14 Temmuz 2013 Pazar

Sömürge valileri, Toplum Mühendislikleri, ‘üstün ırkları!’ Ve Şapkaları ile İngilizler -Sanayi Devrimi’nde insanlık nasıl yanıltıldı? Ahlaksız bilginden doğru bilgi mümkün müdür -Sanayi Devrimi’nin çarpıtılması için İngilizler Antik Yunan’ı parlattı ve yücelttiler -İngilizler Sanayi Devrimi’ni sahiplenmek için hayali bir Yunanistan kurguladılar -İngilizler’in sahiplendiği ‘Sanayi Devrimi’nin gerçek sahiplerini açıklıyoruz -Sanayi Devrimi’nden sonra Coğrafi keşiflerin de gerçek kahramanlarını açıklıyoruz -Coğrafi keşifleri kimler yaptı? Vasco da Gama efsanesi ve Ümit Burnu gerçeği -canmehmet.com

Sömürge valileri, Toplum Mühendislikleri, ‘üstün ırkları!’ Ve Şapkaları ile İngilizler (1)

ü
George Orwell’in belirttiği gibi “ince kafatası” ırksal üstünlüğün bir göstergesiydi ve koloniyel şapka imparatorluğun bir tür amblemiydi.
Bu dizide Dünyanın, tarihi bilgiler çarpıtılarak nasıl aldatıldığı tüm delilleri ile birlikte gözler önüne serilmektedir.  En büyük aldatmaca; “Antik Yunan kültürü“nün Rönesans’ın kaynağı olduğudur.
Yaşananların kavranabilmesi için önce, Toplum Mühendisliği  ve Sömürge valilikleri hakında kısa bir  bilgi verilmektedir.


Toplum Mühendisliği
Toplum Mühendisliği, toplumun demografisinde, sosyal dokusunda, tarihten gelen yapısında değişiklik yapmak, tepkilerini, nefretlerini, isteklerini, sevgilerini, tutkularını ve kitlesel şekilde ifade ettiklerini duygularını yönlendirebilmek, kontrol altında tutabilmek, paralize edebilmek gibi yetileri içeren iştir. Toplum mühendisliği, çeşitli meslek dallarından oluşan bir ekip tarafından, finansal destek, koruma, iletişim ve başka araçlar yardımı ile gerçekleştirilebilir. Daha çok askeri ve istihbari alanlarda kullanılan bir terimdir…” (1)
19’uncu yüzyıldan itibaren uygulanmakta olan toplum mühendisliği’ nin yakın tarihimizdeki en ünlü örnekleri; Çarlık Rusya’sından sonraki dönem, Çin (Kültür Devrimi dönemi),  ABD’nin  ”özgür dünya” ideali’nin uygulamaları ile Nazi yönetimi altındaki Almanya’da olanlardır. Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Tanzimat ile Cumhuriyet dönemindeki uygulamalar bu anlayışla değerlendirilmelidir.

Sömürge Valilikleri…
Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğu yenilmiş; sömürgeci iki büyük devlet olan İngiltere ve Fransa’nın korkulu rüyaları sona ermiştir.
Artık ortada, petrol kaynakları ile ticaret yolları üzerindeki Müslümanları biraraya toplayabilecek bir güç –mıknatıs- yoktur. Hilafetin kaldırılması da bu tehlikeyi uzun bir süre bertaraf etmiştir.
Sıra,  Sömürgeci batılı gelişmişlerin önüne bir daha, “Osmanlı –ruhu- İmparatorluğu” gibi bir tehlikenin! Çıkmaması için yeni bir altyapı kurulması vardır.
Özetle, bundan böyle hiç kimse ve hiçbir zaman Osmanlının mirasına sahip çıkamamalı, neticesinde Osmanlının ruhu uyandırılmamalıdır.
Bunun için ilk yapılması gereken, İslam topluluklarının arası; ırk, mezhep vb. farklılıklar körüklenerek açılmalı, İslam ülkeleri bir araya gelemeyecek derecede ayrıştırılmalıdır.
Özellikle girişimci Türkler, gerçeğinde, “Müslüman Türkler” diğer İslam ülkeleri ile bir araya gelememelidir. Ve Osmanlı Medeniyeti tarihin tozlu sahifelerine kaldırılarak “Yok” sayılmalıdır.
Biraz gerilere giderek ezberletilenlere baktığımızda iddialar daha iyi anlaşılacaktır.
-“Araplar bizleri arkadan vurdular!”
-“İslam, bir Arap Kültürüdür. Türkler Arap Kültürünün etkisinde kalmıştır.”
-“İslam, Osmanlıların geri kalmasının ana nedenidir.”,
-“Osmanlılar Türkleri aşağılamıştır.”
- “Üç tarafımız deniz, dört tarafı düşmanlarla çevrilidir!”
-“Türk’e Türk’ten başka dost yoktur.”
-Mısırda, “Arap Milliyetçiliği”;  Osmanlıda, “Türk ırkı” ön plana çıkarılmalı ve  her ikisi ayrı ayrı yüceltilmelidir ki, bir araya gelmeleri asla mümkün olmasın.
-Köpekler önceden nasıl çağrılmaktaydı? “Arap… Arap… Arap!”
-Bu strateji daha ileride Kürt Kardeşlerimiz için de uygulanmıştır.
Başlarken…
“Bir başka ‘bilimsel’ mit ise Maeterlinck’in ‘insan beyninin ‘sağ lob’unun sezgi, din ve bilinçaltını barındırdığını, ‘sol lob’ununsa akıl, bilim ve bilinç ürettiğini’(2)söylemesiydi.
Ayrıca, Dr. James Hunt “Zencilerin kısıtlı zihinsel gelişimi kafatasının birleşme noktalarının ‘daha alt seviyede’ ve zamanından önce kapanmasından kaynaklandığını” iddia etmiştir. (3) ilginçtir ki, bu mitler koloniyal şapka giymeyi deneyen İngilizler tarafından ortaya atılmıştır.
Böylece İngiliz sömürge yöneticileri kafataslarının daha ince olduğu ve bu nedenle beyinlerinin daha büyük olduğu yolunda batıl inanışlar yaratabiliyordu.
George Orwell’in belirttiği gibi “ince kafatası” ırksal üstünlüğün bir göstergesiydi
ve koloniyel şapka imparatorluğun bir tür amblemiydi. (4)
Bilimsel ırkçılık, farklı ırkların değişik kökenleri olduğunu iddia eden ve Hıristiyan olmayan çoklu-yaradılış düşüncesi tarafından besleniyordu. İnsanın aynı kandan (ancak Hıristiyanlaştırıldıkları takdirde tüm insanların eşit olduğunu belirten) Hıristiyan kökenleri olduğunu reddetmekle Sarı ırk gibi Siyahların da aşağı bir yerde olduğu teorisine yol açılmış oluyordu.
Bu teori Fransa’da yeşermiş olsa bile, Protestan canlanmanın (5) neticesinde İngiltere’de verimsiz bir ortam bulmuştu. Gerçekten de aleni ırkçılık İngiltere’de sadece 1840’larda düzenli bir şekilde ortaya çıkmaya başlamıştı.
Protestan canlanma
İngiliz Protestan canlanmasındaki en büyük paradoks bir yandan tekli yaradılışı çoklu yaradılışa tercih eden bilimsel ırkçılığın ortaya çıkışını engellerken, gizli ırkçılık ve medenileştirme misyonu üzerindeki katkısının çok büyük olmasıydı.
Nuh’un oğullarının yaradılış hikâyesinin yeniden canlanması sadece medenileştirme misyonunu haklı çıkardığı için önemli değildi. Yaradılış hikâyesi bu rolü üstlenmişti; çünkü Japeth’in (yani Avrupa) görevinin Shem’i (Asyalılar) etkisiz hale getirmek ve Ham ya da Kenan’ı (Siyah Afrikalılar) tutsak edip sömürmek olduğu şeklinde yorumlanmıştı. Yaradılış’ın 9. Bölümü ve 27. Ayetine göre: “Tanrı Yafet’e bolluk versin, Şam’ın çadırlarında yaşasın, Kenan Yafet’e kul olsun.” Protestan canlanma, Hıristiyan misyonerleri dünyanın dört bir yanma dağılıp tüm inanmayanlar arasına yayılma arzusuyla doldurmuştu. A.j. Christopher’ın dediği gibi:
Misyonerler muhtemelen sömürgenin diğer kollarındaki üyelerden daha fazladırlar, yöre halkının kökten değişimini amaç edinmişlerdi… bu yüzden bilerek ya da bilmeden sömürge öncesi toplumların yok edilmesi ve yenileriyle –Avrupa’nın hayalindeki toplumlarla- değiştirilmeleri için çabalamışlardır.-(6)
Hıristiyan misyonerler medenileşme faaliyetleri için en güçlü ve etkili lobi çalışmalarından birini oluşturmuştu.
Gerçekten de, David Abernethy’nin belirttiği gibi. Önce imparatorluğun çeşidi bölgelerine yerleşmişler ve “medenileşme faaliyetlerini kolaylaştırmak adına hükümet müdahalesi için baskı yapıyorlardı.”(7)
Protestan canlanmanın daha da önemli özelliklerinden biri İngilizlerin sadece Siyah ya da Beyaz ırktan değil, pek çok Avrupalı ulustan da farklılaşmalarına olanak sağlamasıydı.
İngilizler kendilerini hiyerarşinin en tepesine yerleştiriyorlardı. Onların arkasından Almanlar geliyordu.
Böylece Birinci Bölüm içinde bir sıralama oluşturuyorlardı. Katolik Fransızlar Birinci Bölüm’ün en altında, sürgünle karşı karşıya kalmış Portekizlilerle birlikte Almanların altında yer alıyordu. Palmerston’un belirttiği gibi, “Gerçek şu ki, Portekizliler ahlakî bakımdan tüm Avrupalı uluslar içinde (İrlandalılar hariç) en alt sıradaydılar. (8)
Artık konuya girebiliriz…
Resim;http://www.arastiralim.com/churchill-purosu.html’den alıntıdır.
Kaynak; “Batı Medeniyetinin Doğulu kökenleri” (Yazarın alıntıları aşağıda belirtilmiştir)
(1) Anonim,
(2) Raghavan Iyer, ‘The Glass Curtain Between Asia and Europe’, R. Lyer (editör), The Glass Curtain Between Asia and Furope (Londra: Oxford University Press, 1965), s. 20.
(3) Dr. James Hunt’a Hyam’ın Britain’s Imperial Century kitabında atıfta bulunulmuştur, s. 81.
(4) George Orwell’a Hyam’m Britain’s imperial Century kitabında atıfta bulunulmuştur, (s. 158.)
(5) Frederickson, Racism, 2. Bölüm.
(6) A.J. Christopher, ColonialAfrica (Totowa: Barnes and Noble, 1984), s. 83.
(7) David B. Abernethy, The Dynamics of Global Dominance (Londra: Yale University Press, 2000), s. 222.
(8) Lord Palmerston’a Ytyam’m Britain’s Imperial Century kitabında atıfta bulunulmuştur, s. 39.

- See more at: http://www.canmehmet.com/?p=3427#sthash.f7zjAaqV.dpuf

Sanayi Devrimi’nde insanlık nasıl yanıltıldı? Ahlaksız bilginden doğru bilgi mümkün müdür (2)

Batılı ilim insanlarına göre (modern anlamda) matbaayı bulan Alman Johannes Gutenberg değil Korelilerdir.
Siyasetçiler mi ilim insanlarını kullanmaktadır, ilim insanları siyasetçileri mi? Aydınlanma çağının şövalyelerini, “Her şeyi sorgulayın!” diyen ve yanıltan batılı aydınları kimler sorgulayacaktır?
Aşağıda verilen bilgilerde ileri sürüldüğü gibi Sanayi Devrimi’nin ilk kez Batı Avrupalılar tarafından yapılmadığı yine insaf sahibi kimi Batılı ilim adamları tarafından ispat ve ilan edilmektedir.
Başlamadan bir ilginç bilgi daha verelim. 1789 Fransız ihtilali,  denilenlerin aksine; Kral (çevresi, Toprak Sahipleri) ile sermaye arasında, ülke rantının paylaşım kavgasıdır.
İddia edildiği gibi, “Hürriyet-Adalet-Kardeşlik!” değerleri ile çokta bir ilgisi yoktur
Sanayi Devrimi’ni kimler yapmıştır? (İngiliz sanayileşme sürecinin Çin kökenleri: 1700-1846)

Bu kadar Yunan ve Roma yeter. Diğer ulusların
Boşalmış dükkânları hiç ilgi çekmiyor şimdilerde
Faydası olmuyor beklenmeyenin bile, boşuna çabalıyoruz
Zaferlerimiz değerini kaybediyor halkın gözünde.
Kartalın kanatlarında bu gecenin şairi
Yeni erdemler peşinde süzülüyor ışığın kaynağında
Çin’in doğulu ülkelerinde ve cesurca yayıyor
Konfüçyüs’ün öğretilerini Britanya’nın kulağına (*)
Sanayileşme ile ilgili herhangi bir standart iktisat tarihi ders kitabını alın, tartışmanın Britanya’nın 18. Ve 19. Yüzyılda ‘erken’ başarısı ile başladığını göreceksiniz.
Bu, konu ile ilgili önemli metinlerin başlıklarında da iddia edilir: bunlar arasında en dikkat çeken Phyllis Deane’in, The First Industrial Revolution (ilk sanayi devrimi) ve Peter Mathias’in The First Industrial Nation (ilk sanayici ulus) (1) çalışmalarıdır. Ya da R.M. Hartweir’in kendi sorduğu retorik soru olan;
“Gerçekten bir sanayi devrimi var mıydı?”sorusuna verdiği yanıttaki kapsamlı bir iddiasına göre “Bir sanayi devrimi vardı ve o da İngiliz’di.(2)
İngiliz sanayi devriminin Avrupamerkezci hikâyesinin merkezinde iki ayrı aksiyonu daha vardır. Bunlardan birincisi, Britanya’nın liberal laissez-faire devlerinin miras bıraktığı pozitif sosyal ortam ile ortaya çıkıyordu.
İkinci olarak, başarı hiç dışardan yardım almadan Anglosaksonların eşsiz dehası ve bireyselcilikleri ile gerçekleşmişti.
Walter Rostow’ın iddiası buna tipik bir örnektir: “İngiliz geçiş vakası eşsizdir, çünkü dışarıdan hiçbir müdahale olmadan tek bir toplumun iç dinamikleri ile oluşturulmuştur.”(3)
Ya da tipik bir Markist ifadeyle, Peny Anderson İngilizlerin ‘sanayi devriminin… güç açısından eşsiz, kapsamı açısından evrensel olan üretim güçlerinin anlık ve devasa bir patlaması olduğunu’ ileri sürer. (4)
İngilizlerin başarısının genel sırrının bireyselcilik ya da kendi kendine yardımın eşsiz özelliklerinde yattığı düşünülmektedir. Bunun önemi tipik bir Smithçi yöntemle David Landes tarafından yoksulluğa karşı evrensel bir çare olarak tanımlanır:
Tarih bize yoksulluğu ortadan kaldırmanın en başarılı yollarının çalışmak. İş, tasarruf, dürüstlük, sabır, direnç gibi özelliklerden meydana geldiğini anlatır. Sefalet ve açlık ile karşılaşan insanlara bencil bir kayıtsızlık da sirayet eder. Ama sonuçta hiçbir güçlendirme kişisel güçlendirme kadar etkili olamaz. (5)
Daha da spesifik olarak, Britanya’nın öncü kâşiflerinin ustalığına yoğun vurgu yapılmıştır. Tarihçilerin İngiliz sanayi devrime, tam anlamıyla bir iç ‘sorun ve çözüm sekansı’ şeklinde geliştirilmiş bir süreç olarak odaklanması tipik bir davranıştır. Bu sekans ‘üretim sürecinin bir aşamasının hızlanması bir ya da birçok farklılıklardandır.’ ve bu dengesizliği gidermek için buluşlara başvurulduğu bir sürecin ortaya çıkmasına neden olmuştur.’
Yeni İngiliz buluşlarına öncülük ederek çeşitli ‘engellerin’ toplu olarak ortadan kaldırılması, modern sanayi kapitalizmine karşı elde edilen en son başarının ortaya çıkmasına neden olmuştur. ya da Landes’ in sözleriyle, İngiliz başarısının sırrı ‘kendini üreten’ değişimi etkileme yeteneğinde yatmaktadır.’ (6)
Bu bölümün temel savı, İngilizlerin girdiye sahip olmalarına karşın, başarı öyküsünün önemli ölçüde ‘başkası tarafından üretilen’ değişimden kaynaklandığıdır.
Marshall Hodgson bir defasında bir konuşma sırasında Batı’nın ‘Sung Çin’inin sanayi devriminin… bilinçdışı mirasçısı’ olduğunu belirtti. (7)
Ancak ‘bilinçdışı’ sözcüğü benim için de uygun, çünkü bu bölümde tartıştığım gibi, İngilizler bilinçli olarak Çin teknolojilerini –ya mevcut bir teknoloji ya da belirli bir teknoloji ile ilgili bilgiler- edindi ve asimile etti. Bu anlamda Büyük Britanya diğer ‘geç gelişen’ ya da ‘yeni sanayileşen ülkeler’ gibi idi ve böylelikle ‘geri kalmışlığın avantajlarından’ yararlandı ve erken gelişme gösterenler tarafından üretilmiş olan ileri teknolojileri asimile etmeyi ve geliştirmeyi başardı.
Öyleyse bir anlamda, İngilizler, birçok Batılının 1868 ilâ 1913 arasında (ya da 1945’ten sonra) Japonlar için söyledikleri şeylerle betimlenebilir: Çok büyük bir ürün çıkarma kapasiteleri vardı ve başkalarının düşüncelerini kopyalama, asimile etme ve geliştirme konusunda uzmanlardı.
Bizim büyük çoğunluğumuz 18. Yüzyıl Britanyası’nı araştırmanın ‘modernleşme’ olarak bilinen başarılı ekonomik gelişmeye götüren bütün ölçütleri sunacağına inanmaya devam ediyoruz. Eric Jones’un belirttiği gibi, ‘iktisat tarihçileri eşsiz bir dönüşüm arayışındalar ve bu da İngiliz Sanayi devrimi’ (8) Bu, Batı’nın hayal gücüne nüfuz etti.
Öyle ki. ‘her öğrenci bunu biliyor, çünkü iktisat tarihiyle ilgili hemen hemen bütün müfredatlar bu noktada başlıyor… (özellikle) eğer öğrenci kendi türümüzün yükselişi ile ilgili bir televizyon dizisi izlemişse.’ (9)
Ancak İngilizlerin hikâyesini daha geniş tarihi-küresel (ya da uzun küresel dönem) bir bağlama yerleştirerek, biz, İngilizlerin ‘büyük dönüşümü’nün dünya iktisat tarihindeki en önemli kopuşu temsil ettiği inancına karşı çıkabiliriz.
İngiliz sanayi devrimini, tarihi açıdan uzak olan Sung dönemi Çinli ‘ortakları’ 18. Yüzyıl Britanyası ile bağlayan küresel-ekonomik gelişimin sürekli gelişen hikâyesinde (önemsiz olmayan) bir an olarak görmek daha anlamlıdır.
Bu anlamda, Eric Jones, Sung dönemi Çin’inin başarısının Britanya’nınkine benzemediğini- tam tersine Britanya’nın başarısının Çin’inkine benzediğini ileri sürerken haklıdır. Ancak başka bir anlamda bu birleşim iki önemli farkı gizler:
-birincisi, Çin’den farklı olarak, Britanya bu bölümde açıklandığı gibi, diğerlerinin buluşlarını asimile etmek ve ödünç almaya yoğun olarak bağımlıydı.
-İkinci olarak, Çin’deki mucizeye tam olarak zıt bir biçimde, İngiliz sanayileşmesi arazi, emek, hammaddeler ve pazarlar gibi birçok Avrupalı olmayan kaynakların imparatorluk tarafından uyarlanmasına önemli ölçüde bağımlıydı.
Her şeyden çok bu gerçek, geçerli olan Avrupamerkezci Britanya’nın ‘tek başına’ başarısı lehine Sung mucizesini aşağılama eğilimini tersine çevirmeli ya da en azından nitelemelidir.
Bu nedenle, özet olarak, Britanya’yı geç gelişim gösteren bir ülke olarak nitelemenin önemi iki boyutludur.
-İlk olarak, Britanya’nın ‘ilk’ olduğu konusundaki evrensel varsayımını güçlendirir.
-İkinci olarak dikkatimizi yeniden Britanyalıların, erken dönem Doğulu gelişmiş uluslardan (en dikkat çekeni Çin) gelen daha gelişmiş teknolojilere ve düşüncelere gıpta etmesini ve benimsemesini sağlayan stratejilere ve bunu geçerli kılan Doğu küreselleşme sürecine yönlendirir.
Çin: İngiliz Sanayileşmesi için bir model
(İngiliz Prof. John M. Hobson) ana savım İngilizlerin özellikle parlak buluşçular olmadıkları yönünde. Asıl yetenekleri daha çok ilk Çin buluşlarını ve teknik düşüncelerini benimsemek ve geliştirmek olmuştur.
Öyleyse İngilizler Çin kaynaklarına nasıl ulaştılar ve Çinlilerin düşünceleri İngiliz kültürünü ve politik ekonomiyi nasıl etkiledi?
Doğu’nun aydınlanması
Avrupa’da Aydınlanma Çağı temelde şizofrenik idi, şöyle ki. Aydınlanma Çağı ‘örtük ırkçılığın’ doğuşu açısından önemli iken Aydınlanma düşünürlerinin olumlu olarak bağdaştırıldığı düşüncelerin birçoğunun doğrudan Doğu’dan aktarılmış olması bir çelişkiydi.
Burada bu pozitif Doğu etkisini ele alıp, bir sonraki bölümde de Avrupalıların Doğu’yu nasıl aşağıladıklarını inceleyeceğim.
Çinlilerin düşünceleri özellikle Kıta Avrupası ve İngiliz Aydınlanmasına esin kaynağı olması açısından önemliydi.
Çinlilerin düşünceleri Avrupalıların hükümet, ahlak felsefesi, sanat biçemleri (örneğin Rokoko), giysiler, mobilya ve duvar kâğıtları, bahçeler, siyaset ekonomisi, çay içme ve birçok başka konudaki düşüncelerini etkiledi.
Avrupa Aydınlanması ile Çinlilerin düşünceleri arasındaki bağlantı her şeyin merkezinde insan aklının olması konusundaki ortak inanç ile sağlanıyordu. Akıl yaşamsal önem taşıyordu; çünkü bütün sosyal, siyasi ve ‘doğal’ yaşam alanlarında geçerli bulunduğu savlanan ‘hareket yasaları’nın bulunmasını sağladı. 1687 yılında Konfüçyüs üzerine bir kitap (Confucius Sinaram Philosophus) çevrildi.
Önsözde, yazar şunları belirtir:
Birileri bu filozofun ahlakî sisteminin kesinlikle üstün olduğunu söyleyebilir. Ancak aynı zamanda basit ve duyarlıdır. Doğal mantığın en saf kaynaklarından alınmıştır. Asla akılcı değildir, kutsal vahiyden yoksun, ne çok geliştirilmiş ne de çok fazla güçlüdür. (10)
Devam edecek…
Resim;http://www.turkiyegazetesi.com.tr/gundem/40629.aspx
(*) William Whitehead, 1759
Kaynak; Batı Medeniyetinin Doğulu kökenleri”,
(1) Phyllis Deane, The First Industrial Revolution, (Cambridge.- Cambridge University flıe First IndustrialNation (Londra.- Methuen, 1983),
(2) R.M. Hartwell, ‘Was there an Industrial Revolution?’, SocialScience History 14 (1990), 575,
(3) Walt W. Rostovv, The Stages of Economic Growth (Cambridge: Cambridge University Press, 1961), s. 157,
(4) Perry Anderson, Lineages of the Absolutist State  (Londra: Verso, 1979), s. 419-420.
(5) David s. Landes, The Wealth and Poverty of Nations (Londra: Little, Brown, 1998), s. 523.
(6) Landes, Unbound Prometheus, s. 39.
(7) Marshall G.S. Hodgson, The Venture of islam, III (Chicago: Chicago University Press, 1974), s. 197.
(8) Eric L. Jones, Growth Recurring (Oxford: Clarendon Press, 1988), s. 13.
(9) A.g.y, s. 28.
(10) Arnold H. Rowbotham’ın ‘The Impact of Confucianism on Seventeenth Century Europe’ yazısında, The Far Eastern Quarterly 4 (1) (1944), söz edilmiştir, s. 227.
- See more at: http://www.canmehmet.com/?p=3440#sthash.vLcNZEN7.dpuf

Sanayi Devrimi’nin çarpıtılması için İngilizler Antik Yunan’ı parlattı ve yücelttiler (3)

Modern anlamda matbaayı ilk bulan Korelilerdir. Barut, top, kağıt, çelik vb.de Doğulularca bulunmuştur.
Akıllı insanlar, gecenin karanlığının güneşi kapatamadığını bilirler. İlim de kimsenin kişisel malı değildir. Her millet, bilgisi ve gayreti oranında, insanlığın gelişmişlik duvarına birkaç tuğla koymuştur.  Ancak, Batı, tüm geçmiş medeniyetleri yok sayarak, gelişmişlik duvarına tek başına sahip çıkmıştır.
Kalınan yerden devamla;
Kitap Avrupa’da büyük bir etki uyandırdı. Gerçekten de, bu metni okurken:
İnsanoğlu şaşkınlık içinde keşfetti: Çin’de 2000 yıldan fazla bir zamandan beri ismi bütün tüccarların dilinde olan Konfüçyus’un aynı şeyleri düşündüğünü ve aynı savaşları yaptığını… böylece Konfüçyüs 18. Yüzyıl aydınlanmasının koruyucu meleği oldu.(11)
Bu hikâyedeki önemli tarih 1700’dür: ‘eğitimli (Avrupalı) dünyanın ilgisinin Çin’e yöneldiği bir geçiş yılı’ idi. Daha sonraki seksen yıl boyunca, birçok Avrupalı Çin’i yoğun olarak merak etmeye başladı; öyle ki Rokoko dünyası ile bir tür aşk ilişkisi kurdular.
Birçok Aydınlanma düşünürü –bunların arasında Montaigne, Malebranche, Leibniz, Voltaire, Quesnay, Wolff, Hume ve Adam Smith vardır- Çin’i ve düşüncelerini olumlu olarak benimsedi. Aydınlanma düşünürleri arasında önde gelenlerden biri de Voltaire idi. Essaisur les moeurs 1756 tarihli kitabı “dönemin Uzakdoğu ile ilgili bütün (pozitif) duygularının mükemmel bir birleşimi” olarak tanımlanıyordu.
Ayrıca, L’Orphelin de la Chine (1755) ve Zadig (174848) başlıklı kitaplarında Voltaire, Avrupa’nın miras kalan aristokrasisine yönelik tercihine saldırmak için Çinlilerin hepsi rasyonel ilkelere dayanan siyaset, din ve felsefe kavramlarını ele almıştır. Gerçekten de önemli Aydınlanma düşünürlerinin birçoğu Çinlilerden alınan ‘rasyonel yöntemi’ tercih etmiştir.
Bazı Avrupamerkezci araştırmacıların Çin’in aydınlanma üzerinde etkisi bulunduğu konusundaki savları bağlamında, genelde sadece Fransa’da (kuşkusuz kısmen, çünkü Fransa devletinin mutlakçılığı ‘despot Çin’in çekici görünmesini sağlamıştır) pozitif bir yer bulabildiği varsayılmıştır. Ancak Çinlilerin düşünceleri İngiliz kültürünü etkileyerek de önemli bir rol oynamıştır.
İngilizler, çay içmekten duvar kâğıtlarına, İngiliz-Çin bahçelerinden siyaset ekonomisi ile ilgili düşüncelere kadar Çinlilere yönelik güçlü bir beğeni geliştirmişlerdir. (12)
Anglosakson liğinde en önemli Avrupalı siyasi iktisatçı, bir İskoçyalı olan Adam Smith idi. Ancak Anglosaksonlar Smith’i dar kafalılıkla ilk siyasi iktisatçı olarak değerlendirirken, Smith’in arkasında Fransız ‘fizyokrat’ olan François Quesnay vardı. Quesnay’in temelinde de Çin’in olması önemlidir. Smith değil, Quesnay tüccarlığın düşüncelerini eleştiren ilk Avrupalı olmuştur.
‘Fizikokrasi’ terimi ‘doğanın kuralları’ anlamına gelir. Çin’den kaynaklanan düşüncelerinin önemi en az ikiboyutludur: ilk olarak, tarımda önemli bir zenginlik kaynağı olduğunu görmüştür (bu İngiliz tarım devriminde önemli bir düşünce haline gelmiştir).
İkinci olarak, ve bu daha önemlidir, tarımın üreticiler devletin yapay müdahalelerinden kurtulduğu zaman tam olarak yararlı olacağına inanmasıdır. Ancak bu şekilde piyasanın ‘doğal kanunları’ (Çinlilerin çok önceden farkında oldukları gibi) geçerlilik taşır. J. Clarke’ın şu saptamaları yerindedir:
Quesnay’in devrimci düşünceleri ticari anlayışın ekonomik Ortodoksluğundan kurtulmakla olmuştur ve Adam Smith’in serbest piyasa teorileri üzerindeki etkisi çok büyüktü. Quesnay’in modern düşünce içindeki yerinde sık sık atlanan şey Çin’e olan borcudur – yaşadığı dönemde “Avrupa’nın Konfüçyüs’ü olarak bilinmesine karşın. (13)
Quesnay’in siyaset ekonomisi ile ilgili Çin kavramlarına borcu birçok düşüncede yatar, bunlardan en önemlisi Fransızcaya laissez-faire olarak çevrilen wu-vei’dir.
Bu Çin kavramı. Ortak Çağ’ın başlamasından çok önce yerleşmişti Daha 300 yılında, Kuo Hsiang wu-wei’yi “doğal olarak yapılması gereken her şeyin yapılmasına, doğaya karşı gelmemek adına izin vermek” olarak tanımlamıştır.(14)
Quesnay’in Aydınlanma ile ilgili yaptığı özel bağlantı, yazdığı ve ilkeleri önemli ölçüde Çin düşüncesinden alınan (çok şaşırtıcı düzeyde karmaşık olan) Tableau economique başlıklı eserinde bilimsel yöntemin merkezi konumunu vurgulamış olmasında yatar.
Quesnay’i, büyük ekonomik ilerleme kaydetmek istiyorsa Avrupa’nın Çin’i taklit etmesi gerektiğini açıkça ifade eden Yu le Grand et Confucius (1765) başlıklı eseriyle Nicolas-Gabriel Clerc’in takip etmiş olması da dikkate değerdir.
Quesnay’i çağrıştıran Clerc de bütün engeller kaldırıldığında ticaretin daha verimli olacağını (tıpkı on bir yıl sonra Adam Smith gibi) ısrarla vurgulamıştır.
Basil Guy’ın belirttiği gibi: “Hem yasa koyucular hem de yasalar doğal düzenin ilkelerini tanımak zorundadır, ve bunu yaparken de Çinlilerin yönetim kuramlarına esin kaynağı olan wu-wei (laissez-faire) idealine uymak zorundadır. (15)
Bunlardan hiçbiri Avrupa Aydınlanması’nın Çin düşüncelerinin saf bir ürünü olduğu anlamına gelmez.
Ancak elbette bazı Aydınlanma düşünürleri –en önemlileri Montesquieu ve Fenelon- Çin’i Avrupa için bir model olarak reddetmiştir: Aydınlanmanın şizofrenik özelliği Avrupa’nın Çin’e bakış açısının değişmesiyle daha belirginleşti.
Harikulade bir Cathay olarak algılanmasıyla başlamış iken, 1780’den sonra Çin geri kalmış ve despot bir şekilde yönetilmiş barbar bir ülkenin ‘düşmüş insanları’ olarak algılanmaya başlandı. Ancak Martin Bernal’in bize hatırlattığı gibi ’18. Yüzyüzyılda hiçbir Avrupalı (1780’den önce), Avrupa’nın kendisini yarattığına inanmıyordu’. (16)
Avrupalı düşünürlerin Çin’e 17. Yüzyılın sonlarından 1780 yılına kadar verdiği önem buydu; Voltaire, Bousset’yi dünya tarihi ile ilgili kitabında Çin’e yer vermemesi nedeniyle eleştirmiştir. Sir William Temple şu sözlerle mevcut duygulan ifadede etmekte haklıdır:
-“Çin krallığı, insan bilgeliği, mantığı ve buluşlarının en uç noktada güç ve kapsam ile oluşturulmuş ve denetlenmiş görünüyor, (17)
Ancak 1780 dolaylarında ani bir görüş değişikliği oluştu: ‘Cathay devri’ döngüsünü tamamladı. Bu yeni görüşü tipik olarak Oliver Goldsmith temsil ediyordu: “İnsanlığın başka ırklarında (yani Çin) keşfedilen bu sanatlar en mükemmel haline burada (Avrupa’da) ulaştı.”(18)
Ya da Kont Sekizinci Elgin söylediği gibi (hem Purchas hem de Goldsmith’in sözlerini çağrıştırır), Çinlilerin elinde:
Barutun bulunması basit patlayıcılar ve zararsız havai fişekler arasında çok ses getirdi. Denizci pusulası kara pusulasından daha yeni bir şey ortaya koymadı.
Matbaacılık Konfüçyüs baskılarında kaldı ve grotesk olanın en alaycı temsili Çin düşüncesindeki üstün ve güzel kavramlarının temel ürünleri oldu. (19)
Süreç içinde zor fark edilen ama yanlış bir kayma gerçekleşti: çünkü bu, Avrupalıların tamamen bağımsız, özgün ve usta olduğu yanılsamasına yol açtı. Bu bölüm bunun sadece bir kibir olduğunu ortaya çıkartmaktadır.
Ancak bunu göstermeden önce, Çinlilerin düşünce ve teknolojilerinin Avrupa’da nasıl yayıldığını saptamak önemlidir.
Çin’den Avrupa’ya uzanan aktarım kanalları
Cathay’in bilgisinin doğrudan Avrupa’ya ulaşması Çin’de ilk kez 1245 yılından sonra kalmış olan birçok Fransisken rahip aracılığıyla başladı. Rahiplerin hikâyeleri de yüzyılın son dönemlerinde Marco Polo tarafından aktarılan harikulade hikâyelerin gölgesinde kaldı.
Daha sonra Cizvitler en önemli aktarma aracı olmuştur. Matteo Ricci “kendi dönemindeki Çin’in Marco Polo’nun Cathay’i (mükemmel görüntüsü) ile tamamen aynı olduğunu” teyit eden, 1610 yılında çeşitli Avrupa dillerine çevrilen birkaç cilt kitap yazdı.
Avrupalıları barutun, pusulanın, kâğıt ve matbaanın Çin’de keşfedildiği konusunda (bu başarılar daha sonra çeşitli Avrupamerkezci dünya tarihi kaynaklarından çıkartılmış ya da silinmiş olsa da) ikna eden Cizvitler olmuştur.
Çin’de yaşayan çağdaş bir Avrupalı olan Peder de Magaillans Çinlilerin savaklarının çalışmasından çok etkilenmişti. Braudel retorik olarak şöyle sorar:
Bu tür bir uygulamanın güçlüğünü ve tehlikesini vurgulayan Peder de Magaillans “bütün mekanik işleri bizim (Batı’nın) kullandıklarımızdan çok daha az araç gereçle başaran Çin geleneğine bir örnek olarak (savakları) göstermekte haklı mıydı?”(20)
Çin’de yaşayan ya da Çin’i ziyaret eden Avrupalıların aktardıkları açık bir biçimde bunun doğru olduğunu belirtir, bunların hepsi eşsiz bir teknolojik uygarlığın göstergesidir. Batılılar genelde Çin’i (ve Mısır’ı) “daha yüksek ve daha gelişmiş uygarlıkların pozitif örnekleri olarak görüyorlardı. Her ikisinin de muazzam maddi başarılar, engin felsefeler ve üstün yazı sistemlerine sahip olduğu düşünülmekteydi.” (21)
Ancak Cizvitlerin kasıtlı olarak kendi durumlarını abartmış oldukları ve bunu çıkarlarını korumak için, Çin imparatorunu etkilemek üzere yapmış oldukları söylenebilir. Oysa gerçekte Çin ile ilgili anlatılarının çoğu şaşırtıcı derecede dengeli idi ve Cizvitler Avrupalıların üstün olduğuna inandıkları alanları belirtmekten kaçınmamışlardır.
Sonuç
Bu söylenenlerden hiçbiri, İngiliz sanayileşmesinin sadece Çin temellerine dayandığı anlamına gelmiyor.
Ancak İngiliz sanayileşmesinin önemli ölçüde 700 ile 2300 yıl öncesinde öncülüğünün yapıldığı birçok Çin buluşuna kadar uzanan, “başkasının ürettiği”ni değiştirme sürecine dayandığı anlamına gelir.
İngiliz demir/çelik ve pamuk sanayisinin sadece geç tarihte edinilmesini değil, aynı zamanda türetilmiş olma özelliğini de belirtmek adil olurdu.
İngilizlerin başarısı burada kendi özgünlüğünde değil, başkalarının buluşları üzerinde çalışıp geliştirmeye yönelik sorun çözme azminde yatar.
Bu konuda, Britanya yeni sanayileşen bir ülke ya da geç gelişen bir ülkenin standart görünümüne yakındır; bu nedenle “geri kalmışlığın bütün avantajlarından” yararlanmış ve başkalarının teknolojik buluşlarını benimseyip uyarlamayı başarmışlardır.
Britanyalıların çok geç bir tarihte bu buluşlara ulaşması mantıklı bir önerme gibi görünmektedir. Ancak bütün bunlarda Çin’in rolünün azımsanması tamamen mantıksızdır, çünkü önce gerçekleşen Çin buluşları olmasaydı, ortada geliştirilecek hiçbir şey olmazdı.
Ayrıca, Çinlilerin bu katkıları olmasaydı Britanya, MÖ 500’den itibaren Afrika-Asya’nın öncülüğündeki küresel ekonominin çevresinde bulunan geri kalmış bir kıtanın çevresinde küçük, eşit düzeyde geri kalmış bir ülke olurdu.
Kısaca, benim sanayileşme ile ilgili ‘küresel-tarihi-kümülarif bakışım Rostow’un sözleriyle “her şeyin başladığı” yer olarak İngiliz sanayi devrimi üzerindeki geleneksel vurgunun artık dar düşünceli Avrupamerkezci bir bakış açısının ürünü olarak görülebileceğini ifade eder. Bu nedenle Eric Jones’un sözleriyle bolümü kapatabiliriz:
Bir zamanlar öğrenmemiz gereken belirli bir olay vardı sanki. Büyüme Britanya’da 18. Yüzyılın sonlarında başladı.
Artık şundan eminiz ki olay gerçekte bir süreçti; daha küçük, çok daha az İngiliz (daha fazla Doğulu) ve son derece yavaş (dünyaya ait tarihsel) bir sürecin parçası, işleyişi uzun zaman alan bir süreç. (22)

Devam edecek…
-Çin’den sonra Batının sanayileşmesine İslam Medeniyetinin katkıları nelerdir?
Resim;http://www.boyamaoyunları.com/antik-yunanistan-boyama.html
Kaynak; ” Batı medeniyetinin doğulu kökenleri”,
(11) Bu ve bir sonraki referanslar Adolf Reichwein’in China and Europe (Taipei: Ch’eng-V-Wen Publishing Company, 1967) adlı kitabından alınmıştır, özellikle s. n, 7S ve 79.
(12) William W. Appleton, A Cycle of Cathay (New York: Columbia University Press, 1951), bölüm 6; Reichwein, China, s. 113-126; Hugh Honour, Chinoiserie: the Vision ofCathay (Londra: John Munay, 1961), s. 44-52, 125-174.
(13) J.J. Clarke, Oriental Enlightenment (Londra: Routiedge, 1997), s. 49.
(14) Colin A. Ronan, The Shorter Science and Civilisation China (Cambridge University Press, 1978) kitabında Kuo Hsiang’a değinir, s. 97.
(15) Clarke, Oriental Enlightenment kitabında Basil Guy’a gönderme yapmıştır, s. 50.
(16) Bernal, Black Athena, s. 198.
(17) Michael Edwardes, East-West Passage (New York: Taplinger, 1971) kitabında Sir William Temple’dan söz etmiştir, s. 107.
(18)Bernal, Black Athena kitabında Oliver Goldsmith’e gönderme yapmıştır, s. 198.
(19) Ronald Hyam, Britain’s Imperial Century 1815-1914 (Londra: Batsford, 1976) kitabında Kont Sekizinci Elgin’den söz edilmiştir, s. 37.
(20) Fernand Braudel, Civilization and Capitalism, 15th-18th Century, I (Londra: Collins, 1981), s. 338-339.
(21) Bernal, Black Athena, s. 172.
(22) Jones, Growth Recurring,  s. 26, 27.
- See more at: http://www.canmehmet.com/?p=3446#sthash.943liSPH.dpuf

İngilizler Sanayi Devrimi’ni sahiplenmek için hayali bir Yunanistan kurguladılar (4)

İngilizler, "Sanayi Devrimi"ni tek başlarına sahiplenmek adına; Yunan kültürünü yücelterek ve abartarak; Mısır, Çin ve İslam Medeniyetlerini yok saymışlar ve Rönesans'ı doğrudan Antik Yunan'a bağlamışlardır.
Tüm bunlardan ortaya çıkan can alıcı bir sonuç da Doğu bir durağanlık döngüsü içindeyken Avrupa tarihinin ilerlemeci bir çizgide yönetildiği düşüncesiydi. Buradaki en önemli cambazlık Yunanistan’ın yeniden yaratılmasıyla ilgilidir. (1)
Doğu/Batı ikiliğinin önemli teorilerinden biri Oryantal despotizmdir. Bu Bodin, Machiavelli ve özellikle de Montesquieu, Mili, Marx ve Weber’e uzanan akademik düşünürlerden olduğu kadar Avrupalı seyyahların Asya’da yazdıklarından yayılmıştır.
Asya’nın despotizmin vatanı ve bu nedenle ekonomik gerilemenin kurbanı olduğu söylenirken, Avrupa’nın demokrasinin beşiği olduğu ve bu nedenle ekonomik ve siyasi gelişimin taşıyıcısı konumunda olduğu iddia ediliyordu.
…Bu düşünce onyedi ve 18. Yüzyıllarda ortaya çıkmaya başlamış, 19. Yüzyılla birlikte topluma yayılmıştır. Edinburgh Review gazetesi şu sözleri sarfederken dönemin popüler bakış açısı adına konuşuyordu:
Oryantal kurumların ruhu, düşüncenin genişlemesine pek yakın değildir. Dünyanın tüm devirlerinde Asya özgürlüğün ışığından yoksun olmuş, sonuç olarak bedensel ve zihinsel bir kültürün daha üstün ürünleri içinde mutlak bir verimsizliğin lanetine maruz kalmıştır. (2)
Bu, daha sonraları Lord Curzon’un (1898-1905 tarihleri arasında Hindistan Valisi) Çin devleti için yaptığı tanımın tüm Asya toplumlarını kapsayacak hale gelen sözlerinde yankı bulacaktı:
Özel girişime duyulan güvensizlik, devlet her şeydir, bireyse hiçbir şey inancından beslenen aklın bir düşüncesidir… tüm özel girişimler resmi baskılarla yok edilir… tüm yönetici sınıflar statükonun korunmasıyla ilgilenirler… (Tüm sınıflar) eşit ölçüde durağanlığı çekici bulurlar.(3)
Ya da John Stuart Mill’in Çin ve Mısır için söyledikleri gibi: buralardaki insanlar ‘zihinsel özgürlük ve bireysellik isteğiyle daimi bir duraklama durumuna getirilmişlerdir… Despotik kurumlar yıkılmadığı ve başkalarına yer açmadığı için daha sonraki ilerlemeler de durmuştur.’(4)
Bu teori Avrupalı kimliğin oluşum sürecinde çok kritik bir öneme sahiptir; çünkü Avrupalıların kendilerini “despotik Doğu olmadıkları” için liberal ve demokratik görmelerine olanak sağlıyordu. Bu gerekliydi çünkü… 12. Yüzyıldan önce Avrupa’da demokratik ve liberal bir devlet yoktu.
Bu nedenle, Doğu’nun bu ‘korkutucu totaliter portresi’ dikkatleri Avrupa devletlerindeki demokrasi eksikliği sorunundan uzaklaştırıyordu.
Ayrıca, Avrupamerkezci düşünürler sadece Avrupa’yı demokratik olarak yaratmakla kalmamışlar, aynı zamanda Avrupa’yı demokrasinin beşiği ve vatanı olarak (yeniden) tanıtmak için bir anlayış oluşturmanın yollarını arıyorlardı.
(Önceden)…Kimlik oluşturma sürecinin hem basit hem de karmaşık olduğunu söylemiştik. Burada ‘karmaşık’ yönü öne çıkıyor; karmaşıklığı bu durumda geri kalmış despotik Doğu’ya karşılık saf/ari ve gelişmiş bir Avrupa için demokratik ve ilerlemeci bir kimlik yaratmak adına ortaya konan pek çok düşünsel cambazlıktan kaynaklanıyordu.
Tüm bunlardan ortaya çıkan can alıcı bir sonuç da Doğu bir durağanlık döngüsü içindeyken Avrupa tarihinin ilerlemeci bir çizgide yönetildiği düşüncesiydi. Buradaki en önemli cambazlık Yunanistan’ın yeniden yaratılmasıyla ilgilidir.
Nispeten oldukça kısa bir zaman içinde (18. Yüzyıl sonlarından 19. Yüzyıl başlarına kadar) Avrupalı düşünürler var olduğu iddia edilen demokratik kurumlarını ve bilimsel akılcılığını öne sürerek Antik Yunan’ı birdenbire Avrupa medeniyetinin beşiği konumuna yükselttiler. (5)
Yunanistan’ı tüm Rönesans (Avrupa Dinamiklerini’ yarattığı düşünülüyordu) içinde üstlendiği iddia edilen rolü yüzünden Avrupa’nın içine almak da önemli bir karardı. Ancak Yunanlar kendilerini bu şekilde saf/ari Avrupalı olarak görmüyorlardı.
Onlar Yunanistan’ı ‘Helenik Batı’ diye bilinen yapı içinde görüyorlardı. Avrupa coğrafî ‘gerçekliğin’ tam tersine ‘Avrupa’nın Yunan mitolojisinde Lübnan kıyılarında yaşayan Tire Kralı Agenor’un kızı olduğu düşüncesindeydi. (6)
Truva aslında Çanakkale Boğazı’nın doğuşuydu. Gerçekten de ‘Yunanistan’ın duygusal ve kültürel olarak Doğu’yla bağları vardı; ve Doğu’ya ait bu miras Yunanistan adına duygusal ve kültürel değerlerin ucuzlaması olarak algılanacaktı.
Martin Bernal bunu Yunanistan’ın yoğun bir şekilde Eski Mısır’dan esinlendiğini iddia eden (Avrupamerkezci görüş karşıtı) ‘antik model’ olarak adlandırmıştır.
Ancak ister Antik Yunan’ın Doğu’nun bir parçası olduğunu, ister Rönesans’ın Doğu (temel olarak İslam) düşüncesiyle şekillendiğini veya Yunanistan’ın demokratik bir yer olmadığını kabul etmek fazlasıyla zorlaştırıcı bir durum olacaktır.
Bu da Avrupa’nın görülmemiş bir ilerleme ve dehaya sahip olduğu yolunda ortaya çıkan iddiayı zayıflatmak, Avrupamerkezci görüş sahibi bilim adamlarının şimdilerde icat ettikleri ya da atfettikleri Avrupa’ya ait doğrusal gelişim çizgisine müdahale etmiş olmak anlamına gelecektir.
Bu nedenle Avrupalı aydınlar ve düşünürler Yunanistan’ın Doğu’ya ait özelliklerini ortadan kaldırmışlar; bilimsel ve demokratik kurumlan kadar Avrupalı özelliklerini de abartmışlardır.
Yunan demokrasisinin ilkel olduğunu söylemek, en azından sadece Yunan erkeklerin politik sürece dahil olduklarını –kadınlar bunun dışında tutuluyordu- ve Antik Yunan toplumunda köleliğin temel bir kurum olduğu (tabii köleler bunun dışında tutuluyordu) dile getirmek önemliydi.
Ayrıca, sahip olduğu bilim Eski Mısır’a çok şey borçluydu. Bu yüzden, Bernal’in terminolojisinde Yunanistan’ın ‘antik model’i şimdilerde ‘Ari model’ (Avrupa kadar saf/ari bir Yunanistan oluşturmanın modern avrupamerkezci yolu) ile yer değiştirmiştir. (7)
Bernal ve Ali Mizrui’nin belirttiği gibi Antik Yunan’ın oluşturulması demokratik/bilimsel Avrupa’nın Avrupamerkezci yapılanması için despotik ve bilimden uzak Doğu karşısında daima üstün olması açısından önemliydi. (8)
Özet olarak, Oryantal despotizm teorisi sadece Asya’nın ‘geri kalmışlığını’ açıklamak için değil, aynı zamanda Avrupa kimliğinin ileri ve demokratik bir medeniyetin beşiği olarak –geçmişte ve şu anda- oluşturulması açısından önem taşımaktadır. Ve bu yolla teori Avrupalıları dünya tarihi içinde daima ilerleyen bir özne konumuna yükseltirken Doğulu insanları da gerileyen, pasif bir nesne konumuna getirtecektir…”(9)

Devam edecek…
-Çin’den sonra Batının sanayileşmesine İslam Medeniyetinin katkıları nelerdir?
Resim;web ortamından alınmıştır.
Kaynaklar;
(1) Martin Bernal, Black Athena, (Londra: Vintage, 1991).
(2)The Edinburgh Revıew’a C. Nortlıcote’un East and West (Londra: John Murray, 1963) kitabında atıfta bulunulmuştur, s. 196.
(3) Lord Curzon’a Parkinson’un east  kitabında atıfta bulunulmuştur, s. 221-222.   (4) John smart Mill’e Ronald Hyam’ın \ Britain’s Imperial Century, 1815-1914 (Londra: Batsford, 1976) kitabında atıfta bulunulmuştur, s. 55
(5) (1) sayılı dipnotta belirtilen)Martin Bernal, Black Athena,  (Londra: Vintage, 1991).
(6) Denys Hay, Europe: the Emergence of an Idea (Edinburgh: Edinburgh University Press,1957), s.1
(7) Bernal, Black Athena, 4. Ve 8. Bölümler
(8)Ali Mazrui, World Culture and the Black Experience, (Seattle: University of Washington Press, 1974), özellikle s. 38-81.
(9) “Batı Medeniyetinin Doğulu kökenleri”  John M. Hobson (Kitap, ana kaynak olarak alınmıştır, Dipnotlar yazara aittir.)

- See more at: http://www.canmehmet.com/?p=3453#sthash.JWlINOWL.dpuf

İngilizler’in sahiplendiği ‘Sanayi Devrimi’nin gerçek sahiplerini açıklıyoruz (5)

Hama'ya (Suriye) "Su değirmenleri şehri" demek pek yanlış olmaz...
Demir, Tekstil, Barut, Su ve Yel Değirmenleri, Kâğıt, Matbaa, Saat, Demir köprüler, taşıma ve savaş amaçlı büyük gemiler, toplar, tüfekler ve coğrafi keşifler  bakınız kimlerin çalışmaları sonucudur?
Su ve Yel Değirmenleri
Carlo Cipolla, Ortaçağ enerji devrimine dayanarak, su değirmenlerinin Avrupa’ya ait bir yenilik olduğunu, çünkü bunların Doğu’da bulunmadığını belirtir.(1)
Ancak Arnold Pacey şunları söyler:
-Önceleri su değirmeninin kesinlikle bir Avrupa icadı olduğu düşünülürdü. Fakat Bağdat ve çevresinde sayısız değirmen bulunduğu ve bu su kaynaklarının Avrupa’dan iki ve daha fazla yüzyıl önce kâğıt yapımı için kullanıldığı bilinmektedir. (2)
Aslında Pacey, olayı olduğundan hafif göstermiştir. Al-Hassan ve Hill konuya daha geniş bir çerçeveden bakarlar:
Müslümanlar mümkün olan her türlü su kaynağını değirmenler için kullanmak konusunda oldukça istekliydiler. Hatta akarsulardan pek çok değirmenin faydalanmasını sağlamak amacıyla sayaç kullanımına başlamışlar ve “değirmen gücü” kavramını oluşturmuşlardır. İspanya’dan Kuzey Afrika’ya ve Maveraünnehir’e kadar tüm Müslüman vilayetlerinde değirmenler bulunmaktaydı.’(3)
Ortadoğu’da hemen her nehir boyunca gittikçe çoğalan su dolapları ve su değirmenlerinin etrafında sulamanın yanı sıra, tahıl öğütme ve ezme işlemlerini yapmak amacıyla pek çok sanayi tesisi konuşlanmıştı.
Suriye’deki Hama şehrinde Asi nehri kıyılarında dev boyutlu noria’lar * bulunmaktaydı.
Noria’lar ve su değirmenleri İslam etkisi altındaki İspanya’da da inşa edilmişti.
MÖ ikinci binyıldan beri Ortadoğu, başta şehir ve köylere su dağıtımını düzenleyen yeraltı ve yerüstü su kemerleri olmak üzere, her türlü etkileyici su yönetim sistemini geliştirmiştir. (**)
(Ortadoğuda) Sulama sistemleri son derece merkezileştirilmişti. Ancak bu, Avrupamerkezci görüşün öne sürebileceği gibi Oryantal despotizmin bir göstergesi değil, sulamanın eşit ve düzenli yapılabilmesini sağlayan adil bir su dağıtım sistemiydi.
Bununla beraber, Avrupamerkezci görüşü savunanlar bu îslami gelişmelere yine bir kulp takmış ve değirmenlerin zaten Roma devrine ait bir yenilik olduğunu öne sürmüşlerdir.
Aslında su değirmenleri ilk kez Eski Mısır’da görülmüş ve Roma imparatorluğu vasıtasıyla yayılmış gibi gözükse de, bu örnekler gerçek anlamda su değirmeni değildi.
…İlk değirmenlerin Romalılar tarafından yayıldığı ve Avrupa’nın bundan esinlendiği iddiasını desteklemek için yanıltıcı bazı görüşler öne sürülmüştür. Romalılar dikey çarklı değirmenler yapmışlardır. Ortaçağ Avrupası değirmenleri ise aslında MÖ 4. Yüzyılda Çin’de icat edilen “demir çekici” sistemine dayanmaktadır.
Son olarak, yel değirmeni 13. Yüzyılda ortaya çıkan öncü bir Avrupa buluşu muydu?
İlk yeldeğirmenlerinin 644’te İran’da görüldüğünü söylersek, bunun söz konusu bile olamayacağını hemen anlayabiliriz. Needham’ın belirttiği gibi, “Yeldeğirmenlerinden ilk kez Benu Musa kardeşlerin (850’den 870’e) eserlerinde bahsedilmiştir” Bir yüzyıl sonra pek çok güvenilir yazar Seistan’ın yeldeğirmenleri hakkında yazılar kaleme almışlardır (Örneğin, Ebu İshak el-İstahri ve Ebu’l-Kasım ibn Havkal).
İran yeldeğirmenleri, akabinde sadece Avrupa’ya değil, Afganistan ve Çin’e kadar da yayılmıştır.
Yeldeğirmeninin İran kökenli olduğuna itiraz eden görüşlere en iyi cevap, dikey olarak monte edilen Avrupa yeldeğirmenlerinin aksine. Ortadoğu yeldeğirmenlerinin yatay sistemde inşa edilmiş olmasıdır.
Günümüzde kullanılan biçimde değirmenin Avrupa’ya İran’dan geldiğini söylemek zorsa da, İran’ın bu konudaki katkılarını yok saymak tamamen haksızlıktır. Değirmen fikrinin kesinlikle İran’dan yayıldığını kabul etmek gerekir.
Ayrıca Haçlı Seferleri sırasında İran’a giden ve bu ülkedeki “macera”ları sırasında yeldeğirmenleriyle tanışan Avrupalı savaşçıların değirmenin yayılması konusundaki “katkılarını” da unutmamak gerekir. Bu savaçıların pek çoğunun Ortadoğu’da uzun süre kaldığını, hatta oraya yerleştiğini düşünürsek, bu tür düşüncelerin ne şekilde Avrupa’ya yayıldığını görmek daha kolay olacaktır.

Tekstil imalatı
1000 yılından sonra Avrupa’daki en önemli sanayilerin tekstil ve kâğıt olduğunu, demir üretiminin de oldukça önem kazanmaya başladığını biliyoruz.
Tekstil ile ilgili çıkrık, ip bükme makinesi, dokuma tezgâhı ve ayak pedalı gibi pek çok teknolojinin Avrupa’ya Doğu’dan yayıldığını söylemek mümkündür.
Çıkrık ilk kez Çin’de kullanılmaya başlanmış, 13. Yüzyılda İslam etkisindeki İspanya vasıtasıyla İtalya’ya yayılmıştır. 13. Yüzyıl İtalyan ipek dokuma makinelerinin erken Çin örneklerine şaşılacak derecede benzemesi tesadüf değildir. Hugh Honour bu konuda şunları aktarır;
Pax Tartanca (***) döneminden sonra Kubilay Han tüm Asya’ya hâkim olmuş, Çin tekstil mallarının Balducci Pegoletti’nin deyişiyle gece gündüz güvenli olan kervan yolundan Ortadoğu ve Avrupa’ya aktarılmasını sağlamıştır.
Avrupa’da üretilenlerden çok daha yüksek kalite, renk ve desene sahip olan bu brokar ve işlemeli kumaşların istilasının önce hayranlık, ardından da taklitlerinin yapılması için teşvik uyandırdığı yadsınamaz bir gerçeklikti.’(4)
Bunun yanında İtalyan şehirlerinde gördüğümüz, Çin’deki örneklerine benzeyen ipek işleme tezgâhlarının sık sık Çin’e seyahat eden ve buradaki her türlü yeniliği heybelerine koyup ülkelerine getirme cüretini gösteren tacirlerin marifeti olduğunu söylemek yanlış olmaz.
İpek ipliklerden bobinlerin işlendiği bu makineler 1090’da Çin’de icat edilmişti. Pedalla işleyen bu ipek bobininin makinesinin bir tezgâhı ve sarma sistemi mevcuttu. İtalyan versiyonu ise aynı modelin bir manivela ve  kol eklenmiş halidir.
Kısaca İtalyan modeli, Çin’deki makinenin az ya da çok kopyalanmış ve 18. Yüzyıla uyarlanmış haliydi. Tekstil makinalarının islam etkisi altındaki İspanya kanalıyla Avrupa’ya yayıldığını ve İslam tekstilinin yüzyıllar boyu bu kıtaya etki ettiğini söylemek şaşırtıcı olmayacaktır.

Kâğıt imalatı
Ortaçağ Avrupası’nın en önemli sanayilerinden biri kâğıt imalat sanayiidir. Kıta içinde ilk olarak 1150’de İslam etkisi altındaki İspanya’da imal edilen kâğıt, buradan Avrupa’ya yayılmıştır.
Aslında kâğıt MS 105 yılında Çin’de Ts’ai Lun tarafından icat edilmiş ve hemen ardından kâğıt imalatı başlamıştır.
Peki ne zaman Avrupa’ya yayılmıştır?
Thomas Carter kâğıdın Batı’ya aşamalı olarak intikal ettiğini söyler. 4. Ve 6. Yüzyıllar arasında ilk olarak Türkistan’a giren kâğıt, burada arada sırada kullanılmıştır. Maveraünnehir ve İran’da kâğıt, 751’deki Talaş Savaşı’ndan (5)
çok önce mevcuttur, ancak bu savaş sonrası Çinli savaş esirleri oldukça önemli kâğıt yapım tekniklerini bu topraklara taşımışlardır. El-Kazvini’nin bu konuda aktardıklarına bakalım: Savaş esirleri Çin’den getirildiler. Bunların arasında kâğıt imalatını bilen biri de vardı ve bunu uygulamaya başladı. Daha sonra kâğıt, ilk çıktığı şehir olan Semerkant’ın en önemli ürünü oldu ve buradan tüm ülkelere yayıldı.’ (6)
Bu konuda ilk yenilikler su götürmez bir açıklıkla Çinliler tarafından yapılmasına rağmen, Araplar da oldukça önemli oranda katkı sağlamışlardır.
Çinliler yazarken fırça kullanmaktayken, Araplar kâğıda nişasta ekleyerek üzerine kalemle yazılmasını sağlamışlardır.
Kâğıt imalatı sonradan, 1150’den itibaren İslam etkisindeki İspanya kanalıyla Avrupa’ya, 1157’de Fransa’ya ve 1276’da İtalya’ya sıçramıştır (Çinlilerin icadından tam 1000 yıl sonra). (7)
Buradaki İslam etkisini, Arapça kâğıt tomarı anlamına gelen rismah kelimesinin Ingilizcede “ream” ve İtalyancada “risma” olarak kullanılması şeklinde açık olarak görebiliriz. (8)

Devam edecek…
-Demir, Saat ve Köprüleri ilk kullanan da Doğulular olduğu açıklanmaktadır.
Resim; web ortamından alınmıştır.
Kaynaklar; Batı Medeniyetinin Doğulu kökenleri”,
* Yaklaşık iki metre boyunda, tahta su toplama depoları. Su dolabı, (Kaynak Kitabın çevirenin notu)
** (yeraltı su kemerleri İran’da qanat, Fas’ta ise khattara olarak adlandırılıyordu).
(***)Tatar (Moğol) barışı. (Kitabı ç.n.)
Kaynak; “Batı Medeniyetinin Doğulu kökenleri”, (Dipnotlar bahsekonu kitaba aittir.)
(1) Carlo Cipolla, Before the Industrial Revolution (Londra: Routledge, 1993), s. 210.
(2) Arnold Pacey, Technology in World Civilization (Cambridge, Mass.: MİT Press, 1991), s. 43.
(3) Ahmad Y. Al-Hassan ve Donald R. Hill, Islamic Technology (Cambridge: Cambridge University Press, 1986), s. 53.
(4) Hugh Honour, Chinoiserie: the Vision of Cathay (Londra: John Munay, 1961), s. 35.
(5) Jacques Gernet, A History of Chinese Civilization (Cambridge: Cambridge University Press, 1999), s. 288.
(6) Al-Hassan ve Hill’in Islamic Technology adh kitabında el-Kazvini’den söz ederler, s. 191.
(7) Carter, Invention, 13. Bölüm; Tsuen-Hsuin, Science, V (1), s. 296-299.
(8) Al-Hassan ve Hill, Islamic Technology, s. 192.

- See more at: http://www.canmehmet.com/?p=3460#sthash.S3hTEM0M.dpuf

Sanayi Devrimi’nden sonra Coğrafi keşiflerin de gerçek kahramanlarını açıklıyoruz (6)

"Adalet topaldır, ağır yürür fakat gideceği yere er geç varır." (Mirabeau).
Coğrafi keşiflerin arkasında çok ilginç bir sebep vardır. Batılı ilim adamlarına göre keşiflerin ana nedeni; İstanbul ve Atina’nın Müslüman Türkletarafından  alınmasıdır. Hıristiyan Batı bu kayıplarla,  “Yok olma sürecine girdiğini düşünmektedir.  Bu durumu ancak, Yeni Keşifler önleyebilecektir.  İşte hikayemiz.
Hıristiyan kimlik krizi, Rönesans taraftarlarınca kutsal şehir sayılan Atina’nın 1456’da Müslümanlar tarafından alınmasıyla daha da alevlenmiştir. Büyük bir ilahi koro aynı ağızdan haykırmaya başlamıştır: “Kutsal Helen toprakları kirletildi.”(1)
Geçen bölümde kaldığımız yerden, Batının sahiplendiği Sanayi Devrimi’ne kimlerin rehber olduğunu açıklamaya devam edecek, arkasından  Coğrafi keşifler anlatılacaktır.
Îlk Avrupa demir sanayii
Demir üretiminin milattan çok önceki devirlere dayandığı ve işleme tekniğinin 11. Yüzyıldan sonra Çinlilerin “Sung mucizesi” ile çok daha ileri seviyelere taşındığını bilinmektedir.
Demir ile ilgili yeniliklerin Çin’den Avrupa’ya aktarılması konusunda büyük bir zaman aralığı bulunmaktadır;  Su gücü ile çalışan metalürjik püskürtme motoru için 11 yüzyıl ve piston körüğü için 14 yüzyılda (2) Avrupa asıllı Flussofen adı verilen patlama kazanının Styrian  ya da Avusturya asıllı Stuckofen adlı kazanın yerini alması, Çin teknolojisinin Orta Asya, Siberya, Türkiye ve Rusya üzerinden gelerek Avrupa’ya ulaşmasının son aşamasıdır. (3)
Bu arada Hintlilerin ve Müslümanların kendi içlerinde önemli demir üreticileri olduklarını belirtmeden de geçemeyeceğim.
Demir üretimi İslam dininde önemli bir yer tutmaktaydı. Kuran’da “Muazzam gücünden insanlık yararlansın diye Allah dünyaya demiri gönderdi” şeklinde bir ibare mevcuttur.
Bu da bizlere, Doğu’dan Avrupa’ya demir üretim tekniklerinin İslam Dünyası yoluyla aktarıldığını açık bir şekilde göstermektedir. (4)
Demir ve çelik (d)evrimi, MÖ 600’den MS 1100’e kadar
Çin’in demir çelik mucizesi MÖ 600’lere, MÖ 513 tarihti ilk dökme demir objenin bulunmasına uzanır, çelik ise MÖ 2. Yüzyılda üretiliyordu.!
Robert Hartwell çok iyi bilinen bir makalesinde, 806 ile 1078 yıllan arasında Çin’in ürettiği demirin altı katına çıktığını öne sürmüştür. Yıllık üretime baktığımızda Çin, 806 yılında 13.500 ton demir üretirken, bu rakam 1064’te 90.400 ton ve 1078’de 125.000 ton olmuştur. İki karşılaştırma konuya açıklık getirecektin İlki, tüm Avrupa’da 1700’lerde daha fazla demir üretiliyordu ve 1788’de İngiltere sadece 76.000 ton demir üretiyordu.
…Avrupamerkezci uzmanlar, Çin’e ait demir kullanımının araç gereçler ya da üretim amaçlı değil silah veya dekoratif sanatlarla sınırlı olduğunu gündeme getirerek, sıklıkla bu başarıyı görmezden gelirler. Ancak gerçek şu ki demir gündelik araç gerecin yapımında kullanılmaktaydı, bu da bir sanayi devrimi dahilinde gerçekleşiyordu.
Üretilen bu araç gereçler arasında bıçaklar, keskiler, iskarpela. Matkap ucu, çekiçler ve tokmaklar, saban demiri, bel, kürek, el arabası dingili. Tekerlek, at nalı, tencereler, tavalar, çaydanlıklar, çanlar, asma köprü zincirleri, zırhlı kapılar, gözetleme kuleleri, köprüler, baskı tezgâhlan ve harfler vardı. Bütün bunlar o dönemde kullanımda olan şeylerdi. Hartwell bu listeye bıçkı, menteşe, kilit, soba, lamba, çivi, dikiş iğnesi, topluiğne, çaydanlık, zil ve trampet takımını da ekliyor.
Donald Wagner bunu daha da genelleyerek şöyle sonuca bağlıyordu: “dökme demirden yapılan seri üretim son derece önemliydi… ve ‘ilk sanayici’ demir ustaları büyük servet elde etmişti”, ki bu süreç MÖ 3. Yüzyıla kadar uzanıyordu.
…Avrupalılar dövme demiri ancak Ortaçağ’da kullanmışlardı. “Öyle görünüyor ki Çinliler doğrudan dökme demir tekniğine ulaşmışlar, Avrupalılar ise uzun bir işleme dönemi geçirmişlerdi. (5)
…Bir başka çarpıcı buluş, 11. Yüzyılda mangal kömürü yerine kok (çünkü ormanlar yetersizdi) kullanılmasıydı. Bu çok büyük önem taşıyor, çünkü Avrupamerkezci görüş bunun yüzyıllar sonra İngilizler tarafından gerçekleştirildiği konusunda ısrar ediyordu.
Ancak İngiltere de Çin gibi ormanların yok edilmesi sorununu çözmek için kok kullanıyordu. 18. Yüzyıl îngilteresi’ne atfedilen tekstil üretimindeki kayda değer başarılar da Sung mucizesinin önemli özelliklerinden biridir. Çin ipeği üretimi MÖ 4. Yüzyılda başlamışrt. En gelişmiş endüstriyel teknolojik buluş da kenevir ve ipek üretiminde su gücüyle çalışan tezgâhların yaygın bir şekilde kullanılmasıydı
Demir/çelik ve tekstil sanayisindeki tüm bu başarılar büyük önem taşımaktadır ve endüstriyel buzdağının sadece görünen kısmıdır. Bu tür bir üretim için büyük bir altyapı destek ağı gerekmektedir.

Avrupa’da saat yapımı
Avrupamerkezci araştırmacı David Landes “Saat, Ortaçağ Avrupası’nda mekanik yaratıcılığın en önemli aşamalarından biridir” der.
İddiaya göre, ilk halka açık saat, 1309’da Milano’daki St. Eustorgio Kilisesi’nin kulesine yerleştirilmiştir. Yine ilk taşınabilir saat 1335’te Milano’daki Visconti Sarayı’nda görülmüştür. Aslında Avrupamerkezci araştırmacılar da dahil olmak üzere, saatin ilk kez kim tarafından icat edildiğini kimse bilmemektedir.
Çinlilerin saate ihtiyaç duymadıkları, konuyla ilgilenmedikleri ve saat yapımını başaramadıkları gibi varsayımlar anlamsızdır.
11. Yüzyılın sonunda Su Tzu-Jung astronomik bir saat imal etmiştir.
1086’da Çin imparatoru tarafından kendisinden daha önce Han Kung-Lien tarafından icat edilen ve bileğe halka şeklinde takılan saati yeniden düzenlemesi istenmiştir. Su’nun kendi saatini anlattığı satırlan inceleyen Needham şu sonuca varır:
-“Ayrıntıların canlılığıyla bunun Ortaçağ’da herhangi bir uygarlık tarafından üretilebilecek en büyük teknik gelişmeye sahip bir ürün olduğunu anlayabiliriz.”
Saat yapımında en önemli nokta, saat maşası denilen ve saatin rakkas çarkının sekteli hareketini idare eden tertibatın icat edilmesidir. Bu mekanizma. Saat milinin ve kadranın hareketini idare etmek suretiyle zamanın kusursuz bir şekilde tespitini sağlamaktadır.
Bu konuda Candwell, “Tekerleğin icadından bu yana belki de en önemli keşif olan bu mekanizmayı icat eden dâhi ya da dâhiler konusunda hiçbir şekilde bilgi sahibi değiliz” der.’
Saat maşası mekanizmasının 725’te muhtemelen 1-Hsing adlı bir Çinli tarafından icat edildiğini söyleyerek bu konuya bir nokta koyabiliriz.
Hatta bu mekanizmanın Batı’ya yayılımı konusunda da kanıtlar mevcuttur ve İslam etkisindeki Ortadoğu’dan yayıldığı bilinmektedir. Daha sonra, 1277’de (Visconti saatinden 60 yıl kadar önce) saat tahmini hakkında bir Arap metni Toledo’da Avrupa dillerine çevrilmiştir. (Bu metinde ağırlık bağlanan sarkaç sistemli ve cıvalı saat maşası olan bir saat anlatılmaktadır.)
Avrupa’ya karmaşık dişli sistemi, segment dişlileri, sarkaç, sesli sinyal sistemi gibi saat teknikleri ve mekanizmaları hakkında aktarılan her şey, İslam etkisi akındaki İspanya’nın Endülüslü saatçilik ustaları tarafından sağlanmıştır.
İlginç olan nokta ise, Lynn White’ın bu saat mekanizmalarının 12. Yüzyılda Hindistan’ın Bhaskara kentinde görüldüğünü öne sürmesidir.
Bu arada Avrupa’da imal edilen pek çok saat Su’nun saati ile benzer özellikleri taşımaktadır. Burada Çinlilerin, hatta belki de Hintlilerin, Müslümanlar yoluyla Avrupalı saat imalatçılannı etkilediklerine dair son derece önemli kanıtlar bulunmaktadır.
Hiçbir şey olmasa dahi, bu son kanıt Çinlilerin saat üretimi yapacak teknolojiye sahip olmadığını düşünen Avrupamerkezci görüşü yalanlayacak niteliktedir. (6)

Îlk askeri devrim: Çin, 850-1290 dolayları
Avrupamerkezci bakış Avrupalıların sözde ilk büyük “askerî devrime” öncülük eden askerî dehasını kutluyor (1550-1660). En önemli teknolojik hamleler Barut, silâh ve top üzerinde gerçekleşti.
Ancak bunların tümü, 850 ile 1290 yılları arasındaki “ilk askerî devrim” süresince Çin’de icat edilmişti. Bu iddiayı safdışı bırakan en bilinen Avrupamerkezci yaklaşım, Çinlilerin barutu sadece havai fişeklerde kullandığı ve hiçbir askerî uygulamanın söz konusu bile olmadığıdır (Oryantalist “Çin hükmü”).
…Çinliler 10. Yüzyıl başında, 850 dolaylarında barutu icat ettiklerinde, (7) barut ateş topu atan silahlara uygulanmış, 969 yılından itibaren de ateş oklarında kullanılmıştır. 1231’den sonra bomba, el bombası ve roketlerde (demir bir tüp içindeki havan topu şeklinde) kullanılmıştır. 14. Yüzyıldan itibaren kara ve deniz mayınlarında kullanılmıştır. (8)
…Çin’in askerî devriminin en etkileyici özelliklerinden biri de donanmaydı. Sung donanmasında 20.500 gemi vardı. Çin filosu herhangi bir Avrupalı gücü ve hatta belki tüm Avrupa’nın donanma gücünü içinden çıkarabilirdi.
Gemilerdeki silahların devamlı geliştirilmesi çok önemliydi. 1129’da mancınıklar barut atan standart teçhizatlardı. 1203’ten sonra bazı gemiler metal levhalarla kaplanmıştı. Çin’in askerî amaçla kullanılan gemileri etkileyici gelişim göstermişti
Örneğin, 6. Yüzyıl sonlarında “beş sancaklı”  savaş gemisinde 100 feet yüksekliğinde 5 güverte bulunuyordu ve bu gemiler 800 asker taşıyordu. Aynı zamanda, “güçlü silahlar”la ya da bir üst kattaki güverteye sabitlenmiş -50 feet uzunluğunda- “delici metaller”le donanmştı.
Bunlar dev çekiçler gibi düşman gemilerine hasar vermek için kullanılıyordu. 3. Yüzyılda hareketli ve “kare şeklinde yüzen” kaleler vardı ve bunlar üzerlerinde kulelerin olduğu ve yaklaşık 2.000’den fazla askerin bulunduğu 360 bin feet karelik bir alanı kaplıyordu.
Tüm bunlar Temple’ın sözleriyle bir kez daha yerinde bir sonuca varıyordu: “Çinliler Batılıların modern zamanlarda hayal edemeyeceği ölçüde silah imalatçısıydılar.”(9)

Devam edecek…
- Coğrafi keşiflerin gerçek kahramanları kimlerdir?
Resim; http://cografyabilim.wordpress.com/2011/05/20/cografi-kesifler-sebepleri-ve-sonuclari/
Kaynak; “Batı Medeniyetinin doğulu kökenleri” (Dipnotlar esere aittir.)
(1) Michael Edvvardes, East-WestPassage (New York: Taplinger, 1971), s. 135.
(2) Joseph Needham, Science and Civilisation in China, I (Cambridge: Cambridge university Press. 1954), s. 240.
(3) Braudel, Civilization, I, s. 376
(4) Batı Medeniyetinin doğulu kökenleri”, Sahife;139
(5) Jacques Gemet, A History of Chinese Civilization (Cambridge: Cambridge University Press, 1999), s. 69.
(6) “Batı Medeniyetinin Doğulu kökenleri” Sahife;140
(7) Gernet, History, s. 311; Joseph Needham, Ho Ping Yü, Lu-Gwei-Djen ve Wang Ling, Science and Civilisation in China, V (7) (Cambridge: Cambridge University Press, 1986), s. 111-117.
(8) ‘ Needham ve çalışma arkadaşları, Science, V (7), s. 161-210
(9) Temple, Genius, s. 248.

- See more at: http://www.canmehmet.com/?p=3467#sthash.kGsAmbgO.dpuf

Coğrafi keşifleri kimler yaptı? Vasco da Gama efsanesi ve Ümit Burnu gerçeği (7)

İlmi gelişmeler ve keşifler tüm insanlığın ortak çalışmalarının sonucudur. Kimsenin babasının tapulu malı değildir.
Avrupalılar, kontrol ettikleri medya sayesinde, insanlığın binlerce yıllık çalışmalarının üzerine oturmuşlar ve tüm gelişmeleri, iki, üç asra sığdırarak  sahiplenmişlerdir. İddialarına göre ortada; Mısır, Hindistan, Çin, Arap ve İslam Medeniyetleri ve bunların geliştirdikleri bir değer yoktur.
Çoğrafi keşifler, önce “Herşeyi Avrupa üretti ! ” anlayışına savunan, Avrupamerkezci bir bakışa göre verilmektedir.
Avrupalılara göre Portekizli Denizci Vasco da Gama’ nın keşiflerinin hikâyesi;
-Vasco da Gama (1469 – 1524), Keşifler Çağı’nda yaşamış, Avrupa’nın en başarılı kaşiflerinden olan, Avrupa’dan çıkıp doğrudan Hindistan’a giden ilk kişi olarak bilinen, Portekizli denizcidir.
Portekiz kralı I. Manuel’e bağlı olarak, Doğu’nun hazinelerine ve hristiyanlar için kutsal olduğuna inandıkları Hindistan topraklarına ulaşmakla görevlendirilmiştir. 1497′de, kendisinden önce Bartelemeu Dias’ın keşfettiği ve Afrika’yı dolanan Ümit Burnu’nu kadar uzanan deniz yolunu geliştirerek, Denizci Henri’nin başlattığı Portekiz deniz keşiflerine bir yenisini eklemiştir.
Avrupalıların Hindistan’a deniz yoluyla ulaşabilmeleri, Osmanlı Devleti’nin ticari alandaki üstünlüklerine son vermiş, deniz ticaretinde Avrupalıların üstünlüğü ele geçirmesini sağlamıştır. (1)
Şimdi, Vasco da Gama ile keşiflerinin arka planına, gerçeğine bakalım;

Benim izimden gelmeyenlerle kalırsam
Fırtınalı bir denizin tehlikesinden daha acıdır bu
Bir gemi verin bana, götüreyim onu tehlikelere doğru
İçten olmayan dostlara sahip olmaktan daha yeğ olduğu için
Bu gemi Tanrı’nın mucizesidir, atım, refakatçim
(Ah Tanrım cömert ol) yolculukta, Tanrı’nın kendi evidir…
İlim uğruna tükettim hayatımı ve şanım ondandır
Yaşlılığımdaki (ilim) bilgim yüceltti onurumu
Bunlara layık değil miydim ki krallar farkıma
Varmadılar benim.*
*(Şiir, Ummalı Müslüman denizci, Filozof İbn Macid’e aittir. 1475′li yıllar)

…Biz genellikle Batı’da Ümit Burnu’nu ilk kez dolaşan ve Doğu Hint adalarına gidip, o zamana kadar dışa kapalı bir şekilde yaşayan ilkel Hint ırkıyla ilk teması kuranın Portekizli kâşif Vasco da Gama olmasıyla gurur duyarız.
Ancak bundan yirmi ilâ elli yıl öncesinde Müslüman denizci Ahmed İbn Macid Ümit Burnu’nu zaten dolaşmış. Batı Afrika kıyılarına gitmiş ve Cebelitarık Boğazı’ndan Akdeniz’e geçmişti.
…Ayrıca unutmamak gerekir ki Vasco da Gama Hindistan’a gitmeyi başarmıştır, çünkü Guceratlı isimsiz bir Müslüman rehber ona yol göstermişti.
Bu arada Da Gama’nın kullandığı tüm gemicilik ve denizcilik teknolojileri ile yöntemlerinin Çin ve Müslüman Orta Asya’da bulunmuş (sonrasında geliştirilmiş) olması gerçeği de unutulmamalıdır.
Bütün bunlar daha sonra Avrupalılar tarafından içselleştirilmiş. Dünya’nın İslami Köprüsü üzerinden küresel ekonomiye yayılmıştır.
Top ve barutun da Çin’de bulunduğu bilgisini eklediğimizde, Portekizlilerin kendilerine ait olduğunu iddia edecekleri bir şey kalmıyor geriye. (2)
…Portekizlilere mal edilen modern denizcilik bilimi, “Yüzde yüz İslam bilginlerine ait. Bundan hiç şüpheniz olmasın. Modern denizcilik İslam dünyasının bir malı. İslam dünyasının bir başarısıdır…
Pusulayı iptidai bir cisim olarak Çinlilerden öğrenip aldılar. Denizcilik biliminin iki temel prensibi vardır:
Biri engin denizde büyük mesafeleri ölçebilmek. İkincisi bulunduğunuz noktayı tespit edebilmek.
Bu ikisi Avrupa”da ancak 20. yüzyılın ilk yarısında mümkün olabildi. Müslümanlar 15. yüzyılda denizcilik ilminin bu iki temelini kurmuşlardı. Afrika ile Sumatra arasındaki mesafeyi 20 ila 30 kilometre bir hata ile ölçebilmişlerdi.
Bunun da ötesinde çok mühim olan bu ölçüler sayesinde Müslümanlar enlem boylam derecelerini gösteren ve bunlara dayanan dünyanın ilk haritalarını çizdiler. Bugün küçük tashihler dışında bu ölçüm ve haritaların doğru olduğunu görüyoruz.
Onlar kuzey ve doğu ölçümlerini, kuzey ve güney ölçümlerini ve en zoru da ekvatora paralel ölçüleri yapabiliyorlardı.
Avrupalılar Müslümanlardan ilk iki ölçümü öğrendi. Ancak trigonometri bilgileri yeterli olmadığı için ekvatora paralel ölçümlerin nasıl yapıldığını bir türlü anlayamadılar.
Portekizliler esasında hiçbir şeyi keşfetmediler. İslam haritaları 15. asrın başlarında onlara ulaşmıştı. Bunu kendi tarih kitaplarından çıkarıyoruz.
Hint Okyanusu kıyılarında çok miktarda altın, halı ve baharat olduğunu biliyorlardı. Baharat etlerin kokmamasını sağladığından Avrupa için mühimdi. Hint Okyanusu”na denizden ulaşmaya çalışıyorlardı. Ama Portekizlilerden evvel bu yol Müslümanlar tarafından kullanılıyordu.
Müslümanlar Afrika”nın güneyindeki yolu kullanarak 9. yüzyılda Çin ile ticaret yapıyorlardı. Hint Okyanusu 15. asırda Müslümanların elinde bir İslam gölü gibiydi. Hindistan ve Java, Müslümanların elindeydi. Ummanlı denizciler İbn-i Macit ve Süleyman el Mehri 15. asrın matematikten astronomiye her ilmi bilen filozof iki denizcisiydi.” (3)
Asya’nın 19. Yüzyıla kadar Avrupa’nın önünde olduğu konusu,
-Bizler neden 1500’den sonra Avrupa’nın Asya’yı fethettiğini öne süren Avrupamerkezci varsayımlarla karşı karşıya kalıyoruz?
-Ayrıca 1492’den sonraki dönemin Batı öncülüğündeki küreselleşmeyi başlatan unsurları içerdiğini savunan benzer bir iddia daha neden karşımıza çıkıyor?
-Ya da konuya Asya bağlamında baktığımızda, neden Asya tarihinde 1498 ile 1800 arasında “Vasco da Gama dönemi” diye bir Avrupamerkezci tasvirle karşılaşıyoruz?
-Hepsinden öte, bu ve benzeri Avrupamerkezci tasvirlerin son derece güçlü bir şekilde dile getirildiği John Roberts’in Batı’nın Zaferi benzeri kitaplar neden ortaya çıkıyor?
-Bir gerçeği… Şöyle bir baktığımızda hemen hemen tüm keşiflerin Avrupalılar tarafından yapıldığını açıkça görebiliriz. Bundan başka keşifler için yapılan seyahatler yeni bir dönemin başlangıcı sayılır ve Avrupalıların dünya çapında genişlemelerine yol açmıştır…
-Gelecek yüzyıldaki Luther gibi, denizci Henry de modern tarihe bilmeden katkıda bulunmuştur…
-Diğerlerine nazaran daha küçük de olsa Portekiz Kralı Manuel’in kendini “Etiyopya, Arabistan ve Hindistan’ın Hâkimi” ilan ederek övünç kaynağı yaratması da tarihî gelişmelerden biridir…
-Azgın denizlerin fethedilmesi, Batı uygarlığının dünya üzerinde egemenlik kurmasını başlatan ilk ve en önemli zaferlerden biridir. (4)
Roberts konuya şu şekilde devam eder:
-Günümüzde insanlar bu görüş şeklini açıklamak için özel bir terim icat etmişlerdir: Avrupamerkezcilik. Anlamı Avrupa’yı her şeyin merkezine yerleştirmek olan bu terim genellikle negatif anlamda kullanılmaktadır.
-Ancak onlara verdiğimiz değerden çok, gerçekte neler olduğu hakkında konuşursak Avrupa’yı modern zamanın oluşumunda en etkili faktör olarak merkeze yerleştirmek kesinlikle en doğru hareket olacaktır.(5)
Roberts’in öne sürdüğü gerçekler karşısında benim vereceğim cevap, daha önce Avrupamerkezcilik konusunun geçtiği bölümlerde bahsettiklerimle aynıdır ve bu terimin neden hikâyenin tam ortasında yer aldığını da açıklar…
Asya’daki modern Avrupa keşif çağı miti
Portekizlilerin yaptığı keşif yolculuklan hiçbir zaman “inanılmaz bir meraka sahip” ya da “hareketsiz duramayan” insanların Avrupa keşif dünyasının öncüleri olmaları anlamına gelmemektedir.
Portekizlilerin seferleri ancak Ortaçağ’daki Haçlı Seferleri’nin son nefesi olarak tanımlanabilir (ilk raund’ 1095 ilâ 1291 arasında yapılmıştır).
Bu yolculuklar, modern düşüncelerden ziyade eski Haçlı Seferi zihniyetiyle yapılmıştır.
Aslında bu keşif yolculuklarının perde arkasında Hıristiyan dünyasında büyük krize neden olan Konstantinopolis’in 1453’te Osmanlılar tarafından alınması meselesi yatmaktadır. Hıristiyan kimlik krizi, Rönesans taraftarlarınca kutsal şehir sayılan Atina’nın 1456’da Müslümanlar tarafından alınmasıyla daha da alevlenmiştir.Büyük bir ilahi koro aynı ağızdan haykırmaya başlamıştır: “Kutsal Helen toprakları kirletildi.”(6)
Bu düşünce, Hıristiyanların Doğu’yu ele geçirme planlarının başlangıç noktasıydı.
15. yüzyılın ikinci yarısında. Büyük Haçlı Ordusu’nun kurulması ve yönetilmesi Kilise’nin papalık reformları arasında önemli bir yer tutmaktadır. Bu güçlü reformlar Hıristiyanlık içinde barışın sağlanması, Haçlı askerlerine ilham verilmesi ve imanın yeniden oluşturulması için son derece gerekliydi.(7)
Hıristiyanların dağınık oluşu ve İslami tehdit, pek çok papalık bildirgesinin yayınlanması sonucunu doğurmuştur. Kilise için bu durum dini yaşam ve ölüm arasında olmak demekti ve Hıristiyanlığın sürdürülebilmesi için en önemli etkenlerden biriydi. Papa II. Pius’un belirttiği gibi,
-“Türklerle kaçınılmaz savaş durumu bizi tehdit ediyor. Silahlarımızı kuşanıp düşmanla savaşmaya gitmezsek din elden gidecektir” (8)
1452’de Papa V. Nicholas tarafından yayınlanan ilk papalık bildirgesinde “Papa, Portekiz kralını Sarazenlere (Haçlı seferleri zamanında Müslümanlara verilen ad.) saldırmak, topraklarını zaptetmek, onlan boyunduruğu altına almak, mallarına el koymak, kalıcı köleliğe hizmet için insanlarını esir almak ve topraklarını Portekiz Kralı’nın topraklarına dahil etmek için yetkili kılar” denmektedir. (9)

Ve yazıyı sonlandırırken…
Sanayi devrimi ve Coğrafi keşifler üzerine;
İtalya’nın, (Rönesans’ın) Ortaçağ’ın önemli bir bölümünde Avrupa’nın gelişimine katkıda bulunan önemli bir faktör olduğunu söylemek ilk bakışta mantıklı görünebilir.
Ancak Avrupa kapitalizmini ileriye götüren bu tür yeniliklerde İtalyanların öncü olduğunu söylemek çok anlamlı olmayacaktır.
O dönemde İtalya üzerindeki Doğu etkisi o denli derindir ki, bu etkinin tüm ülkeye ve Avrupa’ya yayılması kaçınılmazdır. Sonuç olarak, İtalya’yı düşündüğümüzde aklımıza ilk gelen, kendine özgü yemekleri ve çok özel sanat eserleridir.
Ancak örneğin pizza hamuruna baktığımızda, aslının Eski Mısır’a dayandığını görebiliriz. Pirinç ve safran tanımı ise Sicilya ve İspanya’ya Araplar tarafından aktarılmıştır..
Yine İtalya’nın meşhur kahvesinin aslı Etiyopya’ya dayanmaktadır. Makarna ya da “spagetti” Marco Polo’nun dediği gibi Çin’den gelmemiş, İtalya’nın batısına yerleşmiş olan Eski Etrüsklere ait bir yiyecektir.
İtalyan yaratıcılığı ve zarafeti ile ilgili en önemli örneklerden biri, Ponte Vecchio köprüsüdür. Ne var ki Michael Edwardes’ın bu konudaki sözlerine bir göz atalım:
Floransa’daki Arno nehri üzerindeki Ponte Vecchio (1345) benzeri ilk kemerii köprüleri yapanlar, Çinlilerin bu konudaki hünerlerinden etkilenmiş olmalılar.
Çinlilerin bu konudaki becerileri pek çok ülkenin takdirini kazanmış. Hatta Rusya’da Büyük Petro ülkenin modernleştirilmesi sürecinde, 1675 yılında Çinli mühendisleri ülkesine çağırmış ve köprü yapımını onlara emanet etmiştir. (10)
Sonsöz;
İlim –bilgi- kimsenin malı, kazanımı değildir.  Bilgi, Tüm insanlığa aittir.
Bindiğimiz, otomobil, uçtuğumuz uçak, kullandığımız ilaçlar; binlerce yıllık birikimin, deneyimin ve çalışmanın ürünüdür.
Bugün adına “Gelişmiş Batı” dediğimiz toplumlar ; Mısır, Çin, Yunan ve Arapların çalışmalarını geliştirerek, ortaya koyduklarını kendilerinden sonrakilere devretmektedirler.
Bu doğrultuda, binlerce yıllık çalışmaları, kısa bir sürede yapılmış gibi göstererek sahiplenmek, diğerlerine haksızlıktır.
Biz meraklılarına tarafların görüşlerini sergileyerek bir kapı açtık.
Sonrası araştırmacılara kalmaktadır.

Kaynaklar;
*Ummalı Filozof/ Ahmed İbn Macid, Müslüman gemici, 1475 dolayları
(1) Anonim
(2) “Batı Medeniyetinin Doğulu kökenleri” John M. Hobson, (3. hariç, alıntılar yazara aittir.)
(3) Prof. Dr.. Fuat Sezgin, İslam bilim tarihi araştırmacısı.
(4) J.M. Roberts, The Triumph of the West (Londra: BBC, 1985), s. 175, 184, 186, 188, 194.
(5) a.g.y, s. 201.
(6)Michael Edvvardes, East-WestPassage (New York: Taplinger, 1971), s. 135.
(7) Brandon H. Beck, From the Rising of the Sun (New York: Peter Lang, 1987), s- 17
(8) Robert Schwoebel, The Shadow of the Crescent (Nieuwkoop: B. De Graaf, 1967) adh eserinde Papa II. Pius’tan söz eder, s. 71.
(9) Charles R. Boxer, The Portuguese Seaborne Empire, 1415-1825 (Londra: Hutchinson, 1969), s. 21.
(10)Michael Edwardes, East-West Passage (New York: Taplinger, 1971), s. 85.

- See more at: http://www.canmehmet.com/?p=3475#sthash.ZADht0lG.dpuf

Hiç yorum yok: