Timurlular Devri ve Uluğ Bey’in Bilimsel Çabaları1
Doç. Dr. Yavuz Unat Ankara Üniversitesi Dil ve tarih Coğrafya-Fakültesi, Bilim Tarihi Anabilim Dalı
Timurlular Devleti, Çağatay hanlıklarından birinin basında bey olan Timur tarafından kuruldu ve kısa bir sürede imparatorluk haline geldi. Cengiz Han ülkesini paylastırırken Türkistan, oğlu Çağatay’ın hissesine düsmüstü. 1370 yılında Timur, Çağatay Hanlığı’nın basına geçti; Mâverâünnehir’e egemen olarak Semerkand’da tahta oturdu ve Timurlular Devleti’ni kurdu. Timurlular Devleti, Timur’un ölümünden sonra iki oğlu arasında paylasıldı. Miran Sah (ölümü 1407) Bağdat ve Azerbaycan'da ve küçük oğlu Sahruh Mirza (1377-1447) da Horasan'da devlet kurdu. Đmparatorluk, Sahruh zamanında parlak bir kültür hayatı geçirdi.
Sahruh’un oğlu Uluğ Bey ise tanınmıs bir astronom olarak tahta çıktı (1409-1449). Yine Timurlular'dan Hüseyin Mirza Baykara (1469-1506) zamanında Horasan ve baskenti Herat Türk tarihinin sayılı kültür merkezlerinden biri haline geldi. Türk sairi ve devlet adamı Ali Sir Nevai (1440-1501) burada yetisti. Baykara'dan sonra Herat Özbekler'in eline geçti ve Timurlular ortadan kalktı.
15. yüzyılda, Türkistan bölgesinde bulunan ve pek çok ünlü bilim adamının toplanmıs olduğu Mâverâünnehir bölgesindeki Semerkand sehrini bir bilim ve kültür merkezi olarak görmekteyiz. Eski adı Maracanta olan bu sehir, pek çok kereler istila edilmis ve çesitli kültürleri barındırmıstır. Ancak Mâverâünnehir ve Semerkand, Timur ve izleyenleri zamanında bilim ve kültür alanında parlak bir dönem yasamıs, Özellikle Timur'un torunu, Sahruh'un oğlu olan Uluğ Bey zamanında eğitim ve kültür dünya çapında bir asama göstermistir.
Uluğ Bey, 1393/1394 yılında Azerbaycan'daki Sultaniye sehrinde dünyaya gelmistir. Henüz on altı yasında iken, Mâverâünnehir'in ve yörelerinin yönetimi babası tarafından kendisine verilen Uluğ Bey daha çok Semerkand'da bilimsel faaliyetlerle ilgilenmis, siyasi yasamında babasına bağlı kalmıs ve yönetimini babasının yardımlarıyla sürdürmüstür. Babasının ölümünden sonra tahtı devralan Uluğ Bey, iki yıl boyunca Horasan ve Mâverâünnehir bölgesinde sürekli taht kavgalarıyla uğrasmak zorunda kalmıs ve iki yıl süren bir mücadeleden sonra babasının bassehri olan Herat'ı ele geçirmeyi basarmıstır. Ancak 1449 yılında oğlu Abdüllatif'in hazırladığı bir komplo sonucu öldürülmüstür. Uluğ Bey ile oğlu Abdüllatif arasındaki anlasmazlık çok daha eskilere gitmektedir. Astrolojiye de meraklı olan Uluğ Bey, Abdüllatif tarafından öldürüleceğini öğrendikten sonra oğlu Abdüllatif’i devamlı kendisinden uzak tutmus, bu ise oğlu ile arasının açılmasına sebep olmustur. Uluğ Bey, babası öldükten ve tahtı devraldıktan sonra da oğlu Abdüllatif'e verilmesi gereken Sahruh'un hazinesindeki hisseyi de vermemis, dahası Herat'a Abdüllatif'in yardımıyla girmesine rağmen, bu yardımı, fetihnamelere küçük oğlu Abdülaziz'in yardımı olarak kaydettirmis ve bu olaylar oğlu ile aralarının daha fazla açılmasına neden olmustur. Bu olaylardan sonra Abdüllatif, babası Uluğ Bey’e karsı bir ordu toplamıs, babası ile Ceyhun kenarında bir kaç kez çarpısmıs ve yenilmistir. Ancak Timur'un torunlarından Ebu Said’in Semerkand'ı zaptetmesi üzerine Uluğ Bey Semerkand'a hareket etmistir. Bu arada oğlunun kendisini takip ettiğini öğrenen Uluğ Bey, tekrar oğlunun üzerine yürümüs, fakat bu kez büyük bir yenilgiye uğrayarak perisan olmustur. Perisan bir halde Semerkand'a gelen Uluğ Bey, burada kale kapılarının kendilerine kapalı olduğunu görünce oğlu Abdülaziz'i de yanına alarak Türkistan sınırına doğru yürümüs, ancak sonunda oğlu Abdüllatif'e teslim olmustur. Abdüllatif ise onları Semerkand’a getirmis ve Uluğ Bey ve Abdülaziz burada kurulan bir mahkemede ölüme mahkum edilmis ve öldürülmüstür.
Uluğ Bey hem bir hükümdar hem de bir bilim adamı olarak karsımıza çıkmaktadır. Astronomi ve matematiğe yoğun ilgi göstermis ve hayatı boyunca bu bilimlerle uğrasmıstır.
Aynı zamanda, kurduğu medresede kendini yetistirmek için derslere girmis, bu derslerdeki
tartısmalara katılmıs ve dersler de vermistir. Zamanının çoğunu bilim adamları ile geçiren Uluğ Bey, çevresine pek çok bilim adamı toplamıs, böylece Gıyâsüddin Cemsid el-Kâsî ve Kadızâde-i Rûmî gibi devrin ünlü bilim adamlarından ders alma olanağı da bulmustur.
Gıyâsüddin Cemsid el-Kâsî (?-1437)
Gıyâsüddin Cemsid el-Kâsî, 14. yüzyılın son yarısında, Kasan’da doğmustur. Doğum ve ölüm tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Öğrenimini Kasan’da tamamlamıs, Uluğ Bey'in daveti üzerine Semerkand'a gitmis ve çalısmalarına burada devam etmistir. Matematik ve astronomi üzerine çalısmaları olan Kâsî, aritmetikte ondalık sistemi ilk kullanan kisidir. Meraga Gözlemevi’nde yapılmıs olan gözlemleri içeren İlhân’ın Zîci adlı zîcteki tabloları yeniden hesap ederek İlhân’ın Zîci’ni Tamamlayan Hakan’ın Zîci adlı eserini yazmıstır; Süllem el-Semâ adlı eserinde ise gök cisimlerinin uzaklıkları sorununu tartısmıstır.
Kâsî’nin en önemli eseri, Ortaçağ İslâm Dünyası’ndaki matematik bilgisini bütün yönleriyle serimlediği Matematiğin Anahtarı adlı kitabıdır; bu eserinin bir bölümünde ondalık kesirleri kuramsal yönden incelemis ve bu kesirlerle toplama, çıkarma, çarpma ve bölme gibi aritmetiksel islemlerin nasıl yapılacağını örnekleriyle göstermistir; burada vermis olduğu bilgiler daha sonra 16. yüzyılın meshur matematikçilerinden ve astronomlarından Takîyüddîn tarafından kullanılacak, trigonometri ve astronomiye uygulanarak gelistirilecektir. Kadızâde-i Rûmî (1337-1412) Kadızâde-i Rûmî, 14. yüzyılın ikinci yarısında ve 15. yüzyılın birinci yarısında yasamıs olan ünlü matematik ve astronomi bilginidir. Bursa'da doğmus ve eğitimini burada tamamladıktan sonra matematik ve astronomiye merakından dolayı Horasan bölgesine, sonra da Semerkand'a gelmistir.
Semerkand Medresesi'nde matematik ve astronomi dersleri okutmus ve Semerkand Gözlemevi’nin müdürlüğünü yapmıstır. Müdürlüğü sırasında, Uluğ Bey Zîci’nin hazırlanısına önemli katkılarda bulunmustur. Semerkand Medresesi basmüderrisliğinde bulunduğu bir sırada, bir gün Uluğ Bey, sebepsiz yere bir müderrisi görevinden uzaklastırınca, buna darılan Kadızâde, evine kapanarak derslerine gitmemis ve bunun üzerine Uluğ Bey, Kadızâde'yi evinde ziyaret ederek, neden derslerden çekildiğini sorduğunda, bir müderrisin kendisine sorulmadan görevinden uzaklastırılamayacağını söylemek suretiyle siyasî yönetimlerin bilimsel kurumların isleyisine müdahalede bulunmamaları gerektiğine dair güzel bir örnek vermistir.
Kadızâde-i Rûmî, Semerkand Gözlemevi'nde yapılan gözlemlerin en önemli ürünü olan Uluğ Bey Zîci'nin hazırlanmasına katkıda bulunmus olduğu gibi, müstakil olarak birçok yapıt da kaleme almıstır. Bunlardan birisi, son dönemlere kadar Osmanlı medreselerinde de okutulmus olan Çağmînî'nin (14. yüzyıl) Astronomi Seçkisi adlı kitabına yazmıs olduğu bir yorumdur.
Kadızâde, Semerkand'da vefat etmis, ancak öğrencilerinden Ali Kusçu (ölümü 1474) ile Fethullah Sirvânî (15. yüzyıl) Anadolu'ya gelerek, matematik ve astronomi bilimlerinin Osmanlı ülkelerinde de yayılması için küçümsenemeyecek hizmetlerde bulunmuslardır.
Semerkand Medresesi
Uluğ Bey tarafından yaptırılan, insasına 1417 yılında baslanan ve 1421 yılında tamamlanan Semerkand Medresesi, uzun yıllar her çesit bilim, eğitim ve öğretimin merkezi olmus ve Uluğ Bey’in ölümüne kadar faaliyetini sürdürmüstür. Dört ayrı kösesinde dört ayrı dershane
bulunan ve her dershaneye de ayrı bir müderris tayin edilen bu medresenin basına ise, Bursa'da doğup daha sonra Semerkand'a gelen, medresenin ve gözlemevinin kurulusunda da emeği geçen Kadızâde-i Rûmî getirilmistir.
Bu medresedeki bilimsel faaliyetler hakkında Kâsî'nin mektubundan pek çok sey öğrenmekteyiz. Bu mektupta, Semerkand'da bilim adamlarının en seçkinlerinin toplanmıs olduğundan, bütün bilim dallarında ders veren müderrislerin burada çok sayıda mevcut olduğundan ve bunların çoğunun matematik bilimleri üzerine çalıstıklarından söz edilmektedir. Yine bu mektuptan öğrendiğimize göre, medresede verilen dersler, ileri seviyede arastırma niteliği tasımakta, bunlar bir tartısma seklinde olmakta ve bu tartısmalara devrin ünlü bilim adamları ile birlikte, Uluğ Bey'de katılmakta idi. Ayrıca medresedeki bilimsel faaliyetlere ek olarak, Uluğ Bey'in sarayında da bilimsel toplantılar yapılıyordu.
Semerkand Gözlemevi
Semerkand Medresesi’nin insasından bir süre sonra, Uluğ Bey, medresede yapılan çalısmalara paralel olarak bir gözlemevi kurmaya karar vermis ve Kadızâde, Kâsî ve Ali Kusçu ile birlikte gerekli tesebbüslere baslamıstır (1421). Bu gözlemevi, İslâm gözlemevleri arasında önemli bir yer isgal etmektedir. Yüksek matematik ve astronomi akademisi niteliğini tasıyan ve yıldızların hareketleriyle ilgili gözlemlerin yapıldığı bu gözlemevi, 21 metre yüksekliğindeki Kühek Tepesi'ne kurulmus olan, üç katlı bir yapı idi. Yatay çapı 23 metrelik, yüksekliği 30 metrelik bir silindir seklinde olan bu yapı, ayrıca bir bahçe ile çevriliydi.
Gözlemevinin ilk müdürlüğünü Kâsî yapmıs, onun ölümünden sonra da Kadızâde-i Rûmî gözlemevine müdür olarak atanmıstır. Ancak Uluğ Bey'in, gözlemevinin basında bulunduğu ve Kâsî’nin, Uluğ Bey için "Gözlemevinin Sahibi" terimini kullanıldığı da bilinmektedir. Kadızâde-i Rûmî’den sonra gözlemevinin müdürlüğünü Ali Kusçu yapacaktır.
Gözlemevi, kullanılan astronomi araçları bakımından oldukça önemlidir. Burada kullanılan en önemli araçlardan biri Duvar Kadranı'dır. Gözlemevinin yapılmıs olduğu Kühek Tepesi'nin yüksekliğini de ölçmek için kullanılmıs olan bu araç, eldeki bilgilere göre, Đstanbul'daki Ayasofya Camii'nin yüksekliğine esit idi. Bu ise yaklasık 50 metrelik bir yükseklik demektir. Bu kadran, gözlemevinin bir parçası gibi yapılmıstı ve 60 derecelik üst kısmı toprak üzerinde, 30 derecelik alt kısmı ise kayanın içine yerlestirilmisti. Bu dev kadranın bir kısmı, 1908 yılında Rus arkeologu V. L. Viatkin tarafından yapılan bir kazı sonucunda ortaya çıkarılmıstır.
Gözlemevinde pek çok gözlem yapılmıs ve gezegenlere ve yıldızlara iliskin bu gözlemlerle, zamanın en önemli eseri olarak kabul edilen Uluğ Bey Zîci hazırlanmıstır. Uluğ Bey Zîci dört bölümden olusmakta ve trigonometrik, astronomik, coğrafik ve astrolojik tablolar içermektedir. Birinci Bölüm, takvim ve kronolojiye ayrılmıstır. İkinci Bölüm’de pratik ve küresel astronomiye iliskin bilgiler yer alır. Sinüs, kosinüs, tanjant ve kotanjant tablolarını içeren trigonometrik fonksiyonları; gök küresi üzerinde bulunan ekvator, ekliptik ve ufuk koordinatları; coğrafî koordinatları; Kıble yönü belirlenimini içerir. Üçüncü Bölüm, gezegenler ve yıldızlara iliskindir. Günes, Ay ve gezegenlerin hareketlerine; Günes ve Ay'ın Yer'den uzaklıklarına; Günes, Ay ve gezegenlerin görünen hareketlerine ayrılmıstır. Yer merkezli sisteme dayanır. Burada yer alan yıldız katalogu 1018 yıldız içermektedir. Dördüncü Bölüm ise astrolojiye ayrılmıstır.
Yıldızların devinimlerini, sabit yıldızların konumunu, farklı takvim ve tarihleri, pratik astronomi bilgilerini, gökcisimlerinin görünen hareketlerini ve onların konumlarını kapsayan
bu eser, orta zamandaki astronomi bilgisinin en son sözü ve bilimin teleskop icat edilinceye kadar erismis olduğu en son seviyesi olarak kabul edilmektedir.
Ne yazık ki, Semerkand sehri, bilimsel ve kültürel merkez olma özelliğini, Uluğ Bey'in ölümünden sonra kaybetmis, gözlemevindeki ve medresedeki bilimsel faaliyetler onun ölümünden sonra durmus ve konularında uzman olan kisiler Semerkand’ı terk etmislerdir. Bu
bilginlerin içerisinde en önemlisi Ali Kusçu’dur.
Ali Kusçu
Uluğ Bey'in 1449'da oğlu Abdüllatif tarafından öldürülmesi ve arkasından gözlemevi ve medresedeki çalısmalara son verilmesi üzerine Ali Kusçu, hacca gitmek için Semerkand'dan ayrılır ve Tebriz’e gelir. Burada Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan'ın (1423-1478) ilgisi üzerine onun yanında kalır ve Uzun Hasan tarafından, Osmanlı padisahı Fatih Sultan Mehmet’in yanına, Osmanlılar ile Akkoyunlular arasında, barısı amacı ile elçi olarak gönderilir. Fatih, Ali Kusçu İstanbul'a gelince onun bilgisine hayran kalır ve ona İstanbul'da
kalmasını teklif eder. Fatih'in bu ricasını kabul eden Ali Kusçu, elçilik görevini tamamladıktan sonra geleceğini söyler. Ali Kusçu sözünde durur ve elçilik görevini tamamladıktan sonra, 1472 senesinde İstanbul'a gelir. Ali Kusçu'nun İstanbul'a gelmek için hareket ettiğini duyan Fatih, sınırda onu karsılamak için bir heyet yollar ve sınırdan İstanbul'a kadar olan yolculuğun her günü için kendisine 1000 akçe verilmesini emreder.
Üsküdar’a geldiğinde, Ali Kusçu, zamanın ünlü bilim adamları tarafından karsılanmıs ve bir kadırga ile İstanbul'a gelmistir. Ali Kusçu, İstanbul’a geldikten sonra, 200 akçe ile Ayasofya Medresesi müderrisliğine tayin edilmis, burada astronomi ve matematik dersleri vermistir. Ali Kusçu, İstanbul'da bilim sınıfının en değerli kisisi olmus, astronomi ve matematik konularında, çağının sınırlarını asacak kadar önemli eğitim ve öğretim faaliyetlerinde bulunmustur. Onun sayesinde İstanbul medreselerinde astronomi ve matematik öğreniminde büyük gelismeler görülmüstür. Ali Kusçu’nun astronomi ve matematik dersleri olağanüstü bir rağbet bulmus, bu dersler İstanbul'un ünlü bilim adamları tarafından da izlenmistir. Astronomi bilimine verdiği önem sonucu devrinde bir çığır açarak değerli astronomların yetismesini sağlayan Ali Kusçu, 1474 yılında ölmüs ve Eyüpsultan civarına gömülmüstür.Ali Kusçu Mâverâünnehir’de ortaya çıkan matematik ve astronomi bilginlerinin son timsâlidir ve onun İstanbul’a gelmesi Osmanlı bilim tarihi açısından önemli bir olaydır. Zira İstanbul’da astronomiyi onun kadar iyi bilen bir bilgin yoktu; onun İstanbul’a gelisi, astronomi biliminin Türkiye’de yayılmasına ve sonuçta Mîrim Çelebi ( ? -1525) gibi bazı bilginlerin ortaya çıkmasına sebep oldu. Onun eserlerinin büyük etkide bulunduğu ve Osmanlı Dünyası’nda matematik ve astronomi bilimlerinin temellerini attığı hususunda kusku yoktur.
Ali Kusçu’nun Osmanlı bilginleri arasında en iyi bilinen eserleri, matematik konularını içeren Muhammediyye ile bir astronomi eseri olan Fethiyye’dir; her ikisi de çok okunmus ve okutulmustur; ancak bilgi açısından bir yenilik getirmezler. Bunların dısında, Ali Kusçu, Uluğ Bey Zîci’nin hazırlanmasında görev almıs ve bu eser üzerine Uluğ Bey Zîci’nin Yorumu adlı
- Farsça bir yorum hazırlamıstır. Bu yorum, Uluğ Bey Zîci’nin Giris’inde bulunan teorem ve problemlerin ispatlarını ve çözümlerini içermektedir.
Kaynakça
Adıvar, Adnan, Osmanlı Türklerinde İlim, İstanbul 1982.
Aka, İsmail, “Timurlular”, Türkler, Cilt 8, Yeni Türkiye Yayınları, Editörler: Hasan
Celâl Güzel, Kemal Çiçek, Salim Koca, Ankara 2002, s. 517-532.
Barthold, W, Uluğ Bey ve Zamanı, İstanbul 1934.
Barthold, W., İslâm Medeniyeti Tarihi, Ankara 1984.
Bilhan, Saffet, Orta Asya Bilgin Hükümdarlar Devletinde Eğitim-Bilim-Sanat, Ankara 1988.
Boybeyi, Songül (Yayına Hazırlayan), Uluğ Bey ve Çevresi Uluslararası Sempozyumu
Bildirileri, Atatürk Kültür Merkezi, Ankara 1996.
Buryakov, Yuriv F., “Timur, Timurlular ve Bozkırın Türk Göçebeleri”, Türkler, Cilt 8,
Yeni Türkiye Yayınları, Editörler: Hasan Celâl Güzel, Kemal Çiçek, Salim Koca, Ankara 2002, s. 534-539.
Demir, Remzi ve Yavuz Unat, "Ali Kusçu ve El-Muhammediyye, El-Fethiyye ve Risâle fî Hall Eskâl el-Mu‘Addil li’l-Mesîr Adlı Eserlerinin Türk Bilim Tarihindeki Yeri", Düsünen Siyaset, Sayı:16, Ankara 2002, s. 231-255.
Dizer, Muammer, Ali Kusçu, Ankara 1988.
Gökdoğan, Melek Dosay, Remzi Demir ve Mutlu Kılıç, Salih Zeki, Âsâr-ı Bâkiye, Cilt 3, Babil Yayınları, Ankara 2003.
Göker, Lütfi, Uluğ Bey, Ankara 1979.
İhsanoğlu, Ekmeleddin, Ramazan Sesen, Cevat Đzgi, Cemil Akpınar ve İhsan Fazlıoğlu,
Osmanlı Astronomi Literatürü Tarihi, 2 Cilt, İstanbul 1997.Sayılı, Aydın, The Observatory in Islam and Its Place in The General History of The Observatory, Ankara 1960.Sayılı, Aydın, Uluğ Bey ve Semerkand’daki İlim Faaliyetleri Hakkında Gıyasüddin-i Kasî’nin Mektubu, Ankara 1985.
Tekeli, Sevim, Esin Kâhya, Melek Dosay, Remzi Demir, Hüseyin Gazi Topdemir,Ayten Aydın Koç ve Yavuz Unat, Bilim Tarihine Giris, Üçüncü Baskı, Nobel, Ankara 2001.
Unat, Yavuz, Ali Kusçu’nun Risâle el-Fethiyye Adlı Eserinin Gök Küreleri Üzerine Olan Dördüncü ve Besinci Makaleleri Üzerine Bir Çalısma, (Yayımlanmamıs Yüksek Lisans Tezi), Ankara 1990.
Unat, Yavuz, “Osmanlı Astronomisine Genel Bir Bakıs”, Osmanlı, Cilt 8, Yeni Türkiye Yayınları, Editör: Güler Eren, Ankara 1999, s. 411-420.
Unat, Yavuz, İlkçağlardan Günümüze Astronomi Tarihi, Nobel, Ankara 2001.
Unat, Yavuz, Seyyid Ali Pasa, Miratü'l-Alem (Evrenin Aynası), (Ali Kusçu'nun Fethiyye Adlı Eserinin Çevirisi), Kültür Bakanlığı Yayınları: 2696, Kültür Eserleri Dizisi: 314, Ankara 2001.
Ünver, Süheyl, Türk Pozitif Đlimler Tarihinde Bir Bahis, Ali Kusçu, Hayatı ve Eserleri, Đstanbul 1948.
Ünver, Süheyl, Bursalı Kadızâde-i Rûmî ve Devrinin Diğer Bilimcileri, İzmir 1970.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder