3 Mayıs 2013 Cuma

Ermeni meselesinde doğrular ve yanlışlar-Ermeniler ve Kürtler-Kürtlerle Ermenilerin ilginç hikâyeleri-İbrahim Kiras

Ermeni meselesinde doğrular ve yanlışlar


1915 olayları insanlık namına başımızı öne eğdirmesi gereken türden olaylardır. Maalesef hem Türkler hem de Ermeniler açısından... diye yazmıştım birkaç sene önce, yine bir “24 Nisan” yıldönümünde. O gün bugündür değişen bir şey yok. Yine herkes kendi siyasî pozisyonuna veya esen rüzgâra göre bu konuda “fikir” açıklamaktan geri durmuyor. Tarihi realiteler kimsenin duruşunu değiştirmeye yetmiyor. O yüzden ben de söyleyecek yeni bir şey bulamadığımdan, kusura bakmazsanız, Batılıların “kendinden alıntı” dedikleri şeyi yaparak daha önce yazdıklarımın ikinci baskısını sunacağım:
Osmanlı Devleti’nin yedi düvelle savaş halinde olduğu yıllar... Osmanlı ordusu sekiz ayrı cephede savaşıyor. Kafkasya’da, Sina’da, Yemen’de, Galiçya’da... Çanakkale cephesinde dünya tarihinin en kanlı savaşlarından biri yapılıyor.

İşte bu günlerde Osmanlı devletine sadakatleri dolayısıyla geçmişte “Millet-i Sadıka” diye anılan Ermeniler arasında “bağımsızlık” fikri yeniden su yüzüne çıkıyor. Esasen on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısından itibaren patlak veren Ermeni ayrılıkçı hareketi 1908 Meşrutiyeti’nin getirdiği geniş hak ve özgürlükler dolayısıyla bir ölçüde durulmuş ve legalize olmuştu. (...) İttihatçılar Osmanlı’yı oluşturan bütün unsurları bir arada tutacak formül olarak Fransız İhtilali’nin “Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik” ilkelerini esas alma taraflısıydılar. Başta Ermeniler olmak üzere “daha fazla hak” talebi olan etnik unsurlar bu formüle evet diyerek 2. Meşrutiyet Meclis-i Mebusan’ında bir araya gelmişlerdi. İttihat Terakki hükümetlerinde Ermeni bakanlar bile vardı. Ne var ki savaş başlayınca her şey değişti. Ermeni isyanları yeniden patlak verdi.
Çünkü ne yazık ki Ermeni aydınları “fırsat bu fırsattır” diye düşünüyorlardı. Çok da haksız değillerdi aslına bakarsanız. Osmanlı Devleti çok yakında bir tarafta Çanakkale’de dünyanın en güçlü donanmasına karşı, öbür tarafta Kafkasya cephesinde dünyanın en güçlü kara ordularından birine karşı savaşmak zorunda kalacaktı. O hengâme içinde ne yapabilirlerse yapmalıydılar.
Bu doğrultuda Anadolu’da komiteler kuruldu; düğmeye ise İstanbul’dan basıldı. Kanlı eylemler birbirini izledi. 24 Nisan’da tutuklanan Ermeni gazeteci, siyasetçi, rahip vs. işte bu isyan komitelerinin kurucuları ve yöneticileriydi. Katliamların planlayıcılarıydı. Kusura bakmayın, ama 24 Nisan’ın anlamı bu adamların tutuklandığı gün olması.
Maraş Zeytun’da, Muş’ta, Van’da ve başka merkezlerde yaşanan katliamların bilançosu çok kanlıdır. Şimdi AK Parti Genel Başkan Yardımcı olan Hüseyin Çelik, memleketi Van’da yaşananları o günleri gören yaşlıların tanıklığıyla “Görenlerin gözü ile Van’da Ermeni Mezalimi” isimli belgesel kitapta anlatır. Yaşananlar o kadar yürek burkucu, o kadar vicdan kanatıcıdır ki insanlığından utanmak istemeyenlerin okumasını tavsiye etmem.
Buna mukabil tehcir sırasında Ermenilere reva görülen cinayetlerin kan donduran soğukluğu var... Tehcir sırasında Ermeni kafilelerine yapılan saldırılarda katledilen korunmasız ve masum insanların dökülen kanı var...
Ermenilere yönelik bu katliamı “Van’daki, Bitlis’teki, Sivas’taki katliamların intikamını almak için yaptılar” diyerek gerekçelendiremeyiz. Tek bir gerekçe var, o da insanlığımızdaki eksiklik.
Dolayısıyla 1915 olaylarını “Sizinkiler bizimkilerden daha fazla cinayet işledi” veya “biz haklıydık, siz haksız” şeklinde bir tartışmanın konusu yapmak, “insanlığımızdaki eksik” konusunda iki tarafın da derdine bir deva getirmez.
1915 olayları hakkında bir fikrinizin olması için o gün neler yaşandığını bilmeniz de icap eder. En azından ben onu beklerim 24 Nisan’ın yıldönümünde ezbere laflar edenlerden.

Ermeniler ve Kürtler
1915 olaylarını veya Ermenilerin soykırım iddialarını konuşmak için dönemin uluslararası güç mücadelelerini göz önünde tutmak gerekir. Şunu unutmamak lazım: Ermeni ayrılıkçı hareketi büyük ölçüde Osmanlı coğrafyası üzerinde hesapları olan emperyalist güçlerin çabalarıyla oluştu.
Zaten Ermeni örgütlerinin de amacı, daha önce Yunan veya Bulgarların yaptığı gibi, silahlı bir isyan yoluyla bağımsız bir devlet kurmak değildi. Bunu yapamazlardı. Zira Ermenilerin çoğunluğunu oluşturduğu bir coğrafya mevcut değildi. Daha Berlin Anlaşmasında büyük güçler tarafından zımnen “Ermeni toprakları” olarak kabul edilen “altı vilayet”in bile hiçbirinde Ermeniler çoğunlukta değildi. Zaten Ermenilerin tamamı da bağımsızlık taraftarı değildi.
Bu yüzden Ermeni siyasî hareketi topyekûn bir isyan gerçekleştirerek bağımsız bir devlete kavuşma hayali kurmak yerine, gerçekçi bir yol izleyerek silahlı tedhişe yöneldi. Böylelikle bir taşla birkaç kuş vurulabilecekti: Silahlı eylemlerin yaratacağı terör havası bir yandan Müslüman ahaliyi öldürerek veya kaçırtarak belirli Anadolu şehirlerindeki nüfus dengesini Ermeniler lehine değiştirmeye, bir yandan da devletin almak zorunda kalacağı tedbirlere karşı uluslararası güçlerin müdahalesinin yolunu açmaya yarayacaktı.
Bir ayrıntı: Ermeni isyanlarının ilk başladığı 1890’lardan itibaren Ermeni nüfusun yoğun olduğu bölgelerdeki İngiliz Konsolosluklarının sayısı birden bire artmıştı. Ruslar ise 1774’de Küçük Kaynarca Antlaşması gereğince elde ettikleri “Osmanlı ülkesinde istedikleri yerde Konsolosluk açma” hakkını kullanmaya çok daha önce başlamışlardı.
Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğünün yayınladığı “Osmanlı Belgelerinde Ermeni-Rus İlişkileri” kitabında rastladım: 1913’de Kars Şehbenderliğinden Hariciye Nezaretine gönderilen bir bilgi notunda “Rusların Kafkasya’ya komşu Osmanlı vilayetlerini ele geçirmek amacıyla Erzurum, Van, Bitlis ve Bayezid’deki Rus konsoloslukları ve Anadolu’da araştırma yapan profesörleri aracılığıyla bölgedeki Ermenileri ihtilâle teşvik ettikleri” haber veriliyor.
Osmanlı vatandaşı Ermenilerden birinin başına bir taş düşse Konsolosluklar içeriden, Avrupa matbuatı dışarıdan gürültüyü koparıyorlardı ve her seferinde konu Ermeni vilayetlerinde reform taleplerine dayanıyordu. Ermeni vilayetlerinde reform sözünün tercümesi önce özerk, sonra bağımsız bir “Türkiye Ermenistanı”nın teşkiliydi.
Osmanlı Devleti 1878’den itibaren birkaç defa uygulamayı vaat edip sonra hasıraltı etme imkanı bulduğu”altı vilayette reform” talepleri konusunda son olarak 1914 başlarında yeniden söz vermek zorunda kaldı. Bundan da Cihan Harbi çıkınca kurtuldu.
Unutmayın ki Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti Rusya’ya karşı savaşıyordu. Dolayısıyla Ermeni isyan hareketlerinin savaşla birlikte yeniden alevlenmesinde şaşılacak bir nokta yok. “Türkiye Ermenistanı”nın kurulması için fırsat ayaklarına gelmişti.
Ancak daha sonraki gelişmelere bakarak Ermenilerin Rusya tarafından kullanıldığını düşünenler de çıkacaktır. Mesela Ermenistan’ın ilk başbakanı, Taşnaksutyun Partisi lideri OvanesKaçaznuni 1923 yılında Bükreş’te yapılan parti kurultayına sunduğu raporda 1914 öncesinde Doğu Anadolu’da Ruslarla birlikte savaşmak üzere gönüllü Ermeni birliklerinin oluşturulmasının hata olduğunu söylemiştir.
Diğer taraftan Rusların Osmanlı coğrafyasının doğusuna ilişkin hesapları için kullanmaya çalıştığı tek grup Ermeniler değildi. Aynı şekilde Ermeni emelleri için bölgedeki tek engel de Osmanlı devlet güçleri değildi. Özellikle devlet otoritesinin zayıfladığı son dönemlerde Doğu Anadolu’da en az Ermeniler kadar etkinliği olan bir diğer “yerel güç” göçer Kürt aşiretleriydi.
Bu konuya devam edeceğiz...
Kürtlerle Ermenilerin ilginç hikâyeleri
1915 olaylarını dönemin uluslararası güç mücadelelerinin ışığında okumak gereğini anlatırken Rusların Osmanlı coğrafyasının doğusunda oynadıkları oyunlarda Ermenilere verilen rollere değinmiştik en son. Ama, demiştik, özellikle devlet otoritesinin zayıfladığı son dönemlerde Doğu Anadolu’da en az Ermeniler kadar etkinliği olan bölgesel güç Kürt aşiretleriydi.
Başlangıçtan itibaren Ermeni komitalarının başını en fazla ağrıtan güç olan bu göçer aşiretler bölgede bir denge rolü oynamaktaydı. Ama başta Rusya olmak üzere yabancı büyük güçlerin oyun planlarında bu aşiretlerin oynadığı rolü çok az biliyoruz. İngiliz tarihçi Sean McMeekin geçtiğimiz günlerde Yapı Kredi Yayınları arasında çıkan “I. Dünya Savaşında Rusya’nın Rolü” isimli eserinde Rusların Osmanlı coğrafyasının doğusuna dair hesapları için başlangıçta Ermenilerden ziyade göçer Kürt aşiretlerine dayanmak istediklerini söylüyor.
Doğu’daki göçer Kürt aşiretleri merkezi yönetimin otoritesinden uzak bir yapıdaydılar. Tıpkı Anadolu’nun batı bölgelerindeki göçer Türkmen aşiretleri gibi, yüzyıllardır sürdürmekte oldukları sosyo-ekonomik düzeni terk etmek istemiyorlardı. Osmanlı yönetimi ise bu göçer aşiretlerin iskân edilip kayıt altına alınmasını, devlete vergi ve asker vermelerinin sağlanacağı yerleşik bir iktisadi ve toplumsal düzene geçmelerini arzu ediyordu. Bu gerilim zaman zaman bazı isyanlara da yol açmaktaydı.
Kürtlerin ciddi bölümü yerleşik hayat içinde yer alıyor olsa da göçer aşiretlerin Doğu illerindeki ağırlığı önemsiz değildi. Doğudaki Ermeni nüfus ise tamamen yerleşik durumda, kasaba ve şehirlerde ziraat ve zanaatla meşgul olan bir kitleyi oluşturuyordu.
Şu noktayı netleştirmek lazım: Osmanlı Devletiyle, daha doğrusu merkezi yönetimle ihtilaflı olan kesimler yerleşik Kürt nüfus değil, bazı göçer aşiretlerdi. Doğu’daki Kürt nüfusun çok büyük bölümü Osmanlı Devletine sadakatini sürdürmektedir. Ancak bazı göçer aşiretlerin liderleri kendi bağımsız beyliklerini kurma hevesiyle Rus vaatlerine kanmıştır.
Özellikle Osmanlı’nın son dönemlerinde bu aşiretlerle merkezi Osmanlı yönetimi arasındaki çelişkileri ve yine bu aşiretlerle yerleşik Ermeni komşuları arasındaki problemleri değerlendirmek isteyen Ruslar “çift taraflı” bir oyun sergilemeye başladılar.
1877-78 Osmanlı-Rus Savaşını izleyen dönemde kimi zaman Ermeni komitelerine, kimi zaman da göçer Kürt aşiretlerinin liderlerine destek veren Ruslar bu iki yerel güç arasındaki çekişmelerde de genellikle aşiretlerden yana tavır koymaktaydı. Yine McMeekin göçer Kürt aşiretleriyle Ermeniler arasındaki ihtilafın Ruslara bir taşla iki kuş temin ettiğini anlatıyor: “Osmanlı birliklerini isyan bastırma harekâtlarıyla meşgul etme ve Ermenilere Rus himayesini isteme vesilesini verme.”
Diğer yandan Osmanlı hükümeti ise merkezî yönetimin otoritesini kabul etmeyen göçer aşiretlerin saldırılarına karşı Ermeni tebaasını korumaya yönelik bir tutum içinde oluyordu genellikle. Öyle görünüyor ki Osmanlı yönetiminin Kürtlerle Ermeniler arasındaki çatışmalarda tarafsız kalma çabası biraz da batı kamuoyundaki “Anadolu’da Hıristiyanlar katlediliyor” propagandalarına karşı durabilmek için seçilmiş bir yoldu. Ama bu yöntem de bir işe yaramamıştır. Çünkü asıl amaç başkadır. Bu konuda çarpıcı bir örnek olay var İngiliz tarihçinin eserinde.
1913 ilkbaharında Van Ermenilerinin göçer Kürt aşiretlerinin saldırılarından şikâyeti üzerine Rus Konsolosluğu resmi bir yazıyla Osmanlı Devletini bölgedeki Ermeni vatandaşlarını korumaya çağırır. McMeekin anlatıyor: “Osmanlı Ordusu on gün kadar sonra (Birinci ve İkinci Balkan Savaşları arasındaki kısa soluklanmadan yararlanarak) tam kuvvetle Van vilayetine vardığında, Rus konsolos yardımcısı Olferyev’e ağır silahlı yaklaşık 500 Daşnak Ermeni’nin Aram Paşa komutasında Osmanlı birlikleriyle beraber Kürt göçerleri kovalayışını seyretme gibi görkemli bir temaşa sunuldu.”
İlginç bir hikâye değil mi?Buna rağmen, Ruslar Van’daki olayları gerekçe göstererek Osmanlı Ermenilerinin tehlike altında olduğu iddiasına dayanan Ermeni reform kampanyasını bu günlerde başlatırlar. Almanya dışındaki Avrupa güçlerinin bastırması sonucunda Osmanlı hükümeti doğudaki altı vilayette iki Avrupalı müfettişin yönetime getirilmesini de içeren reform paketini kabul etmek zorunda kalır. Ancak o sırada Birinci Dünya Savaşının patlaması sayesinde ülkenin belirli bir bölümünün Osmanlı egemenliğinden koparılması anlamına gelen paket çöpe atılabilir.
Çok ilginç hikâyeler var tarihte.




Hiç yorum yok: