmez? Rusları tanıdığımız ise hiç söylenemez.
Alev Alatlı'yı Skytürk'te Gürkan Hacır'ın programında dinledikten sonra iyice kani oldum.
Şu eski tüfek solcular bile anlamamışlar..
Ruslar bize benziyorlar..
Onlar da bir yandan Batılılaşmaya çalışırken, diğer yandan Rusluklarını yitirmeme kaygısı taşımışlar.
'Slavlık, Ortodoksluk, Batılılaşma' üçgeni içinde gidip gelen elitler.. Ve buna geçen yüzyılın büyük denemesi 'Sovyet Komünizmi'ni eklemeliyiz.
Rusları anlamak kolay değil..
'İmparatorluk' kitabında Ryszard Kapuscinski, 'İnsan Rusya'ya ne kadar soyut bir anlam verirse, onun hakkında konuşmak o kadar kolaylaşıyor' diyor.
Rus şair Fiodor Tiuçev de 'İnsan Rusya'yı aklıyla kavrayamaz. Ancak Rusya'ya inanabilir' der.
Alev Alatlı ise Rus ruhunu en iyi Putin'in anladığını söyler. Bu da başkanlık koltuğunu 'Putin'in gölgesi' olarak anılan Dimitri Medyedev'e bıraksa dahi Putin'in iktidarını sürdürmekteki başarısını açıklıyor.
Rus düşünür Mihaylovski 'Rusların, Rus milletinin içine şifrelenmiş en temel karakteri, durmak bilmez acı arayışıdır' der..
Ee bizde de iflah olmaz bir bela arayışı yok mu Allah aşkına?
Birbirimizi yemiyor muyuz?
* * *
Sadede gelelim..
İzzet Tanju'nun 'Dostoyevski' başlıklı bir çalışması yayımlandı(Ötüken Yayınevi).
Dostoyevski'nin Rus-Ortodoks kişiliğini oluşturan bileşimleri irdeliyor. Sosyalistlikten nihilizme, oradan Ortodoksluğa yaptığı ızdıraplı geçişleri anlatıyor.
Mesela… Dostoyevski Rus tanzimatçılarına şiddetle karşıdır..
'Ne pahasına olursa olsun Rusya'ya özgü bir yol tutulmalı' der.
Ecinniler romanı yayınlandığında sol tepki gösterir, sağ alkış tutar. Biraz Cemil Meriç'e benzer bu yüzden..
Dosto'ya göre Ecinniler, liberaller, anarşistler, devrimcilerdi.
'Bu cinler, büyük hastamız sevgili Rusya'nın her yanını delik deşik eden kurtçuklardır' diye seslenir.
Katolikliğin kokuşmuşluğuna karşın Rus Ortodoksluğu'nun ruhani temizliğini öne çıkarır..
Batı'nın ilmini, tekniğini almaya itirazı yoktur, ama iş 'aydınlanma'ya gelince 'orada durun bakayım' der.
Dosto'nun tanıdığı Avrupa yıkımın eşiğindedir.
Ne kilisesi vardır ne de İsa'sı.. Ahlak temelleri oyulmuştur..
Kehanette de bulunur Dostoyesvki..
'Bir türlü çözüm getirilemeyen siyasal sorunlar, çok büyük bir savaşa yol açacak. Sizi de içine çekecek bu savaş.'
* * *
Dosto'nun kehaneti gerçekleşir.
Birinci Dünya Savaşı çıkar, Ruslar da parçasıdır.
Dostoyevski'nin ömrü vefa etmez görmeye, ama çok korktuğu şey Rusya'nın başına gelir. 1917'de Çarlık rejimi yıkılır, kiliseyle birlikte.. Ruslar kilisesiz yaşayamaz, Stalin bir yenisini inşa eder, 'Tanrısızlık Kilisesi..'
Bu yeni din, Rus insanını ne kavradı ne de mutlu etti.
Komünizm çökünce Ortodoks Kilisesi 'büyük uyku'dan uyandı.
Putin, hem başkanlık konutunda hem özel konutunda minik kiliseler yaptıracak kadar sıkı Ortodoks'tur. Dostu eski Alman şansölyesi Gerhard Schröder'e göre kiliseye bağlılığı taktik değildi, onun bir parçasıdır.
Sözüm bitmedi..
İzzet Tanju'nun Cemil Meriç'in en yakınındaki birkaç kişiden biri olduğunu hatırlatırım.
Dosto'dan esirgemediği çalışmayı Cemil Meriç için de bekliyoruz.
Soykırım fırsatçısı Yahudi bile değilmiş..
Sokaklar kana bulandığında mülk satın al'.. Sanırım bu replik Denzel Washington'un başrol oynadığı Inside Man(İçerideki Adam)filminde geçiyordu. 'Kriz fırsatçıları' (ben buna leş kargaları diyorum) deyiminin 28 Şubat sürecinde, özellikle ekonomik kriz günlerinde kullanıldığı hatırlarız.. Herşeyi paraya dönüştürebilen güç simsarları, kuşkusuz siyasi krizlerden de yararlanıyor. Bazen 'kâr' için siyasi kriz bile yaratabiliyorlar, o ayrı. Herşeyin istismarı oluyor da, Yahudi Soykırımı'nın neden olmasın?
1997'de 'Misha: A Memorie of Holocaust Years (Soykırım Yıllarının Anıları)' diye bir kitap yayımlanmıştı. Satış rekoru kıran kitap, Misha Defonseca'ya sadece şöhret değil, yirmi milyon dolar da kazandırmıştı. Filme de çekilen hikaye, Nazilerden kaçan ailesini bulmak için ormanda kaybolan, vahşi kurtlarla yaşayan küçük bir kızın (Misha) insanı zırıl zırıl ağlatan yaşam öyküsünü anlatıyordu.
Meğer tümüyle kurmaca değil miymiş! Yazarın gerçek ismi de Monique De Wael'miş. Yahudi bile olmayan De Wael, Belçikalı, koyu Katolik bir çiftin küçük yaşta öksüz kalan çocuğuymuş. Hikayenin aslı faslı anlaşılınca bizim becerikli 'soykırım fırsatçısı' yazarımız özür dilemesine dilemiş ama, okurlarından kendilerini herşeyini kaybetmiş dört yaşındaki çocuğun yerine koymalarını istemiş. Yani aptal yerine konduklarını düşünmesinler. Aman ne iyi!..
Yeri gelmişken soykırım fırsatçılarının sadece De Wael'den ibaret olmadığını belirtelim. İlgilenenlere, anne babası Nazi kamplarından sağ kurtulan, ancak bütün sülalesi katledilen Amerikalı yazar ve öğretim üyesi Dr. Norman G. Finkelstein'in çok tartışılan 'Holocaust Industry: Reflections on the Exploitation of Jewish Suffering' kitabını salık vereyim. Kitap 'Soykırım Endüstrisi: Yahudi Acılarının İstismarı' başlığıyla Türkçe'ye çevrilmişti.
Noam Chomsky'nin yakın arkadaşı olan Finkelstein'in kitabında karşı-görüşleri ve öfkeli eleştirileri içeren makaleler de yer alıyor. Farklı diasporalarla ilgilenen araştırmacılar, Finkelstein'in kitabında ilginç ipuçları yakalayabilirler.

Özal limonata, Lenin çaydan mı zehirlendi

Ailesi ve yol arkadaşları merhum Cumhurbaşkanı Özal'ın zehirlenerek öldürüldüğünden kuşkulanıyor. Bazı çevreler bu iddialardan rahatsız olsa bile, yakın tarihe bakıldığında iktidar savaşlarında 'zehirle suikast'ın hiç gündemden düşmediği görülüyor.
Özal limonatadan, Lenin çaydan mı zehirlendi? Eşinin, kardeşinin, çocuklarının ve yol arkadaşlarının, merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın zehirlenerek öldürülmüş olabileceği kuşkusunu kamuoyuyla paylaşmaları neden bazı çevreler tarafından sözbirliği yapmışçasına itirazla karşılaşıyor?
Bence asıl üzerinde durulması gereken husus budur.
1989-1993 yılları arasında Türkiye'de neler yaşandığını gözden geçirenler bu yıllar arasında ülkenin geleceğini derinden etkileyen gelişmelerin yaşandığını göreceklerdir.
Özal'ın vefatında bir suikast girişimi sözkonusuysa eğer, bunun sebebini bu gelişmelerde aramak lazım. En başta sorulması gereken soru şudur:
“Özal'ın vefatıyla durdurulan nedir?”
Özal'ın bir suikastin kurbanı olduğu iddiasının, Kürt sorununun çözümlenmesi için atılan adımlarla ilgili olduğu konusunda ciddi ipuçları var. Sorunun çözümlenmesi için başlatılan girişimlerin bir ucunda Özal, diğer ucunda Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis, öteki ucunda ise Özal'ın en güvendiği adamlardan Maliye Bakanı Adnan Kahveci yer alıyor.
İddia böyle..
Resmi açıklamalara göre Özal “kalp krizi”nden, Bitlis Paşa ve Adnan Kahveci ise “kaza” sonucunda hayatlarını kaybettiler.
Her birinin ölüm tarihleri birbirine yakın, her birinin ölümüyle ilgili kuşkular sözkonusu.
Hakikat elbet bir gün ortaya çıkar.
LENİN'İN ÖLÜMÜ ROMANA KONU OLDU
İlginçtir zehirlenerek öldürüldüğü iddia edilen Stalin'in, 1917'deki Bolşevik Devrimi'nin lideri Lenin'in ölümünde parmağı olduğu dedikodusu yapılmıştır.
Dedikodu, bazı romancılara esin bile vermiştir.
Buna göre Lenin de, Sovyet Rusya'yı tek başına yönetmek isteyen Stalin tarafından zehirlenerek öldürülmüştü.
Dedikodu, bazı gerçeklerden yola çıkarak geliştirilmişti. Bu gerçek, Lenin'in komünistler arasında tartışmalara neden olan bir vasiyeti idi.
Varlığı uzun yıllar saklanan vasiyete göre Lenin, Stalin'in gem vurulamaz ihtiraslarından söz ederek, onun Genel Sekreterlik görevinden azledilmesini tavsiye ediyordu.
“Lenin'in vasiyetnamesi” olarak anılan mektup parti kongresinde okunduğu halde halka açıklanmamıştı.
Saklı tutmaya karar vermişlerdi ama Komünist (Troçkist) yazar Max Eastman'ın 1926'da mektubu Amerika'da yayımlamasını önleyememişlerdi.
Resmi açıklamalara göre Lenin bir “inme” sonucunda ölmüştü ama sağlığında onu tedavi eden doktorları bu konuda mutabık kalmamışlardı.
Lenin'in vasiyetnamesi Stalin'le kapışan ve daha sonra Rusya dışına çıkmak zorunda bırakılan Troçki tarafından da Stalin'e karşı kullanılmıştı.
Amacımız Lenin'in Vasiyeti etrafında dönen tartışmaları yeniden gündeme getirmek değil.
Vasiyetten yola çıkarak kurgulanmış bir romandan bahsedeceğim sadece.
ROMANI YAZAN RUSYA UZMANI
Amerikalı yazar Joseph Finder, Lenin'in vasiyeti'nden yola çıkarak kurguladığı “Moskova Kulübü” romanında Gorbaçov döneminde gerçekleşen bir darbe girişiminini anlatır.
Finder, Sovyet Rusya uzmanıdır.
“The New York Times”, “The Wall Street Journal” gibi gazetelerde Sovyet Rusya üzerine yaptığı analizlerle tanınıyor.
Kurgusu müthiş ama aksiyon düzeyi abartılmış bir romandır.
Romanın başkahramanı Charlie Stone Rusya'da elde edilen yazılı ve sözlü metinleri analiz etmekle görevli bir uzmandır.
Amerika'da 1950'lerde “Komünist Avı” furyasını başlatan Senatör Mc Carthy tarafından Sovyet Casusluğuyla suçlanarak mahkum edilmiş bir tarih profesörünün oğludur.
Gerçekte ise baba Stone masumdur.
Babasının masumiyetini kanıtlamaya çalışan Stone farkında olmadan bir komplo ağının ortasına düşmüştür.
“KGB” ve “CIA”nın içinden bir grubun işbirliğiyle planlanan komplodur bu.
Dönem Gorbaçov dönemidir.
VASİYETTE GİZLENEN SUİKAST PLANI
Charlie Stone babasının adının da karıştığı “Lenin'in kayıp vasiyetnamesi”nin izini ararken, Lenin'in doğal sebeplerle değil Stalin tarafından zehirlenerek öldürüldüğünü öğrenmiştir.
Lenin ölmeden önce Stalin'in kendisine karşı suikast hazırlığı içinde olduğunu belirten bir mektup yazmıştır.
Mektubun ikinci nüshası Amerikalıların eline geçmiştir.Amerikalılar mektubu Stalin'e karşı bir koz olarak ellerinde tutmuşlar.
Lenin mektubun bu nüshasını güven duyduğu Amerikalı bir işadamına yurtdışına çıkarması için vermişti.
Bu işadamı Charlie Stone'in babasının çok yakın arkadaşıdır.
Stalin'in ölümününden hemen sonra KGB şefi Beria, Amerikalıların yardımıyla bir darbe girişimi gerçekleştirmek istiyordu ama plan akamete uğramıştı. Beria'nın yardımcısı Amerikalılar tarafından ele geçirilmişti ve onların yardımıyla hızla yükselerek Gorbaçov döneminde KGB'nin başına geçmişti.
KGB Başkanı ve ekibi yine CIA'nın yardımıyla Gorbaçov'a karşı bir darbe hazırlığı içerisindedir.
CIA içindeki grup da Amerikan Başkanını gözden çıkarmıştır.
ABD Başkanı Kremlin'e davet edilmiştir.
Lenin'in mozelesine yerleştirilen bombaların patlatılması sonucunda hem ABD Başkanı, hem Gorbaçov ölecekler ve çıkan karışıklıklar sonucunda KGB Başkanı idareyi ele alacaktır.
Tabii komplo, Charlie Stone'nin sayesinde akamete uğrar.
ÇAYINA ZEHİRLİ ŞEKER KATMIŞLAR
Finder romanında Lenin'in çayına karıştırılan zehirli şekerle öldürüldüğünü kurgulamıştır.
Romanın başkahramanı Charlie Stone'nin babası gibi sevdiği işadamı Lehman aslında Lenin'i zehirleyen adamdır.
Stone, Lenin'in özel sekreterliğini yapmış olan ve sonra Amerikaya kaçmış bulunan yaşlı kadını yıllar sonra bularak konuşturmuştur.
Lenin'in özel sekreteri, zehirli suikast olayını doğrulamıştır.
Aralarında geçen diyalog şöyledir:
“-Lenin'i kim zehirledi?
'Lütfen bu işi kurcalamayın' diye yalvardı kadın. 'Lütfen geçmişi karıştırmayın. Bırakın insanlar Lenin'in eceli ile öldüğünü sansın'.
-Otopsi yapıldı değil mi?
-Evet, yapıldı, öldüğünün ertesi günü on doktor gelip cesedini inceledi. Otopsi yaptılar ve hiçbir şey bulamadılar. Sonra kafatasını açtılar. Beyni kaskatıydı, taşlaşmış gibiydi. Madeni bir aletle beynine vurduklarında tınlama sesi çıkıyordu.
-Arteriosklerosis. Yani damar sertliği. Zehiri aramadılar mı?
-Hayır, niye arasınlardı ki?
-Zehirlendiğini örtbas etmek istediler yani..
-Leninin şahsi doktoru Dr. Guetier otopsi raporunu imzalamadı. Reddetti. Lenin'in zehirlendiğini biliyordu.
-İyi ama onu kim zehirledi?
-Herhalde uşaklardan biri. Hepsi gizli polis için çalışıyordu. Stalin Lenin'in yolundan çekilmesini istiyordu, böylece tüm ülkeyi ele geçirebilecekti.”
Charlie Stone, babasının mahkum edilmesinde parmağı olan işadamı Lehman'ı bularak ondan gerçeği öğrenir. Lehman Lenin'i kendisinin zehirlediğini şöyle anlatır:
“Tahnit etmek işe yaramadı. Zehirle dolu bir cesedi tahnit etmek işe yaramaz. Cesedi yaktılar. Sonra da Lenin'in bir heykel için yaptırdığı yüz maskesinden yararlanarak balmumu mankenini yaptılar. Stalin bunu biliyordu. Lenin'in en kısa sürede devrilmesini istiyordu. Sovyet devleti felç olmuştu, iktidara geçme fırsatı ayağına gelmişti. Lenin'in çok hasta iken bile kabul edeceği birkaç kişiden biri olduğumu biliyordu. Lenin beni kabul etti. Çay içtik. Çayını çok şekerli içerdi. Stalin, içinde çok tesirli bir zehir bulunan kesme şekerler hazırlatmış ve bana vermişti. Tek yapmam gereken şey, bunları şekerliğe koymaktı. Eşi Krupskaya, kocasının Stalin ile görüşmesine izin vermiyordu. Tek yol bendim. Lenin zaten ölüyordu, ağır bir kalp krizi geçirmişti, ölümünü hızlandırmak önemli değildi. Ve Stalin beni koruyacaktı, çünkü sırrını ben biliyordum. Zehiri o vermişti. Böylece, önceden planlamadan, dünyanın en büyük zalimlerinden birinin iktidara gelmesini sağladım. Bana bu işi yaptırdı, akla gelen her tehdidi savurdu. Onunla baş edemeyecek kadar gençtim. Ancak bir kere hırsızlık edersen , öteki hırsızlar seni korur. O da beni korudu.”
Tabii bütün bunlar Joseph Finder'in kurgusundan ibaret.
Ama zaten romanlar da gerçek hayatta “olabilecek” olaylar üzerine kurulmuş değiller midir?
İnsanlar okudukları romanlardan, izledikleri filmlerden etkilenip cinayetler işlememişler midir?
İşin tuhafı Joseph Finder Moskova Kulübü'nü 1991'de Amerika'da yayımlamış.
Roman Türkiye'de ise 1993 yılında yayımlanmış.
Turgut Özal da aynı yıl ölmüştü.
Tabii ki “tesadüf” deyip geçebiliriz.
Yine de “Acaba!” diye düşünmeden edemiyor insan.
İddialara göre Stalin'e fare zehiri vermişler!
Sovyet Rusya'nın despot lideri Stalin'in 1953'te zehirlenerek öldürüldüğü yönünde iddialar olmuştur.
Bu iddialardan birine göre Stalin KGB Başkanı Lavrenti Beria tarafından zehirlenerek öldürülmüştür.
İddia Rus Yazar Edvard Ratzinsky tarafından yazılan “Stalin” kitabında da yer almıştı.
Stalin'in sağlığından sorumlu olan çoğu Musevi kökenli dokuz doktor tutuklanmıştı. Doktorlar, Stalin'in ölümünden sonra kurşuna dizilmekten kurtulmuştular. Bir iddiaya göre Stalin politbüro üyeleriyle birlikte bir akşam yemeğinde kanı incelten ve vücutta iç kanamalara neden olan tatsız ve kokusuz “warfarin” adlı kimyasal maddeyle zehirlenerek öldürülmüştü.
Warfarin Amerika'da fare zehiri olarak geliştirilmişti.
İnme riski taşıyan hastalarda aşırı dozda kullanıldığında tehlikeli kanamalara neden oluyormuş. KGB Başkanı Beria, Stalin öldükten hemen sonra gözaltına alınarak infaz edilmişti. Beria'nın infazının Stalin'in ölümüyle ilgisi var mı yok mu bilinmez ama işlediği cinayetler ve çevirdiği entrikalar zaten ortadan kaldırılması için yeterliydi.
Stalin'in ölümü çok şey değiştirmişti. Öyle ki Sovyet Rus tarihini “Stalin'den önce”, “Stalin'den sonra” diye kategorize etmek yadırganmıyor.
Yuşçenko ölümden dönmüştü!
Dünya tarihi devlet başkanları ve başbakanlara yönelik çeşitli suikast girişimleriyle dolu.
Her türlü yol ve yöntem kullanılmıştır.
Zehirli suikastler de sincice kullanılan yöntemlerden biridir.
Devlet başkanları özel ve resmi konutlarında olağanüstü önlemlerle korunurlar.
Yedikleri içtikleri, giysileri, kullandıkları parfümler, losyonlar, lavabolar titizlikle incelenir.
Mesela Amerikan başkanlarının başka ülkelere yaptıkları ziyaretler sırasında yakın korumaları kuşkulandıkları insanların avuç içlerini bile incelerler.
İnsanların hastalık durumlarına göre icat edilmiş zehir türleri de mevcuttur.
Ölüm nedenini saptıracak biçimde hazırlanmış zehirlerdir bunlar.
Bazı zehirler de vardır ki, kalp krizlerini tetikler.
Böylece maktülün zehirle değil, kalp kriziyle ölmüş olduğu zannedilir.
Zehirli suikastler rejim muhaliflerine ve siyasi hasımlara yönelik olarak da sıkça başvurulmuş bir cinayet yöntemi.
Ukrayna Cumhurbaşkanı Viktor Yuşçenko 2004'de zehirli bir suikast girişimi nedeniyle ölümden zor dönmüştü.
Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde “dioksin” adlı bir kimyasal maddeyle zehirlenen Yuşçenko'nun yüzü tanınmaz hale gelmişti hatırlarsanız.
Yuşçenko, zehirli suikastten Rusya'yı sorumlu tutmuştu.
İddia Ukrayna ve Rusya Federasyonu arasında sorunlara da neden olmuştu.


Hiç yorum yok: