12 Mart 2013 Salı

TÜRK TARİHİNİN BAŞLANGICI- PROF. DR. YECİHE HATİBOĞLU

Son araştırmalara göre, tarihimizin başlangıcı, Sümer tarihine kadar
gitmektedir. Sümercenin aslı konusu çok yazılmış, çok işlenmiştir.
Hemen her ulustan dilciler, Sümerce ile kendi dillerini karşılaştırmışlar,
çıkar yol aramışlar, bulamamışlardır. Temeldeki gerçekler, Türkçe dışında,
bütün dillere ters düşmüştür.

Sümer uygarlığında, bugünkü dünya uygarlığının başlangıcı, temeli
vardır: Din, Tanrı, rahip, tapmak, şiir, destan, öykü, atasözü, düşünce
düzeni; hükümdar, ulus, yönetim, kanun; okul, öğretmen, öğrenci;
madencilik; tarım, ticaret, matematik, astronomi; her türlü sanat: müzik,
resim, heykel ve mimari gibi.

İsa'dan önce 3300 (üç bin üç yüz) yıllarında başlayan, 3200 (üç bin
iki yüz) yıllarında da yazının bulunmasıyla perçinleşen böyle bir uygarlığa,
hiç kuşkusuz, her ulus sahip çıkmak istemiştir.

Ne var ki, bütün zorlamalara karşın, Sümerce araştırılan, karşılaştırılan
pek çok dile ters düşmüştür, çünkü gerçek bir başka yöndedir.
Son incelemeler göstermiştir ki, Sümer uygarlığı, en eski bir uygarlık
olmakla birlikte tek başına bir halka değildir. Bu uygarlık, sonradan,
yine Mezopotamya'da, aynı soydan gelen insanlarca, iki kez daha, iki
büyük halka halinde yüceltilmiş, ayakta tutulmuştur.

Güney Mezopotamya'daki Sümer uygarlık halkasını, daha yukarılarda,
Kuzey Mezopotamya'ya doğru yayılarak, sürdüren, yaşatan,
Gud'lar, daha sonra da Kaş'lardır. Günümüzden, Türk tarihinin başlangıcına
doğru, gidilmesi gereken oldukça karanlık yolda, en önemli, en
ışıklı kilometre taşı, Kaş'lardan kalan çivi yazılı tabletlerdir.

Kıvançla belirtmek gerekir ki, Gud'ların, özellikle Kaş'ların dillerinin
Türkçe oluşunun açıklanmasıyla, Sümerce sorunu da, bütünüyle
aydınlığa kavuşmuştur. Son incelemelere göre, hiç kuşkusuz kesinlikle,
Sümerce, Türkçedir demek doğru olur.


Sümerce'nin Türkçe olduğunu ilk kez yirminci yüzyılın başlarında
Prof. Fritz Hommel açıklamıştı.1

Atatürk bu çok önemli açıklamayı eşsiz görüşüyle hemen benimsemiş,
bu konunun ve buna benzer başka konuların gerçekçi bilim yöntemleriyle
incelenmesi için, 1936'da Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesini kurmuş
ve bu fakülteye batının ünlü Sümerologu Prof.B.Landsberger'i
öğretim üyesi olarak yerleştirmişti.

Prof.B.Landsberger, Atatürk'ün, özellikle Sümerce konusunda
önemle durduğunu yakından bildiği için, 1937'de toplanan Tarih Kurultayı'na,
Sümerce üzerinde olmasa da, î . ö . 2500 yıllarında Mezopotamya'da
hükümran olmuş Gut ya da Kut kavminin Türk asıllı olabileceği
hakkındaki düşüncelerini şöyle açıklamıştı: "Bu Gutium yahut Kutiun
milletinin adının Akatça nisbet eki olan kısmını çizecek olursak Kut
kalır. Eğer çok mühim olan alâmetler bizi aldatmıyorsa, tarihimizde
Türklerle en yakın bir surette münasebettar olan, hatta belki de ayniyet
gösteren kabile budur" (bkz. 1937 yıb Tarih Kongresi Zabıtları, TTK
yayım, s.105).

Prof.B.Landsberger, Atatürk'ün hazır bulunduğu bu Kurultayda,
Gut(Kut) kavmi kral adlarının çok olduğunu, ancak yazıtların bir kısmının
kırıldığını, okunan beş kral adının açıklanabildiğini söylüyordu.
Bu önemli adlar şunlardı:

*

1. Yarlagan
2. Tirigan.
3. Şarlak, Çarlak
4. El-ulumuş
5. înim-bakaş.

Prof.B.Landsberger, aynı bildiride; "Kut'lar, 2500'den sonra,
Akad'm Samî krallarını düşürdüler ve 125 yıl Mezopotamya'ya hükmettiler"
diyordu, (bkz. aynı Zabıtlar, s.106.)

Atatürk'ün huzurunda, 1937 yılı Tarih Kurultayı'nda açıklanan bu
çok önemli bildirinin konusu, ne yazık ki araya Atatürk'ün hastalığının
girmesi, olayların hızı dolayısıyla, gereken önemle ele alınamamış, bir
kenara itilmiş, tam kırk yıl unutulmuştur.

Kırk yıl sonra, Oğuz sözcüğünün incelenmesi sırasında, Fars'ların,
Arapların eski çağlardan beri, düzenli bir biçimde, Oğuz'lara Guz demelerine
dikkat edilmiş ve bu olayın nedenleri araştırılmış, Oğuz adının
aslında Guz olabileceği düşünülmüş, geriye gide gide isa'dan önce 1700
(bin yedi yüz) yıllarında Mezopotamya'da beş yüz altmış (560) yıl hükmetmiş
olan Kaş'lara ulaşılmıştır. Bu çok önemli konu, 1978 yılı 11
Martında Cumhuriyet Gazetesinde ve 26 Eylülde de Milliyet Gazetesinde
ayrıntılı yayınlanmış, Kaş'ların Guz'lar olduğu, Oğuz Türkleri sayılmaları
gerektiği, Oğuz sözcüğünün Guz biçiminden geldiği tarafımdan
açıklanmıştı.

Kas dilinin çözülmesiyle, birçok tarihçi ve dilcinin sıraladığı soruları
yanıtlamak kolaylaşmış, ayrıca Kaş'lardan, Gud'lardan da eskiye
gidilerek yıllardan beri ortada çözüm bekleyen Sümerce sorunu da aydınlığa
kavuşmuştur.

Son duruma göre, birçok dilci ve tarihçinin yöneltebileceği çok
önemli soruları şöyle yanıtlayabiliriz.

Türk tarihi, î . ö . üç bin beş yüz (3500) yıllarında yaşamış olan Sümerlerin
tarihiyle başlatılmalıdır.

Kuzey Asya'da, Subar'lar (Sabirler, Subir'ler) adı2 altında yaşayan
Türk boyları, dondurucu soğuk, buz ve geçim zorluklarıyla, Sibirya'dan
çeşitli yollarla, özellikle Hazer Gölü yörelerinden, Kuzey iran'dan sıcak
ülkelere, Güney Mezopotamya'ya göç etmişler, burada adları da
Türkçe olan "Ur ve Uruk" kentlerini kurmuşlardır. Dil ve lehçe özellikleri
dikkate alınınca, Sümer'lerin bugünkü en yakın temsilcileri Kuzey
Asya'da yaşayan Suvar, Yakut, Karagas, Çuvaş Türkleridir.
Hiç kuşkusuz bu diller, uzun yüzyıllar boyunca, başka Türk lehçelerinin,
başka dillerin yeni yeni aşılamalarıyla eski Sümer dilinden oldukça
uzaktadırlar. Ne var ki, Türk dili ve lehçeleri, sözcüklerinin aslını,
dil kurallarım, inanılmayacak biçimde koruyarak yüzyılları aşmıştır.
Bu bakımdan "Türk dili koruyucudur" denir. Gerçekten de Kas sözcüklerindeki
Türkçe, çok uzaklardan, yirmi yedi yüzyıl önceden, pırıltılı
kök ve ekleriyle günümüze kadar ışık vermekte, bugünkü Türkçeyi
de aydınlatmaktadır.

Kasçanın ve Sümercenin Türkçe olduğu hakkındaki kanıtları sıralamadan
önce, bu iki ünlü dilin arasındaki zaman bölümünde, aynı alanlardaki,
aynı yapıdaki Gud dilini açıklamak gerekmektedir. Bilinenden
bilinmeyene doğru bir yöntem izlemekle sonuca daha sağlam gidilecektir.

Prof. Lansdberger'in 1937'deki Kurultayda Atatürk'ün huzurunda
açıkladığı Gutlar (Kut'lar) daha doğrusu Gud'lar, yine aynı etkenlerle
Kuzey Asya'dan göçmüş olan, ancak Subarlardan başka bir adla anılan
başka bir Türk boyu, Guz'lardır. Bunlar çok yakın soydaşları olan Sümer
tabanına kolaylıkla yerleşmişler, yoğun Samî toplulukları içinde ve
üstünde, ancak 125 yıl hükümran olabilmişlerdir. î . ö . 2285 yılında ya
da Prof.M.Landsberger'in belirttiği gibi 2500 yıllarında Mezepotamya'ya
hükümran olan bu kavmin Gut ya da Kut biçimlerinde kullanılan adının,
kendilerinden 500-700 (beş yüz-yedi yüz) yıl sonra, yörede yaşayan
Guz ya da Kas kavmiyle bağlantısı, birliği kolaylıkla açıklanabilir.

Ancak Prof.Landsberger Gud kavmi ile uygarlık alanında çok parlak
anıtlar bırakmış olan Kas kavmi arasında bir bağlantı kurmaktan
çok uzaktır ve aynı Kurultayda şöyle demektedir: "Demek ki ben Elamlardan,
Subarlardan, Sulubarlardan, Kaslardan bahsedecek değilim"
(bkz. aynı Kurultay bildirisi, s. 104). Halbuki bugünkü koşullarda, yeni
yeni incelemelerle Prof.Landsberger'in o gün için bir yana ittiği Elamlıların,
Subar'ların, Kaş'ların, Sümer'lerin Türk olduğu bilim alanında
saptanabilmekte, gerçekler tümüyle ortaya çıkmaktadır.

Nitekim Gud(Kut) adı ile Guz(Kas) adı arasındaki büyük benzerlik,
yakınlık, birlik ortadadır. Sözcük yapıları da aynıdır. Aynı yörede
yaşayan bu iki kavmin adım Akad kaynakları aktardığına göre, Akadca
ile bu iki kavmin dilleri arasında "ses karşılanması = substition phonetique"
sorunu vardır. Bu bir yaygın dil olayıdır. Türkçede "hizmet, fazıl"
biçiminde kullanılan Arapça sözcükler, Arapçada "hıdmet, fadıl"
biçimlerinde kullanılır. Uluslar, yabancı dillerdeki sesleri kendi dillerine
göre değiştirirler. Ayrıca, Türkçede "z"ye dönen bir " d " sorunu da vardır.
Türkiye Türkçesindeki "ayak" bazı lehçelerde "adak", bazılarında
da "azak"tır.

Bütün kaynaklar, Gud dili ile Guz(Kas) dili arasındaki yapı benzerliğinde
birleşiyorlar. Her iki dil de Samî dil yapısında değildir ve her
iki dil de bitişken (agglutinante) diller özelliğindedir. Kaldı ki köken
bakımından aynı olan bu iki sözeük, eski ve yeni biçimiyle birlikte yaşayabilmiştir.
Bu iki topluluk arasındaki boşluk ve oldukça büyük zaman
farkına karşın Samîlere yabancı olarak aynı yörelerde, aynı özelliklerle
yaşamlarını aralıksız sürdürmüşler, ancak, tarih kaynaklarında açık
görünen bu sürenin belgeleri bulunamamıştır.

Görülüyor ki, Prof.Lendsberger'in bildirisinde söz ettiği Gud'lar
kavmi Mezopotamya'da tek başına hükümran olmuş, tek bir halka
değildir. Gud'lar bu yörelerde yaşamlarını aralıksız sürdürmekteydi;
kendilerinden yaklaşık beş yüzyıl sonra gelen Guz'larla (Kaş'larla)
yakından ilgiliydiler, kısaca aynı kavimdiler demek doğru olur.

Türkler bugün olduğu gibi, eski çağlarda da ayrı ayrı boy adlarıyla
tanınıyorlardı. Bugünkü, Kırgızlar, Özbekler, Yakutlar, Çuvaşlar gibi,
eski çağlarda da Subarlar (Subariler, Subirler), Gud'lar ya da Guz'lar
(Kaş'lar) vardı. Kısaca t.ö.3500 yıllarında yaşamış olan Sümer'ler de,
İ.Ö.2500 yıllarında hükümran olan Gud'lar (Kut'lar) ve yine i.Ö.1700
yıllarında hâkimiyet kuran Kaş'lar (Guz'lar) arasındaki zaman farkı hükümranlık
zamanlarının farkıdır. Yoksa Türkler bu yörelerde aralıksız,
uzun yüzyıllar yaşamışlardır, t.ö. Sürye'deki Kaş'lardan tarihçi Strabon
Kos adiyle söz ettiği gibi Hazreti Muhammed zamanında da Türklerin
bu yörelerdeki varlığından ve güçlerinden hadislerde de önemli kayıtlar
vardır3. Kaldı ki, Hazret-i Muhammed'den önce, Mekke'nin anahtarının
muhafızı olan Huza'a kabilesinin Türk asıllı olduğu Emir Kuzay
gibi adlardan esinlenerek söylenebilir (bkz. islam Ansiklopedisi Huza'a).

Türkler, Mezopotamya'da, Sümer ülkesinden başlayarak, yüzyıllar
boyunca yaşamışlar, fırsat buldukça Samî kavimlere hükmetmişler, önce,
Sümer Gudea krallığını, sonra Gud(Kut) krallığını, daha sonra da Guz
(Kas) krallığını kurmuşlardır. Son iki krallığın hakimiyeti toplam yedi
yüzyıl sürmüştür. Böylece, Türkler, bu alanlarda, Mezopotamya'da,
Sürye'de, Sürye Selçuklu devletini kuracak kadar yeni yeni akınlarla
varlıklarını sürdürmüş samilere uyum göstererek yan yana yaşamışlardır.

Bu durumun en iyi kanıtı, Batı iran'da, Mezopotamya'da, Sürye'de
aralıksız varlıklarını sürdüren yine Kaş'lardır.

Kaş'lar, Babil hükümdarı Hammurabi'nin ölümünden hemen sonra,
Babil'e hücum etmişler, ancak başarılı olamamışlardı. Hammurabi'nin
oğlu bu durumu bıraktığı tablette öğünerek açıklar ve Kaş'ları nasıl
püskürttüğünü anlatır.

Kaş'lar, bu başarısızlıklarından sonra, dağılmamışlar, toplanma yerleri
olan Kuzey Sürye'de, Fırat kıyılarındaki Ana (H-ana) kentine dönmüşler,
fırsat kollamağa başlamışlardır. Bu olaydan yüz elli yıl sonra
amaçlarına ulaşmışlar, Babil'e hakim olmuşlar, III. Babil hanedanını
kurmuşlardır. Kas hanedanı pek çok kralı tahta geçirerek beş yüz altmış
yıl sürmüştür.

Bu durum gösteriyor ki, Mezopotamya'da savaşımı, hakimiyeti yitirenler,
çekip gitmemektedirler. Bunlar gibi Sümer'ler de, Er hanedanı
olarak gelen soydaşlarıyle yeniden güçlendikleri gibi, eski Gud'lar da
Kaş'larla yeniden güçlenmişlerdir.

Kaş'lardan kalan bazı sözcüklerle birlikte, Kas kral adlarının çoğunun
yayınlanmasında yarar vardır.

İkinci Babil hanedanından sonra, i . ö . 1700 (bin yedi yüz) yıllarında
Üçüncü Babil hanedanını Kas hükümdarı Gandaş kurmuştur. Daha
sonra gelen Kas krallarının bazıları şunlardır:

Kas Hanedam Kral Adlan:

GANDAŞ

Gandaş (Gan-daş = Kan- daş = Kandaş "aynı kandan olan")

AGUM

Agum I, II, III. (Ag-u-m = agam, Sayın büyüğüm"4)

KAŞTlLlAŞ

Kaştiliaş, I, II, III (Kaş-til-i-aş — Kas-dil-li "Oğuzlardaki Beg-dil-li
= Beydilli gibi soy gösteren ad")


ABİRATTAŞ

Abirattaş (Abirat-taş "Yurt-taş" gibi)

TAZZÎGURUMAŞ

Tazzigurumaş (Tazzig-ur-u-maş = Düşman vurmuş)

BURNABURlAŞ

Burnaburiaş I, II (Burna-buri-aş — Börü burnu - "Kurt burnu"
veya "Eski kurt").

ULAMBURlAŞ

Ulamburiaş (Ulam-buri-aş = Ala börü = "Alaca, Kızıl Kurt")

KARAÎNDAŞ

Kara-indaş (Kara-in-daş "Kara-in mağarasından olan")5


KADAŞMAN


Kadaşman-Enlil (Tanrı Ehlil'in akrabası, o soydan gelen)
"Kadaş, Uygurcada, "Akraba, arkadaş" demektir. Kadaşman-
Harbe (Ka-daş-man - Harbe), gibi.

Kadaşman- Turgu veya Durgu (Ka-daş-man - Tur-gu "Akraba,
kardeş Tur-sun veya Dur - sun).- gu eki Türkçede füturum ekidir.

KARAHARDAŞ

Karahardaş (Kara -har-daş) = Kara- Kardaş

KUDUR

Kudur -Enlil (Kud-ur Enlil = güçlü Enlil)
(Enlil gücü, Enlil gazabı) Kadir, uygurcada, "güç, gazap" demektir,
Kadir Han gibi (Bkz. Kşg.)

AD AD

Adad-şum-iddin (Adad-şum-iddi-n = "Adad sahip sun, koru")


MARDUK

Marduk-apla-iddin (Marduk abla veya ana sabip ol, koru)

ZABABA

Zababa-şum-iddin (Za-baba-şum-iddi-n = Z a baba koru sahip ol)
Naz-i bug-aş "Bug soyundan gelen naz, nazlı"

Kurigalzu (Kur-i -galzu = Kur-i-guz-lu "Guz'lu kurucusu, koruyucusu,
kurtarıcısı6).

Nazibugaş (Naz-i-bug-aş) adı, dil bakımından olduğu gibi tarih bakımmdan
da çok önemlidir. "Naz" sözcüğü eski Farsçadan akndığı gibi,
"Bug" soyu ya da boyunun Oğuz'ların yanında büyük önemi vardı.
Oğuz'lar evlenmek için hep "Bug" boyundan kız almak istemişlerdir ve
almışlardır. "Bugaş" sözcüğü, Bug boyuyle ilgili olabilir, Kaş'ların kullandığı
bu sözcüğe çok yakın bir sözcüğü de, Gud kral adlarında "Inim-
Bagaş > Bug-aş" biçiminde görüyoruz.

Kas dilinde kral adlarından başka pek çok sözcük de bugünkü Türkçeyle
doğrudan doğruya bağlanabilir: "iranlı, Fars" anlamı da veren
"Tacik" sözcüğüne rastlandığı gibi, "kadın esir" anlamını veren "Kukla"
sözcüğüne de rastlanır ki bugünkü anlamlariyle en güzel biçimde bağdaştığı
görülür. Karaduniaş (Kara-dun-i-aş) sözcüğü ise "kara donlu,
kara elbiseli" olarak açıklanır ki rahip, din adamı sınıfını gösterebilir7.

Bugün de Güney Anadolu'da kullanılan "Şıh" sözü Kas dilinde de
vardır: "şimdi Şıh=sundu Şıh = Şıh verdi" biçiminde tümcelere de
rastlanır, "şum, şim", "sun-mak" demektir.

Sümercede olduğu gibi Kas dilinde de Tanrı adlarının, kral adlarının
ve hayvan adlarının çizdiği küçük, resim sözcükler ve anlamları önemle
ele alınmalıdır. Bir atın adı "uşan-kuş = uçan kuş" biçimindedir. Tanrı
adlarında, genellikle özel adlarda yalvarma, dua anlamı daha çok geçerlidir.
Çoğu da bugün olduğu gibi eylem köklerinden türetilmiştir. "Erol,

Dursun, Döne, Serpil, Savaş" gibi. Tanrı Enlil korusun, Enlil-gücü ya
da "Tanrı Enlil'in soyundan gelen kral" gibi. Ayrıca Kaş'ların inandıkları
"yer, gök, dağ, deniz" tanrılarının Oğuz geleneğinde, İslamlıktan
sonra "Gök-Han-Oğulları, Deniz-Han-Oğulları" biçimlerini alışları da,
gelenek, görenek, kültür birliğinin kanıtıdır. Bu geleneklere, bu tür özel
adlardaki Türkçeye dikkat edilecek olursa, Kaş'ların ve onların kullandığı,
dilin çok daha eskilere, çok parlak uygarlıklara dayanması gerekir.
Bu bakımdan Kaş'lar, Türk tarihi; Türk dili hatta dünya dilleri ve tarihleri
yönünden çok önemli bir hazinedir.

SÜMER'LER

Yazının başlarında açıklandığı gibi, Sümer uygarlığına sahip çıkmak,
Sümercenin en eski Türk dili olduğunu gösteren kanıtları sıralamak,
hem çok güç, hem de çok kolaydır. Güçlüklerin başında aradaki
altmış asırlık zaman gelir. Kolaylığın nedeni ise, Türkçenin, sözcük asıllarını,
kurallarını koruma özelliğidir. Sümer ülkesinde bir tanrıça adı
olan "Ubil-İştar" sözcükleri, Türkçenin çok önemli bir özelliğinin aslını
hemen açıklamaktadır. "İş-tar", "emek-tar" gibi "iş" sözcüğüyle kurulmuş
bir Tanrıça adıdır. "Ubil" ise "kudretli" demektir. Bugünkü "yeterlik,
iktidar" eyleminin aslı da "-u-bil-"dir. Yap-a-bil-mek, eskiden
yap-u-bil-mek" biçimindeydi ve "u" sesi "iktidar" anlamını veriyordu,
"bil-" kökü de bugün de kullanılan "bil-mek"tir. "Ubil-Iştar", "muktedir
îştar" anlamıyle Tanrıça adı olarak Sümercede, görevine uygun ne
güzel kullanılmıştır.

Buna benzer, Sümercedeki pek çok örnekten birkaçını sıralamakta
yarar vardır: Sümerce: Dingir, öteki Türk lehçelerinde, Tengri, Türkiye
Türkçesinde Tanrı, Yakutçada: Tangara; Sümercede: E-dingir-ra =
Tanrı evi, ka-dingir-ra8 = tanrı kapısı" demektir. Sümerce: ka, "ağız,
kapı, menşe" demektir. "Ka-pirig = ka berg = kuvvetli ağız = sihirbaz"
demektir. "Ka" sözcüğü, anlam gelişmesiyle, Kas dilinde olduğu gibi,
Uygurcada da "akraba"' anlamı da vermektedir: "Kadaş = Ka-daş"
sözcüğünde olduğu gibi. Sümercede: ab, e = Türkçede: ab, eb - ev"
demektir. Sümercede: "a" "su" anlamı vermektedir, "su" için ayrıca
"sıv" sözcüğü de vardır. Yakutçada da "ü", "su" demektir. Bütün bu
"su" kavramına bağlanabilen sözcükler (göz yaşı, ağlamak ve "yuğ"
töreni gibi) Orhun Yazıtlarındaki " ı " ve Uygurcadaki "ıg" köküyle açıklanır,
aslı: ıd; ödle /öğle gibi. Sümerce de: ama, Çuvaş ve Yakutçada "ama",
Türkiye Türkçesinde "ana, eme" sözcükleri "anne" demektir. Sümercede:
baba, Kas dilinde: baba, Uygurcada: baba, Türkiye Türkçesindeki
gibi "büyük şeyh, dede" anlamlarıyle de kullanılır. Sümercedeki
Ur-baba, za-baba gibi. Sümercede: ad, bütün Türk lehçelerinde, "ata"
demektir. Uygurcada "ada" biçimiyle geçer. Sümercede: diş, Türk lehçelerinde
= dişi, Sümercede: kiş, Türk lehçelerinde kişi sözcüklerinde,
ikinci heceyi oluşturan -i'lerin kökeni açıkça görülmektedir. Sümercede:
igi = göz, sag=kafa (Lugal saggisi=sag-giş-i, = kafalı kişi, akıllı kişi:
Türkçede de sak-al, sak-la-mak, sak-m-mak, sak-ak, sak-ağı" aynı sözcükten
türemiştir. Ayrıca "sak kişi = zeyrek, zeki kişi" anlamında Anadolu'da
kullanılmaktadır. Sümercede: dag, Türkçede: dağ, ancak sözcük
Sümercede "taş" anlamım verirken zamanla Türk lehçelerinde "taşlardan
oluşan" anlamıyle "dağ" kavramına kaymıştır. Sümercede "dağ"
kavramım ise "kur" sözcüğü vermektedir ki, aslında "şişkin" anlamıyle
"karın" demektir, "kar-ın" sözcüğünün aslı da "kur"dur. "kur-sak,
kursak, iç-kur", "kur-daş = kar-daş" sözcüklerinde bu kök bulunduğu
gibi "kur-mak, kur-ul-mak" eylemi de aynı köktendir. Sümercede bu
kökten "kur-sak" sözcüğü de vardır. Sümerce: din, "can" demektir. Bu
kök Türkçede "din-len-mek = canlanmak" sözcüğünde görülür. Uygurda
"tın-lı-lar", "canlılar" demektir. Sümerce: gim, Türk lehçelerindeki
"kimi = kimin=gibi" anlamları verir. Sümerce: ay, gökteki ay'dır,
il ise Türkçedeki il'dir

Meslek adlarından bazıları bugünkü Türkçe ile kolay açıklanır:
uşan-du — kümes hayvanları yetiştiren demektir, uşan = uçan, kuş demektir,
du = tutan, "dutan" yetiştiren anlamını verir: i-şur = yağ
çıkarıcı, i = su anlamından, yağ; anlamına kaymıştır, şur: sormak,
sorup çıkarmak, ezmek" demektir, Çuvaşça "Şur-", "sıkmak, sormak'
demektir, dup - sar: kâtip, dup = tablet, dip; sar = yaz-mak demektir.
Yakutçada da "sar" yazmak anlamını verir. Üstelik Türkçedeki "yaz"
kökü de "s- /y-, -r /-z" değişimiyle aynı köktür. Sümerce "aş-kap",
"ayakkabı" demektir ki "ayak" sözcüğünün Sümercedeki kökü (as /az)
olmalıdır, çünkü "ayak" sözcüğü türemiş bir sözcüktür ve başka Türk
lehçelerinde (az-ak, ad-ak, ur-a) biçimleri de vardır. "Kap" sözcüğü de
bilinen "kap"dır ve aynı anlam, aynı düşünceyle, aynı uygulama düzeniyle
bugünkü Türkçede de "ayağın kabı" olarak "ayakkabı" biçiminde
yaşamaktadır.

Sümercedeki önemli sözcüklerden biri de tarımda kullanılan "apin =
sapan" sözcüğüdür. Yakutçada "süt" sözcüğünün "üt" oluşu gibi, öteki
Türk lehçelerinde "sapan" olan sözcük, Sümercede, Yakutçada olduğu
gibi önsesi "s-"yi kullanmayarak "apin" olmuştur. Sümercede "apşin"
ise "sapan izi" demektir. Bugün Reyhanlı'daki "Afşin" ırmağı "sapan
izi" anlamına bağlanabilir. Sümerce: id "nehir" anlamı verir, bu kök,
td-igle = Dicle, îd-buranın=Fırat, îd-il gibi nehir adlarında görülür.
Sümercede "giş", "agaç" anlamım verir ki, Türk lehçelerindeki
"ıgaç = ağaç" sözcüğüne bağlanır. Ötüken Yış = Ötüken Ormanı da
aynı sözcükle bağlantılıdır. Sümerce: şe-giş = ağaç suyu = ağaç yağı"
demektir ve "susam yağı" anlamında kullanılmıştır. Sümerce: di, "söz,
hüküm" demektir, di-mek sözcüğü ile ilgilidir, "di-kut = söz kesen,
hakim" anlamım verir aynı zamanda "kesin, kutlu, mukaddes söz"
demektir.

Görülüyor ki Sümerce ile Türkçe arasında yapılabilecek karşılaştırmalar
böyle bir yazıya sığmayacak kadar uzayıp gidebilecektir.
Sümer atasözleri de Türk atasözlerinin hemen hemen aynıdır9
Sümer'lerden, Gud'lardan, Kaş'lardan kalan metinlere, bütün
dünya dilci ve tarihçilerinin önemle eğilmeleri gerekir. Çünkü, Türkler,
Kuzey Asya'dan Güney Mezopotamya'ya inerken çeşitli uluslarla ilişki
kura kura göç etmişlerdir. Bu ilişkilerin izleri eski Mezopotamya metinlerinde,
özellikle Türk metinlerinde saklıdır. Bu ilişkilere göre tarihin
başlangıcından beri, Sümer'lerle aynı çağlarda kendi özelliklerine göre
Iran, Hint-Avrupa, Anadolu ve Çin uygarlıkları da vardı.
Sümer dilinin bu kadar mükemmel olması, bu kadar mükemmel
kavramları anlatabilmesi için, yazı olmadan da, en az İ.Ö. beş bin yıllarında
da Sümercenin var olması gerekir. Sümer, Gud, Guz metinlerindeki
izlere göre, öteki uluslrın tarihi de bu kadar eskilere gider.
Ayrıca Anadolu'da özellikle Doğu, Orta Anadolu'da Mezopotamya'ya
inen Türklerin bir kısmının yerleşmiş olabileceğini de dikkate almak 
gerekir. Sümer'lerin Ku-baba" tanrısına Anadolu'da da (Sard'da =
Salihli'de) rastlamak anlamlıdır. Etilerden önceki Proto Hattilerin
dilinin de bitişken "=agglutinant" olması önemlidir. Ayrıca bugünki
Kütahya kentinin adının eskiden "Kutiun=Kut" oluşu da dikkatle izlenmelidir.
Çankırı'nın eski adı da Kengir'dir. Aynı ad Doğu Anadolu'-
da, Kafkasya'da da vardır ve Sümer Ülkesi de aynı adı taşıyoıdu.
Dil verileri, tarihin saklı gerçekleri için sağlam kanıtlardır.
Çünkü hiç bir sözcük kökü, eskilere dayanmadan yaratılamaz.
Nitekim bugün "Hazar denizi" denen büyük gölün Latince adının
 "Caspium" oluşu bile, Kaş'ların yaşama alanlarını ve göç yerlerini
göstermektedir. "Caspium" sözcüğünde "epenthese olayı vardır,"-psesi
sözcüğün aslından gelmemektedir. Kaspium denizinin bir adı da
Kasar (Kas-ar)dır. Kafkasya adınında da Kas sözcüğü ile ilgili olduğu
şöylenebilir.

Dil verilerinin yol göstericiliğiyle, başlangıçtan günümüze doğru,
Sümer (Subar), Gud(kut), Guz(Kas) uygarlıklarının halka halka gelişmesi,
eski Mezopotamya'daki Türk varlığının büyük önemini göstermekte
ve Türk tarihinin başlangıcı sorununu aydınlatmaktadır.
isa'dan önceki çağların tarih ve dil verilerinin ışığında, bazı boy,
soy adlarım açıklamak oldukça kolaylaşmıştır. Bu tür özel adların başında
"Oğuz" sözcüğü gelir.

OĞUZ'LAR

İki heceli bir sözcük olan "Oğuz" adı, Türkçedir. Türkçenin özellikrine
göre, kök ve ek bakımından bu iki hece açıklanabilir10.
Orhun Yazıtlarından önce olduğu sanılan (Î.S.V.-VI. yüzyd) Yenisey
Yazıtları'nda "Oğuz" sözcüğü şu anlatımda geçmektedir: "Altı
Oğuz budunta = Altı Oğuz boyunda, ulusunda" (Bkz.Hüseyin N.Orkun,
cilt: III, s.61).

Orhun Yazıtları'nda, Bilge Kağan, Türk ve Oğuz boylarına, beylerine
hitap ederken "Tokuz Oğuz budun kentü budunum erti" der.
(Bkz.H.N.Orkun, cilt: I, s.48).

Bilge Kağan, Dokuz Oğuzlar için, "kendi ulusum" derken, Oğuzların
da Türk olduğu bilincindeydi. Ancak, aradaki, gelenek, birikim,
boy, lehçe farklarını da sessizce belirtmekteydi. Nitekim az sonraki savaşlarla
sorun daha belirgin olarak ortaya çıkar. Bu sıralarda Oğuzların
bir bölümü Selenga ırmağı kıyılarında oturuyorlardı ve başlarında Baz
Kağan vardı.

Dokuz Oğuzlar, Bilge Kagan'm bu politik çağrısına karşın, kendi
gelenekleri, kendi güçleri açısından, herhangi bir baskıya uğramamak
için, gizlice Çinlilerle anlaşmaya çalışırlar. Bu durumu sezen, Kck-Türk
devletinin başarılı veziri Tonyukuk (elbisesi yıkanmış, temiz) anlamında
kullanılmış olabilir, Dokuz Oğuzlar üzerine sefer düzenler. Sonunda,
Baz Kağan savaşta ölür, Oğuzlar da böylece yenilgiye uğrarlar.
Daha sonraları, Dokuz Oğuzlar, Uygurlarla birleşirler. M.S.745 yıhnda,
Uygur, Basmil ve Karlukların savaşlarıyla Kök-Türk devleti sarsılır,
yıkılır.

Uygur Kağanı Moyunçur, devletinin dayandığı başlıca topluluk
olarak "On Uygur ve Tokuz Oğuz budun" adlarını açıklar. Demek ki
bu sıralarda Uygurların büyük bir çoğunluğu Oğuz boylarıydı. Aynı
yüzyılda Müslüman Arap coğrafyacıların, Beş Bahk bölgesinde yaşayan
Uygurları, "Tokuz Guz = Dokuz Oğuz" olarak göstermeleri boşuna değildir.
Bu dönemde, Sabran (Savran), Karaçuk (Farab), Karmak, Suğnak
ve Sitgun gibi kentler, Oğuz kentleriydi.

Bu kısa tarihçe de gösteriyor ki "Oğuz" adı, çeşitli kaynaklara,
t.S.VI. ve VII. yüzyıldan beri, geç de olsa geçmiş bulunmaktadır.
Oğuzlar, Türk tarihinin başlangıcından beri durmadan yayılıyorlar,
özellikle Batı'ya, Siriderya'ya, iran'ın kuzeyine, Azerbaycan'a,
Kafkasya, Kırım, Romanya ve Balkanlara yerleşmeye çalışıyorlardı.
Daha öncede, sonra da Suriye'ye, Mısır'a kadar inmişlerdi11. Oğuzlar bu
akınları, sanıldığı gibi göçebe oldukları için yapmıyorlar, yerleşmek için,
devlet kurmak için uygun, elverişli yer arıyorlardı. Yerleşir yerleşmez
de yapılar, anıtlar dikmeğe başlıyorlardı. Kaş'larda, Selçuklularda olduğu
gibi, Kaş'ların Ziggurat'ları gibi:

VIII.-IX.uncu yüzyıldan beri, Araplar kendi kaynaklarında bu
ünlü Türk ulusuna "Oğuz" veya "Uğuz" diyebilirlerdi; dillerinde bu
sesleri karşılayacak harfler vardı. Ancak, Araplar kendi kaynaklarında Oğuz
boylarına düzenli bir biçimde, her dönemde "Guzdemektedirler.
Bizanslılar da, durmadan sınırlarını zorlayan Oğuzlara kaynaklarında
önemli yer verirler ve daha önce de belirtildiği gibi Oğuzları
"Uz" diye adlandırırlar. Yalnız, Kök-Türkler, Oğuzları, "Uguz" veya
"Oğuz" biçimiyle gösteriyorlardı12. Çünkü Kök-Türkler Oğuzlara, Araplar
gibi "Guz" diyemezlerdi, onların lehçesinde önseste "ğ-" yoktu,
"Kuz" demeleri gerekirdi. Halbuki Oğuzlar kendi adlarını sürekli (Fr.
consonne senore, îng. voiced consannant, Alm. stimhaft) bir ses olan
"ğ-/ğ-" önsesiyle söylüyorlardı.

Başlıca bu önses ve buna benzer başka önses sorunlarından olacak ki,
Kaşgarlı, Divan'mda kendi lehçesine "Türkçe", Oğuzların lehçesine
Oğuzca ya da "Türkmence" der. Kaşgarlı'nm Divan'ında13 Oğuzca ile
Türkmence, daha doğrusu Oğuzlarla Türkmenler eşanlamlı olarak kullandır
ki bir bakıma doğrudur ama daha o yüzyıllarda bile, Türkmenler
bütün Oğuzları kapsamazdı. Nitekim Kaşgarb, Divan'ında, gezdiği yerlerin
topluluklarını ayrı ayrı sırakyor: "Türk, Türkmen, Oğuz, Çiğil" vb.
(Bkz.cilt: I, s.4)

Kaşgarlı'nm Divan'ında "Oğuz" adı "Uguz" biçimiyle de geçer.
"Oğuz" sözcüğünün dört biçimiyle kaynaklarda kullanılması dikkatle
izlenmelidir: Guz, Uguz, Oğuz, Uz.

Dil verilerine, gramere ve tarih kaynaklarının kanıtlarına göre bu
biçimlerin aslına en uygun olanı Araplrın belirttiği "Guz" sözcüğüdür.
Bu sorun, bütünüyle önses, öntüreme (Prothese) sorunudur. Oğuzlar
bu önseslerinin özellikleriyle, kısaca, konuşmalarındaki değişik önsesleriyle,
Kök-Türk lehçesine ters düşmüşlerdir. Kök-Türk lehçesine göre
önseste " g - " sesi bulunamaz ve Orhun Yazıtlarında "g-" ile başlayan
Türkçe sözcük gösterilemez. XI. Yüzyılda Kaşgarb Mahmud da bu durumu
büyük bir yetkiyle anlatmakta ve Türkçede, yani kendi Türkçesi
olan Orhun-Karahanlı Türkçesinde, önseste "g-" olmadığını belirtmektedir.
Bu yüzden "Guz" sözcüğü Kök-Türk lehçesinde, "u-" veya "o-"
öntüreme sesle (Prothese) birlikte kullanılabilirdi. Böylece sözcük "Uguz"
veya "O-guz" biçimlerinde kullanılır oldu. Arapçada ise, önseste
"g-", kolaylıkla kullanılabilir olduğundan sözcük, "gayın  = ile,
"Guz" biçiminde gösterilmiştir. Bizanslılar ise bu adı "Uz" biçiminde
yazmak zorunda kalmışlardı. Ancak bu biçim, IX-XI. yüzyıllarda sözcüğün
başındaki öntüremenin henüz "o-" olmadığını, Bizanskların bu
önsesi, "U-" diye duyduklarını kesin olarak bize anlatmaktadır. Sözeüğün
içindeki "g-" sesinin de o dönemde yumuşadığı, hatta eridiği söylenebilir."
Uguz" biçimindeki sözcüğü, Bizanslılar"Uz" biçiminde duymuş
olacaklar ki öyle yazmışlardır14. Eğer o dönemde, Oğuzlar, kendilerine
"Oğuz" demiş olsalardı, Bizanslıların da, Alp-Arslan'la savaşırken ordularına
bile aldıkları bu ulusa, "Uz" yerine "Oz" demeleri gerekirdi. Kısaca
Türklerde "Uğuz" sözcüğünün, "Oğuz" oluşu, en az XI. yüzyddan
sonradır denebilir ve "U-" sesinin "O-" sesine geçişi yanındaki damak
ünsüzü "g-"nin etkisiyle açıklanabilir. Aslında sözcükteki öntüreme,
"U-" biçimiyle kalsaydı, Urum (Rum), Urmiye, Urus(Rus) sözcüklerinde
olduğu gibi, öntüremeli bir sözcük olduğu, çoktan inceleyicilerin dikkatini
çeker, kök ve ek bakımlarından başka başka açıklamalara gidilmezdi
(Bkz. islâm Ansiklopedisi, Oğuz ve Türk maddeleri.).

Arapların "Oğuz" sözcüğünü " "Guzbiçiminde yazmış olmaları
ise, tarih bakımından çok önemlidir. Niçin Araplar VIII-X. yüzyıllar
boyunca sözcüğü, "Uguz" veya "Oğuz" sözcüğünü duydukları halde,
bu sözcüğü öntüremeli yazmayıp "Guz biçiminde yazmışlardır?
Hatta Kaşgarlı bile, Türkçeden söz ederken "Uguz" veya "Oğuz" biçiminde
yazdığı halde, Arapça yazdığı Divan'ımn önsözünde, sözcüğü,
"Guz" biçimiyle kullanmaktadır. (Bkz. Kaşgarlı Divanü Lûgat-it-Türk
Tıpkıbasımı, sayfa: 3, satır: 1). Demek ki "Oğuz sözcüğü, Araplarda ve
Arapçada "Guz" biçimiyle yerleşmiştir ki bu biçimin Arapçada geleneği
vardır, başka türlü bu ulusun adı yazılamaz. Bu durum çok önemlidir.
Demek Araplar, Oğuzları "Guz" denildiği zamandan beri tanımaktadırlar
ve eski biçim Araplarda kalmış, yeni biçim yaydmıştır. Arapçada "Oğuz"
lar eski biçimle "Guz"lar diye yerleşmiş ve her çağda "Oğuz" yerine
daima "Guz" demişlerdir.

Bu durumda, "Uguz" veya "Oğuz" sözcüğünü VII.-VIII. yüzyddan
beri belgelerde bulduğumuza göre Araplarda yerleşmiş olan, geleneği
kurulmuş bulunan eski "Guz" biçimi hangi yüzyıldan beri kullanılmıştır
ve Araplar, "Oğuz"lardan önce, "Guz"ları ne zaman, nerede tanımışlardır?
Bu soruya verilecek yanıtlar, tarihin pek çok karanlık sorunlarını
aydınlatacak, çözülmeyen pek çok düğümü çözecektir.
Kısaca, tarih kaynaklarında görülen dört türlü "Oğuz" sözcüğünün
gelişimi ancak şöyle açıklanabilir:





Aynı olay15 "oruç" sözcüğünde de görülmektedir: Müslümanlığı
Araplardan çok, komşuları iranlılardan alan Türkler, islamlığın başlıca
terimlerini de iranlılardan almışlardır: "Namaz, abdest" gibi sözcükler
Farsça olduğu gibi, "Oruç" sözcüğü de Farsça asıllıdır.

Daha önceki Türk dili kaynaklarında "perhiz anlamına gelen bu biçime
yakın bir sözcük bulunmamaktadır16. Farsçada "oruç" sözcüğünün
karşılığı ise "ruze'dir

Türkçede, "r-" sesiyle başlayan sözcük bulunmadığı için, yabancı
dillerden gelen bu tür sözcükler, öntüreme seslerle karşdanmış, bu nedenle
de çok defa biçim değiştirmişlerdir. Lehçelerde Urmiye gölü,
Urum (Rum)17, Urus (Rus) ve yazı dilinde de kullanılan Urfa (Ruha) bu

tür sözcüklerdendir. Bu duruma göre "oruç" sözcüğü şu biçimde oluşmuştur:
Farsça "ruze > o-ruç" olmuştur.18 Farsça "rüzgâr" sözcüğü de
Anadolu ağızlarında "ü-rüzgâr, ö-rüzgâr" olmuştur.

Türkçede, yer ve ulus adlarında, bu olayın "i- /ı-" ve "ü-" öntüremeleriyle
kurulmuş yığınlarca örneği vardır: "î-sveç, I-skandinavya,
t-skoç, t-sviçre, I-slav, I-stanbul, î-zmir (Smyrne), Üsküp (Skopi) gibi.
Özellikle, eski çağlardaki "îskit"ler de bu tür sözcüklerle açıklanabilir
ve "Saka" sözcüğü ile ilgisi kurulabir.

Türkçedeki ön seslerin özellikleri ve öntüreme olayı ile, "Oğuz" sözcüğü
üzerinde uygulanan bu açıklama, tarihin karanlık, sorulu bir yönünü,
"Oğuz" adının türlü kaynaklarda dört ayrı biçimde değişik yazılışını
çözümlemektedir. Ancak bu açıklama ile, "Oğuz" sözcüğünün asb,
"Guz" sözcüğü olarak belirince, Arapların "Guz"ları ne zaman nerede
tanıdıkları sorunu ortaya çıkar. Bu sorunu tarih elbet bir gün kesinlikle
açıklayacaktır. Yalmz bilinen şudur ki, "Oğuz" sözcüğünün "Guz" sözcüğü
olarak açıklanması, Oğuzların, dünya tarihindeki yerini, Orhun
yazıtları'ndan çok eskilere, özellikle, başka uluslarla ilgileri, ilişkileri
bakımından çok gerilere götürmektedir.

Yukarıdaki açıklamalarda görüldüğü üzere, tarih olayları, dil verileriyle
desteklenirse, Oğuz boylarının ortaya çıkışı sorunu gibi, gerçekler,
biraz daha belirir, sorunlar biraz daha aydınlığa kavuşmuş olur.
Açıklanması gereken boy, soy adlarından biri de I. S. VI. VII.
yüzyıldan, beri bıraktıkları metinlerle tanıdığımız Uygur Türkleridir
Kaynaklarda geçen bazı sözcüklerde Uygur'ların gerçek durumlarım
gösteren izler vardır.

UYGUR VE YUGUR

Bugün Kuzey Asya'da Yugur adı altında yaşayan topluluk, eski
Uygur'ların son temsilcileridir ve adları da tarihin tanıdığı Uygur'ların
aslını göstermektedir.19

"Yugur" sözcüğünün varlığından, "Uygur" sözcüğünde de bir metatez
olayı bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu duruma göre, Uygur sözcüğünün
aslı Oğuz /guz sözcüklerinde olduğu gibi "Gur" dur. Sözcüğün
önündeki sesler, Türkçede çok yaygın olan öntüreme seslerdir. Buna
göre "y-ı-lan /yılan / ilan /lan" sözcüklerinde olduğu gibi (bkz.V.Hatiboğlu,
Türkçede Bazı Hayvan Adları, Bilimsel Bildiriler 1968) "Yugur"
sözcüğünde de "y-u-gur" biçiminde bir öntüreme olayı (Prothese)
vardır, "u-y-gur" biçimi ise "y-u-gur biçiminin" metathâse'le meydana
gelmesiyle açıklanır. Sözcüğün aslı, "Fin-Ugur" teriminde de kullanıldığı
gibi "Uğur" değil "Gur" dur, tıpkı "Uguz" olmayıp "Guz" olduğu
gibi. Aynı "Gur" sözcüğünü Macar'ların bir başka adı olan "Hungar" da
da görüyoruz. "Hungar" sözcüğü "H-un-gar" biçimiyle açıklanabilir,
önsesteki H- Balkan lehçelerinde çok görülen "öntüremeh" dir. "un-gar"
ise "On-Gur" demektir. "Bulgar" sözcüğü de Bel-gur/ Bul-gar" olabilir.
"Beş-Gur" demektir. "Beş Huz", "Dokuz Oğuz", "On Uygur"
gibi sayı adlarıyla kurulmuş pek çok topluluk adı vardır. Hurri sözcüğüde
Guz/Huz değişimi gibi Gur'dan gelmiş olabilir.

Oğuzca ve Uygurca için en önemli kaynakların başında, Kâşgarlı'-
mn Divan'ı gelir. Kâşgarb Divan'ında, sözcük başındaki "t- /d-" değişiminden
başka Oğuzca'mn çok önemli özelliklerini belirtmektedir.
Kâşgarlı, "h-" ile başlayan sözcükler için şöyle demektedir: "Kitabın
sahibi Mahmud der ki bunun içindir ki bizim atalarımız olan Beylere
Hamir derler çünkü Oğuzlar Emir diyemezler elif harfini "h-" ya çevirerek
söylerler" (Bkz. Divan, Cilt: I, s.112). Kâşgarlı "h" sesinin kendi
Türkçesinde bulunmadığım, sözcüklerin başında bu sesi kullananları
yabancı saydığını açıkça belirtir: "Hotanlılarla Kençekler kelimenin
önünde bulunan elifleri, h'ye çevirirler. Türk dilinde bulunmayan bir
harfi kattıkları için biz onları Türk saymıyoruz. Türkler baba'ya ata,
Hotanhlarla, Kençekliler hata, Türkler ana'ya ana, onlar ise hana derler.
Bkz. Kaşgarb Divan'ı, cilt: I, s. 32), Kas'arm Ana (Hana) kenti gibi.
Kâşgarb ayrıca, k'den dönen h'ler için de örnekler verir: "handa=
nerede, hayu=hangi, hız=kız" sözcüklerinin karşısına da, bunların
Oğuzca ve Kıpçakça olduğunu yazar.
Yukarıdaki örneklerde görüldüğü üzere, Kâşgarb'nin Türkçesinde,
yani Orhun Türkçesinin devamı sayılan Karahanlı Türkçesinde, sözcüklerin
önsesinde "h-" sesi kullanılmamaktadır. Kaşgarlı yalmz Oğuzcada
"h-" sesinin bazı sözcüklerin başında bulunduğunu yadırgayarak belirtir.
Bu durum, dil tariki yönünden olduğu gibi tarih olaylarım açıklamada
da boylar bakımından çok önemli, çok yönlü sonuçlar verir.
Uygurcada da "h-" sesiyle başlayan sözcükler vardır. Oysa uygarca,
Orhun Türkçesi ile Karahanlı Türkçesi arasında bağlantı halkası
saydır. Uygurcada "h-" sesiyle başlayan sözcüklerden birkaçı şunlardır:

haç (kaç: ne kadar, kaç)
haçan (kaçan: ne zaman?)
halın (kalın: ince olmayan, kalın)
haltı (kaltı: kaldı, kaldı ki, ne zaman ki)
han (kan, hükümdar, baba)
hangsız (kangsız, babasız)
hanyu (kayu, ne zaman, ne gibi, hangi)
hara (kara: kara, siyah)
hara kuş (kara kuş: kartal, kara kuş)
harın (karın: karın)
harga (karga: karga)
harı (karı: ihtiyar)
hanmak (karımak: ihtiyarlamak)
hat (kat: kat, tabaka)
hata (kata, defa, kez)
hatıg (katig: katı, sert)
hatun (katun: hatun, kraliçe)
hıl (kd: kıl)
hdınç (kılınç: kılınç, iş, hareket, fiil, amel)
hılmak (kılmak: kılmak, yapmak)
hul (kul: kul, köle)
huş (kuş: kuş)

(Bkz. A. Caferoğlu; Uygur Türkçesi Sözlüğü, istanbul 1968).
Yukarıdaki örneklerde de görüldüğü üzere, Orhun ve Karahanlı
Türkçesinde bulunmayan sözcük başındaki "h-" sesi Uygurcaya nereden
gelmiştir, bu sorunu önemle ele almak gerekir.

Uygurcada, sözcük önseslerinde "h-" den başka "g-, p - " sesleriyle
başlayan sözcükler de vardır:
gatıg (katı, sert, sağlam)
gılınç (kılınç: iş)
gılmak (kılmak: kılmak)
giz (kız: kız, genç)
ganag (konak: konak, köşk)
gorgunçsuz (korkunç olmayan) vb.
Uygurcadaki, "p-" ile başlayan sözcüklerin birkaçı da şunlardır:
pakır (bakır)
par (bar: var)
parça (barça: bütün, hepsi)
park (bark, ev bark)
pek (berk: sağlam)
pışmak (bişmek, pişmek, yetişmek, olgunlaşmak)

Uygurcadaki bu örneklerle birlikte, iki türlü önsesle de kullanılabilen
bazı sözcüklerin varlığı, sonuçları bakımından önemlidir. Uygurcada
hem "bakır" hem de "pakır", "bar/par, barça/parça,pütün/bütün,
bütürroek /pütürmek" gibi sözcüklerin bulunuşu dikkatle incelenmelidir.
Bu durum, yazı dilinde, " b - " ile başlayan sözcüklerin, ağızların etkisiyle
"p-" biçiminde de kullanıldığını açıkça göstermektedir, önceki örneklerde
görülen "k- /g- /h-" önsesleri için de durum aynıdır. Uygurcada,
yazı dilinde "k-" önsesiyle kullanılan sözcükler, Uygur konuşma dilinde
"g-" ve "h-" sesiyle konuşulmaktaydı. Kısaca, Uygurcada yazı dilinde,
bazı sözcüklerin önsesinde "k-" yerine "g-" ve "h-"nin kullanılması,
Uygur topraklarındaki ağızların yazı diline yansımasıdır denebilir.
Ancak biraz sonra açıklanacağı üzere Kaşgarlı, bize başka ip uçları da
vermekte, Uygur şehir halkının başka türlü konuştuğunu da belirtmektedir.
Uygurcamn, Kök-Türk lehçesinden ayrdan bu tür önseslerle kurulmuş
Türkçe sözcükleri, Uygurcayı Oğuzcaya yaklaştırır, daha doğrusu
Uygurcada pek çok Oğuz özelliği görülür. Bu özelliklerin başlıcaları şunlardır:

1) önseslerdeki süreklileşme (sonorisation): "kız" yerine "giz, hız"
denilebilmesi. Anadolu ağızlarında olduğu gibi.

2) îçseslerde yaygın olmayan bir süreklileşme vardır:
"Tarkan" yerine "Tarhan", "Orkun" yerine "Orhun", yılkı" yerine
"yılhı" gibi.

3) Sözcük hazinesi, özellikle yabancı sözcüklerin, Kök-Türk lehçesinden
çok fazla oluşu da Uygurcayı Oğuzcaya yaklaştırır. Oğuzların
sözcük hazinesi incelenecek olursa, Gotlar, Germenler ve Latinlerle orortak
sözcükler kullanıldığı görülür. Anlaşılan, Oğuzlar bu uluslarla zaman
zaman komşu yaşamışlardı ve kültür abş verişinde bulunmuşlardı.
Ayrıca akraba adları Uygurcayı Oğuzcaya yaklaştıran önemli etkenlerdendir.
Orhun Türkçesinde kullanılmayan, Uygurcada kullanılabilen
akraba adlarından "baba" sözcüğü, aslında Oğuzcadır.

Kaşgarlı, Oğuzların "ana" yerine "aba" sözcüğünü de kullandıklarım
yazar ki, bu gelenek bu gün de Anadolu ağızlarında sürmektedir
Kaşgarlı bir de "dede" sözcüğünün Oğuzca olduğunu açıklar. Bilindiği
üzere "baba, dede, aga" gibi çok önemli akraba adlan Oğuzlarda kullanılmış
ve kullanılmaktadır. Bunlardan, Orhun Türkçesinde bulunmayan
"baba, aga= ağabey, büyük kardeş" sözcüklerinin Uygurcada geçmesi,
ancak Oğuzların etkisi olarak açıklanabilir. Çünkü Uygurcada
"baba" sözcüğüne gereksinme yoktu bu anlamda Uygureada Orhun
Türkçesi gibi "ata, kang" sözcükleri de kullanılıyordu.

Uygurları Oğuzlara yaklaştıran bu kanıtlar dışında Uygurların
yazı dillerinin başka, konuşma dillerinin başka oluşu dikkatle izlenmelidir.
Kaşgarlı, Uygurları biraz yabancı tutar20 ve dilleri için şöyle der:
"Uygurların öz Türkçe bir dilleri olduğu gibi, kendi aralarında konuştukları
zaman ayrı bir ağız dahi kullanırlar" (Bkz. Kaşgarlı, C.I, s.29).

Demek Uygurlar, yazı dillerinden ayrı, Kaşgarlı'nm bile kolayca fark
edemediği bir lehçe ile konuşuyorlardı ki asıl dilleri de buydu, yani eski
Oğuzcaydı. Yalnız yazı dilleri Kök-Türk lehçesinin büyük etkisinde idi,
çünkü Kök-Türk yazı dilinin geleneği vardı, Uygurlar da bu geleneğe
uymuşlardı21, hatta Uygurlar, Çinlilerle yaptıkları alış verişler için kendi
Uygur harflerinden başka Orhun harflerini de kullanıyorlardı ki, bu
yazıları ancak Müslüman olmayan Uygarlarla Çinlilerin okuyabileceklerini
yine Kaşgarlı açıklamaktadır (Bkz. Kşg.C.I, s.29). Böylece, Uygurların
yazı dili bakımından Kök-Türk yazı dilinin etkisinde olduğu
gibi alfabe bakımından da, kendi alfabeleri olmasına karşın, Orhun alfabesinin
etkisinde kalmaları da dikkate değer. Aslında Uygurlar, büyük
ölçüde Oğuzlardı ve aralarında Oğuzca konuşuyorlardı.22Bu durumu Uygur
hükümdarı Moyunçur, anıtında açıklar ve başkanlık ettiği ulusun
On Uygurlarla, Tokuz Oğuzların olduğunu söyler.

Araplar ise Uygurları doğrudan doğruya "Tokuz Guzlar" olarak
yazarlar. Bütün bu araştırmalara göre açıklanan sonuçlan özetle şöyle
sıralayabiliriz:

1) "Oğuz" sözcüğünün aslı "Guz"dur. "Oğuz" sözcüğü önceleri
"Uğuz" biçiminde idi Araf harfleriyle yazılmış metin aktarılırken bile
Uguz yazmak gereği düşünülmüştür (Bkz. Kşg.C.I, s.38 ve Dizin) daha
sonra "Oğuz" biçimini aldı.

2) "Uygur" sözcüğünün aslı da "Gur"dur. Bu sözcük de önce
"Uğur" biçimine sonraları da "Yugur", "Uygur" biçimlerine dönüştü.

3) Aslında, "Uguz" ve "Uğur" sözcükleri aynı Gur /Guz" sözcüğünden
başka bir şey değildir, denebilir. Sözcüklerin sonundaki -r /-z
değişimi,23 çok eski yüzyıllardan beri sürüp gelen Türkçenin yaygın bir
kuralıdır ve bu kural yardımıyla Gur, Guz arasında ilgi kurulur: "Köz/
kor" "tuz /çor", "ikiz /ikir" sözcüklerinde olduğu gibi.

Bu duruma göre "Guz" sözcüğü ile Gur sözçüğü, hatta (Hur) Hurri
sözcüğü ile "Uygur" sözcüğü arasında da bir yakınlık aranmalıdır.
Ural-Altay topluluğundan sayılan Fin-Ugur'larla Oğuzlar arasındaki
yakınlık öteden beri ileri sürülmüştür. (Bkz. Ancyklopedie des islam,
Türk maddesi). Bu tür örnekleri yinelemek konunun önemi bakımından
yararlı olacaktır.

Uğur sözcüğünde "U-gur" biçimindeki bir öntüreme ile sözcüğün
ash "Gur" denümişti. Bu tür öntüremeli açıklama "Uygur" sözcüğü
için de geçerlidir: Uy-gur" gibi. Ancak, Türk dil tarihinde "uy-" gibi
bir öntüremeye rastlanmamıştır. Olsa olsa bu öntüreme "yu- > y-u-"
biçiminde olabilir. Türkçede "yılan > y-ı-lan" sözcüğünde olduğu
gibi iki öntüremeli biçim de oluşabilmektedir. Bu tür yinelemelerle,
metatezle, seslerin yer değiştirmesiyle, Gur > U-gur > Y-u-gur > Uygur
biçiminde bir gelişme düşünülmüş ve "Uygur" sözcüğünün asb böylece
"Yugur" olur denilmişti. Özellikle Uygur lehçesinde pek çok sözcüğün
metatezli biçiminin kullanıldığı görülür ki, içinde "-r-" sesi bulunan
sözcükler, metateze daha yatkın olur. Nitekim Uygurcada "yağmur"
yerine "yamgur", "yoğurt" yerine "yorgut", "erdem" yerine "edrem",
"arpa" yerine "abra", "orta" yerine "odra" da denmiştir.

Özetle, açıklamalar yardımıyle Uygurlar, eski Gur'lardı, Oğuzlar
da eski Guz'lardı, denildiği gibi -r /-z değişimiyle Gur /Guz sözcüklerinde,
eski çağlardan gelme kök birliği olduğu ileri sürülebilir.

Bu duruma göre, Kuzey Asya'dan Güney Mezopotamya'ya doğru
göç eden ve bir kısmı da göç yolları boyunca yerleşen Türk asıllı kavimleri
şöyle sıralayabiliriz:

1. Sabir'ler, Subar'lar, Subir'ler, Sibir'ler ve Sümer'ler.
2. Gud'lar, Guz'lar (Kus'lar, Kaş'lar, Kos'lar; Kuz'lar Huz'lar
Hazer'ler vb24.)
3. Karagas'lar (Kara-Kas'lar), Gagavuz'lar25, Kazı Kumuk'lar (Gumuk'lar
vb26.)

Mezopotamya'ya ilk gelenler Sümer'lerdir (Î-Ö. 3500-4000).
Sümerler yıpranmağa, zayıflamağa başladıkları sırada, yine ayni
topluluğun kalıntıları üzerinde Gud'ların hükümranlık kurduklarını ve
bu hükümranlığın 125 (yüz yirmi beş) yıl sürdüğünü görüyoruz (î.ö.
2500). Gud'lardan sonra hükümranlık Sami'lere geçmiştir. Ancak Sümer
ve Gud topluluklarının kalıntıları bu yörelerde yaşamlarım sürdürüyorlardı
ki aynı soydan Guz'lar tarih alanına çıkabildiler.

Sami kavimleri arasında ve üstünde hükümran olabilmek için Türk
asıllı kavimlerin uzun yıllar beklemeleri ve hazırlanmaları gerekmiştir.
Nihayet Isa',dan önce yaklaşık 1700 (bin yedi yüz) yıllarında Guz'ların
Akad'ları devirerek, Babil'de III. Babil hanedanını kurduklarını görüyoruz.
Akad'lar Guz'lara Kaş'lar ya da Kaşu'lar diyorlardı. Bu bakımdan
"Guz" sözcüğünden çok "Kas" sözcüğü yerleşmişti. Ancak Araplar
ve Farslar daha sonra "Guz" sözcüğünü "Oğuz" sözcüğü karşılığı olarak
günümüze kadar kullandılar.

Bütün bu açıklamaları şöyle özetleyebiliriz:









Görülüyor ki, eskilere dayanmadan yeni bir sözcük kökü yaratılamadığı
gibi, yine eskilere dayanmadan yeni bir ulus da yaratılamaz.
Bugünkü ulusların hemen hepsi, eski ulusların türlü etkenlerle
değişe değişe oluşmuş yeni biçimleridir-

Dil verileri ise, her çağ için hiç kuşkusuz en sağlam kanıtlardır.
Dil verilerinin öncü, yol gösterici olmalarıyle başlangıçtan günümüze
doğru Sümer (Subar), Gud (Kut), Guz (Kas, Kus, Huz) uygarlıklarının
halka halka gelişmesi, eski Mezopotamya'daki Türk varlığını göstermekte,
Oğuz'ların, Gur'ların, Uygur'ların kökenini açıklamaya yardım
etmekte ve Türk Tarihinin başlangıcım aydınlığa kavuşturmaktadır.

Dipnotlar


1 Fritz Hommel; Etnologıe und Geographie des Alten Orients, Münehen 1925-26 ve Zweihundert
Sümerotürkisehe Wörtverglcichungen als grundlage zu einem neuen Kapital der Sprachvvissenchaft,
Münehen 1915.
2 Kaşgarh Mahmud, Divan'ında, bu sözcüğü "Suvar" olarak göstermektedir.
3 Huzistan (Huz=Kuz=Guz) ve Kirman yörelerinde oturan Türkler, Araplara "Topraklarımızdan
çıkın" diye haber gönderiyorlardı (bkz.Türkiyat Mecmuası, 1969, cilt: XV, s.22).
Yine hadislerde "Oğuz Türklerinin=Guz Türklerinin, saltanatlının uzun süreceğinin belirtilmesi,
bir keramet olmakla birlikte, köklü Türk-Samî ilişkilerine, eski Guz'lara dayanır. Ayrıca,
Islamiyetin yayılışında adlan geçen Huza'a, Kuza'a kabilelerinin Huz'larla, Kaş'larla ilgisi olabilir.
Huza'a'lann Arap ordularında savaşçı olarak bulunmaları, gittikleri ülkelerden geri dönmeyip,
ispanya gibi ülkelerde topluca kahp yerleşmeleri de anlamlıdır. Daha sonraları Abbasi'-
ler de aynı geleneği sürdürerek ordularında savaşçı olarak Türkleri bulundurmuşlardır.
4 "Sayın, saygı değer" anlamını veren Agum sözcüğünün Aga biçimi de olduğu belirtilmektedir
ki bu sözcük "Aga/ağa sözcüğünün askdır. (bkz.Fritz Hommel, Altirac-litirche Über
lieferung München 1897 s.169).
5 Antalya'da Kara-in mağarasının bulunuşu bu tür özel adların varlığını gösterir.
6 Aynı metatez olayı 'Kızıl Deniz'in" o zamanlardan kalma "Kulzum" biçimindeki adında
da görülebilir. Türkçede "-r" sesi bulunan sözcüklerde olduğu gibi, "-1" sesi bulunan sözcüklerde
de metatez olayı vardır, özellikle ek alan sözcüklerde görülen "abn, aln-ı" Anadolu ağızlarında
"anU", "yalın, yalnız /yanhz, yanıbş /yanlış /yalmş" gibi.
7 Ahlat'ta şehit düşen Abdurrahman Gazi'nin mezarına "Karadonlar" denilmesi dikkati
çekmelidir. Karadon'lar bir kabile adı da olabilir, Kafkasya'da, Zonguldak'da böyle yer adı vardır.
8 Sümercenin "ka-dingir-ra" deyimi, kendilerinden sonra gelen Akat'lar tarafından olduğu
gibi Akat'çaya çevrilmiş "Babilu = Tanrı kapısı" denilmiştir ki, Merkezleri Babil'in adı
bu tamamlamadan gelmektedir. Ancak Asur'ların merkezi Ninuva'mn adının daha önce gelen
Türkler tarafından konulmuş olması ihtimali vardır, "ova" sözcüğü ile biten yer adları Türkçenin
"uba>oba" sözcüğüyle kurulmuştur, Kosova (Kos-ova) gibi. Nine-fube.
9 Türk dilciliğine pek çok emeği geçmiş olan Sayın Ömer Asım Aksoy'un yapıtları
(Bkz. Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü III. Dizin, 1977 Ankara) ile Sümer Atasözleri
karşılaştırılınca aradaki ilgiler Açıkça görülür. (Bkz. M. Çığ, Dünyanın En Eski Atasözleri,
Tarih, Coğrafya Dünyası, Sayı: 2, sayfa: 148).
10 Aynı konunun bir bölümü Türk Dili Dergisi'nin Mart 978 sayısında yayınlanmıştı.
11 On dördüncü yüzyılda Abu-Hayyan'ın El-Idrak'inde belirtildiği gibi, Mısır'da, Suriye'-
de pek çok Oğuz vardı ve Oğuzca sözcükler, öteki Türkçe sözcüklerden kolayca ayrılıyordu.
12 Orhun Yazıtlan'nda belki de sözcük "Oğuz" değil, "Uguz" diye okunuyordu. Ancak
Kaşgarlı'nın Divan'ından sonra iki türlü "Uguz /Oğuz" biçimlerine rastlıyoruz.
13 XI. yüzyılda Kaşgarlı Mahmut da Divan'ında Oğuzlar hakkında önemli bilgiler vermekte,
yirmi iki Oğuz boyunu adlarıyle belirtmekte, sözcüklerini ve özelliklerini yetkiyle açıklamaktadır
ve (Bkz. Faruk Sümer, Oğuzlar, 1972 Ankara).
14 Buna göre sözcük, Orhun ve Uygur dönemlerinde "Uguz" diye konuşulmuş, yazılmış
olmalıdır. Nitekim Kaşgarh'da da hem "Uguz" hem de "Oğuz" biçimi vardır. Sözcük Arap harfleriyle de o dönemde, çok defa "vav" sız, üzerine "ötre" konmuş elif ile yazılıyordu:ز‎‎‎‎ا 
gibi. Üstelik sözcüğün sonundaki "-z" sesini kesinlikle belirtmek için ز‎‎‎‎غـو‎ا  = Uguzz" biçiminde
" " = şedde" de konuyordu.
15 Aynı olayın türlü görünüşleri, eski kaynaklarda belirtilmiştir: Ugan/Ogan, Ugur/Ogur
(uğur), uğramak/ogramak (uğramak); ur-gak > or-gak > orak (Kşg. C.1,9.14), üküş /öküş "çok",
ürgi/örgi "yüksek" vb.
Ayrıca "nehir, ırmak" anlamında kullanılan "ügüz" sözcüğünün durumu da dikkate değer:
Orhun Yazıtları'nda "ügüz" biçimiyle geçen sözcük, Kaşgarh'nın Divan'mda ise "öküz" biçimini
almıştır ve Kaşgarlı, Kaş öküz (Hotan şehrinin iki yanında akan iki derenin adı, Tavuşgan
öküz (Uç şehrinde akan bir derenin adı), Öküz (Benegit ırmağı, Oğuzlarca) demektedir. "Ügüz"
sözcüğünün aslı da şu biçimde açıklanabilir: ıg-ız > iğiz > ügüz > öküz. Kısaca "hayvan" anlamındaki
"öküz"den başka, bu lehçelerde kullanılan "nehir" anlamındaki "öküz" sözcüğü, "su"
anlamındaki "ıg" sözcüğüne çoğul kavramı veren "-ı-z" ekinin getirilmesiyle oluşmuş ve "öküz"
ya da "ügüz", "sular" kavramını vererek "nehir, ırmak" karşılığında kullanılmıştır. Aynı kökten
kurulmuş görünen "öğen" sözcüğü de Uygurcada "dere, çay" demekti. Aslında "öğen" sözcüğü,
"küçük su" demektir ki kökü "ıg > -ig" ve eki "-en", anlamına, yerine uygun olarak kullanılmıştır.
Bir tür hayvan adı olan "öküz" sözcüğü ise Yunanca 'oks' sözcüğü ile ilgili , olabilir.
16 Uygurcada "baçag/paçag", "perhiz, oruç" demektir.
17 Uygurcada Doğu Romalılara "Purum" denilmesi ayrıca dikkati çeker, önsesler bakımından
Fin-Ugur terimindeki "Uğur" sözcüğü de "U-gur" biçiminde bir öntüreme (prothese)
ile açıklanabilir. Hatta, daha ileri gidilerek, yaygın "-r/-z" değişimiyle, "Gur", "Guz" aynıdır,
denebilir. Aynı biçimde bir öntüreme "Uygur" sözcüğü için de geçerlidir.
1& Yine aynı olayın pek çok örneğini Anadolu ağızlarında görmekteyiz: "rüya/ürüya,
rahat/irahat, rıza/irıza, razı/irazı, renk/irenk, ramazan /ıramazan" gibi. Bu tür sözcüklerle kurulan
tümceler de her gün yörelerimizde kullanılmaktadır: "irahatım kaçtı, irizası yoktu, irazı
değilim, irengi sapsarı oldu, irazamanda oruç tutar mısın?, ürüya görmüş" vb.
19 Kaşgarlı Divan'ında verdiği haritada Yugur'ları göstermiştir. Ancak metinde bu sözcüğün
kullanılmaması dikkate değer. Harita bir başka kaynaktan alınmış olabilir.
20 Kaşgarlı Beş Balık halkı Uygurlar için şöyle der: "Bu vilâyette beş şehir vardır. Vilâyetin
halkı en katı kâfirlerdir" (Bkz. C.I, s.113) Bu durum, Uygurların bir bölümünün Müslüman
olmayışı ve Sanskrit sözcükleriyle dolu bir dil kullanışları biçiminde yorumlanabilirse de aslında
Uygurlar, konuşma lehçeleri ve gelenek tutum bakımlarından Kaşgarh'ya, kaşgarlı'nın Türkçesine
ters düşmüşlerdir, Oğuzlar gibi.
21 Büyük Selçuk imparatorluğu ve Anadolu Selçuk Devleti (XI-XIII. yüzyıl) Oğuz boylarına
dayandığına göre, bu devlet büyüklerinin de lehçesi Oğuzca idi, ancak, Oğuzcayı, geleneği
olmadığı için, yazı dili olarak kabul edemiyorlardı. Uygurca ve onun devamı olan Karahanh lehçesi
de bütün zorlamalara karşın Selçukluların kendi lehçelerine, Oğuzcaya aykırı düşüyordu. Bu
zorluklarla, daha başka kültür etkenleriyle, Selçuklular, yazı dili, resmi dil olarak Farsçayı kabul
etmek zorunda kalmışlardı.
22 Ancak eski Anadolu Türkçesi olan Oğuzca, Anadolu'da 13. yüzyıldan sonra resmi yazı
dili olabildi ve yavaş yavaş geleneği kuruldu. Bununla birlikte Osmanlı şairleri, Çağatay şairlerine
nazireler yazmaktan kendilerini alamadılar.
Ayrıca 19. yüzyılda Kırım Türkleri de konuşma dilleri ayrı olduğu halde, geleneği çoktan
kurulmuş İstanbul lehçesini yazı dili olarak kabul etmek istemişler, bazı girişimlerde de bulunmuşlardı.
23 Çoğul eki-ar/-er de, Hint-Arapça dillerde/ s, z'ye dönüşmüş olabilir.
24 Guz'lar kendilerine "Guzar"da diyorlardı. Sondaki "-r" eki, çoğul kavramı veren bir
ek görünümündedir.: Tatar (Tat-ar), Avar>Ap-ar, Hazer (Haz-ar/Huz-ar/Kas-ar) biçimlerinde
aynı ek kullanılmıştır. "Harezm"ya da Harzem sözcüklerinde de yine -r- sesi dolayısiyle bir
metatez olayı olabilir. Çünkü aynı yörelerde aynı özellikler sürüp gitmiştir. "Huz" sözcüğü,
ayrıca, Arapça "Ahvaz" çoğul biçiminde de kullanılmaktadır.
Aynı "-ar'' çoğul eki "Urartu, Gurer" gibi sözcüklerde de söz konusu olabilir.
25 Gagavuz adının sonundaki bölümün "oğuz" sözcüğünden gelebileceği önceleri belirtilmiştir.
Ancak bu parça "Oğuz" sözcüğünden değil de "Guz" sözcüğünden gelmiş olabilir: yağız/
yavuz sözcüklerinde olduğu gibi. Sözcüğün başındaki bölüm ise Kara /gara" olabilir, bu durumda
sözcük "Gara-guz" olur ki "-r-" dolayısiyle yine bir metatez olayı düşünülebilir. Türklerde soy,
boy adlarında "Kara" sözcüğü çok kullanılmıştır: Kara-Han — Kara Kagan'k, Kara-gas'lar
(Kara-gas veya Kara-Kas) gibi,
26 Kumuk'larm adında çok defa "Kazı" sözcüğünün bulunması, bunların Kaş'larla ilgili
olabileceğini gösterir. Kumuk sözcüğU de (Kuz-muk) biçiminde düşünülebilir. Kumuk'larm gelenek
ve göreneklerinin, halk edebiyatı ve kültürünün zenginliği yıllarca inceleyecilerin dikkatini
çekmiştir ki, bu durum ancak böyle bir Kas soyu geçmişiyle açıklanabilir.

Hiç yorum yok: