12 Şubat 2012 Pazar

Para sisteminin en büyük hilesi * Cemal Adem ile söyleşinin 2. bölümü


Geçen hafta bankaların para basmasından bahsettik. Buna ne eklemek istersiniz?

Esasen sistemin en büyük hilesi aslında para basması değil, faizdir.

Biraz açıklar mısınız?

Tabii. Dediğimiz gibi bankalar kredi istendiğinde önce parayı yaratıyorlar, geri ödendiğinde ise sistemden siliyorlar. Eğer sadece bu kadarla kalsa piyasanın normale girme şansı var. Herkes borcunu öderse bankanın bütün yarattığı para sıfırlanmış olurdu. Ama faiz eklenince işler değişiyor: Banka anaparayı sisteme sokmasına rağmen istenen faizi sisteme sokmuyor. Bunun manası, borç miktarının sistemdeki mevcut paradan fazla olması. Borçlular borçlarını kapatmak için sistemdeki parayı kullanacaklarına göre, her borçlu borcunu ödeyecek parayı bulamayacak. İşi kapanacak, iflas edecek. Size bir örnek vererek açıklayayım.

Diyelim bir adada 5 tane saat ustası var. Bankaya gidiyorlar ve her biri yüzde 25 faiz ile 100 lira borç alıyorlar. Piyasada ise henüz para yok. Banka parayı yaratıyor ve ustalara veriyor. Ustalar, 100 lirayı saat yapımında harcıyorlar ve piyasaya sürüyorlar. Soru 1: Piyasadaki saatin fiyatı en az kaç lira olmalı ki ustalar zarar etmesin.

100 lira masraf ve yüzde 25 faiziyle en az 125 lira olmalı.

Çok güzel. Piyasada toplam kaç saat var?

5

Peki, piyasada toplam kaç lira var?

500 lira yaratılarak piyasaya sürüldü.

Peki, bu piyasada en fazla kaç saat satılabilir?

125 lira saat başına olduğuna göre, 500’ü 125’e bölersek, 4 saat satılabilir.

Bu durumda ne olur?

5. saatçinin saati elinde kalır.

Evet, banka bu saate el koyar. Saatçi dükkanı kapatır. İflas etmiş olur.  İşte sistemin bozukluğu burada yatıyor. Sistem, insanları devamlı borç batağına sokmak ve onları borç miktarından az olan parayı elde etmek için çarpıştırmak üzerine kurulmuş. Borçlu insan ne ilimle, ne fenle uğraşıyor, toplum geri kalmış oluyor. Böylelikle kitleler kolayca yönetilebiliyor.

Eskiden bir oyun oynardık, müzikli sandalyeler diye. Sandalyelerin çevresinde dolaşır, müzik durunca yer kapmaya çalışırdık. Bizi birbirimizle yarıştıran yer eksikliğiydi.

Harika bir örnek. Bugünkü sistemi açıklamak için daha iyi örnek düşünemiyorum. Ve oyunun sonunda sandalyeler yavaş yavaş tükenir, oyuncular oyun dışında kalır ve sonunda biri kazanır. Bugün geldiğimiz noktada sandalye sayısı iyice azaldı. Oyun dışında bir çok kişi aç, sefil, işsiz. İşte bu noktada oyunda bir değişiklik görebiliriz.

Ne gibi?

Günümüzde haberleşme çok gelişti. Arap dünyasındaki isyanları görüyoruz. Birisinin twitter’dan attığı mesaj bile ortalığı alevlendirebiliyor. Sistemin sahipleri bu durumun farkında. Yani oyunun sonuna kadar devam etmeyeceğini, oyuncu azaldıkça anlıyorlar. Yani isyan bayrakları çekilmeye başlıyor.

Sanırım dünkü yazınızda buna dikkat çektiniz?

Evet. Zeitgeist ve Maitreya hareketleri ile oyuncuları başka bir oyuna getirmeye çalışıyorlar.Oyunun amacında bir değişme yok. Sistemin sahiplerinin amacı aynı. Tüm kaynaklara el koymak. Ama ille tapuları olmasına gerek yok. Önemli olan kimin bu kaynak üzerinde egemen olduğu, kararları aldığıdır. Yazımda bütün bunları açıkladım, merak edenler okuyabilir. Bugün biraz da çözüm hakkında konuşalım.

Evet bir çok insan sizin çözüm önerinizi merak ediyor.

Bu benim önerim değil. Zaten daha önce söylenmiş olanları tekrar söyleyeceğim. İnsan arapça bir kelimedir. Kökü ‘nisyan’ dan gelir. Nisyan unutmak demektir. İnsan ‘unutan’ varlıktır. Bizim amacımız naçizane insana unuttuklarını hatırlatmak. En çok aldığım sorular, bankacılık sisteminden tamamen kurtulmak mı lazım? Yerine ne tür bir para sistemi inşaa etmek lazım. Halbuki, daha önce yapılası gereken zihni inşaa etmek. Ancak sağlam bir kalbi ve zihin temel üzerinde bu finansal yapı sağlam olur. Yoksa başarıya ulaşamaz.

Kalbi ve zihni temel derken neyi kastediyorsunuz?

İnsanın para ile ilişkisini, hayata bakışını, toplumla olan münasebetini.

Bugünkü sistemin en büyük fikri hatası nedir o zaman?

Bugünkü sistem, servete mülkiyet gözüyle bakıyor. ‘Servet benim değil mi ne yaparsam yaparım’anlayışı hakim. Bu anlayışla, Guardian gazetesinin haberine göre milyarca dolarlık yemek israf ediliyor. Bu denli bir israf olmasa dünyada aç kimse kalmaz.

Halbuki ekonomistler dünya çok kalabalık, doğum kontrolü lazım, yiyecek kıtlığı var diyor.

Maalesef bugunkü bilim, bilim değil. Bilim hakikata değil, o bahsettiğimiz grubun menfaatlerine hizmet ediyor. Dünya krallığını kurma yolunda zihinleri uyuşturan bir bilim var bugün. Bu konuyu bir kenara bırakırsak dünyada israf haddini aşmış durumda. Problem miktar değil, bu miktarın israf edilerek gitmesi gereken yerlere gitmemesi. 

Evet anlıyorum. Sanırım önce bu fikri hataların düzelmesi gerektiğini düşünüyorsunuz.

Evet kesinlikle. Dünyadaki sorunların kaynağı budur. ‘Ben tok olayım da, diğerleri aç olsun bana ne’ anlayışı ile ‘onlar çalışsın ben kazanayım oturduğum yerden' olan firavuni anlayıştır.Bugün, sosyal uçurumlar bu anlayışın sonucu. Kapitalizmin sorununu komünizm çözemez. Çünkü bu bahsettiğim temelde her iki sistem aynıdır. Her ikisi de servete mülkiyet olarak bakar. Kapitalizmde servet sermayederlere, komünizmde ise partiye aittir. Bizim ise fikrimiz farklı. 1000’ lerce yıllık fikri tecrübe bize ‘servet emanet’tir diyor.

Kimden emanet?

Bütün servetin sahibinden. Yerin, göğün, o fabrikaların taşlarının, makinaların her bir parçasının sahibi, her türlü mahsülün atomlarına kadar hepsini dizayn edip, ortaya çıkartan, kendisinden bir lütuf olarak insana emanet edenden. İnsan bugün ‘emanet’ e hıyanet ediyor.Emaneti veren bu emanette fakirlerin, muhtaçların hakkı vardır diyor, insan umursamıyor.Günümüz insanı ‘mal benim değil mi’ ne istersem yaparım diyor. İlk önce değişim buradan başlamalı. İnsan sorumluluğunun farkına varmalı ve ona göre hareket etmeli. Çünkü emanet olduğunu bilen insanın ilk soracağı soru şudur. ‘Ben bu emanete nasıl sadık kalabilirim? İşte değişim bu noktada başlar.

Hiç yorum yok: