26 Mayıs 2013 Pazar

ABD’nin 28 Şubat’ı bitecek gibi değil!/ MUSTAFA SUNGUR

5 Mart 2012 / MUSTAFA SUNGUR
ABD’de son aylarda ardı ardına istihbarat skandalları yaşanıyor. 11 Eylül tam olarak aydınlatılamadığı sürece, Müslümanlar potansiyel tehlike olarak görülmeye devam edecek.
Bir Hollywood filminde, FBI ajanları, üst düzey bir bürokratın uyuşturucu karteline çalıştığı bilgisine ulaşır ancak ellerinde delil yoktur. Filmin kahramanı, “Yarından itibaren telefonlarını dinleyelim.” teklifinde bulununca, müdürü şu cevabı verir: “Adam bu gece Müslümanlığı seçmedikçe dediğini yapmamız mümkün değil!”
11 Eylül gibi bir travmanın, hayatı rahat ve rutinliğin zirvesinde yaşayan Amerikalıları nasıl sarstığını izah etmek mümkün değil. Tarihin en büyük terör eyleminin gerçek yüzü ortaya çıkana kadar, maalesef bazı Amerikalılar tarafından Müslümanlar suçlu olarak görülmeye devam edecek.

ABD’de son aylarda yaşanan üç skandal, bazı devlet güvenlik görevlilerinin de Müslümanlar hakkındaki önyargı ve negatif bakış açılarını ortaya koydu. Bunlar sırasıyla; Kaliforniya’da cami cemaatinin bir muhbir tarafından kışkırtılması, New York ve çevresindeki Müslüman öğrenci derneklerinin polis tarafından gizlice takip edilmesi ve son olarak Washington DC’de bir Faslının FBI tarafından sahte silah ve bomba ile kuşandırılarak Kongre’ye yakın bir yerde tutuklanması hadiseleri… Bunların hepsine değineceğiz ancak özellikle ilk skandalı, durumu anlamak için oldukça iyi bir örnek olduğundan, ayrıntılarıyla ele alacağız.
Güney Kaliforniya, yaklaşık 500 binle Amerika’nın belki de en kalabalık Müslüman nüfusuna sahip bölgesi. Irvine de bu eyalette en çok Müslüman’ın bulunduğu şehir. Burada yaşayan Müslümanlar, yaklaşık 5 yıl önce camilerinde kelime-i şahadet getiren Amerikalı yeni Müslüman’ı gözyaşlarıyla bağırlarına bastı. Eski adıyla Craig Monteilh, yeni adıyla Faruk El Aziz, sabah dâhil beş vakit namazını aksatmaksızın Irvine İslam Merkezi’nde kılıyordu. Bir derviş edasıyla yaşayan, herkesten önce camiye gelen Craig, bütün cemaatin gönlünü kazanmıştı. Sohbetlerin, toplantıların, yemeklerin birinci davetlisi artık oydu. Ancak muhabbet ne kadar kavi de olsa son birkaç yıl içinde Craig’in tavır ve söylemlerindeki değişiklik cemaati rahatsız etmeye başladı.
Craig, Müslümanların Amerika’da itilip kakıldığını, hor görüldüğünü, artık ayağa kalkma ve cihat etme zamanı geldiğini, binaları uçurarak Amerikalılardan intikam alınması gerektiğini söylemeye başlamıştı. Bir-iki gencin onu safiyane dinliyor olması endişeleri artırdı. İmam ve cemaatin ileri gelenleri Craig’i teskin ve ikaz etmeye çalışsa da o işi daha da ileriye götürmeye kararlıydı. Yaklaşan yılbaşı kutlamalarında birkaç yerde bomba patlatarak “kutsal cihat”ı başlatmak istiyordu. Çevresindekilere, binaları uçurmak için bomba hazırladığını ve alışveriş merkezini silahlarla tarayacaklarını da söyleyince, Hüsam adlı genç cami görevlisi, FBI’a giderek Craig’in bir terörist olduğunu ihbar etti. FBI yetkilileri aynı bilgileri Niyazi adlı diğer Müslüman gençten de almasına rağmen, “kendi adamları” Craig hakkında hiçbir işlem yapmadı.
Craig’in aşırı tarafları ve FBI’a ihbar edilmesine rağmen durdurulamıyor olması, cami cemaatinin şüphelerini artırırken sabrını da tüketti ve Irvine İslam Merkezi Başkanı Asım Han, Eyalet Mahkemesi’ne, Craig’in genç Müslümanları suça tahrik ettiğine dair suç duyurusunda bulundu. Böylelikle her şeyin ortaya döküleceği hukuk serüveni başladı.
Craig, nam-ı diğer Faruk El Aziz, FBI tarafından yetiştirilen “Oracle-kâhin” kod adlı bir muhbirdi ve 5 yıldan beri Kaliforniya ve özellikle Irvine şehrindeki Müslümanları takip etmekle görevliydi. Craig bu süre içinde elbisesinin düğmesinde taşıdığı kamera ve araba anahtarındaki ses kayıt cihazı ile bütün cami cemaatini fişlemiş, ibadetlerini, gittiği işyerlerini, evleri, hatta tanıştığı aileleri dahi kaydetmişti.
Mahkeme süreci başlayınca Craig’in etekleri tutuştu ve üç FBI ajanı ile Hilton Otel’de görüşerek kendisini temize çıkarmalarını istedi. Ajanlar Craig’e mahkemede muhbir olduğunu açıklarsa bütün planların suya düşeceğini ve Kaliforniya’daki Müslümanların ebediyen FBI’a yardım kapılarını kapatacaklarını söyleyerek onu tutuklamakla tehdit ettiler. Asıl korkuları ise çirkin planlarının kamuoyuna yansımasıydı. Craig’e 25 bin dolar vererek her şeyi gizli tutacağını ifade eden bir sözleşme imzalattılar.
Müslümanların haklı olarak yükselen tansiyonu, savcıların her geçen gün kapılarına yaklaşıyor olması yanında Craig’in ikircikli tavırları da FBI ajanlarını rahatsız edince sonunda Craig’i adi hırsızlıktan tutuklayarak hapse attılar. Craig’in avukatı kanalıyla çözülmesi ve FBI’dan intikam alırcasına her şeyi açıklaması bu şekilde gerçekleşti. Dava hâlen sürüyor.
Daha sonra kendisine yaptırılanlardan pişmanlığını açıklasa da Craig, “sadece duygusal sebeplerle” FBI’ın teklifini kabul ettiğini söylüyordu. Son bir yıl içinde hiçbir vergi ya da kesintiye tabi olmadan tam 177 bin dolar “cash” olarak Craig’e ödenmişti. Üst seviye bir FBI ajanının dahi maaş olarak alamadığı bu rakam çoğu Amerikalıyı yoldan çıkarabilirdi!
İlginç bir portre olması yönüyle Craig’i biraz daha yakından tanıyalım: Craig, hapiste yatanlara dinî bilgiler veren bir papazken (chaplain) bir şekilde karıştığı sahte para basma işinden hüküm giyerek hapse düşer. Muhbirlikle tanışması da burada olur. Craig, Müslümanları takip etmeden önce de FBI tarafından muhbir olarak kullanılan biridir. Uyuşturucu ve banka soyguncularını ihbardaki başarısıyla dikkat çekince, bir gün, daha önce görmediği bir FBI ajanıyla Starbucks’ta buluşma teklifi alır. Gerisini kendi ağzından dinleyelim: “FBI ajanı beni başarılı bulduğunu, çok önemli vatani bir görev vereceğini söyledi.  İslam dininin Amerika halkının millî güvenliğini tehdit ettiğini ifade ederek benden Kaliforniya’daki camilere sızmamı ve Müslümanları takip etmemi istedi. James Bond gibi yaşamak ilginç olacaktı ve alacağım para da cazipti. Kabul ettim. FBI tarafından, camilere nasıl sızacağım, Müslümanlarla nasıl temas kuracağım, nasıl kayıt yapacağım ve rapor göndereceğim konularında eğitildim. İslam’ı araştıran bir Amerikalı gibi davranarak camilere yaklaşmam istendi. Giyeceğim entari, takke ve terlik de FBI ajanı tarafından verildi. Bana bir Müslüman kadınla çıkmam da tavsiye edildi.”
Craig’in FBI muhbiri olmasının ortaya çıkmasıyla, ayarttığı genç Müslümanlar hakkında açılan dava, maruz kaldıkları ağır tahrik ve uyduruk deliller sebebiyle anında düşürüldü. Hüsam ve Niyazi, Craig’in FBI’a verdiği bilgiler çerçevesinde, El Kaide üyeliği, örgüte kara para aktarma, cihat hazırlığı gibi akıl almaz suçlarla yargılanıyorlardı. Craig’in pişmanlığından sonra bu iki genci kurtarma çabalarını da burada ifade etmek gerek.
Kaliforniya’da yaşayan ve ihanete uğradıklarını düşünen Müslümanların tansiyonu hâlen düşürülebilmiş değil. FBI tarafından çok fena aldatıldıklarını, artık yeni bir güven inşa etmenin mümkün olmadığını ifade ediyorlar. Amerika’da, resmî kurumların büyük önem verdiği ve halkla ilişkiler üzerinden yürüttüğü güvenlik konuları Kaliforniya’da Craig davası yüzünden neredeyse çıkmaza girmiş durumda.
FBI Kaliforniya Bölge Temsilciliği, “süren dava ve muhbirler hakkında konuşmanın yasak olduğu” klasik bahanesiyle konu hakkında bir açıklama yapmaktan kaçınıyor. FBI olarak bölgedeki Müslümanlarla sıcak ve dostane ilişkiler içinde olduklarını, hatta iftarlara bile katıldıklarını ifade etseler de süren Craig davası sonunda, hukuk, bölgedeki Müslümanlar için kurulan kirli tuzağın faturasını mutlaka kesecek.
Olay hakkında görüşlerini aldığımız FBI üst düzey yetkisi, bir muhbirin bir örgütü izleme yetkisi olduğunu ama onları kışkırtma görevi olamayacağını söyleyerek cami cemaatinin bu muhbiri FBI’a bildirmesini hayranlıkla karşıladığını ifade ediyor. Muhbir ya da onu görevlendiren FBI ajanlarının görev sınırlarını aştıklarının hukuk tarafından tespit edilmesi hâlinde gerekli cezalara çarpılacaklarını da sözlerine ekliyor.
Geçen ay Amerika’daki Müslümanlar için öğrenilen acı bir gerçek de New York’taydı. New York Polis Teşkilatı’nın (NYDP) bütün New York ve hatta çevre eyaletlerdeki Müslüman öğrencileri yıllardır takip ettiği ortaya çıktı. Bölgede, Yale ve Colombia da dâhil olmak üzere pek çok üniversitedeki Müslüman öğrenci derneklerinin gizli polisler ve muhbirlerce adım adım izlendiği, günde kaç vakit namaz kıldıklarına, ne yediklerine ve ne satın aldıklarına kadar rapor edildiği medyada yer alınca NYPD sözcüsü Paul Browne, ABD ve dışında 12 Müslüman öğrencinin terör suçundan tutuklandığını ifade ederek kurumunu savunmaya çalıştı. Bu, hırsızlıktan tutuklanan öğrenciler olduğu bahanesiyle Amerika’daki bütün öğrencilerin sırt çantasının her gün aranması gerektiği kadar mantıklı bir açıklamaydı!
New York Belediye Başkanı Michael Bloomberg de Müslümanları izlemenin özgürlüklerini ihlale değil suçu önlemeye matuf olduğunu defalarca ifade etmesine rağmen, kaç kere namaz kıldıklarının dahi rapor edilmesini izah edebilmiş değil.
Geçen haftaki son skandal da Washington DC’de yaşandı. Olay kısaca, bir Faslı’nın, elinde çalışmayan bir silah ve asla patlamayacak bir bombalı yelekle Kongre binasına yakın bir yerde FBI ajanları tarafından tutuklanmasıydı. Cümlenin içinde Müslüman, silah ve bomba kelimeleri geçince otomatikman suçlu ilan edilen Faslı Amine El Halif’in hikayesi de Craig’inkinden farklı olmayabilir fakat konu Craig dosyası kadar açıklığa kavuşmadığı için çoğu ayrıntılar henüz bilinmiyor.
Kendisini tanıyanlar tarafından biraz “saf” ve “tuhaf” bulunan El Halif, 29 yaşında illegal bir göçmen olarak Alexandria’da kendi hâlinde yaşarken, her nasılsa tanıştığı ve kendince samimi gördüğü bazı kişilerle rahat ve büyük konuşmasının ceremesini ödüyor. “Yusuf” kod adlı gizli bir FBI ajanıyla sözde saldırı planlarını paylaşan Halif, Yusuf’un getirdiği sahte makineli tüfek ve sahte bombalı yelekle birlikte başka bir FBI ajanının arabasıyla Kongre’ye yakın bir yerde bırakılmasının hemen ardından yapılan bir operasyonla tutuklandı.
Craig ya da El Halif dosyalarının ortak özelliği, FBI tarafından planlanmış bir tuzağın devreye sokulması projesi olmaları. Craig önce avcıyken sonra av olduğu için plan ortaya çıktı. El Halif ise şüphesiz avdı. FBI, bu tür projelerle daha önce binlerce suçu tespit edip suçluyu yakaladıklarını, kanunların onlara bu görev ve yetkiyi verdiğini iddia ederek yöntemlerinin doğruluğunu savunuyor.
Görüştüğümüz FBI yetkilisi de kurumun suç ve suçluya ulaşmak için kanun çerçevesindeki her şeyi yapmasının bir görev olduğunu ve bundan kaçınamayacaklarını ifade ederken FBI ajanı ya da muhbirinin kendisinin bir suç işlemesi ya da suça teşvik etmesinin mümkün olmadığını açıkça söylüyor: “Av, ajan ya da muhbirden silah isterse, suçu işleme niyetinde olup olmadığını anlamak için çalışmayan bir silahı ona vermek suç değildir ama o istemeden ‘Al bu silahı’ demek ya da ‘Hadi bu binayı uçuralım’ demek kışkırtmaktır ve suçtur.” diyor.
Amerikan toplumu, bu üç olay sonrasında da bir yelpaze gibi görüş ayrılığına dağılıverdi. Bir uçtaki iflah olmaz İslam düşmanları yapılanları bile yetersiz bulurken, diğer uçtaki demokrat kesim bu tür yanlış uygulamalarda bulunan FBI ve NYPD yetkililerinin kellesini istiyor.
Türkiye’de sürmedi ama Amerika’da kendini bir Amerikalı kadar ifade edebilen Müslümanlar ve haksızlıklara karşı sesini yükselten demokratların sayısı artmadıkça ABD’nin 28 Şubat’ı daha bin yıl sürebilir!  

Hiç yorum yok: