14 Şubat 2012 Salı

Aksesund ismi nereden geliyor? - Yavuz Bahadıroğlu


Emin Sarı / İsveç – Stockholm 
“İsveç’te Askersund (Asker Yaylası) isimli bir yerleşim yeri var. Bu konuda bildiklerinizi paylaşabilir miyim?”


* Memnuniyetle sevgili Emin Sarı...


1709 Poltova Savaşı’nda Rus Çarı Deli Petro’ya yenilen İsveç Kralı Demirbaş Şarl ve maiyetindekiler Ruslar’a esir düşmemek için Osmanlı topraklarına doğru kaçtılar...
18 Temmuz günü 12. Şarl ve maiyeti Aksu Nehri’ni geçip Osmanlılar’a sığındılar. Bir süre Osmanlı Devleti’nin misafiri oldular. 


İsveç ile Rusya antlaşma yapınca ülkesine geri dönmek isteyen İsveç Kralı’nın yanında 300 Osmanlı askeri güvenliği sağlama amacıyla görevlendirildi. 


Uzun bir yolculuktan sonra İsveç’e vardılar. İsveç Kralı’nın yanında İsveç’e giden askerlerimiz geri dönmeyip Askersund Kasabası’nın bulunduğu bölgeye yerleştiler. 


Zaten bu yüzden bölge “Aksesund”, yani “Asker Yaylası” adını aldı.
Hepsi bu kadar değil...


Almanya’nın özellikle güney bölgesinde birçok yerleşim birimi de “Türkheim”, “Türkenfeld”, “Türkenkriege” gibi Türk isimleri taşıyor...


Bu isimlerin, 16. yüzyıldan sonra bu bölgelere akın amacıyla giden Osmanlı akıncılardan kalma olduğu düşünülüyor. 


Hatta Almanya’nın Schwetzingen Kasabası’nda 18. yüzyıldan kalma Türklerin yaptığı bir cami de var. 


Kısacası dünyada akıncılarımızın ayak basmadığı toprak parçası yok gibi...


¥


Ayasofya Vakfiyesi var mı?
Şeref Güler / Finlandiya;


“Fatih Sultan Mehmed’in Ayasofya’yı cami olmaktan çıkaranlara lanet ettiği doğru mu?”


Doğru da, bu Ayasofya’ya mahsus bir durum değil. Hemen hemen tüm vakfiyeler aynı üslupla kaleme alınır, vakfiyenin sahibi, vakfiyesini amaç dışına çıkaracaklara lanet okurdu...


Fatih’in vakfiyesi özetle şöyle diyor:


“...kim bu Ayasofya’yı camiye dönüştüren vakfiyemi değiştirirse, bir maddesini tebdil ederse onu iptal veya tadile uğratırsa, fasit veya fasık bir teville veya herhangi bir dalavereyle Ayasofya Camii’nin vakıf hükmünü yürürlükten kaldırmaya kastederse, aslını değiştirir, füruuna itiraz eder ve bunları yapanlara yol gösterirse ve hatta yardım ederse ve kanunsuz olarak onda tasarruf yapmaya kalkarlar, camilikten çıkarırlar ve sahte evrak düzenleyerek, mütevellilik hakkı gibi şeyler ister yahut onu kendi batıl defterlerine kaydederler veya yalandan kendi hesaplarına geçirirlerse ifade ediyorum ki, huzurunuzda en büyük haramı işlemiş ve günahlar kazanmış olurlar...


“Bu sebeple, bu vakfiyeyi kim değiştirirse, Allah’ın, Peygamber’in, meleklerin, bütün yöneticilerin ve dahi bütün Müslümanların ebediyen lâneti onların üzerine olsun! Azapları hafiflemesin onların, haşır gününde yüzlerine bakılmasın.


“Kim bunları işittikten sonra hâlâ bu değiştirme işine devam ederse, günahı onu değiştirene ait olacaktır.


“Allah’ın azabı onlaradır. Allah işitendir, bilendir.


“Fatih Sultan Mehmed Han - 1 Haziran 1453”. (Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü arşivinde bulunan Ayasofya İle İlgili Arapça Vakfiyenin Tercümesi).


¥


Osmanlı döneminde falcılık-büyücülük var mıydı?
Meryem Sürgit / İstanbul;


“Osmanlı zamanında günümüzdeki gibi büyücü ve falcılar var mıydı? Varsa halk ve devlet bunu nasıl karşılıyordu?” 


* Falcılık ve büyücülük her dönemde, her millete her zaman musallat olmuştur...


Osmanlılarda, tıpkı şimdiki gibi, halkın cahil kesimi falcılara, büyücülere ilgi gösterirken, şuurlu kesim sürekli şikâyetçi olmuş, hatta zaman zaman devletin müdahalesi istenmiş, devlet de sert fermanlar ve fetvalar yayınlamıştır.
Buna rağmen önlenememiştir.


Ama hiçbir dönemde, hiçbir zaman da hoş karşılanmamıştır...
Buna rağmen bazıları o kadar “cin fikirli”dir ki, Sultan I. İbrahim dönemlerinde, “Cinci Hoca” lâkabıyla tanınan Safranbolulu Karabaşzade Hüseyin Efendi, Padişah’ın annesi Kösem Sultan’ı kandırmayı başarmış, bu suretle de saraya yerleşmiştir (1642).


Zavallı Kösem Sultan’ın derdi, zaman zaman sinir krizleri geçiren oğlu Sultan İbrahim’in derdine çare bulmaktı. Zira doktorlar âciz kalmıştı.
“Cinci Hoca” ana kalbinin bu zayıf noktasından yararlandı. Onu etkiledi ve sarayın önemli bir ismi haline geldi.


Cinlerle iletişim kurduğunu iddia eden Hüseyin Efendi’nin ünü her yere yayılmıştı.
Tesadüfe bakın ki, “Cinci Hoca”nın tedavisi sonuç verir gibi oldu. Padişah sanki daha iyiydi. Bu durum şöhretini artırdı. Tabii servetini de...


Dolayısıyla şımardı ve sarayda devlet işlerine karışmaya başladı. 
Fakat Yeniçeriler isyan edip Sultan İbrahim’i öldürünce, yıldızı söndü. Babasının yerine geçen 7 yaşındaki oğlu Sultan Mehmed, “Cinci”yi saraydan kovdu. Elindeki tüm servete de el konuldu. 
Ama o daha önce davranıp, memleketi Safranbolu’da, 1645’de meşhur “Cinci Hanı”nı yaptırmıştı (mimarı büyük ihtimalle Koca Mimar Kasım Ağa’dır).

Hiç yorum yok: