21 Şubat 2012 Salı

Âkif’ten bazı nükteler - H. Mustafa Aktaş


1936 yılının bir kış gününde 63 yaşında vefat etmiş olup Edirnekapı(İstanbul) mezarlığında medfundur. Yaşadığı devri bütün yönleri ve derinliği ile şiirlerinde yansıtmaya çalışan Akif, Milletimizin acılarını, çilelerini, hayal kırıklıklarını ve ümitlerini bir destan havası içinde ifade etmiş, milli ve dini duyarlılığını göstermiştir. Bir başka deyişle, vatanın sinesinden çıkmış ve milletin gür sedası olmuştur. Geçmiş ve günümüzün yeri doldurulamaz şairlerinden olan Âkif, şiirlerindeki maharetiyle öne çıktığı gibi beşeri ilişkilerde nüktedanlığıyla da ünlü bir simadır. Sırası geldiğinde taşı gediğe koymayı ihmal etmez. Bilvesile Akif’in bu yönüne örnek olmak üzere dostlarının anlattığı bazı hatıralarına yer vereceğiz.

***
Akif’ten Türk Dilinin kullanımına gösterdiği titizliğe ait iki örnek:
M. Akif, 1921’lerde Burdur mebusu olarak meclise girer. Milletvekillerinden biri konuşmasını yaparken memurin(bütün memurlar) ile memureyn(iki memur) kelimelerini birbirine karıştırarak “memureyne iyi bakmak lazımdır” der. Akif oturduğu yerden söze atılır: “Dediğiniz gibi memureyn olsaydı, biz onları kuş sütüyle beslerdik.”
Akif, Ziraat Mektebi’nde görevlidir. Bir gün, Sirkeci’den bindiği trende kendi aralarında konuşan gençlere kulak verir. “Bu sabah sen kaç trenini aldın?” “Sekiz trenini aldım, ya sen?” “Ben de dokuz trenini aldım.” “Trene binmek” yerine Türkçe’ye aykırı “tren almak” deyimini kullanılmasına üzülen Akif, gençlere müdahale eder: “Çocuklar! O treni hükümetimiz bile alamadı, siz nasıl aldınız.”
***
Şimdi de onun kişilik özelliklerini yansıtan birkaç örneğe göz atalım:
Mehmet Âkif, kibirli insanlardan hiç hoşlanmazdı. Ali Şevki Bey de oldukça kibirliydi. Hele Avrupa’ya gidip döndükten sonra kibrinden yanına yaklaşılmaz olmuştu. Âkif bir toplulukta bu özelliğini çok zarif bir teşbihle şu şekilde dile getirdi: Siz, insanlara eskiden Fatih Camiinin minaresinden bakardınız, Avrupa’ya gidip döndükten sonra Eyfel Kulesi’nden bakmaya başladınız.
M. Akif, Berlin’den döndüğünde dostları sorarlar: “Berlin’de ne var, ne yok üstad?”
“Ne olsun, gördüğüm kadarıyla onların yaşayışları dinimiz, dinleri de yaşayışımız gibi.”
Mithat Cemal anlatıyor: Bir gün Âkif’le bizim evde buluşmak için sözleştik. Meşrutiyetin ilk yılları idi. O gün, adam boyu kar yağdı. Araba, vapur, şimendifer hiçbir şey çalışmadı. Evimize o gün sütçü, ekmekçi bile gelemedi. Öğle yemeğinden sonra kapı çalındı. Gelen Âkif’ti. Bıyığının yarısı donmuştu. Şaşırdım ve nasıl geldiğini sordum. Yürüyerek gelmişti. Şöyle dedi: Gelmemem için kar, tipi kâfi değil. Vefat etmem lazımdı. Çünkü geleceğime söz vermiştim.
M. Akif, bir keresinde Ankara’ya çağrılır. O kadar ülke meselesi dururken kalpak meselesi kendisine sorulur. Bu duruma canı sıkılan Akif, o günleri bir cümleyle şöyle ifade eder: “Ben bu adamların başımın içine bakacaklarını sanmıştım, ama onlar dışına baktılar.”
Vefatından kısa bir süre önce Hakkı Tarık Us’un da aralarında bulunduğu misafirler, Mehmet Akif’i ziyarete gelmişlerdi. Akif, bitkin durumda yatağında uzanıyordu. Söz, nasıl olduysa, dönüp dolaşıp İstiklal Marşına gelmişti. Misafirlerden biri düşüncesizce: Acaba, yeniden yazılsa daha iyi olmaz mı? demişti. Bitkin bir halde yatan Mehmet Akif, birdenbire başını kaldırdı ve kesin bir ifadeyle cevap verdi: Allah, bir daha bu millete bir İstiklal Marşı yazdırmasın!
***
Ne yazık ki, Milli Şairimiz M. Akif’in vefatı halktan gizlenmiş, cenaze işlerine zamanın devlet erkanı aktif olarak katılmamış yani devlet töreni yapılmamış, üniversite gençliğinin ve sevenlerinin omzunda son yolculuğuna uğurlanmıştır. Allah gani gani rahmet eylesin.

Hiç yorum yok: