17 Şubat 2012 Cuma

Herkese dokunan sihirli değnek: Reel-politik-Taha Kılınç

Tablo I: 

Şam'ın merkezindeki oldukça büyük bir camide yüzlerce kişi, "Şafii mezhebinin yaşayan en büyük üstadı" olarak kabul edilen Said Ramazan el-Bûtî'yi dinlemek üzere toplanmıştır. El-Bûtî haftalık akşam sohbetinde o çok iyi bilinen üslubuyla sakin sakin konuşmaktadır. Konu, genellikle olduğu üzere Allah'a imanla alakalıdır. Siyasi değinmeler Cuma hutbesine saklanmakta, gündemle ilgili şeyler genelde hutbede dile getirilmektedir. Lafın bir yerinde heyecanlı dinleyicileri çok şaşırtan bir şey olur: el-Bûtî sözü Hafız Esed'e getirip "Allah kendisine rahmet eylesin" diyerek sitâyişkâr ifadelerde bulunur. Bunu bir çeşit dil sürçmesi olarak anlamak isteyenler (ki kendileri el-Bûtî'yi 'duruş sahibi, saygın bir âlim' olarak anmaktadırlar), bir sonraki Cuma hutbesinde bu defa Beşşar Esed için abartılı övgü ve dualar işitirler el-Bûtî'nin dilinden. El-Bûtî'nin düzenli dinleyicileri için ise bu durum normaldir. 2000 yılı Haziran'ında Hafız Esed'in cenaze namazını gözyaşları içinde kıldıran el-Bûtî saygın olmasına saygındır, ama Suriye'nin katı Baas rejimiyle de ilişkilerini sorunsuz bir biçimde yürütmektedir. 

Tablo II: 

1982 Hama Katliamı Suriye'de binlerce insanın öldürülmesiyle, binlercesinin de ortadan kaybolmasıyla sonuçlanırken, 1964'ten beri görev başında bulunan Suriye Müftüsü Ahmed Kuftârû herhangi bir yorum yapmaz. Çünkü oldukça meşguldür o sıralarda. Kendisine görev edindiği 'dinlerarası diyalog' çalışmaları nedeniyle Suriye içinde ve dışında seyahatlerdedir. Nitekim Hama olaylarından kısa bir süre sonra Vatikan'ı ziyaret eder, Papa ile görüşür. Görevi boyunca Esed rejimi defalarca Suriye halkına karşı çeşitli saldırılarda bulunurken, Ahmed Kuftârû hep sessizdir, kendi ifadesiyle "siyasete karışmaktan özenle uzak durmuş"tur. Ne var ki Esed rejiminin ana sütunlarından biri omuzlarındadır, yani kendisi bizzat siyasetin tam ortasındadır. Ahmed Kuftârû'nun omuzlarında bir 'yük' daha vardır: Babası Muhammed Emin Kuftârû'dan tevârüs ettiği Nakşibendi şeyhliği. Kendisi Suriye Kürtlerinden olduğu halde, ülkede hiçbir hakka sahip olmaksızın yaşam mücadelesi veren Kürt soydaşlarının durumuyla ilgili herhangi bir adım da atmayan Şeyh Ahmed, 2004'teki ölümünden kısa süre evvel verdiği bir röportajda "İslâmcılar rejimle kavga etmeyi seçtiler, yok olup gittiler. Biz ise rejimle uzlaşmayı ve bu sayede iş yapabilmeyi seçtik" diyecektir. 

Tablo III:


İsrail (yine ve kim bilir kaçıncı defa) Gazze'ye saldırmaktadır. Islâm dünyasının her yerinde İsrail'e ve onun müttefiklerine karşı öfkeli haykırışlar yükselmektedir. Öfkeye muhatap olan ülkelerden biri de Mısır'dır. Çünkü Mısır İsrail'i herhangi bir şekilde durdurmaya çalışmadığı gibi, Gazze sınırını da Filistinlilere kapatarak zımnen saldırıya destek vermektedir. İsrail saldırısı sona erdikten sonra Mısır ani bir karar alır: Gazze sınırına, 'sızmaları önlemek için' çelikten duvar çekilecektir. İsrail'in Filistin şehirlerinde inşaatını sürdürdüğü duvarın bir benzeri, hatta daha sağlamı olacaktır bu. Mısır yine tepkilerin odağındadır. Ancak tam bu sırada şaşırtıcı (belki de değil) bir şey olur: İslâm dünyasının şöhretli eğitim kurumlarından Kahire'deki el-Ezher Üniversitesi'nin Şeyhi Muhammed Seyyid Tantavî'den duvara destek fetvası gelir. Bu Tantavî'nin ilk tartışmalı fetvası değildir. Daha evvel de Gazze'de İsrail ambargosunun bulunmadığını söyleyen Tantavî'nin, Mısır'da peçenin yasaklanmasına ve Fransa'nın da peçeyi yasaklamaya hakkı bulunduğuna; faizin Mısır'da uygulandığı şekliyle aslında haram olmadığına dair verdiği fetvalar da gündemdeki sıcaklığını korumaktadır. Tantavî, İsrail Cumhurbaşkanı Şim'on Peres'le el ele çektirdiği fotoğrafla da uzun süre tartışılmıştır. 

Ortadoğu'daki ulema-iktidar ilişkilerine yakından bakanlara oldukça sıradan ve tanıdık gelen tablolar bunlar. Hep diktatörlerden şikâyet edilen bir coğrafyada, yönetimlerin yaslandıkları ana unsurlardan 'ulema sınıfı'nın verdiği (veremediği mi denmeli?) imtihanın hep rastlanılan göstergeleri ya da. 

Buradan hareketle, günümüzde hazır "Ortadoğu'daki despot yönetimler" çerçevesinde bol miktarda güncel konu açılmışken, "Ortadoğu'daki despot yönetimleri halk nazarında legalize eden ulema sınıfı" gibi gösterişli bir başlık da açılabilir. Böyle yapmakla, bölgedeki esas sorunların çoğunun dış kaynaklı değil, bölgenin kendi açmazları yüzünden yaşandığı da ortaya çıkarılabilir belki. 

Aynı başlığa Lübnan'da aslan kesilen Hizbullah'ın Suriye'de Esed rejiminin yaptıklarına ses çıkarmaması; Mübarek ve Kaddafi'nin düşürülmesi için fetva üstüne fetva yayınlayan Yusuf el-Karadavî'nin halkının çoğunluğu Şii olan Bahreyn'de yaşananlar konusunda sus-pus olması; bölgedeki 'devrim'leri desteklediğini açıklayan İran'ın, iş kendi bünyesindeki devrimcilere gelince katı bir polis diktasına dönüşmesi; Ortadoğu'daki ayaklanmaları 'haram' diyerek mahkum eden Suudi ulemasının aynı keskin dili Suudi Arabistan'daki çeşitli adaletsizlikler için kullanamaması; yıllarca Mısır'da her gelen iktidara sadakatle hizmet eden Ezher ulemasının Tahrir Meydanı'ndan ve Mısır halkının meşru taleplerinden özenle uzak durması gibi yaman çelişkiler de eklenebilir. 

Bu yaman çelişkiler, reel-politik denen o sihirli değneğin Ortadoğu'da sadece yönetim sınıflarına ve siyasetçilere değil, ulema üzerinden simgesel kurumlara ve sıradan halka da dokunmuş / dokunmakta olduğunu ortaya koyacaktır.

Tablonun bu şekilde tamamlanması, bölgenin panoramasının gerçeğe daha yakın bir biçimde çizilmesine yardımcı olacak; bu sayede sorunların kaynağına inmek de kolaylaşacaktır.

Hiç yorum yok: