27 Eylül 2012 Perşembe

1260 yılında Şam'da aynısını yapmışlardı! - Abdullah Muradoğlu


1260 yılında Şam'da aynısını yapmışlardı!

İsrail'de Birüssebi Camii'nde içki festivali girişimi sembolik mesajlar içeriyor. Gelen tepkiler üzerine festival General Allenby Parkı'nda yapıldı. Cami, Osmanlı'dan kalmaydı. Allenby ise 1917'de Birüssebi'den geçerek Kudüs'i işgal eden İngiliz ordusunun komutanıydı. Moğol hanlarından Hülagu 1260'da Şam'ı işgal ettiğinde yanında bazı hıristiyan melikler de vardı. Moğol işbirlikçisi hıristiyanlar Şam'a girdiklerinde camilere şarap dökmüşler, domuz eti atmışlar ve aynı muameleyi sokaklarda rastladıkları müslümanlara da reva görmüşlerdi.
İsrail'in 'Birüssebi (Beersheba)' şehrinde Osmanlı'dan kalma 'Birüssebi Ulu Camii' müzeye çevrilmişti. Nereden icap ettiyse İsrailliler 5/6 Eylül günlerinde Birüssebi Camii'nde şarkılı danslı bir 'içki festivali' düzenlemek istediler.
İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu yaptığı bir açıklamada bu kararla müslümanların kasıtlı olarak kışkırtıldığını belirterek, 'Bu ihlal Filistin'deki mukaddes ve tarihi yerlere yapılan saldırıların bir parçasıdır, İslami sembollerin yok edilmesi ve kutsallığının kirletilmesidir' demişti.
Tepkiler üzerine festival için yeni bir mekan seçtiler. Festivalin yeni adresi 'General Alllenby Parkı' idi. Anadolu Ajansı'nın haberine göre Allenby Parkındaki festivale katılanlardan bir grup ellerinde içki kadehleriyle Birüssebi camiinin avlusuna girmişler.
BİRÜSSEBİ-GAZZE HATTI
Her iki mekanın seçilmesininelbette sembolik anlamları var. General Allenby'nin Birinci Dünya Savaşı'nda Suriye ve Filistin'deki İngiliz ordusunun komutanı olduğunu hatırlayacaksınızdır.
1917'de Filistindeki Osmanlı ordusu 'Birüssebi-Gazze hattı'nda bir savunma cephesi kurmuştu. Birüssebi hattı Kudüs'e giden yolu kapatıyordu. İki kez İngiliz ordusunu püskürten Osmanlı kuvvetleri 9 ay kadar süren bir müdafaanın ardından Birüssebi-Gazze hattından çekilmişti General Allenby de 1917 Aralık ayının ikinci haftasında Kudüs'ü işgal etmişti.
İngiltere Başbakanı Lloyd George hatıralarında anlattığı gibi Kudüs'ün Britanya askerleri tarafından işgal edilmesi, Hıristiyanların asırlar boyunca kutsal mekanları ele geçirmek için yaptığı Haçlı seferlerinin sonuca ulaşmasından başka bir şey değildi.
General Allenby'i Kudüs'te alkışlayanlar arasında bir kısım işbirlikçi Arap şeflerinin yanı sıra Yahudiler ve Hıristiyanlar da yer almıştı.
Hikayenin sonrasını biliyorsunuz.
AYN CALUT DÖNÜM NOKTASIYDI!
Mekanların yanı sıra festival günlerinin seçiminde bir gizli mesaj olabilir mi? Olabilir. 3 Eylül 1260 günü Filistin'deki 'Ayn Calut savaşı'nı hatırlayalım.
Bir Kıpçak Türkü olan Sultan Kutuz ve General Baybars'ın yönettiği Mısır-Memluk ordusu, General Ketboğa'nın komutasındaki işgalci Moğol ordusunu büyük bir yenilgiye uğratmıştı. Taassup sahibi bir hıristiyan olan Ketboğa, Moğol Hanı Hülagu'nun en yakın arkadaşıydı.
Yenilmez zannedilen Moğol ordusu Ayn Calut'ta bozguna uğratılmıştı. Ketboğa'nın Ayn Calut'ta öldürüldüğünü öğrenen Hülagu, yanında rehin tuttuğu Halep Eyyubü Emiri El-Melikü'n Nasır Selahaddin Yusuf II ve yakınlarını yine Eylül'de katlettirmişti.
Memlukler 6 Eylül'de ise Humus yakınlarındaki Beysan'da Moğol kuvvetlerine son darbeyi indirmişti. Bu iki zaferin ardından, Moğollar Fırat'ın batısına püskürtülmüş, başta Şam ve Halep olmak üzere Suriye şehirleri işgalden kurtulmuştu.
Dr. Süleyman Özbek'in kaleme aldığı bir makalesinde belirttiği gibi 'Ayn Calut Moğol istilasının durak noktası'ydı. Tarihçi Nikola Ziyâde 'Ayn-ı Câlût'da Moğolların Yenilgisi Arap Medeniyetini Kurtardı' başlıklı makalesinde Moğol yenilgisinin bir başka boyutuna dikkat çeker.
'Haçlı seferleri tarihi' başlıklı eserin nüellifi Steven Runciman ise şöyle diyordu:
'Memluklerin zaferi İslam'ı o zamana kadar maruz kaldığı en tehlikeli tehditten kurtarmıştı. Eğer Moğollar Mısır'a girmiş olsalardı, Fas'tan doğuda hiçbir büyük İslam devleti kalmamış olacaktı. Müslümanlar Asya'da hiç bir zaman tamamiyle ortadan kaldırılamayacak kadar çok sayıdaydılar, ama artık bundan sonra hakim millet rolünü oynayamayacaklardı. Eğer Ketboğa, bu hıristiyan kumandan, muzaffer olmuş olsaydı, bu başarı Moğolların hıristiyanlığa karşı sempatilerini artıracak ve İslam öncesi sapık dinlerden beri ilk defa olarak Asya hıristiyanları iktidarı elde etmiş olacaklardı.'
ŞAM'DA CAMİLERE ŞARAP DÖKTÜLER
Birüssebi Camii'nde içki festivali girişimi ayrıca, 1260'da Şam'ın Moğollar tarafından işgal edilnesinden sonra yaşanan olayları getiriyor zihinlere.
'Arapların gözüyle Haçlı seferleri' kitabında Amin Maalouf, Moğol Hanı Hülagu'nun İran'dan Nil'e kadar bütün İslam Doğu'yu fethetme tutkusuna değinerek şöyle diyordu:
' Doğu'da olduğu kadar Batı'da da egemen olan izlenim, Moğol seferinin İslamiyete karşı yürütülen bir cins kutsal savaş olduğu ve bunun Frenk seferleriyle simetrik olduğu yönündedir. Bu izlenim, Hülagu'nun Suriye'deki komutanı Ketboğa'nın Nasturi bir hıristiyan olmasından ötürü güçlenmektedir. Şam 1 Mart 1260'da alındığında, buraya galip olarak üç hıristiyan prens girmiştir: Bohemund, Hethum ve Kitboğa. Araplar bundan büyük utanç duymuşlardır.'
'Trabzon Rum İmparatorluğunun tarihi' kitabında Jakob Philipp Fallmerayer, Trabzon Rum imparatorunun Suriye'de müslümanlara karşı yapılacak seferlerde Hülagu'ya asker desteği vermeyi taahhüt ettiğini yazar. 'Hıristiyanların büyük dostu' olarak anılan Hülagu'yu, İslam dünyasına Şark'ta son verme emeline hizmet etmesi için teşvik etmişlerdi.
'Haçlılar Çağı' kitabında P. M. Golt ise bakın ne diyor:
'Suriye'nin Moğollarca istilası Müslümanlar açısından felaket oldu; Doğu hıristiyanları ile Franklar bu olaydan daha az zarar görecekti. Halep kuşatması sırasında hıristiyanlar Moğollarla ittifak yaparak onlara takviye kuvveti sağlamıştı; bu müttefikler, Küçük Ermenistan Kralı I. Hethum ile damadı olan Antakya-Trabluşşam Hükümdarı VI. Bohemund'du. Oysa Latin krallığı hiçbir şekilde Moğollara kucak açma ya da yardım etme eğilimi göstermedi. Şam'ın alınmasından sonra, Hülagu'nun kendilerine özel koruma sağlamasını sevinçle karşılayan yerli hıristiyanlar, basireti tamamen elden bırakarak tam bir küstahlık sergilediler. Ramazanda alenen şarap içip sokaklarda törenle haç dolaştırılırken Müslümanları durup selam vermeye zorladılar.'
'Kölelerin imparatorluğu: Memlüklerin Mısır'ı' kitabında Andre Clot 1260'da Şam'da hıristiyanların halka reva gördüğü muameleleri müslüman bir tarihçiden yaptığı alıntıyla aktarıyordu:
'(..)Thomasso Kapısından Şam'a girdiler. Önleri sıra Haç gidiyordu ve onlar bağıra çağıra şarkılar söyleyip şöyle diyorlardı: 'İşte dinin, Mesih'in dininin zaferi!' Yanlarında şarapla dolu küpler vardı ve bu şarabı müslümanların üzerine, camilerin kapılarına döküyorlardı.'
Aradan yüzyıllar geçse bile fanatizm ve dinsel kindarlık bir şekilde zihinlerde kalıyor ve gördüğünüz gibi Birüssebi Camii'nde menfur bir içki festivali olarak karşımıza çıkıyor.
Moğol istilasını adeta davet ettiler!
Moğollar İran'dan Suriye'ye kadar bütün İslam topraklarını işgal ettiler, kadın erkek, yaşlı çocuk demeden yüzbinlerce sivili öldürdüler, şehirleri harabeye çevirdiler. 1258'de sadece Bağdat'da yüzbine yakın insan katledildi. Dirayet ve ferassetten yoksun Abbasi Halifesi ve iki oğlu da Hülagu'nun emriyle öldürüldü. Katliamlar, Halep ve Şam'da devam etti, Filistin şehirleri Nablus ve Gazze yağmalandı.
Moğollar Sünni, Şii,Batıni-İsmaili, Türk, Arap, Kürt, Fars demeden önlerine çıkan her şehri, her kaleyi yerle bir ettiler, halklarını katlettiler. 150 yıldan fazladır İran'dan Suriye'ye kadar, yüksek dağ başlarında muhkem kaleler, kamplar kuran, etraflarına terör saçan Nizari-İsmaililer(Batıniler, Haşhaşiler) bir daha toparlanamayacak ölçüde Moğol teröründen paylarına düşeni aldılar.
Moğol istilası sırasında İslam dünyası paramparça idi. 'Anadolu Selçukluları'çökmüş, şehzadeler arasında taht kavgaları başlamıştı. Suriye, Irak ve Güneydoğu Anadolu'nun bir kısmında hüküm 'Eyyubi' emirleri iktidar kavgasına düşmüşlerdi. Emirler birbirileri aleyhine kumpaslar kuruyor, Selahaddin Eyyubi'nin kemiklerini sızlatırcasına, hıristiyanlardan destek bulmak için Kudüs'ü bile pazarlık konusu haline getirmişlerdi.
Abbasi Halifesi Müsta'sım ise 'Bana Bağdat yeter. Moğolların öbür diyarları işgal etmesine göz yumarsam bana Bağdat'ı çok görmezler' diyebilmişti. Oysa Halife canını bile kurtaramadığı gibi sarayın avlusunda gizli bir yerde altın külçeleriyle dolu havuzun yerini göstermiş ve biriktirdiği hazineyi de Hülagu'ya teslim etmişti.
İslam dünyasının içinde olduğu durumu çok iyi kavrayan Moğol Hanı Hülagu İran, Irak, Anadolu ve Suriye'yi kolayca istila etmişti. Halep Eyyubi Emiri'ne gönderdiği bir mektupta Hülagu, zamanın müslüman yöneticilerinin durumunu kendi bakış açısından ne kadar zekice yorumladığını göstermişti.
İdarecilerinin dünyevi hırslarının cezasını müslüman halklar çekmişti. Müslüman hükümdarlar, vezirler hem kendileri telef olmuşlar, hem İslam dünyasını büyük bir kaosun, zulüm ve işgalin pençesine düşürmüşlerdi. Bugün durum çok mu farklı sanki! Tarihi hikaye gibi okuyor, gereken dersleri çıkarmıyoruz. Her türlü belaya da bu yüzden müstehak olmuyor muyuz?
Hülagu'dan Eyyubi Emiri'ne mektup!
Moğol Hanı Hülagu, Halep Emiri El Melikü'l-Nasır Selahaddin Yusuf II'ye gönderdiği bir mektupta ilginç tespitlerde bulunuyordu. Hülagu, Eyyubi emirine şöyle hitap ediyordu:
'El Melikü'l Nasır bilir ki biz (Hicri 656) de Bağdat üzerine inip Tanrının kılıcıile orayı aldık ve oranın sahibini (Halife) yanımıza çağırarak kendisine iki sorgu sorduk. Sorgularmıza cevap veremedi. Bundan dolayı sizin Kur'an'ınızda: 'Tanrı hiçbir kavmin elindeki nimeti, o kavim kendi kendine bozmayınca bozmaz' denildiği gibi bizim azabımızı kendisinin yapmış olduğu işler yüzünden müstehak oldu. Mallarını kısırgandığı için malına gelecek olan, canına geldi ve tatlı canlarını adi madenlere değiştiler. Bunun sonucu gene Tanrı'nın dediği 'her ne yaptılarsa orada hazır buldular', Kehf suresi, ayet 49' gibi oldu. Çünkü biz , Tanrının kuvvetile kalktık ve onun kuvvetile ile muvaffak olduk ve olmaktayız. Hiç şüphe yoktur ki biz, yeryüzünde Tanrı'nın askerleriyiz. Kendisi, azabına uğratmak istediği kimseler üzerine bizi gönderir. Olup biten vak'alar size ibret ve sözlerimiz nasihat olsun.
Bizim önümüzde kale para etmez ve karşımıza geçen ordular bir işe yaramaz ve hakkımızda yaptığınız kargışlar (beddua) bize geçmez. Başkalarına bakıp onların başlarına gelenlerden ibret alın ve örtü açılıp altındakiler meydana çıkmadan ve size bir hata gelmeden önce işlerinizi bizim elimize verin, biz sonradan ağlayanlara ve şikayet feryatları koparanlara acımayız. Nice şehirleri yaktık ve nice kimseleri yokettik ve nice çocukları atasız bıraktık ve yeryüzüne fesat saldık. Size kaçmak varsa bize kaçanları yakalamak var. Sizin için bizim kılıcımızdan kurtuluş yoktur. Oklarımız size nerede olsanız yetişir. Atlarımız her attan daha ziyade koşar ve oklarımız her nesneyi yarar geçer, kılıçlarımızın indiği yere yıldırım iner gibi iner. Akıllarımız dağlar gibi sağlamdır. Sayımız kumlar kadar çoktur.
Bizden aman dileyen selamete erer. Bizim ile savaş etmeğe yeltenenler sonunda pişman olurlar. Eğer siz bizim emrimize itaat ile şartlarımızı kabul edecek olursanız canlarınız bizim canlarımız ve mallarınız bizim mallarımız gibi olur. Yok, emrimize karşı gelir ve muhalefette ayak direrseniz başlarınıza gelecekler geldiği zaman bizi değil, kendinizi kınayın, ey zalimler!... Tanrı sizin aleyhinizdedir. Gelecek musibet ve belalara hazırlanın!...
Sonucun fena geleceğini önden söyliyen kimsede şüphe yoktur ki hiçbir kabahat kalmamıştır. Sizler haram yediniz... ve imanınıza sadık kalmadınız. Birçok bid'atler alana koydunuz. Sabi çocukları kullanmağı adet ettiniz, şimdi; buyrun zillet ve hakarete!... Bugün yaptıklarınızın cezasını göreceksiniz, ektiklerinizi biçeceksiniz!... 'Zulmedenler nereye gideceklerini ve hangi deliğe tıkılacaklarını yakında görür ve bilirler', Şuara Suresi, ayet 227'. Siz, bize kafir diyorsunuz. Biz de size fasık ve facir diyoruz. Bütün işleri takdir ve tedbir eden kimse tarafından biz size musallat edildik.
(..)Bu mektubumuz ile biz, sizi uykudan uyandırdık. Apansız başınıza ateşler yağmamasını istiyorsanız hemen mektubumuza cevap verin. Sonrasını siz bilirsiniz...'
O döneme tanıklık eden Ebü'l-Ferec İbnü'l-İbri'nin 'Tarihu Muhtasari'd-Düvel' isimli eserinde yer alan bu mektup bugün bile güncelliğini korumuyor mu, daha fazla yoruma ihtiyaç var mı?


Hiç yorum yok: