15 Şubat 2013 Cuma

Ermeniler acılarıyla yaşıyor ama geleceğe de umutla bakabiliyor-Barışa ulaşmak sadece devletlere bırakılamaz!-İş gençlere kalsa sınırlar beş dakika kapalı kalmaz!- DEMET BİLGE ERGÜN

Ermenistan'da kime dokunsan, ucu Anadolu'ya uzanan bir hikaye çıkıyor ortaya. Ermeniler geçmişten bugüne uzanan acılarını tartışmak değil, konuşmak ve anlatmak istiyor

Kimi Sovyet döneminden kalma kimi Ermeni taş ustalarının elinden çıkma binalar Erivan?ı tarihi bir şehir haline getiriyor. Ketin merkezindeki Cumhuriyet Meydanı?na hem turistler hem Erivanlılar büyük ilgi gösteriyor. fotoğraf: demet bilge ergün


Ermenistan’la sınırın açılıp açılmaması tartışmalarının sürdüğü günlerde Uluslarası Hrant Dink Vakfı ve Heinrich Böll Stiftung Derneği’nin ‘Türkiye - Ermenistan Gazeteci Diyalag Projesi’ kapsamında Türkiye’den on gazeteci geçen hafta Ermenistan’daydık... 
Projenin temel amacı ‘anlamak’tı. Başkent Erivan’da bir hafta geçirecek ve komşumuzu anlamaya çalışacaktık. Onlar da sordu, biz de.. Karşılıklı dinledik, ayrı dillerin müziğinde kimi zaman eğlendik, kimi zaman hüzünlendik... Ve bir hafta sonunda herkes bavuluna bu diyaloglardan birer parça koyarak geri döndü... .
Üniversitede ‘Türkoloji’ uzmanlığı yapıp, diyaloğa kapılarını tamamen kapatan gençler, dedelerinin Anadolu’dan sürgün edildiğini anlatıp, “Ben torunlarıma barışı bırakmak istiyorum” diyen yaşlı kadınla tezat oluşturuyordu. Çoğu insan sınırın açılmasını ve iki halkın kaynaşmasını istediğini söylüyor, acılarına da saygı duyulmasını istiyordu.  Ermenistan’da adım adım hissedilen duygu ‘Anadolu’ya özlem’di.  ‘Kırmızı çizgileri’n olduğunun herkes farkındaydı. Politikacılar bu çizgiler üzerinden konuşabilirdi, ancak Ermenistan’da halkın ortak dileği sınırın açılması ve iki halkın birbiriyle kaynaşmasıydı...


Melenyan teyze, geliniyle birlikte caddede yürürken yanına yaklaşıyoruz. Babası ve annesi Muşlu, oradan kaçıp Erivan’a gelmişler. Acı bir hikâye anlatmasını beklerken, şunları söylüyor: “Sınır açılsın. Savaş olmasın. Dost olmak istiyoruz. Yaşadıklarımız babalarımız, dedelerimizin sorunuydu. Torunlarıma barış miras kalsın istiyorum.”
Yanındaki gelini de aynı fikri paylaşıyor ve “Olumsuz düşüncelerle bir şey yapamayız. Bizim gibi düşünmeyenler de var. Biliyoruz. Bu da onların düşünce özgürlüğü” diyor.
Erivan sokaklarındayız. İki ülke arasındaki en kalın çizgi ‘soykırım’ konusu. Ermenistan, 1915 yaşanan olayları Türkiye’nin ‘soykırım’ olarak tanımasını istiyor. Yurtdışında yaşayan Ermeniler (diyaspora) bu konuda çalışmalar yapıyor ve uluslararası baskıyla Türkiye’yi buna zorluyor. Türkiye soykırımı tanımıyor. 
Ermenistan’da konuştuğunuz hemen herkesle konu bir kez ‘soykırım’ kelimesine geliyor. Türkiye’nin doğusunu onlar ‘Batı Ermenistan’ olarak anıyor. Kimisi için ‘soykırım’ diyalogun önünü tıkayan siyaset malzemesi, kimisi içinse acı bir tarih... Ermenistan’da insanlar ‘soykırım’la yatıp, soykırımla kalkmıyor. Ancak konu açıldığında acılarını dile getiriyor, yaşananları uzun uzun anlatıyor. Bu anlatımın sonunda ille bir kızgınlık çıkmıyor, bazen elini dostça karşısındakinin omzuna atıp, “İşte böyle” diye bitiriyor sözünü... 
Erivan’da birçok kişiyle hem soykırımı hem sınırın açılmasını hem de diyalog   sürecini konuştuk. Çoğu görüşlerini söylerken sadece ‘adını’ söylemeyi tercih etti. Fotoğraf çektirmeye yanaşan pek olmadı. 

Ekmeğimi düşünüyorum
Bunlardan biri bir taksici. Adını vermek istemiyor. Ninesinin halasının bir Türk paşasıyla evlendiğini anlatıyor ve “Paşa ona çok iyi bakmış” diyor. Soykırımı sorduğumuzda, “Her şeyden bağımsız düşünürsek, öncelikle biz komşuyuz” deyip, şöyle devam ediyor: “Ben çok fazla dış ilişkilerle ilgilenmiyorum. Evime ne götüreceğimi düşünüyorum. Halkın yüzde 80’i de böyle düşünür.” 
Bu söz Erivan sokaklarında daha fazla dolaşıp, daha fazla kişiyle konuşmamız gerektiği anlamına geliyor. Bir çiçekçi dükkânın önünde oturan kişiyle karşılaşıyoruz. Tercüman aracılığıyla kendimizi tanıtıyoruz. Konuşma talebimiz kabul ediliyor. Genel bir konuşmadan sonra konuyu soykırıma getiriyoruz. Adını vermeyen dükkân sahibi şunları söylüyor:

Dink davası çözülmeli
“Soykırım, dedelerimizin, tarihçilerin sorunuydu. Bizim şimdi başka sorunlarımız var. Türkiye’den toprak talep etmek çok saçma. Sınırın açılması yeterli bence. Halkın yüzde 90’ı da böyle düşünür. Herkes kendi ülkesinde daha iyi yaşamak istiyor o kadar. İnternetten takip ettiğim kadarıyla Türkiye’de bize karşı daha saldırgan bir tutum var. Ancak en azından Hrant Dink davasının çözülmesi bile önemli bir adım olacak.”

Bir gün sınırlar değişecek
Diyaloğu düşünmeyenler de var. Erivan Üniversitesi Türkoloji Bölümü’nde mastır yapan bir kız öğrenciyle konuyu diyaloga getirmek hayli zor oluyor. Türkiyeli hiç arkadaşının olmadığını  söyleyip, şöyle devam ediyor? “Benim babam Vanlı. Oradan geldik. Türkiye soykırımı tanısın, toprakları da geri versin. Bir gün sınırların değişeceğine eminim. Bir gün Van’a gidip, evimi bulacağım. Van’da babamın evinde oturan, bir Türk ya da Kürt’le  evlenmeyi ya da arkadaşlığı düşünmem.

Travma tetikleniyor
İnternews, merkezi Erivan’da olan bir haber ajansı. Türkiye’den gelen gazeteci ekiple ajans çalışanları bir salonda bir araya geliyor. Toplantıda iki grup arasındaki sohbet sırasında konu sınırın açılmasına ve soykırıma geliyor. Ermeni gazeteciler sınırın açılması ve diyaloğun kurulması gerektiğini söylerken, ‘soykırım’ travması’nın iki tarafıntan da tetiklendiğini ve bunun da diyalog sürecine zarar verdiğini dile getiriyorlar. 

Soykırım Müzesi’ne Türklerin ilgisi giderek artıyor 
Soykırım Müzesi, Erivan’da hâkim bir tepenin üzerinde bulunuyor. ‘Soykırım Anıtı’ da müzenin geniş bahçesinin içinde. 1995 yılında kurulan müzede, 1915 olaylarında hayatını kaybedenlerin, Anadolu’daki Ermenilerin yaşadığı bölgelerde bulunan yerleşimlerin, kilise ve okulların sayılarının olduğu tabelalar, çok sayıda fotoğraf, tarihi kitap ve belgeler bulunuyor. 1911 ile 1914 arasında İstanbul’da yapılan Ermeni Olimpiyatları’na katılan takımlar ve madalyaları da müzeye konulmuş. Müzenin çıkışında yer alan hatıra defterinde ziyaretçi Türklerin bıraktığı notlar da yer alıyor. Diyalog sürecinde müzenin Türk ziyaretçilerinin de sayısı artmış. Müzenin Müdür Yardımcısı Arpine Bablumyan, müzeyi ziyarete gelen küçük öğrencileri tarihin karamsar yanıyla sıkmak yerine onlara iyimser tarafıyla rehberlik yaptıklarını söylüyor. Aynı olayların hiçbir halkın bir daha başına gelmeyeceğinin garantisi olmadığı için unutturulmaması gerektiğini vurguluyor. Bablumyan müzeyi ziyaret eden Türklerin kimi zaman “Burası bizim için karanlık bir tarih” dediklerini aktarırken, Müze Müdürü Hayk Demoyan, şu açıklamalarda bulunuyor: 
“Geçen yıldan başlamak üzere eylülden itibaren her gün olmasa bile iki günde bir Türk ziyaretçilerimiz oluyor. Gruplar özellikle gençlerden oluşuyor. Buradaki her şey onlar için çok yeni ve biz de müdahale etmek istemiyoruz. Eğer açıklama isterlerse elbette yardımcı oluyoruz. Hatta müze çalışanlarından bağıran ya da gülen kişilere müdahale etmemelerini istiyorum. Çünkü psikolojik açıdan bilinmeyen olgular ve anlatılmayan hikâyelerle karşılaşınca insanda psikolojik bir reaksiyon ortaya çıkabilir. Yoksa burası gülme, ağlama ya da tartışma yeri değil. Iğdır’da doğan ve olaylar sırasında 6 yaşında olan birisi buraya çok gelirdi, tartışmalara katılırdı. Ama üç ay önce hayatını kaybetti. Ziyaret defterine çok sayıda Türk yorum yazıyor. Çoğu üzüntülerini belirtiyor. Üzgün olduklarını söylüyorlar ve bunun utanç verici olduğunu belirtiyorlar. Bir kısmı ise bu olayların neden yaşandığını açıklamaya çalışıyor. ‘Bunu biz yapmadık, büyük güçlerin oyunuydu’ gibi açıklamalar yapıyorlar. 

Doç. Melkonyan: ‘Soykırım’ bizim için tartışılmaz
Erivan Devlet Üniversitesi Doğu Bilimleri Fakültesi Türkoloji Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Ruben Melkonyan, gazetecileri “Merhabalar” diye karşılıyor. Melkonyan, Türkiye’nin soykırımı tanıması gerektiğini sık sık vurguluyor. Melkonyan, Muşlu bir aileden geliyor.  Türkiye’nin soykırımı tanımasından sonra tazminat ve toprak taleplerinin de gündeme gelebileceğini söyleyen Melkonyan, Hrant Dink’in ölümünden sonra binlerce insanın tepki göstermesine bile şüpheyle bakabiliyor. Öğrencilerinin Ermeni resmi tezini benimsediğini ve ‘soykırım’ın yıllarca süren ve sürecek olan bir travma olduğunu savunan Melkonyan, şunları söylüyor?
“Eğer özür dileyen bir Türk ya da Kürt soykırım üzerine konuşmak isterse konuşuruz. Ama soykırımı tartışmayı kabul edemeyiz. Çünkü bizim için tartışılmaz bir konu. ‘Senin dedeni ben öldürmedim’ diyorsan ben seninle rahatça konuşamam. O açıdan böyle bir önkoşul olabilir. Bence Türk toplumunda bu konuda büyük bir bilgisizlik var, o yüzden sizi suçlayamam. Ermeniler kendi anavatanlarında bağımsız yaşamak istiyordu. Osmanlı devleti için tehlike yarattıkları için yok edildiler. Soykırımı Türkler organize etti, Kürtler yaptı. Silahla alacağız demiyoruz. Sınırların değişmesi, bugün değil ama yarın öbür gün mutlaka olacak. Sizin resmi teziniz yalandan ibaret. Bizimki ise gerçek. Bu yüzden onlar bunu hiç sorgulamıyor. Sizin resmi teziniz ‘soykırım yok’ diyor. Biz 5 bin yıl o topraklarda oturduk, şimdi o topraklarda yokuz. Ben Muşluyum neden Muş’ta değilim. Sizde milliyetçilik çok yüksek düzeye varmış. Bizde öyle değil.”

Kızgınım ama ne yapabilirim ki?

69 yaşındaki Aral Arekanyan, 1915’te yaşananlar yüzünden mağdur olduğunu söylüyor ancak bize içten sarılarak “Ne yapabilirim ki” diyor

Erivan sokaklarında dolaşırken bir banka oturup akerdeon çalan Aram Arekanyan’la karşılaşıyoruz. Arekanyan 1940 doğumlu ve ailesi aslen Erzurumlu. Babası 1909’da doğmuş ve dokuz yaşındayken yani 1919 yılında babaannesiyle birlikte Erzurum’u terk etmek zorunda kalmış, Aram Arekanyan yanına yaklaştığımızda, elindeki akerdeonu bırakıyor ve türcaman aracılığıyla sorularımızı yanıtlıyor. Türk ve gazeteci olduğumuzu öğrenince, “Ben Türkiye yüzünden şehitim. Mağdurum” diyor. Bu sözler tercüme edildikten sonra yaşlı çalgıcının bize daha mesafeli davranacağını ya da kızgınlığını ifade eden sözler sarf edeceğini sanıyorum ama öyle olmuyor. 
Tam tersine Arekanyan gözlerinin içi gülerek ve oldukça içten davranarak, başlıyor hikâyesini anlatmaya: “Babam 1909’da Erzurum’da doğmuş. Sonra ninesiyle kaçıp buraya gelmişler. Burada zor bir hayat yaşadık. Babamın dedeleri varlıklıydı. Ama ben burada yetimhanede büyüdüm. Dedemle, ninemi hiç görmedim. Bu yüzden kendimi ‘mağdur’ hissediyorum. Kızgınım ama ne yapabilirim ki artık.. Sınırın açılmasını istiyorum, Türkiye’yi merak ediyorum.”

Barışa ulaşmak sadece devletlere bırakılamaz!

Taksici Artur'un sözleri her şeyin özü: Babamla, dedemle zamanında olan olmuş. Bizlerse yılladır beraberiz, artık el sıkışıyoruz. Biz çözeceğiz her şeyi. Halk zaten diyalog kuruyor. Hükümetler gelip geçecek. Siz kalacaksınız, biz kalacağız...
Barışa ulaşmak sadece devletlere bırakılamaz!Erivan?da heryerde Sovyetler Birliği döneminin izleri var. Yollar, caddeler ve kavşaklar oldukça geniş












Sizi burada görmek çok güzel. İki ülke gazetecileri arasında bağ olması da çok güzel. Halklar arasında bağlar olduğunu biliyoruz. Keşke parlameterler arasında da böyle bir bağ olsa. 11 yıl önce otobüsle İstanbul’a gittim. O dönemler İstanbul’a giderken Kürt sorunu oldukça ateşliydi ve otobüsü durdurup durdurup bizi arıyorlardı. ‘Kimsiniz’ diye soruyorlardı ben de ‘Ermeni’yim diyordum. Askerler de bana ‘Ermeniler, Türkler dosttur, geçin’ diyorlardı. Aklımda Türkiye ile ilgili kalan hatıra bu.” 
Bu sözler Hrant Dink Vakfı’nın organizasyonuyla Ermenistan’a giden 10 gazeteciyle tarihi parlamento binasının koridorlarında karşılaşan Ermenistan meclis başkan yardımcısı ve devlet bakanı Samvel Nikoyan’a ait. Nikoyan’ın bu cümleleri iki ülke arasındaki diyalog sürecini özetliyor aslında. 
Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkilerde ‘diyalog’ kelimesi Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün geçen eylül ayında Ermenistan - Türkiye maçı için Erivan’a gitmesiyle daha sık anılır olmuştu.  Sınırın açılması bile gündeme gelmiş, içeriği henüz bilinmese de bir ‘yol haritası’nın hazırlandığı belirtilmişti. Ancak Karabağ sorunu ve Azerbaycan’ın sınırın açılması konusundaki tepkisi üzerine girişimler askıya alındı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’deki 40 bin kaçak Ermeni’nin ülkelerine geri gönderilebileceği yönündeki açıklamasıyla ivmenin sert düşüşü Ermenistan’da diyalog arayışı içinde olanlar için hayal kırıklığı yaratmıştı. Devletler masada tartışırken, halkın birbiriyle kaynaşması ve tanışması için sivil toplum örgütleri çalışmalarını sürdürüyor. Konferanslar, konserler düzenleniyor. Ermenistan sokaklarındaki halk da diyalog kurulması ve sınırın açılması istiyor. Av malzemeleri satan bir dükkândaki yaşlı birkaç adam Türkiye’ye rahatça ticaret yaptıklarını söylüyor ve “Biz bağımızı kurduk. Gerisi devletin işi” diyor.

Halk çözecek her şeyi
Taksici Artur Karabağlı bir Ermeni, Babaları Karabağ savaşında Erivan’a gelmiş. “Savaş olmuş bitmiş. İnsanlar orada yaşıyor, devletini kurmuş” diyor ve ortada bir sorun olmadığını anlatmaya çalışıyor. Artur, sınırın açılması gerektiğini belirterek, şunları söylüyor:
“Enstitüler, sivil toplum örgütleri, devlete etki eden örgütler konuşuyor, çalışıyor. Onlar çalışsın, halk zaten diyalog kuruyor. Hükümetler gelip geçecek. Siz kalacaksınız, biz kalacağız. Bizde bir söz vardır, ‘Sevgiyle gelen, sevgiyle gider, barışla gelen, barışla gider...’ Biz iki komşu oturmuş aynı masada konuşuyoruz. Ben hiç olumsuz değilim. Türkiye - Ermeni ilişkilerinin gelişmesini savunuruyorum ve bundan da gurur duyuyorum. Babamla, dedemle zamanında olan olmuş. Bizlerse yıllardır beraberiz, artık el sıkışıyoruz. Biz çözeceğiz her şeyi. ‘Soykırım’ da gönlümüzü yakan bir acı olarak kalacak...”

Malatyalı Çulciyan: Herkesin bu güneş altında yaşama hakkı var
VANADZOR - Üzerinde koyu lacivert, yere kadar uzanan dini kıyafeti, yüzünde kaybolmayan bir gülümseme... Türkçe kitapların olduğu masasının üstünde Can Yücel’in ‘Fark edebilmeli insan’ isimli şiirinin bilgisayar çıktısı var... Konuşmasının bir yerinde durup “Ne demiş Ahmet Kaya şarkısında” diyerek, şarkısından bir satır söylüyor. Başka bir sohbetin arasına Sezen Aksu’dan bir mısra sıkıştırıyor. ‘Yaprak Dökümü’ dizisini izliyor... Coşkun Sabah ve Selda Bağcan hayranı. 
Vanadzor’dayız. Ermenistan’ın üçüncü büyük kenti. Akşam üzereni yağmurlu bir havada gördüğümüz Vanadzor daha bir tarihi ve alımlı görüyor. 
Gugark Bölgesi Dini Önderi Piskopos Sebuh Çulciyan’la buluşuyoruz. Gülümseyerek hepimizin elini sıkıyor. Odasında bir pencere köşesindeki Hrant Dink resmi dikkat çekiyor. Masanın etrafındaki sandalyelere yerleşiyoruz...
“Benim adım Hayk, din görevlisi olarak adım Sebuh” diye başlıyor sözlerine. 1959 Malatya doğumlu. Hrant Dink’le aynı mahalleden komşu. Çocukluğunda en çok isminden çektiğini söylüyor, “Çocukken ya gömleğimiz yırtılırdı ya sapanla başımız kırıldı. Ama geçmiş olsun deyip geçiyoruz” diyor. 

Annesinin rüyası çıktı 
Bir din adamı olarak oldukça renkli bir portre çizen Çulciyan’ın ilginç de bir yaşam hikâyesi var. Kendi anlatımına göre, üç dört yaşında ağır bir hastalık geçiriyor. Doktorlar ‘umut yok’ deyince, annesi çocuğunu kucağına alarak eski bir manastır olan Surp Krikor Kilisesi’nin içindeki büyük taşta gece uyuyor. Çulciyan’ın annesi o gece ilginç bir rüya görüyor. Bir melek gelerek “Oğlun kurtulacak ama sen onu Tanrı’ya bağışlamalısın” diyor. Sonrasında iyileşmeye başlıyor... 
Dokuz yaşındayken ailesiyle birlikte Ermenistan’a göçen Çulciyan, bir gün tren istasyonunda kontrol şefi olmak için gittiği okuldan kaçıyor ve arkadaşları sinemaya giderken o gününü bir kilisede geçiriyor. Akşam eve dönüp annesine geçirdiği günü anlatınca annesi de yıllar önce gördüğü rüyayı anlatıyor. İşte o gün din adamı olmaya karar veriyor. 

Hrant’ın arkadaşıydı
Çulciyan, Ermenistan’da yaşıyor ancak şimdiye kadar Anadolu’nun birçok yerini gezmiş. Altın aramak uğruna delik deşik edilen kiliselerden fotoğraflar çekmiş. İki yıl önce de Malatya’ya giderek, doğduğu evi bulmuş. Eve girmesine izin vermemişler ancak dedesinin diktiği incir ağaçlarından incir toplamış. Annesinin kendisini kucağına alarak yattığı büyük taşı bir yatırın içinde bulduğunu söyleyen Çulciyan, Arapkir’de konuştuğu yaşlı bir adamın kendisine söylediği sözleri şöyle aktarıyor: “Oğlum biz büyük bir halk kaybettik. Onlardan sonra üzüm çeşitleri bile azaldı. Sanatkarlar kayboldu. Kaybeden Türkiye oldu oysa kardeş gibi yaşıyorduk biz..”
Çulciyan, Malatya Çavuşoğlu mahallesinden komşusu olan Hrant Dink’le ilgili şunları anlatıyor:
“O zaman birbirimizi tanımıyorduk. Ermenistan’a geldiği zaman tanıştık. Ben de onun gibi yatılı okudum. Hrant nasıl Tuzla’da bir kamp açmışsa ben de yetimler için burada bir kamp açtım. Hrant, Türkiye’nin kalkınmasına çok inanıyordu. ‘Aşırı milliyetçilik Türkiye’ye de Ermenistan’a da zarar veriyor’ diyordu. Her bir millet buketteki çiçeklerden biridir. Artık birbirimizi yemekten vazgeçmeliyiz. İnsan olarak hepimizin güneşin altında yaşamaya hakkımız var. Milliyetçilik benim için kayıp vatan demek, yara demek, mezarsız ölüler demek. Eğer iki millet yan yana oturup konuşmazsa başka devletlerin oyuncağı olur. Eski oyunlar şimdi yeniden başladı. Yine başkaları kazanacak, kaybeden Türk ve Ermeni olacak. İki millet oturup konuşmazsa sorunlar çözülmez.”

Patrik seçimlerine aday
İstanbul’daki Ermeni patrikliği seçimleri için belirlenen sekiz adaydan biri olan Çulciyan, seçimlerle ilgili olarak “Benim için görev yaptığım yer fark etmez” diye konuşuyor. Çulciyan, odasında görüştüğü gazetecilere şair Can Yücel’in şiirine gönderme yaparak, “Beni fark ettiğiniz için hepinize çok teşekkür ederim” diyerek bitiriyor sözlerini.. 

Türkler için ‘güvenlik’ endişemiz yok
Avrasya İşbirliği Vakfı (Eurasia Partnership Foundation) Ermenistan, Azerbeycan ve Gürcistan üçgeninde halkları yakınlaştırmak fikriyle 1992’de kurulan bir sivil toplum örgütü. Vakıf 2008’den beri çalışmalarına Türkiye’yi de ekledi. Hedefleri arasında bölgedeki mikro projeler için bir tampon oluşturmak ve hem proje üretip hem de projelere kaynak sağlamak bulunuyor. Vakfın Sınır Ötesi Projeler Sorumlusu Vaksan Garabetyan’la konuşuyoruz. Son zamanlarda Türkiye ile ilgili projelere daha fazla ağırlık verileceğini belirtiyor ve “Madem iki ülke arasında ilişki yok. Bu konuda çalışma yapmak bize düşüyor” diyor. Şu anda Türkiye’den Toplum Gönüllüleri Vakfı işbirliği ile Türk, Ermeni ve Gürcü gençleri önümüzdeki yıl bir yaz kampında buluşturmak için haziran ayında bir araya gelip, bir proje hazırlıyorlar. Garabetyan’ın verdiği bilgilere göre aralık ayında ‘Kardeş Türküler’ grubu Erivan’da bir konser vermek üzere konuk edildi. Konseri izlemek için çok sayıda kişi Erivan’a geldi. Hatta izleyici sayısı Ermenistan - Türkiye maçına gelenlerden çok daha fazlaydı. Garabetyan, Türkiye’den gelenler için bir güvenlik endişesi olmadığını ancak Azerbeycan’dan konuk davet ederken tedirgin olduklarını ve emniyet güçlerinden koruma talep ettiklerini söylüyor. 

Sınırın açılacağının garantisi de yeter
1995’ten beri ifade özgürlüğü üzerine çalışma yapan Erivan Gazeteciler Cemiyeti (Yerevan Pres Clup) Başkanı Boris Navasardian’a da iki ülke arasındaki diyalog çalışmalarını soruyoruz. Navasardian, Türkiye  Ermenistan ilişkilerinde sürecin beklendiği hızla gelişmediği yorumunu yaparak şunları söylüyor:
“Futbol maçından sonra (Eylüldeki Ermenistan - Türkiye maçı) beklerdik ki Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan çoktan Türkiye’ye gelmiş olsun. Aslında Türkiye  Ermenistan ilişkilerinin Karabağ konusunda etkili olmasını beklerdik. İki ülke arasında ilişki geliştiğinde bölgedeki olaylara bakış değişecek; sorunların çözümüne yardım edilecekti. Şu an için yakın zamanda kesin ve sağlam bir çözüm görünmüyor. Umudumuz Haziran ayında St Petersburg’ta Azeri  Ermeni cumhurbaşkanlarının görüşmelerinin olumlu geçmesinde. Olumlu çıkarsa büyük bir gelişme olur. Bir sonraki diyalog ekimdeki Türkiye - Ermenistan maçına kalacak. Cumhurbaşkanı Sarkisyan sınır açılmasa bile sınırın açılacağına dair bir garanti alırsa Türkiye’deki maça gidecektir. Sınır kapalı olunca, dört bir yandan baskı oluyor ve nefes alamıyoruz. Ama ilkelerimize daha sıkı sarılıyoruz. Bunun içinde soykırım da var. Son zamanlarda ‘düşman ülke’ algısı azaldı. Ama ilişkiler ilerlemeyince var olmaya devam edecek.” 

Şimdi yaraların sarılmasını konuşalım
Ermenice yayın yapan Azg (Millet) Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni  Yönetmeni Hagop Avedikian da sınırın açılmasından yana. Sovyet döneminden kalma eski bir binanın sekizinci katındaki ofisinde sorularımızı yanıtlıyor.  1990’lı yıllarda Türk gazetecilerin daha fazla gelip gittiğini anlatıyor. Diyalog için işe ‘gazetecilerin’ başlaması gerektiğini, bunu kültür, sanat ve ekonominin izleyeceğini söylüyor. Avedikian, “Gül’ün ziyaretini olumlu karşıladık. Soykırım konusunda tartışacak bir şey yok. Tarihi gerçekleri tartışamayız. Bundan sonra yaraların sarılması üzerine konuşabiliriz.”

İş gençlere kalsa sınırlar beş dakika kapalı kalmaz!

Ermenistan'da gençler büyüklerinin anlattığı hikâyelerle büyümüş. Kimisi diyaloğa tamamen kapalı, kimisi ise 'Acılarımız var. Ama oturup konuşabiliriz. Türkiye ile sınır açılırsa ticaret de gelişir, kültür de sosyal yaşam da...' diye konuşuyor...
Erivan?da çok sayıda park ve bahçe var. Günün yorgunluğunu atmak isteyenler soluğu parklarda alıyor.

Şehrin işlek caddelerinden birinde elleri ceplerinde, ağızlarında sigara iki gençle karşılaşıyoruz. İsimlerini vermek istemiyorlar. Zaten Türkiye’den geldiğimizi ve gazeteci olduğumu zu öğrenen kimse ismini vermeye ya da fotoğraf çektirmeye yanaşmıyor. İkisi de Erivan Devlet Üniversitesi’nde ekonomi eğitimi alıyor. Daha fazla zorlamadan, fikirlerini öğrenmek istiyoruz. İçlerinden biri şunları söylüyor:
“Sınırların açılması her şeyi değiştirir. Ama Türkiye ‘soykırımı’ tanısa iyi olur. Aslında bu çok da gerçekçi gelmiyor ama öyle çıkıyor cümleler ağzımdan. Çünkü çok acı çektik. Cok şey yaşandı. Önce bunlar konuşulmalı, sonra sınırlar açılmalı. Sınırların açılması iki tarafın da sorunlarını çözecek.”
Yanındaki arkadaşı karışıyor söze: “Sadece ekonomik anlamda değil, kültürel ve sosyal işbirliği de artacak. Büyük bölümümüz, yarımızdan fazlası böyle düşünüyor aslında. Karşılıklı oturup, konuşmalıyız. Ama içimde ne acı var biliyor musunuz, Ararat (Ağrı) hiç bizim olmayacak...”

Sınır açılsın
İki gencin bu düşüncelerine diğer gençlerde de rastlıyoruz. Büyüklerinden geçmişle ilgili hikâyeler dinlediklerini anlatıyorlar. Türkiye’yi merak ettiklerini söylüyorlar. Gençler Türkiye ile Ermenistan sınırının açılmasından yana. Bunun ekonomik açıdan kendilerini rahatlatacağını düşünüyorlar. Tek mesele ekonomi ve işsizlik de değil. Yanı başlarındaki komşu ülkeyle kültür alışverişinin yolunu da kapatmak istemiyorlar. Acılarına saygı duyulması ve bir dost eli uzatılması nın önemli olduğunu belirtiyorlar. 

Türkiye’yi merak ediyorum
Eğlence sektöründe çalışan iki gençle beraberiz. Amerika’da doğan Jack, yaklaşık dört yıl önce gelmiş Ermenistan’a ve burada işini kurmuş. Yaşamını Ermenistan’da sürdürmek istediğini söyleyip, şöyle devam ediyor:
“Kalbim hep buradaydı. Ne zaman Amerika’ya gitsem bir yıl boyunca Ermenistan’a geleceğim bir haftayı beklerdim. İnsanlar kültür, atmosfer... Aslında benim kalbim burada. Türkiye’yi de görmek istiyorum. Yeni bir kültür, yeni bir ülke. Onları tanımak isterim. Bence bugünkü Türkler yanlış bir şey yapmadılar. Bence bir Türk insanının özür dilemesi doğru değil. Çünkü onlar yanlış bir şey yapmadı. Diaspora Ermenileri Türkiye’den daha çok şey talep ediyorlar. Çünkü Ermenistan’da yaşamıyorlar, memleketlerinden uzaktalar. Buradaki Ermenilerin bir Ermenistan’ı var. Ama diasporadakiler burada yaşamıyorlar. O nedenle ‘bize toprağımızı ver, toprağımızı ver’ diyorlar. Sınırı açmanın ‘soykırımla’ ilgisi yok. O bir sınır ve biz de komşu ülkeleriz.”
Arkadaşıysa Suriyeli bir Ermeni. Erivan Devlet Üniversitesi bilgisayar mühendisliği mezunu. 1915’ten sonra dedesinin Elazığ’dan Halep’e geçtiğini, büyükbabasının kardeşlerinin öldüğünü anlatıyor. Çok iyi Türkçe konuşuyor ve bunu da Ermenistan’da öğrenmiş. Türkiye’yi merak ettiğini söylüyor: “Kökümü orada hissediyorum. Büyükbabamın anlattıklarıyla büyüdüm. Sadece evi, orayı görmek istiyorum. Başka istediğim yok. Türk arkadaşlarım çok. Tarihte bir şey olmuş, kaldı orada. Acım çok. Özür kampanyası güzeldi ama Hrant Dink geri gelir mi...”

Burada yaşamak istiyorum
Yolda rastladığımız Erivan Tıp Fakültesi’nde uzmanlık yapan iki kız öğrenciye de aynı soruları soruyoruz. Türkiye hakkında fazla bilgileri yok. Sorulara da kısa cevaplar vermeyi tercih ediyorlar: “Sınırın açılmasını istiyoruz tabii hem ekonomik olarak gelişir hem de ticaret artar.  ‘Soykırım’ konusuna Türkiye mesafeli duruyor ama bir şey yapmışsa, kabul etmesi gerekir. Çalışmak ya da yaşamak için Türkiye’yi tercih etmem. Yanlış anlamayın sorun Türkiye olması değil, ben Ermenistan’da yaşamak istiyorum.” Üniversitede uzmanlık konusunda ilginç bir de bilgi veriyorlar: “Burada Türkiye’deki gibi değil. Uzman olmak için biz para veriyoruz.”

Türkoloji okuyan gençler Türkiye’yi anlamaktan çok uzak
Erivan Devlet Üniversitesi Türkoloji Bölümü’ndeki bir sınıfta Türk dili ve edebiyatı konusunda mastır yapan öğrencilerle buluşuyoruz. Dört yıllık lisans eğitiminden sonra erkekler iki yıl askere gitmek zorunda olduğu için sınıfın neredeyse tamamı kızlardan oluşuyor. Kürsüde bölümün öğretim üyesi Doç. Dr. Ruben Melkonyan var. 
Öğrencilerin kimi ‘Türk milliyetçiliği’ni kimisi ‘Çağdaş Türk edebiyatında kadının konumunu’ araştırıyor. ‘Türkiye’de ordunun rolü’, ‘Dini azınlıklar’, ‘Tımar sistemi’ de öğrencilerin üzerinde çalıştığı diğer konular. Gençler, en çok Radikal, Milliyet, Zaman, Vatan, Hürriyet ve Yeni Şafak gazetelerini okuyor. Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Nâzım Hikmet ve Sabahattin Ali kitapları Sovyet döneminde çevrilen yazarlar. Orhan Pamuk’un ‘Kar’ romanı da geçen hafta çevrilmiş. Türkoloji bölümü öğrencileri Ermenistan devletinin resmi tezini destekliyor. Bir öğrenci, “Ben Ermeniyim. Ermenistan resmi görüşü benim görüşüm” deyince, diğerleri de bunu onaylıyor. Konuşma ilerledikçe Türkoloji okuyan, Türkçe’yle, Türk edebiyatıyla ilgili uzmanlık yapan öğrencilerin aslında Türkiye’ye ne kadar uzak olduğu da ortaya çıkıyor. Türkiye’ye gelmek istemiyorlar. Soru üzerine gençlerin ‘Türkiye ya da Türk’ denildiğinde aklına ilk olarak ‘Soykırım ve uzaktaki topraklar’ geldiği anlaşılıyor. Türk bir erkeğe âşık olmak çok uzak bir ihtimal... Sınıftaki sohbet bitince bahçeye iniyoruz. Belki de hayatlarında ilk kez bir Türk’le bu kadar yakından diyalog kuruyorlar. Bu kez sınıftakinden daha rahatlar. Onların da öğrenmek istedikleri şeyler var. “Erivan’ı beğendiniz mi” diyorlar. İstanbul’u, Türkiye’yi merak ediyorlar. Karşılıklı anlatıyoruz. Gazetecilerle kurdukları bu bu diyaloğun aslında onları şaşırttığı da anlaşılıyor. 

Basına baskı sınır tanımıyor
Ermenistan’da geçirdiğimiz bir hafta boyunca diyalog çalışmaları kapsamında Ermeni meslektaşlarımızla da buluşma imkânımız oldu. Kimi zaman Türk-Ermeni ilişkilerini konuştuk, kimi zamanda mesleğin getirdiği sıkıntıları. Türkiye’de gazetecilerin yollarının sık sık mahkemeye düştüğünü söyledikten sonra Ermeni meslektaşların durumunu öğrenmek istedik. Türkiye’deki ünlü 
301. maddeye tam karşılık gelen ceza maddesi yok. Erivan Gazeteciler Cemiyeti (Yerevan Pres Clup) Başkanı Boris Navasardian, sorularımız üzerine şunları anlatıyor:
“Ermenistan’da Türkiye’de olduğu gibi yüzde yüz 301. maddeye denk gelen bir yasa yok. Geçen yıl ceza kanuna ifade özgürlüğünü sınırlayan bir madde konuldu. Soykırımla ilgili ‘kötü niyetli olmak’ tanımı var. Ancak henüz bu konuda işlem yapılan gazeteci yok. Ermenistan’da bazı insanların dokunulmazlığı var. Kuyruğuna basınca ters tepki veriliyor. Gazeteci dövülürse sadece dövenler yakalanıyor. Arkasında olanlara ulaşılmıyor. Bu yapılmadığı sürece böyle gider. Dövenler de biraz yatıp çıkıyor zaten. “

Bakanla ilgili haber yaptı, saldırıya uğradı

Baghdasaryan olaydan sonra da yazılarını sürdürüyor

Navasardian’ın sözünü ettiği dokunulmazlara dokunanların neler yaşadığını Hetq (iz) Online internet gazetesinin genel yayın yönetmeni Edik Baghdasaryan’dan dinliyoruz. Zira Baghdasaryan, basına yönelik şiddetin en ağır ve en son örneklerinden biri. Hükümetteki yolsuzluklar, bireysel yolsuzluklar, insan ticareti, faili meçhul cinayetler, çevre sorunları, yeşil alanların talanı, çocuk işçiliği gibi konularla ilgili araştırma haberler yayımladıklarını belirten Baghdasaryan, yaşadığı olayı şöyle anlatıyor:
“Eski çevre bakanı Vartan Ayvazyan’ın bakanlığı döneminde nüfuzunu kullanarak yolsuzluk yapmasıyla ilgili bir dosya hazırladım. Bir yıldan fazla sürdü araştırmam. Benim yazıların çıktığı sırada bakandı. Sonra milletvekili oldu. Saldırı 17 Kasım’da oldu. İki kişi önden geldi, onlar benimle tartışırken üçüncü kişi arkadan vurdu. Bir kişi yakalanabildi. Susma hakkını kullanıyor. Holiganizmden (aşırılık, taşkınlık anlamında kullandı) yargılanıyor. Burada sivil toplum örgütleri, halk tepki verdi. Türkiye’deki meslektaşlarımdan destek gelmedi.”

Yazılı basın TV’ye göre  daha bağımsız
Ermenistan’ın bağımsızlıktan sonra kurulan ilk gazetesi ve şimdilerde ülkenin en çok satan üçüncü gazetezi olan Azg (millet) Gazetesi’nin merkezindeyiz. Türkiye’deki dev plazaları düşündüğümüzde bulunduğumuz yerin gazete merkezine inanmamız zor. Eski Sovyetler Birliği döneminden kalma tarihi bir binanın üçüncü katında, geniş bir salon. Tahta masaların üzerinde eski model bilgisayarlar var. Odanın iki küçük penceresinden içeri ışık sızıyor. Karşımızda 
gazetenin genel yayın yönetmeni 62 yaşındaki Hagop Avedikian var. Tirajlarının 3 bin 
200 olduğunu, tüm ülkede gazetelerin toplam tirajının 30 bin civarında olduğunu söylüyor. Tirajların düşük olmasını, “Ülkede insanlar okuma alışkanlıklarını kaybetti” sözleriyle açıklıyor. 
“Sadece Erivan’da 12-13 gazete var.  Ermenistan’da medya ikiye ayrılmıştır. Biri televizyondur. 
Resmi olarak devletin denetimi altındadır. Yazılı basın çok daha bağımsız. O kadar bağımsız ki bazen kanun dışına bile çıkabiliyor. Çok fazla kritik yazabiliyor,” diyen Avedikian şunları söylüyor:
“Türkiyeli gazetecilerle sınırın kapandığı 1993 yılına kadar ilişki içindeydik. Sonra ilişkiler kesildi. İnandığımız tek şey var, iki ülkenin konuşması. ‘Sınırların açılması’ demiyorum, ‘Sınırın açılması’ diyorum çünkü sınır buradan açık, oradan kapalı.” 

Amazon ülkesi Ermenistan'da kadının adı hem var hem yok...
Ermenistan'da nüfusun yarısından fazlasını kadınlar oluşturuyor. Sokaklarda, üniversitede, devlet dairelerinde kadın yoğunluğu dikkat çekiyor. Ancak kadınlar çok çalışmaktan da şikâyetçi: 'Biz de eşitlik istiyoruz. Kadınlar ve erkekler aynı oranda çalışsın.'

Erivan’ın sağlı sollu Sovyet döneminden kalma tarihi evlerinin uzandığı geniş caddesinden ilerlerken bir tepenin üzerinde elinde kılıcı ve tüm heybetiyle ‘Ermenistan Ana’ (Mayr Hayastan) heykelini görüyorsunuz. Bu heykel aslında Ermenistan’ın kimliğiyle ilgili çok önemli bilgiler veriyor. Kendi deyimleriyle Ermenistan aslında ‘dişi bir ülke’. Kentin sokaklarında, üniversite koridorlarında, devlet dairelerindeki kadın fazlalığı bu tanımlamayı doğruluyor. Zaten ülkenin nüfusunun yarısından fazlası kadın. Ülkede okuyan ve çalışan kadın sayısı da hayli yüksek. Erivan yollarında sık sık kadınlarla karşılaşmak mümkün. Her 20-30 metrede bir güzellik salonu var. Sokaktaki kadınların bakımlı olması da bunu açıklıyor zaten. 
Bir çiçekçide karşılaştığımız genç bir kadın Ermenistan’da daha çok kadınların çalıştığını belirterek, şunları söylüyor: “Hep biz çalışıyoruz. Bu konuda eşitlik istiyoruz artık. Erkekler de çalışsın...” 
Kadınlarla ilgili daha fazla bilgi almak için Erivan’da Kadın Kaynakları Merkezi’ndeyiz. . Binanın içinde tanıdık bir manzara çıkıyor karşınıza; Mor renkli 8 Mart afişleri, raflarda kadın mücadelesiyle ilgili kitaplar, etkinlik takvimi, bir kedi ve bir de ayna...
Merkezin sorumlularından biri Emma Mirzabekyan. 23 yaşında. Ekonomist. Tanık olduğu bir şiddet onu kadın mücadelesinin içine itmiş. Sözlerine merkezin amacını anlatarak başlıyor: “Kadınlara yeni kaynaklar yaratmayı amaçlıyoruz. Kadınların toplumda eşit fırsat yakalaması için uğraşıyoruz.” 
Mirzabekyan’ın verdiği bilgilere göre Ermenistan’da 2001’de yapılan nüfus sayımına göre ülkede 3 milyon insan yaşıyor. Bunların 2 milyonu kadın. Çalışanların yüzde 30’dan fazlasını, üniversite öğrencilerininse yüzde 70’ini kadınlar oluşturuyor. Buna karşın yüksek mevkilerde kadın sayısı fazla değil. Parlamentoda 165 milletvekilinin beş tanesi kadın ve bunların sadece bir tanesi bakan. 

Ekonomi kadınların elinde
Mirzabekyan Ermenistan’da kadınların yaşadığı sorunlardan da söz ediyor; Ülkenin 1988’de Sovyetler Birliği’nden kopuş sürecine girmesi, bir yıl sonraki Gümrü depremi ve ardından Karabağ savaşı ekonomiyi durma noktasına getiriyor. Erkeklerin yüzde 60’ı evlerini bırakarak, yurtdışına gidiyor. Çocuklarıyla yalnız kalan kadınlar için tek bir yol kalıyor, çalışmak... Türkiye bu noktada onların hikâyesinde önemli yer tutuyor. Türkiye’den getirdikleri tekstili Ermenistan’da satıyor, bavul ticareti yapıyorlar. Zamanla işleri büyüyor. Erivan caddelerinde kadınların sahibi olduğu dükkânlar açılıyor. 

İzinsiz çalışmak yok
Ancak erkekler yurtdışından döndükten sonra bu işlerin başına geçmeye başlıyor. Ermenistan her ne kadar ‘dişi’ bir ülke olsa da ataerkil bir yapısı var. Evin reisi erkek. Yasal bir zorunluluk olmasa da kadınlar işe girmeden önce evleniyor ve kocasından izin aldıktan sonra çalışmaya devam ediyor... Mirzabekyan, kadına yönelik şiddetin Ermenistan’da da kadın sorunlarının arasında olduğunu söylüyor. Ancak Türkiye’de de çok sık görülen şu anlayışın ülkesinde de egemen olduğunun altını çiziyor: “Bir erkek karısını dövüyorsa, sevdiğindendir..”

Barışı kadınlar yapar
Merkezin projelerinden biri Dağlık Karabağ’da Azeri ve Ermeni kadınlar arasında yapılan buluşmalar. Toplantılarda hem sorunlar konuşuluyor hem de barış adımları atılıyor, karşılıklı konuşarak önyargılar yıkılmaya çalışılıyor. Kadınlar bu buluşmalarına ‘barışı inşa etmek’ adını veriyor. Mirzabekyan, Türkiye ile kapalı olan sınırın açılmasından sonra Türkiye’deki kadın örgütleriyle daha sık bir araya geleceklerini ve birbirlerini anlamak ve tanımak için ortak çalışma yapılabileceğini söylüyor.

Ermenistan’ın BBG’sinde 40 gün İstanbul’u anlattım
Boğos Yeğyazar İstanbullu bir Ermeni. Hrant Dink Vakfı’nın organizasyonuyla gittiğimiz Ermenistan’da tanıştığımız Yeğyazar 29 yaşında. İstanbul’dan başlayıp, Ermenistan’da müzikle iç içe devam eden yaşamı hem ilginç hem renkli. 
“Demokrat ve liberal bir Türkiye isteyen bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım” diyen Yeğyazar’ın çocukluğu Şişli’deki Karagözyan Ermeni Okulu’nda geçmiş. Annesi Sivaslı, babası İstanbullu. 1915’le ilgili ailesinin anlattığı kötü bir anısı olmadığını, çocukluğunda da mahallesinde ayrımcılığa uğramadığını anlatıyor. Yeğyazar şu an Erivan Devlet Üniversitesi’nde klasik vokal eğitimi alıyor, kentin önemli mekânlarından ‘Agump’ta (The Club) sahne alıyor. Ayrıca düğün organizasyonları yapıyor.
Yeğyazar, 1999’da üniversite eğitimi için Erivan’a gelmiş. 2002’deyse ilginç bir deneyim yaşamış. Ermenistan’ın ilk ‘Biri Bizi Gözetliyor’ formatındaki yarışması olan Alfred’S Room’a (Alfred’in odası) katılmış. Hikâyesinin bu bölümünü şöyle anlatıyor:
“Yaklaşık 7 bin kişi başvurmuştu. 16 kişi seçildi. Müstakil güzel bir evde 40 gün kaldık. Benim dışımda İstanbul Ermenisi yoktu. Bana ‘İstanbul’da nasıl yaşıyorsunuz, sizin bakış açınız nasıl’ diye soruyorlardı. Ben hem İstanbul’u hem Türkiye’yi 40 gün boyunca anlattım. Burayı ne kadar çok seviyorsam orayı da benzer şekilde sevdiğimi söyledim. Benim tavsiyemle Türkiye’ye gidenler olmuş. 40 günün sonunda büyük oy oranıyla ben birinci oldum. 1 milyon tram yani o dönemin dolar kuruyla yaklaşık 2 bin 500 dolar kazandım. ‘Parayı kazanırsam müzik eğitimine yatırım yapacağım’ demiştim, öyle de yaptım. Klostrofobi (kapalı yer korkusu) oldu ama bunu da sonra atlattım.” 
2008’de single çıkaran Yeğyazar’ın bir müzisyen olarak Türkiye’yle ilgili de projeleri var: “Türkiye’ye bir dönem müziğimle dönmek istiyorum. Türk sanat müziğini, notalarını öğrenip, ders alıp, söylemek istiyorum. Çünkü Akhtamar ne kadar bir Ermeni mimarisiyse o kadar da Türkiye’nin zenginliği. Türkiye’de Osmanlı müziğiyle müzik yapmak istiyorum. Bu kültürel zenginliğimizi paylaşmak istiyorum.”

Erivan: Hem tarihi, hem yeşil, hem de çok tanıdık
Erivan’da günlük yaşam yoğun ve boğucu değil. Caddeler, meydanlar ve kavşaklar oldukça geniş. Erivan sokaklarında eski Sovyetler Birliği döneminden kalma binalara sık sık rastlanıyor. Kentin altyapısı da yine aynı dönemden kalma. Erivan’da sadece tarihi binalar değil, birbirinden ilginç mimarisiyle taş binalar da göz dolduruyor. Ayrıca yeşil bir şehir denilebilir Erivan için. Kentin içinde tarihi evlerin arasında uzanan ağaçlar hoş bir görüntü oluşturuyor. Şehirde dolaşırken kimi Sovyet döneminden kalma çok sayıda heykele rastlıyorsunuz. İnsanların günün yorgunluğunu atabileceği parklar da hayli fazla. Şehrin trafik sıkıntısı yok. İnsanların yüzde 25’i kirada oturuyor. Yeni yapılan evler pahalı. Örneğin bir odalı evin kirası 220 doları buluyor. Su ve elektrik ucuz. Peynir, limon ve sivribiber günlük tüketim malzemeleri arasında en pahalı olanları. Eğitim 17 yaşına kadar ücretsiz ancak üniversite harçları hayli yüksek. Örneğin, tıp fakültesinde okuyan bir öğrencinin harç miktarı 800 bin tram (yaklaşık 2 bin 200 dolar). 
Ermenistan’da eğitime önem verildiği her fırsatta tekrarlanıyor. Gezdiğimiz yerlerden biri Çocuk Kütüphanesi’ydi. Kütüphane binası 77 yaşında. Dev teknoloji salonları filan yok, ancak üç katlı kütüphanede 500 binden fazla kitap bulunuyor. Öğrenciler yaş gruplarına göre gruplar halinde kütüphaneye geliyor, kitap okuyor, müzik dinliyor. Binanın her katının duvarları sanatçıların resim ve figürleriyle süslenmiş. Kitapların olduğu bölümde farklı dilden kitapların olduğu bölümleri geziyoruz. ‘Türkçe’ bölümünde sadece Rusça-Türkçe sözlük bulunuyor. Kütüphane çalışanları Türkçe kitaplar gönderilmesi halinde bu bölümün de kitapla dolacağını söylüyor. Kütüphane yetkilileri çocuklara tarih hikâyeleri anlatıldığını ancak ‘soykırım’la ilgili konulara girilmediğini vurguluyor. Bir yetkilinin “Burada insanlar evlerine çatal bıçak almadan önce piyano alır...” sözleri Ermeni kültüründe müziğe verilen önemi gösteriyor. Erivan’da restoranlarda canlı müzik dinliyebiliyorsunuz. Türküler, şarkılar otantik müzik aletleriyle Ermeni sanatçılar tarafından seslendiriliyor. Türkü sözlerinde genellikte Anadolu’ya özlem dile getiriliyor. Gece hayatı yeni yeni hareketleniyor Erivan’da. Yurtdışında yaşayan Ermeni gençler buraya daha sık gelmeye başlayınca açılan bar sayısı da giderek artıyor. Ancak barlar gece 12’de kapanıyor. Ermenistan yemekleri Türkler için hiç yabancı değil. İçli köfte, dolma, yaprak sarması, keşkeş ve et sofralarda yerini alıyor. Konyak, ev yapımı rakı ve şarap da ününe yaraşır lezzette. Kentin en renkli yerlerinden biri de hafta sonları kurulan ‘Vernisaj pazarı’. Kullanılmış kapı kolu ve civatadan,  kapağı kırık bavullara, gümüş takıdan, el yapımı ahşap süs malzemelerine kadar her şeyi bulmak mümkün. Hatta yurtdışında yaşayıp memleket özlemi çekenler için metal bir kutunun içinde Ermenistan havası bile satılıyor. Ancak bu pazarda alışveriş yapanlara satıcıların çok sıkı pazarlık yaptığını da hatırlatmak da fayda var. 



Hiç yorum yok: